02-20-2007, Saat: 10:52 PM
Affetmek Nedir?
Kim var ki bu dünyada birilerini kırmamış, birileri tarafından
kırılmamış olsun.
Hepimiz birileri tarafından incitildik, hepimiz birilerini incittik.
Kızdık, içerledik, öfkelendik, darıldık, küstük, nefret ettik.
-İçinde anne babana, kardeşlerine, bazı akrabalarına, eşine duyduğun
kızgınlık, öfke, içerleme, intikam alma gibi duygular var mı? Bu
insanlarla konuşmayı, görüşmeyi reddediyor musun? Ya da en iyi
haliyle görevlerini yapmakla sınırlı tuttuğun ilişkilerini
katlanarak mı sürdürüyorsun?
-Çocukluğunda sana davranıldığı gibi çocuklarına davranmayacağına
söz verdiğin halde, şimdi kendini bağırırken, vururken, dırdır
ederken yakalıyor musun? Onlara, bir zamanlar sana söylenmiş ve seni
incitmiş sözlerin benzerini sarf ettiğin için kendine kızıyor musun?
-Bir zamanlar en iyi dostun olan kişiyi kırdığın ya da kırıldığın
için kaybettiysen, sırf gururun yüzünden affetmeye ya da af dilemeye
yanaşmıyor musun?
Sıkça içinde bir türlü ismini koyamadığın bir boşluk hissediyor
musun? Bu boşluğu alkol, ilaç, aşırı yemek, aşırı çalışmak, kumar ya
da kredi kartı limitini ve maaşını çook aşacak kadar alışveriş
yaparak doldurmaya çalışıyor musun?
-Bazen sanki geçmişini tekrar ederek yaşıyor duygusuna kapılıyor
musun? Oyuncular değişse de geçmişte seni incitmiş olan anne
babanın, eski sevgililerinin, eski arkadaşlarının, eski
patronlarının yerini yine benzerlerinin almış olduğu duygusunu
yaşıyor musun?
-İncitilme ve reddedilme korkusuyla yeni arkadaşlıklar kurmaktan
çekiniyor musun?
-İnsanların sana yaklaşmasını önlemek için etrafına koruma duvarları
ördüğünü ama bu duvarların arkasına kendini de hapsettiğini fark
ediyor musun? Bu yüzden kendini yalnız, başkalarından uzak ve
yabancılaşmış hissediyor musun?
-İster bir iş görüşmesi olsun, ister yeni birisiyle randevu, bunun
da diğerleri gibi başarısızlıkla sonuçlanacağına, hayal kırıklığı
yaşayacağına inanıyor musun?
-İş hayatı olsun, özel hayat olsun sadece yapman gerekeni yapıp,
yeni riskler almaya cesaretin ya da enerjin olmadığını söylüyor
musun?
-İnsanlara genel anlamda güven duymuyor musun?
-Yaşamında her şey olsa bile, yine de tam olmadığını, bir şeylerin
eksik olduğunu hissediyor musun?
-İçinden bir türlü atamadığın suçluluk duygusu ve değersizlik
duygusu enerjini tüketiyor, motivasyonunu ve kontrol duygunu
kaybettiriyor mu?
Bu sorulardan birine ya da daha fazlasına "Evet" yanıtı verdiysen,
yaşamında kendini ya da başkalarını affedemediğin kızgınlık,
incinme, öfke halatı ayaklarına dolanmış ve seni ileriye adım
atmaktan alıkoyuyor olabilir.
Bu duygu, enerjini çalıyor, kendini sevmeni engelliyor, yaşam
hazzından seni mahrum ediyor, geleceğe umutla ve coşkuyla bakmanı
engelliyor.
Affetmemek, bizim iyileşmemizi, sağlıklı ve doyumlu bir yaşam
sürmemizi engelliyor. Yoksa sen seni inciten insanların, seni
iyileştirmesini mi bekliyorsun?
Affetmek, geçmişi geçmişte bırakıp, anı yaşama ve geleceğe umutla
bakma özgürlüğünü verir bize.
Affetmeye yanaşmıyorsun çünkü affetmediğinde hayatında yanlış giden
şeyler için onları suçlamaya devam edebilirsin. Mutsuz yaşamının
sorumlusu da suçlusu da onlardır.
Affetmediğinde, sen hala bir kurban, yanlış yapılan kişi konumunda
kalırsın. Sana bu kötülüğü yapan kişi "kötü kişi" olacağı için sen
otomatikman "iyi kişi" konumuna kendini oturtursun. Hayatı siyah
beyaz olarak algılamak, diğer renkler ve tonlarıyla uğraşmaktan daha
kolaydır.
Affetmemek, seni yaraladıklarında yaşadığın güçsüzlük ve acizlik
duygusunu telafi etme illüzyonunu yaratır. Suçlu kişiyi zihninin
zindanında hapiste tuttuğun sürece, kendini acayip güçlü
hissedersin. Çünkü hiç kimse seni affetmeye zorlayamaz, kinini
durduramaz.
Affetmemek, hem daha önce seni inciten kişilerden, hem de yeni
kişilerden gelebilecek olası incinmelerden koruduğu illüzyonunu
yaşatır sana. Acını, öfkeni beslediğin sürece olası tehlikelere
karşı zırhını kuşanmış olarak beklersin. Böylece artık kimse seni
incitemez, yaralayamaz, taciz edemez, reddedemez.
Oysa;
Affetmek unutmak değildir. İnsanları affettiğimizde geçmişte yaşanan
deneyimleri unutmayız. Unutmamalıyız da. Bu deneyimler, zamanında
bize çok acı vermiş olsa da kazandığımız derslerdir. Bizim, yeniden
kurban konumuna düşmemek ya da başkalarını kurbanımız konumuna
düşürmemek için yaşanmış bir ders.
Affetmek, affettiğimiz kişilerin davranışlarını onaylamak değildir.
Affettiğimizde geçmişin bugünümüz üzerindeki yıkıcı etkisini ortadan
kaldırırız. Bu, onların bir zamanlar yaptığı şeyin doğru, haklı ve
onaylanabilir olduğu anlamına gelmez. Yapılanların kabul edilebilir,
önemsiz, çok da kötü olmadığı anlamına gelmez.
Yapılanlar kötüydü. Acıttı. Hayatımızı etkiledi. Aslında gerçek
affediş tam aksine, olanı yadsıdığımız, minimize ettiğimiz,
karşımızdakini haklı çıkardığımız ya da bize zarar veren davranışı
hoş gördüğümüz durumda gerçekleşemez.
Affetmek, affettiğimiz kişiden daha "büyük" olduğumuzu göstererek,
onu kendimize ebediyen borçlu kılmak değildir. Yargılayıcı Tanrı
konumundan, hoşgörülü Tanrı konumuna geçerek, yine de kişiyi
kendisini "günahkar" olarak hissettirmek gerçek bir affediş değildir.
Affetmek fedakarlık değildir. Dişlerimizi sıkarak, bizi inciten
kişiye katlanmamız, güler yüz maskesi takınmamız gerçek bir affediş
değildir. Çünkü bu durumda gerçek duygularımızı yutmuş oluruz. Bu
tavır hem zordur, hem de hayatımızdan haz duygusunu çalar.
Affetmemek, kızgınlık duyduğun kişileri zihninde bedava kiracı
olarak oturtmak demektir. Günah değil mi, zihnini boşu boşuna işgal
etmelerine izin vermeye?
Affetmek için haklı- haksız mücadelesine girersen, haklı olmanın
senin için huzurlu ve mutlu olmaktan daha önemli olduğuna dikkat et.
Haklı olmaya çalışmak, haksız olmaktan korkmaktan kaynaklanır.
Affetmek bir "Kozmik Unutma"dır
Affetmek, ruhsal iyileşme sürecinin doğal yan ürünüdür.
Affetmek, içsel bir süreçtir.
Affetmek, kendimize duyduğumuz saygının artmasını sağlayan bir
özgürleşme sürecidir.
Affetmek, geçmişten gelen olumsuz duygu yükünden özgürleşmektir.
Olayı hatırlamak ama olayın duygu deposunu boşaltmaktır.
Affetmek, bizi inciten kişilere duyduğumuz cezalandırma ihtiyacından
vazgeçerek kendi tutsaklığımızdan vazgeçmektir.
Affetmek, onlara hangi cezayı verirsek verelim bize yetmeyeceğinin
farkındalığıdır.
Affetmek, intikam, öfke, kızgınlık gibi duygularla ziyan ettiğimiz
yaşam enerjisini, yaşam kalitemizi yükseltmek, mutlu ve doyumlu
olmak için kullanmayı seçmektir.
Affetmek, yaşamın geçmişinde takılıp kalmak yerine, yaşam
yolculuğunda yeni deneyimlere açık hale gelebilmektir.
Ve affetmek, başkası için değil, kendimiz için yaptığımız bir
özgürleşme seçimidir. Kendi boynumuzdaki, kendi ayaklarımızdaki
zincirlerden özgürleşme seçimi.
En uzun yolculuk, beynimizden yüreğimize yaptığımız yolculuk.
Affetmek, bu yolculuğun kestirme yolu.
Öfke, kırgınlık, kızgınlık, nefret, intikam, suçluluk duygusu
bastırıldığında da, patladığında da bizi olduğumuz yere çiviler ve
gelişmemizi engeller. Affetmek, çivileri söker, sadece yürüme
özgürlüğünü yeniden kazanmakla kalmayız, koşma, dans etme, uçma
özgürlüğünü de tadarız.
Gerek bizim hatalarımıza, gerek başkalarının bize yaptığı hatalara
gübre olarak bakalım. Gübre, affetmenin toprağıyla karıştığında,
aldığımız ürün bol olur.
Affetmeyi gerektiren her yara, içinde önemli bir dersi de
barındırır; dersi görebilmek için yarayı yeniden deşerek yüzleşmek
zorunda kalsak bile.
Affetmek, öfke ve intikama yatırım yapmaktan vazgeçmektir. Neye
yatırım yaparsak o çoğalır. Affetmek, hayatımızın en özgürleştirici
ve zenginleştirici yatırımıdır.
Affetmenin karşındaki kişiyi değil, seni özgür bırakacağını anla.
İnsanları yargılarsan onları sevmeye zaman bulamazsın.
Ellerini yumruk haline getirenler, tokalaşamazlar.
Herkesi "gerçekten" tanırsan, herkesi affedersin.
Affetmek, içsel yolculuğun temel basamaklarından biri ve kendimizle
barışık olma yolunda kocaman bir adım.
Bu adımı atmaya hazır mısın?
Gerçek Affediş
Bir şey daha; gerçek affediş kendinin ve başkalarının hatalı
davranışlarına mazeret bulan kibar, gözü yaşlı anlayış içinde
tevazuuyla bir başı öne eğme değildir. Herkesin yanlış yapsa da
elinden geldiğinin en iyisini yaptığını savunan yüce bir anlayış da
değildir. Affettim demekle de affetmek gerçekleşmiyor.
Kızgınlığın, nefretin, suçlamanın ve utancın, gerçek affediş yoluyla
içimizde entegre olması için, yine onlardan yararlanmamız gerekiyor.
Kızgınlığımızın, nefretimizin, suçlamamızın hedefi olan kişilerden
duygusal olarak kopabilmek, onları zihnimizi bedava kiracısı
olmaktan çıkarabilmek, sınırlarımızı yeniden güçlü bir şekilde inşa
etmek için sağlıklı kızgınlığın enerjisine ihtiyaç duyarız.
Kendi yadsıdığımız benliğe sahip çıkmak ve bütünleşmek için nefretin
gölgelerini aydınlığa çıkarmaya ihtiyaç duyarız.
Öz sorumluluğumuzu almak, yapılan hatada kendi payımızı görerek ders
çıkarmak ve gelişmek için sağlıklı suçluluğun yardımına ihtiyaç
duyarız.
Affetmek, gerçek gücümüzü yeniden kazanmak ve gücümüze sahip
çıkmaktır.
Affetmezsek ya da sahte kabulle ve suni bir affedişle affettiğimizi
sansak bile; kızgınlık patladığında, bizi saldırganlaştırır ve
insanları bizden uzaklaştırır.
Nefret bizi yoğun bir yalnızlık batağına sokar. Çünkü çok güçlü
enerjiye sahip olan nefret etrafına zarar verirken, kendi ruhunu da
iğfal eder ve sınırlarını yok eder. Kabuslar kaçınılmaz olur.
Suçlamak gücümüzü kaybettirir.
Yalnızlık ve güçsüzlüğün diğer adı depresyondur.
Affetmenin önemi şu yaygınca bilinen hikayede ne güzel anlatılıyor:
Öğretmen bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: "hayatı
deneyimleyerek öğrenmek ister misiniz?" Öğrenciler çok sevdikleri
hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. "O zaman" der
öğretmen "şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer
plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!" Öğrenciler, bu
işten pek bir şey anlamazlar.
Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve
torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine
şöyle der öğretmen: "Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her
kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine
yazıp torbanın içine koyun." Bazı öğrenciler torbalarına üçer beşer
tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar
dolmuştur. Öğretmen, kendisine "Peki şimdi ne olacak?" der gibi
bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: "Bir hafta boyunca
nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız.
Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın
üstünde, hep yanınızda olacaklar."
Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni
yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: "Hocam, bu kadar ağır
torbayı her yere taşımak çok zor. Hocam, patatesler kokmaya başladı.
Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık. Hem sıkıldık, hem
yorulduk!"
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:
"Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz.
Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi
karşımızdaki kişiye bir lütuf olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek
en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir."
Affetmeyi ancak affederek öğrenebiliriz.
Gerçek affediş ancak güçlü bir insandan gelir. İçsel gücümüzü
yeniden kazanmanın yolu da duygularımızın gerçek işlevini ve
niyetini anlamak, duygularımızın armağanlarına sahip çıkmakla
mümkün. Güçlü insan, gücüyle zarar verme gücüne sahipken bunu
kullanmamayı seçiyor. Gerçek güç bu. Güçlü insanın güç gösterisi
yapmaya ihtiyacı yoktur. O güçsüzlerin yolu.
Affetmek güçlüyü daha güçlü yapar, zayıfı ise güçlendirir. Affetmek
cesurların işidir, korkakların değil. Affedemeyen kişinin ise başka
cezaya ihtiyacı yoktur.
Çok sevdiğim bir sözü burada tekrar etmek istiyorum:
Zalimler zayıf kişilerdir.
Sevecenlik güçlülerin işidir.
Birisi sana zarar vermişse, onu affetmekte zorlanıyorsan şöyle düşün:
Ancak gerçek gücü olmayan kişiler başkalarına zarar verebilir.
Nefret dolu, kızgın, suçlayıcı kişi kendi cehennemini de
yaratmıştır. Başkalarına zarar veren kişi asla güçlü olamaz. O bir
zavallıdır. Ona ancak merhamet duyabilirsin. Onu zihninin gözünde
küçücük, mini minnacık zavallı trajik bir figür olarak gör. Onun
uğruna ziyan ettiğin enerjini kendini iyileştirmek için kullan. Bu,
her zaman kolay bir yolculuk olmuyor ama ödülü büyük bir yolculuk.
Ben tecavüzcüme olan öfkemi böyle yendim.(yazar 20 yaşındayken San
Francisco'da bıçaklı bir saldırganın tecavüzüne uğramış.) Yaşam
enerjimi ona öfke duymaya harcayamazdım. Bu öfke beni tüketiyordu. O
zavallı yaratık buna değmezdi. Bıçağın öldürücü gücüne sığınan bir
zavallı. Ama ben gücümü yeniden kazanmaya, hayatımı zengin kılmaya
değerdim.
Başkalarına karşı hissettiğimiz tüm duygular, kendimize
hissettiğimiz duygulardır. Bizden çıkar yine bize geri döner.
Evrensel enerjinin yasası bu. Duygular enerjidir. Bu enerjileri
sağlıklı bir biçimde iç gücümüze katarak entegre ettiğimizde,
ruhumuz zenginleşir ve Evrenle, kendi doğamızla uyum içinde dans
eder.
Duyguların iyileştirme ve onarım gücünü anladığımızda, onlara hoş
geldin deriz.
İste o zaman daha sıkça duyguların adı umut, haz, neşe, mutluluk,
ait olma, çekim, şefkat, sevecenlik, güven, doyum, saygı ve özgürlük
olur. İşte o zaman karanlıkla aydınlığın ancak birlikte
varolabileceği gerçeğini tüm varlığımızla kabul ederiz. İşte o zaman
duyguları iyi ve kötü diye etiketlemeyiz. Bir duyguyu bastırıp, bir
diğerini yüceltmeyiz. Her duygunun hakkını veririz, mesajlarının
armağanını kabul ederiz. Gerçek Ruhsal Zeka, gerçek ruhsal bilinç,
gerçek spiritüellik budur.