01-27-2007, Saat: 07:31 PM
Yalnızca bir hikaye bu... Senin hikayen.. Benim hikayem...
Sayısız yıldızların vardı senin... Yıldızlara bakar, ağlardın. İnsanlar dağılır, sesler susar ve sen gecenin hükümdarı gibi girerdin yalnızlığın ışıklı bahçesine... Geceler bir okyanus gibi açılırdı önünde.. Senin geceyi yorumlayarak, ince şarkılarla ve uzak düşlerle zamanı genişlettiğini, ben bilirdim... Ağlardım... Ve sen ağladıkça dağılırdı karanlık...
Senin orda olduğunu, aşkın uzun ve sınırsız balkonundan bana baktığını düşündükçe aşk; sesime uyumlu bir şarkı gibi kolay gelirdi bana... Yaşamak anlamını bulurdu, katlanmak güç olmazdı yaşamın cefalarına... Senin, aşkın ve dayanılmaz ıstırapların gölgesinde gezindiğini, çıldırtan yalnızlığından aşağılara ipler sarkıttığını bilir; o iplere tutunmaya, yanına gelmeye cesaret edemezdim... Ben, senin yalnızlık balkonunu düşlerdim... Şarkılarına eşlik ederdim, uzaktan ağlardım.. Bunu kimse bilmezdi. Uzakta dururdum, yanına gelemez ve gözlerine bakamazdım... Gözlerim gözlerine değince öleceğimi sanırdım... Senin hayalinden bile kaçırırdım gözlerimi... Ben aşkın kıldan ince bir köprü üzerinde yürümek olduğunu bilirdim. Bakışlarına tutunamamaktan, yarı yolda senden ayrı kalmaktan; kelimenin diğer anlamıyla anlamsız bir ölümle ölmekten korkuyordum... Ve ihtimal ki sen biliyordun bunu, benim mahcup; fakat sadık bir aşık olduğumun farkındaydın...
Bir gün yalnızlığının ve yıldızlarının yörüngesini bırakıp gittin... Sessizce ve kırgın gittin... Kalbindeki sınırsız aşkın okyanuslarına dar gelen yolları açmak içindi... Ve bahardı... Ve bana şarkı söylemek anlamsız geliyordu... Senin orada olmadığını bilmek, gece yürüyüşlerimi adam akıllı çekilmez kılıyordu. Yıldızlar uzuyordu ve ben yıldızlara bakamıyordum sensiz... Gittiğin yer meçhulümdü... Uzakların bu kadar zalim olduğunu öğrenecektim. Seni yakınımda bilmenin duygusunu, güvenini düşünecektim yeni baştan... Yüzünü düşleyecektim uzun uzun, ışık bahçesi yüzünü, gözlerimi kaçırdığım gözlerini... Seni mekanından bağımsız düşünmenin imkansızlığını kavrayacaktım... Yitirişin anlamsız boşluğunu, aşkın kanıtlanmış yüzünü düşünerek, yaşanabilirse bu baharı yaşamaya çalışacaktım...
Ve bahar gelip geçti zalim rüzgarlar gibi... Bahçendeki ağaçlar çiçek açtı sensiz... Her bahar senin bakışlarına alışmış kırmızı, pembe ve beyaz yediveren gülleri açtılar yine... Sıra sıra bulutlar geçti yalnızlık balkonunun üstünden... Serin şafak rüzgarları esti... Uzaklardan, sabaha karşı yapayalnız dinlediğin bülbül sesleri işitildi... Hepsi, hepsi senin yokluğunun farkındaydı sanki... Siyah beyaz bir film ve yavaşlatılmış bir şarkı gibi geçti sensiz bütün bahar...
Şimdi uzaklarda, ızdıraplı gece yürüyüşlerine ve ince aşk şarkılarına eşlik edecek yıldızların var mı, bilemiyorum. Geceyi yorumlayıp genişletirken sana eşlik edecek rüzgarların... Kırmızı ve beyaz güllerin...
Oradan, uzaklardan gelen mektupların beni teselli edeceği yerde, bıraktığın derin boşluğu büsbütün çoğaltıyor içimde... Mektuplarına dokundukça küçülüyorum... Ayrılığı ve hazan mevsimlerini, bitmeyen ve bitmeyecek şarkımızı bir başka tonda yorumluyorsun her mektubunda...
Sayısız yıldızların vardı senin... Yıldızlara bakar, ağlardın. İnsanlar dağılır, sesler susar ve sen gecenin hükümdarı gibi girerdin yalnızlığın ışıklı bahçesine... Geceler bir okyanus gibi açılırdı önünde.. Senin geceyi yorumlayarak, ince şarkılarla ve uzak düşlerle zamanı genişlettiğini, ben bilirdim... Ağlardım... Ve sen ağladıkça dağılırdı karanlık...
Senin orda olduğunu, aşkın uzun ve sınırsız balkonundan bana baktığını düşündükçe aşk; sesime uyumlu bir şarkı gibi kolay gelirdi bana... Yaşamak anlamını bulurdu, katlanmak güç olmazdı yaşamın cefalarına... Senin, aşkın ve dayanılmaz ıstırapların gölgesinde gezindiğini, çıldırtan yalnızlığından aşağılara ipler sarkıttığını bilir; o iplere tutunmaya, yanına gelmeye cesaret edemezdim... Ben, senin yalnızlık balkonunu düşlerdim... Şarkılarına eşlik ederdim, uzaktan ağlardım.. Bunu kimse bilmezdi. Uzakta dururdum, yanına gelemez ve gözlerine bakamazdım... Gözlerim gözlerine değince öleceğimi sanırdım... Senin hayalinden bile kaçırırdım gözlerimi... Ben aşkın kıldan ince bir köprü üzerinde yürümek olduğunu bilirdim. Bakışlarına tutunamamaktan, yarı yolda senden ayrı kalmaktan; kelimenin diğer anlamıyla anlamsız bir ölümle ölmekten korkuyordum... Ve ihtimal ki sen biliyordun bunu, benim mahcup; fakat sadık bir aşık olduğumun farkındaydın...
Bir gün yalnızlığının ve yıldızlarının yörüngesini bırakıp gittin... Sessizce ve kırgın gittin... Kalbindeki sınırsız aşkın okyanuslarına dar gelen yolları açmak içindi... Ve bahardı... Ve bana şarkı söylemek anlamsız geliyordu... Senin orada olmadığını bilmek, gece yürüyüşlerimi adam akıllı çekilmez kılıyordu. Yıldızlar uzuyordu ve ben yıldızlara bakamıyordum sensiz... Gittiğin yer meçhulümdü... Uzakların bu kadar zalim olduğunu öğrenecektim. Seni yakınımda bilmenin duygusunu, güvenini düşünecektim yeni baştan... Yüzünü düşleyecektim uzun uzun, ışık bahçesi yüzünü, gözlerimi kaçırdığım gözlerini... Seni mekanından bağımsız düşünmenin imkansızlığını kavrayacaktım... Yitirişin anlamsız boşluğunu, aşkın kanıtlanmış yüzünü düşünerek, yaşanabilirse bu baharı yaşamaya çalışacaktım...
Ve bahar gelip geçti zalim rüzgarlar gibi... Bahçendeki ağaçlar çiçek açtı sensiz... Her bahar senin bakışlarına alışmış kırmızı, pembe ve beyaz yediveren gülleri açtılar yine... Sıra sıra bulutlar geçti yalnızlık balkonunun üstünden... Serin şafak rüzgarları esti... Uzaklardan, sabaha karşı yapayalnız dinlediğin bülbül sesleri işitildi... Hepsi, hepsi senin yokluğunun farkındaydı sanki... Siyah beyaz bir film ve yavaşlatılmış bir şarkı gibi geçti sensiz bütün bahar...
Şimdi uzaklarda, ızdıraplı gece yürüyüşlerine ve ince aşk şarkılarına eşlik edecek yıldızların var mı, bilemiyorum. Geceyi yorumlayıp genişletirken sana eşlik edecek rüzgarların... Kırmızı ve beyaz güllerin...
Oradan, uzaklardan gelen mektupların beni teselli edeceği yerde, bıraktığın derin boşluğu büsbütün çoğaltıyor içimde... Mektuplarına dokundukça küçülüyorum... Ayrılığı ve hazan mevsimlerini, bitmeyen ve bitmeyecek şarkımızı bir başka tonda yorumluyorsun her mektubunda...