02-03-2007, Saat: 04:50 PM
Ağla sevdiğim…
Göz pınarların hiç bu kadar çaresiz değildi belki.
Ve sen hiç böylesine kederle bakmadın bu şehre, daha önce.
Üzülme!
O ay gibi parlak göz bebeklerini titreten,
sımsıcak bakışlarını, Kız Kulesine zincirleyen,
ıslatan, meltem soğuğunda pembeleşen yanaklarını,
dudağının kenarından geçip, yer çekimi istikametinde süzülen…
tertemiz damlalar,
alelade bir yerin zeminine değil,
İstanbul’a düşüyor!
Her gün, bir gün öncesinden daha güzel,
Ve daha masumdun her ağladığında, gülen güllerden...
Biliyorum, sen de sevdalıydın benim gibi,
sen de çay içerdin Küçük Ayasofya’da pazar ikindileri…
sen de binerdin Üsküdar vapuruna, seyretmek için martıları, akşam üzeri…
sen de erken kalkardın sabahları simit kokusuna…
sen de yürürdün Beyoğlu’nda, bir aşağı bir yukarı, öylesine…
Biliyorum, sen de sevdalıydın benim gibi,
İstanbul’a...
Dökülürdü kirpiklerinden Çamlıca Akşamının kızıl güneşi...
Sessizliğinde boğardı, gündüz keşmekeşinin son kalıntılarını...
Böyle bir akşamın ardından, vururken avuçlarıma Eyüp Sultan sabahının ilk ışıkları,
Üç şey için yakarmıştım Allah’a;
cennet bahçesi,
İstanbul kokusu,
ve sen...
Şimdi ise senin yokluğuna ağlar, kimsesiz güvercinler...
Alışamadım gidişine inan!
Yine de kesmedim umudumu, ne cennetten ne İstanbul’dan...
Artık sen yoksun ama...
Beni teselli eden İstanbul var.
bir de Haliç yakamozunda asılı kalan gülümsemen...
Ben seninle yaşadım bu şehri, şimdiye kadar,
Ve bir gün bırakırsam, sensiz yaşamayı da,
gene bu şehirde bırakırım.
İstanbul kokulum...