01-28-2007, Saat: 02:44 AM
Kendimi geceye vurduğum bir zamandı... Yürek sızlatan yağmurlar yağıyordu gözlerimde... Ben ne zaman senden gitsem, sen usulca yanıma sokulup hatırlatıyordun kendini... Kim kopardı bizi bizden diye soruyorduk şiirlerde.... Yanıtını bulamıyorduk... Ben kendimi tüketirken yalan sevdalarda, sen uzak kıtaların uzak kentlerinde şarkısını dinliyordun hasretin... Ben uzağına düşünce atıyordun kendini o yalnızlık uçurumlarından aşağıya... Sonra gün dönüyor, ben dönüp dolaşıp yine sana vuruyordum kendimi... Aşamıyordum aramıza ördüğün duvarları... Her şeyimiz hasretken birbirine biz ayrı kalıyorduk birbirimizden kilometrelerce uzakta...
Bir çocuk gibi seviniyordum telefonu her çaldırdığında... Tüm duvarlara rağmen, yüreğim gelişini bekliyordu. İnatla vazgeçmeyeceğimi haykırıyordum gecelere... Gittiğin günün üzerinden yıllar geçmişti, ama ben hala aynı acıyı taşıyordum, ve her gün yeniden başlıyordum sigaraya içmeye... 2 yıl boyunca her gün yazdığım ayrılık güncesinin her sayfasında gözyaşım vardı, her sayfasında sen, biz, kanatları kırılmış bir güvercin... Yaşanmamış hatıralar vardı... Sadece ikimizin bildiği harflerle şifreli mektuplar yazıyordum sana... “İçimde mutluluktan eser kalmadı. Seni seven yüreğime bir umut ver” diyordum. O günlerde umut senden, benden bir parçaydı ama yabancıydı bize... Sadece yokluğunu düşünmek bile hayatın tüm renklerini siliyordu gözlerimden... Sen nereye baksan orada ben vardım da sen nerelerdeydin sevdiğim? Seni bana getirmeyen her günün sonunda hayallerim batıyordu güneş gibi... Ellerimde papatyalar soluyordu... Göğsüne düşen bir gözyaşı oluyordum... Senden uzakta döktüğüm yaşları saplanıyordu göğsüne hançer gibi... “Yeter artık” diyordun.
Bir yaz günü sabah vaktinde – ki gün yeni kavuşmuştu aydınlığa- güvercinleri izledik balkonun bir köşesinde... Gözlerimizde hüzün, dilimiz suskun...
Okuma diyordun. Okuma acıyı ve aşkı anlatan kitapları... Nasıl olsa yaşayacak ve sen yazacaksın acının ve aşkın kitabını...
Unutur muyum sanıyorsun bindiğim otobüsün ardından, boynu bükük, giden hayallerine bakıyormuşçasına kırgın bakışlarını... Unutur muyum sen bir başkasından bahsederken ellerimdeki çay bardağının kırılışını, kanları... Sinirden duvarlara vurup incittiğin ellerini... Ve gittiğin gün içtiğim ilk sigaranın başımı nasıl döndürdüğünü...Unutabilir miyim bir kaldırımda küçük bir kediye sevdamızı, sevdanı anlattığını... Ki sen kaldırımlara yazdın ve kaldırımlarda yaşadın bir aşkın tarihini, kendi tarihini unutarak...
Unutmam prensim... Yıllar geçti unutmadım... Sensizliği de unutmadım, yaşanmamış yıllar yokluğun kadar acıttı canımı, yüreğimi...
Şimdi ben unutulmaz, vazgeçilmez dediğim seni bıraktım bir yalnızlık uçurumunun başında... İstersen Bırak kendini o boşluğa ya da dönüp hızlı adımlarla yürü bana gelen yollarda... Dün olduğu gibi bugün de kapım açık sana... Hem evimin, hem de yüreğimin kapısı...
Bir çocuk gibi seviniyordum telefonu her çaldırdığında... Tüm duvarlara rağmen, yüreğim gelişini bekliyordu. İnatla vazgeçmeyeceğimi haykırıyordum gecelere... Gittiğin günün üzerinden yıllar geçmişti, ama ben hala aynı acıyı taşıyordum, ve her gün yeniden başlıyordum sigaraya içmeye... 2 yıl boyunca her gün yazdığım ayrılık güncesinin her sayfasında gözyaşım vardı, her sayfasında sen, biz, kanatları kırılmış bir güvercin... Yaşanmamış hatıralar vardı... Sadece ikimizin bildiği harflerle şifreli mektuplar yazıyordum sana... “İçimde mutluluktan eser kalmadı. Seni seven yüreğime bir umut ver” diyordum. O günlerde umut senden, benden bir parçaydı ama yabancıydı bize... Sadece yokluğunu düşünmek bile hayatın tüm renklerini siliyordu gözlerimden... Sen nereye baksan orada ben vardım da sen nerelerdeydin sevdiğim? Seni bana getirmeyen her günün sonunda hayallerim batıyordu güneş gibi... Ellerimde papatyalar soluyordu... Göğsüne düşen bir gözyaşı oluyordum... Senden uzakta döktüğüm yaşları saplanıyordu göğsüne hançer gibi... “Yeter artık” diyordun.
Bir yaz günü sabah vaktinde – ki gün yeni kavuşmuştu aydınlığa- güvercinleri izledik balkonun bir köşesinde... Gözlerimizde hüzün, dilimiz suskun...
Okuma diyordun. Okuma acıyı ve aşkı anlatan kitapları... Nasıl olsa yaşayacak ve sen yazacaksın acının ve aşkın kitabını...
Unutur muyum sanıyorsun bindiğim otobüsün ardından, boynu bükük, giden hayallerine bakıyormuşçasına kırgın bakışlarını... Unutur muyum sen bir başkasından bahsederken ellerimdeki çay bardağının kırılışını, kanları... Sinirden duvarlara vurup incittiğin ellerini... Ve gittiğin gün içtiğim ilk sigaranın başımı nasıl döndürdüğünü...Unutabilir miyim bir kaldırımda küçük bir kediye sevdamızı, sevdanı anlattığını... Ki sen kaldırımlara yazdın ve kaldırımlarda yaşadın bir aşkın tarihini, kendi tarihini unutarak...
Unutmam prensim... Yıllar geçti unutmadım... Sensizliği de unutmadım, yaşanmamış yıllar yokluğun kadar acıttı canımı, yüreğimi...
Şimdi ben unutulmaz, vazgeçilmez dediğim seni bıraktım bir yalnızlık uçurumunun başında... İstersen Bırak kendini o boşluğa ya da dönüp hızlı adımlarla yürü bana gelen yollarda... Dün olduğu gibi bugün de kapım açık sana... Hem evimin, hem de yüreğimin kapısı...