01-29-2007, Saat: 06:07 PM
Mavi öpüşlerimizin, tutkulu sarılışlarımızın yoksul olmazlarında
Rezil ve umarsız tutsaklıklar yaşayarak, çevirdik mevsim çemberini
Çocuklardan öğrendiğimiz sevdayla körebe oynadık yeşil baharlarda
Çalındı oyuncaklarımız sakladığımız yerden, öksüz kaldık sokaklarda…
Bölünmüş ırmaklar gönlüne mayıs gülleri taşır uzak ülkelerden. Mutluluğu yok sayarak içimi aldatıyorum öfkelerimiz kapılarımızı çalınca. Seninle ben, tam da yaşamı ve sonrasını kutlarken, belirsiz kederlere bölünüyoruz. Belki de hüzne batırılmış bir sevinç, rüzgara tutulmuş bir huzur düşlediğimiz. Camla kurulmuş bu sevgi sarayında sevmek farkındalıksa eğer, yüreğimizdeki ay tutulmalarını içimizin güneşlerine sermeliyiz.
Sularımız milleşince yoksulluğumuzu asardık yüreğimizdeki dallara. Baktıkça gözlerimize umutsuzluğu görür, kaynayan kanımızı dökerdik karanlık kazanlara. Erittiğimiz buzları sarhoş kadehlere doldurur, sevinç döşerdik rayları çürük yollara. Kimi, tümcesi oturmamış bir şiir, bazen de kurgusuz bir müzik gibi birbirimizi mırıldanırdık. Güneşten yanık şarkılar beklememiz boşunaydı belki, biz ıslığımızın peşinde iki yalvarılı gölgeydik.
Sessizliğimin dokunulmazlıkları çarpmaya başladı işte korsansız sularına. Demiri denizlerde çürüyen, yakamozu derinlerde ışıldayan bu sularda kalmak boğacaktır tayfalarını. Günler geceleri doğurdukça nefretini de belersin kara kundaklara. Sevincim, sevdam ve kırılmışlığımı da yaz yeniden kalabalık kağıtlara. Bu benzersiz aşk lügatinde yaşadığımız her ayrıntıda şiirlerimiz okunacaktır bir gün, içli bir fon müziği sarhoşluğunda.
Tutku tarlalarında gizlenmiş ayrıntıların şafağa bakarak esnediği bir yaşamdı düşlediğimiz. Bermuda köşemizde duvardaki sazımıza örümcek yalnızlıklar doluşmuştu. İnce bir yol ararken yüreğimizdeki sızıya en çok birbirimizin sevgisini merak ediyorduk, inadına. Konuştukça, dertlerimizi bölüştükçe birikiyorduk yeniden. Bir sevişmenin tam orta yerinde gurbet şiirleri okuyor, mevsimsiz susuşlarımızı beyaz çarşaflara seriyorduk.Bizi üşüten, ellerimizi birbirinden ayıran zemheri fesatlıklara söz geçiremiyorduk kimi anlarda. Denizler, ırmaklar, dağlar ve ovalar arıyorduk kendimize yurt olacak.
Kırk bir yerinden sorgulu saatlerimizin kurgulu yamaçlarında yorgunluklarımızın budaklarını taşırız gelecek baharlara. Bizi yaşatan, anılarımıza çerçeve olan hayallerimizin yaşanacak kristalleri dağılıverir bazen içimizde. Ve o dağılmışlıklarda birbirimizin öfkelerini tıkarız zamanın hayın kafeslerine hiddetle. Ellerimiz tenimize değer sonra ve suskunluğumuzun kelimeleri çıkar yüreğimizin yasaklı mahzenlerinden.
Gecenin müzikleri ile kırılan gerdanlarda, seni bana, beni sana anlatan coşkunun mutluluklarında en çok endamın girer koluma. Sorgularımız bitmişse, sevgimiz bizi sarmışsa yeniden ellerimiz arar çöl yangınlarını. Serabımızı kaktüslerden içer, susuzluğumuzu şarkılarımızdan çıkarırız. Kelimelerimizdeki büyülerle ayine başlar, tutkularımızın sızılarını bir sonraki geceye saklarız.
Alternatifimizi göz yaşlarımızla yıkayarak bu çocuksu düşlerimize faytonlar çağırırız geçmişten. Her akşam olunca izlemeyi ertelediğimiz gün batımlarının yorgun ışıklarıdır gönlümüze sokmak istediğimiz. Tutunca ellerimizi tırnaklarımızı gömmek isteriz birbirine ve güç isteriz birbirimizden. Serseri düşler, korkusuz sonlarla tükenen ömrümüzün gövdesine kazıdığımız isimlerimizle, ödünler büyür gizli gizli yüreğimizde.
Biraz keder, biraz da dert dergahında, her mevsim sefil oyunları bunun için oynar. Kaslarımı zorlayan, beni sana her gün daha fazla çeken bu kutsal halatla seni yüreğimde taşımam da bundandır işte. Her gece duvarlarıma yansıyan ışıklarda, yarınlarımı sorgulayan kavgalarda kaybetmenin düşünü görmedim hiçbir zaman. Biz ki, öksüz, yetim ve uğultularımıza karışan senfonilerle bir çingene sevdanın obalarını kurduk seninle. Ocağımızdaki ateş, gönlümüzdeki mehtapla göğsümüzü yeni meltemlere vererek soluklanıyoruz bu hayat sahnesinde. Gözlerimizde mutluluğun ışıkları yandıkça, ne bu şarkılarımız susacak, ne de sözcüklerimiz silinecek unutma.
Rezil ve umarsız tutsaklıklar yaşayarak, çevirdik mevsim çemberini
Çocuklardan öğrendiğimiz sevdayla körebe oynadık yeşil baharlarda
Çalındı oyuncaklarımız sakladığımız yerden, öksüz kaldık sokaklarda…
Bölünmüş ırmaklar gönlüne mayıs gülleri taşır uzak ülkelerden. Mutluluğu yok sayarak içimi aldatıyorum öfkelerimiz kapılarımızı çalınca. Seninle ben, tam da yaşamı ve sonrasını kutlarken, belirsiz kederlere bölünüyoruz. Belki de hüzne batırılmış bir sevinç, rüzgara tutulmuş bir huzur düşlediğimiz. Camla kurulmuş bu sevgi sarayında sevmek farkındalıksa eğer, yüreğimizdeki ay tutulmalarını içimizin güneşlerine sermeliyiz.
Sularımız milleşince yoksulluğumuzu asardık yüreğimizdeki dallara. Baktıkça gözlerimize umutsuzluğu görür, kaynayan kanımızı dökerdik karanlık kazanlara. Erittiğimiz buzları sarhoş kadehlere doldurur, sevinç döşerdik rayları çürük yollara. Kimi, tümcesi oturmamış bir şiir, bazen de kurgusuz bir müzik gibi birbirimizi mırıldanırdık. Güneşten yanık şarkılar beklememiz boşunaydı belki, biz ıslığımızın peşinde iki yalvarılı gölgeydik.
Sessizliğimin dokunulmazlıkları çarpmaya başladı işte korsansız sularına. Demiri denizlerde çürüyen, yakamozu derinlerde ışıldayan bu sularda kalmak boğacaktır tayfalarını. Günler geceleri doğurdukça nefretini de belersin kara kundaklara. Sevincim, sevdam ve kırılmışlığımı da yaz yeniden kalabalık kağıtlara. Bu benzersiz aşk lügatinde yaşadığımız her ayrıntıda şiirlerimiz okunacaktır bir gün, içli bir fon müziği sarhoşluğunda.
Tutku tarlalarında gizlenmiş ayrıntıların şafağa bakarak esnediği bir yaşamdı düşlediğimiz. Bermuda köşemizde duvardaki sazımıza örümcek yalnızlıklar doluşmuştu. İnce bir yol ararken yüreğimizdeki sızıya en çok birbirimizin sevgisini merak ediyorduk, inadına. Konuştukça, dertlerimizi bölüştükçe birikiyorduk yeniden. Bir sevişmenin tam orta yerinde gurbet şiirleri okuyor, mevsimsiz susuşlarımızı beyaz çarşaflara seriyorduk.Bizi üşüten, ellerimizi birbirinden ayıran zemheri fesatlıklara söz geçiremiyorduk kimi anlarda. Denizler, ırmaklar, dağlar ve ovalar arıyorduk kendimize yurt olacak.
Kırk bir yerinden sorgulu saatlerimizin kurgulu yamaçlarında yorgunluklarımızın budaklarını taşırız gelecek baharlara. Bizi yaşatan, anılarımıza çerçeve olan hayallerimizin yaşanacak kristalleri dağılıverir bazen içimizde. Ve o dağılmışlıklarda birbirimizin öfkelerini tıkarız zamanın hayın kafeslerine hiddetle. Ellerimiz tenimize değer sonra ve suskunluğumuzun kelimeleri çıkar yüreğimizin yasaklı mahzenlerinden.
Gecenin müzikleri ile kırılan gerdanlarda, seni bana, beni sana anlatan coşkunun mutluluklarında en çok endamın girer koluma. Sorgularımız bitmişse, sevgimiz bizi sarmışsa yeniden ellerimiz arar çöl yangınlarını. Serabımızı kaktüslerden içer, susuzluğumuzu şarkılarımızdan çıkarırız. Kelimelerimizdeki büyülerle ayine başlar, tutkularımızın sızılarını bir sonraki geceye saklarız.
Alternatifimizi göz yaşlarımızla yıkayarak bu çocuksu düşlerimize faytonlar çağırırız geçmişten. Her akşam olunca izlemeyi ertelediğimiz gün batımlarının yorgun ışıklarıdır gönlümüze sokmak istediğimiz. Tutunca ellerimizi tırnaklarımızı gömmek isteriz birbirine ve güç isteriz birbirimizden. Serseri düşler, korkusuz sonlarla tükenen ömrümüzün gövdesine kazıdığımız isimlerimizle, ödünler büyür gizli gizli yüreğimizde.
Biraz keder, biraz da dert dergahında, her mevsim sefil oyunları bunun için oynar. Kaslarımı zorlayan, beni sana her gün daha fazla çeken bu kutsal halatla seni yüreğimde taşımam da bundandır işte. Her gece duvarlarıma yansıyan ışıklarda, yarınlarımı sorgulayan kavgalarda kaybetmenin düşünü görmedim hiçbir zaman. Biz ki, öksüz, yetim ve uğultularımıza karışan senfonilerle bir çingene sevdanın obalarını kurduk seninle. Ocağımızdaki ateş, gönlümüzdeki mehtapla göğsümüzü yeni meltemlere vererek soluklanıyoruz bu hayat sahnesinde. Gözlerimizde mutluluğun ışıkları yandıkça, ne bu şarkılarımız susacak, ne de sözcüklerimiz silinecek unutma.