03-04-2007, Saat: 08:43 PM
[b]Atatürk'ümüzü Hiç Böyle Anlatmadılar Bize... Araştırmacı Yazar Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI :
Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya
döneminin liderleri içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek
liderdir. Üstelik diğer liderler kendi halkları tarafından yok
edilmemin acısını yaşamışken, o hala halkının ve dünyanın nabzında
en büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen
dünyadaki tek lider.
Önemli olanda sanırım, yaşarken ölmek değil, öldükten
sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil
midir?
ATATÜRKü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık:
Asker ATATÜRK ya da devlet adamı ATATÜRK olarak.
Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir. Zaten
herhalde bir başkasına da rastlamamız mümkün değil. En büyük
düşmanı; hani şu ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan
başkomutanı Trikopis. Hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan
her Cumhuriyet bayramı Atinadaki Türk büyükelçiliğine gidiyor Trikopis, ATATÜRKün
resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor. Böyle bir
saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal.
Yıl 1938, General McArthurun en zor, en problemli, en
buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüzyirmiden
fazla kişiye döner ve aynen şöyle der:
Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa
Kemali görmek için neler vermezdim? dedirten o büyük özlemi ve
onu oluşturabilen Mustafa Kemali.
Yada, yıl 1938. Bir İranlı şair bir Tahran gazetesine
ölümü üzerine bir şiir yazar. İşte o şiirin iki mısrasını sizlerle
paylaşmak istiyorum. Diyorki;
Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden
tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir.
dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal.
Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri
paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki Bu gün
UNESCO nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa
Kemaldir. Öneri nedir ? Öneri ise onun doğumunun yüzüncü
yılında, 152 üyesi vardı UNESCO nun 152 ülkenin devletleri aynı
anda kutlasın önerisidir. Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve
şöyle söyler:
Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin
doğum gününü böyle kutlayacak
mıyız?? şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar
yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle
söyler;
Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterimki ATATÜRK
öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl
anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız
sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal. Sonra nemi olur? UNESCO
tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok
152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya ne
yani diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona
gelir ve aynen şunları söyler;
Ben ATATÜRK?ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor
ilk imzayı ben atıyorum diyecektir.
İşte o muhteşem belge diyorki;
ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİÄžİ, BARIŞ
YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAÄžANÜSTÜ DEVRİMLER
GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIÄžA KARŞI
SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ
ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK
AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE
CUMHURİYETİNİN KURUCUSU
Var mı böyle bir metin! Bir filozof derki bir ülke
için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden
geçirin şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi
bir metin gösteremeyiz. İşte bu metin 152 ülke tarafından
imzalanmıştır. Eşi olmayan devlet adamı metni. Peki daha
sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen hemen bir yıl boyunca her
yerde bu metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim İşte
o ülkenin adını vermeye benim dilim maalesef varmıyor.
Hadi gelin Haitiye gidelim. Yıl 1996, Haiti
Cumhurbaşkanı ölür. Bir vasiyet bırakmıştır. Haitiye baktım
haritada bir kutup kadar uzak ülke. Haiti Cumhurbaşkanı 1996 da
öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar taşına yazılması için
bir metin bırakmıştır. Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında
yazan hitabeyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki Bütün ömrüm
boyunca Türkiyenin lideri Mustafa Kemal ATATÜRKü anlamış ve
uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm
Peki yıllar bir şey değiştirir mi? Hayır. 2000
yılında bizim medyanın kaçırdığı bir bilgi var, ABD Başkanı
milenyum mesajını veriyor. Mesajın bir yerinde aynen şunları
söyler; Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı
Mustafa Kemal ATATÜRKtür. Çünkü o yılın değil asrın lideri
olabilmeyi başarmış tek liderdir. 2000 de ABD Başkanına işte bu
gerçeği de ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var. Asker Mustafa
Kemalin, Devlet adamı Mustafa Kemalin çok dışında bir Mustafa
Kemal.
2003 de bir şey değişti mi?, 2004? Hayır. 2004 de bir
konferans veriyorum birden bir hanımefendi ayağa fırladı. Dediki
Ben Norveçliyim ve şu anda Norveçte çok sık kullandığımız bir
deyim var, bu deyimin anlamını anladım dedi. Hanımefendi nedir o
deyim dedim. ?Norveççede ?ATATÜRK gibi düşünmek deyimi
var. Çok sık kullanırız bu deyimi nerelerde kullanırsınız
dediğimde ?Hani bir problem veririz çöz diye o da tembellik eder
çözmez. Deriz ki ona bu problemin mutlaka çözümü var. Birde
ATATÜRK gibi düşün. O gün otelime geldim televizyonu açtım o
kadar çok kişiye bir de ATATÜRK gibi düşün dediğimi hatırlıyorumki
galiba Norveççeden çok bizim dilimizin bu deyime fazlasıyla
ihtiyacı var diye düşünmeden de edemedim.
Bir İngiliz gazeteci ATATÜRKle bir röportaj yapar.
Röportajını Amerikan Büyük Kütüphanesinden bulup getirttim ve bir
yerinde Mustafa Kemale şöyle sorar gazeteci; Birleşmiş
Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz? Mustafa Kemal?in cevabı
aynen şöyle :
Şartlarımızı koyarız. Kabullerine bağlı. Biz
müracaat etmeyiz üye olmak için. Eğer davet gelirse düşünürüz.
Evet, Birleşmiş Milletler sadece Türkiyeyi davet edebilmek için
yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke olur Mustafa Kemalin
ülkesi, Türkiyesi Birleşmiş Milletlere. Sanıyorum ondan feyz
alacağımız çok şey var aslında Mustafa Kemalden. Ama bu arada
2005de daha yeni iki üç gün önce yabancı gazeteyi okuyorum.
Sürmanşet büyük puntolarla şu başlığı atmış Bu gün Ortadoğuya
düzinelerle ATATÜRK lazım?. dedim yazara ATATÜRK ü hiç tanımıyor
herhalde. Düzineye hiç gerek yok tek bir tanesi de yeterdi
aslında.
Örnek vermeye devam edersem inanın konferans böyle
biter. Filipinlerden Çine kadar o kadar çok örnek varki. Ama
gördük 1925de 1938de 1996da 2000de 2005de her ülkeden, her
cinsten, her statüden insanın özlemle, sevgiyle,
saygıyla aradığı ama bizim olan bir Mustafa Kemalden
bahsediyoruz. Bu gün Türkiyenin en büyük sorunu nedir? dersem
cevap olarak kulağıma gelenler şunlar; ekonomi diyorsunuz işsizlik
diyorsunuz. Ama bence Türkiyenin çok önemli bir problemi var o
problemi çözersek Türkiye ekonomiyi de çözer Türkiye işsizliği de
çözer. Evet Türkiyede lider yetiştirme sorunu var.
Lider deyince de nedense hep siyasi lider anlıyoruz ben
ondan bahsetmiyorum, benim lider dediğim çok kapsamlı bir kavram.
Yoksa içersindeki tek bir terimdir siyasi lider veya sosyal lider.
Ama lider dediğim zaman ben asrın lideri dünya liderinden
bahsediyorum. İşte böyle liderlere ihtiyacımız var. Ben şimdi
soracağım size şu anda karşımda pek çok genç arkadaşım oturuyor.
Bunlardan bir tanesinin bir kaç dönem sonrasının Cumhurbaşkanı,
Genelkurmay Başkanı
yada Başbakanı, Maliye Bakanı yada evinin anne babası olmadığını
bana iddia edebilir misiniz? Belki sizsiniz, ama bilinizki işte
bugün sizlerle paylaşacağım konu asrın lideri, dünya lideri yada
lider olmanın küçük sırlarını ATATÜRKle sizinle paylaşacağım.
İlk sırrımız; ATATÜRK tamam arkadaşım ben
topraklarınızı kurtardım askeri bir dehayım deyip yerine
çekilmemiş hemen asker elbisesini çıkartıp sivil elbisesini giymiş
ve inanırmısınız sınırlarını hangi sınırın lideri ise o sınırların
içerisinde ne var ise ama ne var ise taşından toprağına hepsinin
ama hepsinin sorumluluğunu omuzlarında hissetmiştir de onun için
Mustafa Kemal bugün dünya lideridir. Nasıl mı ?
ATATÜRKü ağlarken tarih çok ender tespit
etmiştir. 25 yıllık araştırmacıyım, 7 tespitim oldu. İlki
Çanakkalede topçu atışımız başladığı sırada döktüğü gözyaşıdır,
bir diğeri ise hepimizin bildiği bir hikaye ama ben yine de
anlatacağım. O günün Ankarası kurak, çorak bir köy. Çankayadan
meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde ağacı
varmış. ATATÜRK o iğde ağacının önünden geçişlerinde arabasını
durdururmuş, inermiş ve o iğde ağacına selam verirmiş. Aman
demişler paşam ne yapıyorsunuz böyle, Eee o demiş yediğim
meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az
diğer neferler kadar bunun da selama hakkı var. Yani niye
şaşırıyorsunuz? der gibiymiş. Ve bir gün yanında bulunan
arkadaşına İşte bu benim...? derken bide bakıyor ağaç yok ortada
hemen iniyor Ne yaptınız bu ağaca? diyor. Paşam diyorlar yolu
genişletmek için mecburduk kestik o
ağacı.Yahu diyor bitek bana soraydınız bu ağacı kurtaracak bir
yolu mutlaka bulurdum diyor. Daha fazla dayanamıyor, arabasına
biniyor, şoförünün ve arkadaşının gözü önünde hüngür hüngür
ağlamaya başlıyor. Bir tek iğde ağacı için mi dersiniz? Hayır. Çok
zor şartlarda kurtardığı bu topraklarda yetişen bir canlıdır ve
lideri olduğu için de bu toprakların da o iğde ağacının da
sorumluluğu Mustafa Kemalin omuzlarındadırda onun için.
Galiba şimdi anlatacağım inanılmaz projeyi de o gün
düşünmeye başladı. Hani Bir daha böyle bir şeyle
karşılaşabilirsem nasıl müdahale edebilirim diye. Çok değil doğa
katliamı, en kolay yaptığımız katliam.
Yıl 1930 ATATÜRK Yalova köşküne doğru çıkmakta. Bir de
bakar bir bahçıvan koca bir
çınar ağacını kesmek üzeredir. Yahu der sen hayatında hiç böyle
bir ağaç yetişdirdinmiki Kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve
niye ?? der. Bahçıvan derki; Paşam çınar ağacının kökleri köşkün
temelini kaldırdı, yaprakları da köşkün pencerelerine müdahale
ediyor. Ya köşkü kaybedeceğiz ya ağacı keseceğiz. Onun için de
kusura bakmayın ama biz ağacı kesiyoruz. Bir an düşünür; Hayır
gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız der. Derlerki bu gün
Mustafa Kemal bir hoş. Ne demek köşkü tutupta ağaçtan
uzaklaştırmak? Ama inanırmısınız mühendis değil, mimar değil,
ziraatçı değil ama ne yapar biliyormusunuz? İstanbuldaki köprü
altındaki tramvay raylarını Yalovaya taşıtır. Köşkü hiç yıkmadan
olduğu gibi tutarak kendisi de kazma kürek temelini kazar ve
köşkün altına tramvay raylarını döşeyerek köşkü ağaçtan 4 metre 80
santim kenara çekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta
olan çınar ağacının kurtuluşunu temin eder.
Yıl 1930. Dünya çevre lafını ne zaman etmeye başladı?
1980 den sonra. 1980 den önce, 1930 yılında dünyaya somut bir
çevre dersi vermektedir Mustafa Kemal aslında. Ama, biraz acı
parantezlerim olacak bu konferansımda. İlk acı parantezimi ATATÜRK
kimdir belgesiyle açmıştım, ikinci acı parantezim burada olacak.
Hadi gelin 5 Mart 1996 ya gidelim yani günümüze yakın bir gün.
ATATÜRK ve Türk kadını konulu tiyatrolu konferansımı 25 gençle
sunuyorum. 25 gençle birlikte prova yaptık, yorulduk, oturduk,
televizyonu açtık. ikinci haber olarak 6 dakika müddetle ve 5 kere
görüntü zumlanmak üzere önemli bir haber
verildi televizyonda. Haberi aynen aktarıyorum, diyordi ki
Amerika da eski bir ünlü bir müzikhal hiç yıkılmadan dünyada ilk
kez uygulanan bir yöntemle raylar üzerinde iki metre kenara
çekilerek yerine yeni bir binanın yapıldığı haberiydi. Dünyada
ilk kez lafı da beş kere edildi. gençlerden biri kalktı bana ne
dedi biliyor musunuz? Ya öğretmenim biz tarihe pek bir daldık.
Bakın el alem neler yapıyor Teknik, medeniyet biraz da onlara
baksak diyince arşivimde 1930da ATATÜRKün bu işi yaparken
çekilmiş resimleri, raylar üzerindeki çekilen resimleri gösterdim
kendilerine ve dedim ki şu anda ne söyleyeceksiniz bana??. Bir
genç kalktı ne dedi biliyor musunuz? Ya öğretmenim suç bizde mi?
Biz bu konuyu ilk defa sizden duyuyoruz, sizden görüyoruz bu
resimleri. Ama o haberi bugün milyonlarca Türk genci izledi ve
oturdular 25 genç, bu haberi veren televizyona bir faks çektiler.
Faksta aynen şu yazıyordu İkinci haber olarak 6 dakika müddetle
ama beş kez şu resimleri göstermek suretiyle bu arada da mutlak
suretle mesajı iletin dediler Bu gün 1996, Amerika çekiyor raylar
üzerinde iki metre, yerine yeni bir bina yapıyor, 1930 ATATÜRK
çekiyor 4 metre 80 santim, bir ağaç kurtarmak için bu mesajı da
çok iyi verin dediler. Yıl 1996 idi. Yıl 2005 hiçbir televizyonda
izlediniz mi? İzlemediniz.
Ya hocam siz bize bir tek çınar ağacı ve iğde ağacı
anlattınız bunlar ATATÜRKün hayatında tek tek örnekler olabilir.
Hadi gelin Söğütözüne gidelim, hani şu Ankara yakınlarındaki, o
zaman için 80 tane söğüt ağacının olduğu yere. Söğütözüne ATATÜRK
hep dinlenmek için gelirmiş. Bir geldiğinde galiba düşündüğünü
sesli olarak aktarmış;
Ah ! burda bi kulübem olsaydı keşke?. Ya paşam istediğin bir
kulübe olsun hemen yaparız şuraya demişler. Buradaki ağaçlara ne
olacak peki?. ?Paşam burdakiler söğüt ağacı; gönülsüz ağaçtır.
Sökeriz başka bir yere dikeriz, mutlaka tutar demişler. Bir an
durur, Bir tek şartla kabul ederim der. Burda yetecek kadar
söğüt ağacını kendi ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle
dikeceğim, önce tuttuklarını göreceğim, sonra kulübe yapımına izin
vereceğim. Yani bugün betonu yeşile tercih eden zihniyete bence
en güzel örnek teşkil eder bu. Ne yapar biliyor musunuz? Türkiye
Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK makamını
Çankayadan Söğütözüne taşıtır hasırlar üzerine. Kabullerini orda
yapar, imzalarını orda atar,
çadırda kalır ama söğüt ağacını söker, kendi elleriyle diker,
tuttuklarını görür, ondan sonra bugün çok küçücük ama verdiği
mesaj olağanüstü büyük olan bu Söğütözündeki küçük ATATÜRK
kulübesinin yapılmasına izin verir.
25 yıllık araştırmacıyım. Benim elimde 130 belge var
bizzat çevre hareketine bedenen katıldığına dair. Sade bende 130
belge, kim bilir kaç belge var. Keşke diyorum, keşke bu belgeler,
bazı günler bizi okullar da bu kulübeye götürüpte burada
anlatılsaydı. sanıyorum bugün betonu yeşile tercih eden hiçbir
belediye başkanı yetişmezdi.
İşte bu anlamda sahneye şimdi Tahsin ÇOŞKAN ı davet
edelim. Tahsin COŞKAN o zamanın genç bir ziraat mühendisi.Gel
Tahsin seni bir yere götüreceğim fikrini almak istiyorum diyor.
Giderler, gösterdiği yere bakar Tahsin Bey. Bataklık, sivrisinek
salgını, hayvan leşlerinin olduğu berbat bir arazidir. Ya paşam
hayrola? der. Atatürk, ?Buraya bütün masrafı cebimden olmak üzere
bir orman çiftliği yapmak istiyorum der. Ya paşam buranın ıslahı
ya sizin paranızı tüketir ya da zamanınızı, neden bu kadar mümbit
topraklar varken gelip de burayı tercih ettiniz? der.
ATATÜRKün cevabı ATATÜRKçedir. Derki Ben en zor
olanı yapayımda siz arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız.? Ne
bilsin ki en kolayları bile çabuk yıkabildiğimizi ama, bu
aradaTahsin ÇOŞKAN Paşam burda hiçbir şey yetişmez, pek
uğraşmayın der. Ama dinleyen kim. Derki ?Tahsin buraya
ziraatçileri getir ve incele bana resmi bir yazı getir burasıyla
ilgili. Biraz sonra Tahsin COŞKAN çok mutlu, kendi dediği çıktı,
üzerinde Burada hiçbirşey yetişmez yazılı, altında da
ziraatçilerin imzasının olduğu bir belgeyi Mustafa Kemalin önüne
koyar. ATATÜRK biraz mütebbessim okur bu yazıyı. Kaleme alır, bu
kağıdın yanına aynen şunları yazar BURASI VATAN TOPRAÄžIDIR,
KADERİNE TERK EDEMEYİZ. Etmez de. Aynı Sakarya savunması gibi
akasya savunmasını ele alır, çam ve köknarı oraya 30 Ağustos
olarak tamamlar ve hiç unutmayacağımız bir gün, lütfen hiç
unutmayın, tarihte atladık bu günü, 25 Mayıs 1933. Ne yapar
biliyor musunuz Hani 5 Haziranlarda kutladığımız bir gün var,
çevre günü değil mi? Çevre günü ne zaman kutlanmaya başladı? 1980
den sonra. Peki 25 Mayıs 1933, ATATÜRK ne yaptı? İlk Çevre günü
kutlamasını yaptı. Hem de bugün okullara soruyorum diyorsunuz ki ne
yaptınız diye ?ya ağaç diktik diyorsunuz ya çöp topladık öyle
falan değil. Bütün Ankara halkını bedava trenlerle buraya
getirtiyor, ağaçlar boy vermişler, altında dinlenmektedirler,
havuz yapılmıştır, çocuklar yüzmektedirler. Hatta bütün masrafı
cebinden ödemiştir ama karı da almamıştır, buraya bir fabrika
yaptırmıştır, süt ürünleri üretilmektedir, herkes yamektedir.
Herkes çok mutlu ama en mutlusu Mustafa Kemal ATATÜRK.
Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizadenin kafa çok
karışık. Yahu paşam senden başka bir tek kişi burada bir ağaç
yetişeceğine inanmadı. Peki sen nasıl anladın burda orman
olacağını? der. Gel Nebizade gel, şimdi anlatayım sana. Hani
Tahsin ÇOŞKANın burda birşey yetişmez dediği günün akşamı tebdili
kıyafetle Çankayadan kaçtım, burdaki köylülere geldim. Köylüler
beni tanımadılar. Köylülere, ağalar dedim burda ağaç yetişip
yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz dedim.
Al dediler, bana bir testi su verdiler, bir de kazma kürek. Kaz
orayı iki gün sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz dediler.
Ah o iki gün Çankayada nasıl geçti bir Allah bilir bir de ben.
İki gün sonra gittim testiyi çıkardım, testinin içinde su
bitmişti, köylülere uzattım. Dediler ki bana ağa testide su
kalmamış, toprak su emiyor, bakma bunun üstünün kurak olduğuna,
biraz uğraş burda ne ekersen biçersin. Ve hani Tahsin COŞKANın o
raporu bana getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış epey de
ilerlemiştim diyecektir.
Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz.
Hani ATATÜRKe kimdi en çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKANdı.
Onu da ATATÜRK buraya müdür tayin eder. Evet lider olmak hakikaten
kolay iş değil. Bu arada biz bu
130 belgeye hiç çalışmamışız. Çalışmadığımızın en acı örneğini
Türkiye yaşadı zaten. Neydi o örnek ?17 Ağustos depremi. Evet
deprem bir kaderdir ama kader olmanın ötesinde dolgu alan çöktü,
dolgu binalar çöktü. Oysa 1930dan beri bize lütfen tabiatla
oynamayın, tek bir ağaçla bile oynamayın diye bize örnek olan bir
liderimiz varken yaşadık bu acıyı.
Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama
bakın dünya ne güzel değerlendirmiş hareketini. Ben size bu
bilgileri vermek için 1919 başladım ve bugüne kadar çıkan bütün
gazete ve dergileri tarıyorum. Taramam sırasında 28 Temmuz 1933
günün Cumhuriyet gazetesinde bir haber okudum. İnanılmaz bir
haberdi. Hani bir çiçek alıyoruz, kırmızı renkte, hediye
götürüyoruz ve adına da ATATÜRK Çiçeği diyoruz. O ATATÜRK
çiçeğinin adını biz koyduk zannediyorduk ama bakın
gazeteyi aynen okuyorum. Gazete haberi şu Chicago özel,
geçenlerde Vanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk
Landın laboratuarlarında muhtelif ameliyeler neticesinde kırmızı
renkte yeni bir çiçek elde edilmiştir Profesör bu yeni çiçeğe isim
ararken yanında duran ama Tarsus Kolejinde ATATÜRKle tanışmış,
ondaki tabiat bilgi ve ilgisine hayran olan bir diğer profesör bu
çiçeğe ATATÜRK isminin verilmesini önermiştir. Ve bu öneri dünya
nebatat dairesine iletilmiş ve ATATÜRKün yaptığı çalışmaların
anlatıldığı toplantıda oy birliğiyle kabul edilmiştir. Yani
dünyadaki her ülkede bu çiçek Gazi ATATÜRK adıyla üretiliyor ve
satılıyor.
Peki başka bir lider varmı diye araştırdım bir çiçeğe
adını veren, başka hiçbir lider yok. Çünkü tabiatıyla bu kadar
bütünleşebilen bir lideri dünya tarihi yazmamıştır. Diyorki
Mustafa Kemal çevre hareketi dışında eğer lider olacaksanız eğer
lider olmaya kalkıştıysanız ki içinizde öğrenci arkadaşlar var
mutlaka sınıf başkanları vardır eğer sınıf başkanı olacaksan bu bi
liderliktir sınırın nedir? sınıftır sınıfın içerisindeki tek bir
tebeşir tanesi tek bir sıra tek arkadaşının problemiyle
ilgilenemeyeceksen o liderliği kabul etmeyeceksin demektedir
Mustafa Kemal.
Peki ikinci sırrımız ne? İkinci Sırrımız; dünya tarihi
sadece bir sıfatı Mustafa Kemale vermiştir. Başka dünyada hiçbir
liderin alamadığı bir sıfattır bu hangi sıfat mı? Ne dersiniz?
Evet Başöğretmen diyen var aranızda, hoşgörülü evet biliyorum
hepsi gönlünüzden geçen sıfatları ATATÜRKün ama soruyorum sizlere
bir insan doğumundan ölümüne kadar ya bir askerdir, ya bir devlet
adamıdır ya çevrecidir ya tiyatrocudur ya sanatçıdır ya
arkeologdur bir şeydir. Ama bunların hepsi birden olabilen
dünyadaki tek lider Mustafa Kemal ATATÜRK olduğu için dünyada
kültür antropoloğu sıfatı verilebilen tek lider Mustafa
Kemaldir.
Kültür Antropoloğu nedir ne değildir uzun uzun
başınızı ağrıtmayacağım. Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbele
gidelim. Ahlatlıbel Ankara yakınlarındaki kazıların başladığı yer
biliyorsunuz. Bütün arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren
Mustafa Kemal, müzelerin açılma emrini veren de Mustafa Kemal. Ama
bugünkülerde olduğu gibi açın, kazın, imza; öyle değil. Nasıl
yetişmiş inanın, 25 yıllık araştırmacıyım hiç anlamadım.
Bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor, Konyada
Asar kazıları başlıyor başında, birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel
kazıları
başlamış başında, toprak alıyor, ölçüyor, biçiyor. Ya ne yapıyor
Mustafa Kemal diyorlar. Çankayaya gidiyor, Çankayada üç gün üç
gece hiç uyumadan; uyumamak için alnına ıslak bezler koydurmuş,
birilerini çağırıyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telaş. Üç
gün sonra gelin diyor Ahlatlıbele gidiyoruz?. Hemen geliyor
diyorki arkeologlar toplanın. Biliyorsunuz başlarında en büyük
arkeoloğumuz Zübeyir KOŞAR var. Bu Zübeyir KOŞARın bir e bir
anısıdır. Toplanıyor ve diyorki Mustafa Kemal heyecanla;
kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir. Yabancı
arkeologlar el insaf paşam, anladık iyi askersin iyi devlet
adamısın ama yani bu işte bizim işimiz niye karışıyorsun? der gibi
aralarında birkaç şey oluyor ama emir büyük yerden. Başlıyorlar
Mustafa Kemalin gösterdiği yeri kazmaya. Sonuç mu? Bütün bulgular
ordan çıkacaktır. İnat
uğruna, kendi ceplerinden öder ve kendi dedikleri yeri kazarlar
hiçbir bulguya rastlamıayacaklardır. Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCANın yazdığı Sırat
Köprüsü adlı piyese davetlidir. Davetiyede böyle yazar piyesin
başında mutludur biraz sonra sinirlenmeye başlar bir müddet sonra
bitince bana Galip ARCANı çağarın! der. Galip ARCAN gelince bu
piyesi siz mi yazdınız? der. Evet paşam ben yazdım. Hayır, bu
bir Bolunun Flor Doranj adlı boldvilinin aynen çevirisi neden
bunu belirtmediniz hakkınızda soruşturma açtırıyorum diyecektir.
Buna benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim biliyormusunuz.
Samimi konuşacağım inanın sizlerle. Dedim ki a be Atam
boldviline varıncaya kadar ne zaman okursun ne zaman kafanda
tutarsın?. Ve o sırada ne yaptım biliyor musunuz? Yirmi yıllık
araştırmacıydım, ATATÜRKle iddiaya girmek gibi, dedim senin
başında durmadığın ilerletmeye çalışmadığın bir alan bulmak benim
boynumun borcu olsun.
O sırada da Sanat ve ATATÜRK adlı araştırmamı
yapıyorum baktım resimde Türk tarihinde ilk resim sergisini o
açıyor, heykelde dinin etkisini kaldırıyor ama karşıma yedinci
sanat dalı geldi. Ne? Sinema. dedim herhalde burda iddiayı
kazandım. Hey hat, baş yönetmen Cezmi AR, başrolde Mustafa Kemal,
film çekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa Kemale tabi Cumhurbaşkanı ya
diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer oyunculara şiddetle
bağırıyor. Atatürk Gel Cezmi gel, burda başkomutan sensin. ben bu
işi bilmem. Önemli olan
işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın
der. Cezmi AR hayatının son günlerinde ben bir daha asla öyle bir
oyuncuyla çalışmadım diyecektir.
Yıl 1937, Münir Hayri EGELİYLE odalarına çekilirler.
Çankaya da ne mi yaparlar? ATATÜRK bir film senaryosu yazmıştır,
adını da koymuştur; Ben bir İnkilap Çocuğuyum dur adı. Kendi
yazdığı film senaryosunu Münir Hayri EGELİ çekecektir, ATATÜRK
oynayacaktır. Ama yıl 1937 dir, ömrü vefa etmemiştir. Derim ki
haydi filmciler bulun bu senaryoyu filme çekin pokemondan çok daha
faydalı olacağına ben kesin gözüyle bakıyorum.
Bu arada ATATÜRKün her şeyi iyide ben iddiadan
vazgeçtim, tamam dedim. Kesinlikle iddia falan yok artık, iddiayı
Mustafa Kemal kazandı ama merak
ediyorum nasıl yaptı diye. Asıl sır nerde? O sırada en büyük lider
eleştirmeninin sözü geldi elime. Liderleri çok sıkı eleştiren bir
eleştirmen diyorki ATATÜRK için Liderler içerisinde eleştiri
acizliği yaşadığım tek lider Mustafa Kemaldir. Çünkü bütün
Rönesans, bütün reform, bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir
adamın kafasında toplanmış, bir çağa sıran etkinlikler on yılda
başarılmış, bu büyük bir mucizedir en büyük radikal Mustafa
Kemaldir. Bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük lider eleştirmeni
diyor.
Peki, tamam laf iyi de diyorsunuz ki; laflar karın
doyurmuyor. Esas sır nerde çok merak ediyorum. On yılda bir
bakıyorsunuz kara tahtanın başında harf öğretiyor, bir
bakıyorsunuz şapka giyiyor, bir bakıyorsunuz tiyatro eseri
oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren
raylarının
genleşme hesabını yapıyor, Ankaradaki caddelerin ne kadar
mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları yapıyor, E on yılda
bunların hepsi peki nasıl? Ben esas sırrı nerde buldum biliyor
musunuz? Onun bir sözünde. Ama bu bence, ve dedim ki bu sözü
okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza
yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi herhalde Türkiye
çok farklı biyerde olurdu şu anda. ATATÜRK diyor ki Çocukluğumda
elime geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün
yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım. Esas sır bence burada.
Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği
için 35 yaşında general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında
cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç
biri dile dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek
reformist Mustafa Kemaldir. İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında
nutku
yazan genç olarak tarihimize geçecektir Mustafa Kemal.
Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? Bildiğimiz
gibi bir okuma değil. Sizi 1914 Anafartalara götürüyorum.
Anafartalarda savaşın bir dinlenme yerinde çadırınıza gelirsiniz
postalları çıkarır rahatça dinlenmek istersiniz. Öyle bir şey yok.
Macar Türkoloğu Nemetin, Fransız Türkoloğu Devinin Türkoloji
albümleri duruyormuş. Açıyor onları okuyor Mustafa Kemal. Diyorlar
ki niye bunları okuma gereği duyuyorsun? verdiği cevaba bakın.
onlara diyor ki Savaştan sonra bu dilin değişme ihtiyacı var onu
tespite çalışıyorum. Yıl 1914, gelelim 1916ya. Bitlis cephesi
komutanı Mustafa Kemal Bitlis cephesinde çökmekte olan bir cepheyi
kurtarıyor ve çadırına geliyor, yaveri İzzettin ÇALIŞLARı
çağırıyor ve eline bir not veriyor. Notta ne yazıyor
biliyor musunuz? Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına
serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip
kılmak? Yıl 1916, Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbir
şeysi yok. Sokağa çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını. Peki sizce
tam savaşın en hararetli zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa
Kemalin aklına. Ha, Kurtuluş Savaşında gördüğümüz kadın
manzarası, değil ATATÜRKü, dünyayı şaşırtan bir manzaradır.
Ülkelerin savaşları olmuştur ama topyekün savaş örneği ilk defa
Kurtuluş Savaşında görülmektedir.
Atatürk bu savaşta Ayşe Hatunu tanımıştır. Ayşe
Hatunu hepimiz tanıyoruz. Bilmeyen var mı içinizde Onun
yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir? Ya da
zamanımızda hangi kadın yapabilir? Benim bir kızım bir oğlum var
inanın bu kadar araştırmacıyım düşünüyorum.
Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omuzunda mermi ve cepheye
cephane götürüyor. Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya
başlıyor. Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Hatunun, ama
düşman eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye
gidemeyecek, bütün düşüncesi o Ayşe Hatunun. Ve bu arada çocuğunu
göğsüne yaslar, düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi
elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir Ayşe Hatun yada diğer
adıyla Tayyibe Hatun. Peki ne yapar? Çocuğunu koyar üzerini
bayrakla örter ve aynen şunları söylemiştir. Kafile başkanı
komutanımız aktarıyor bunu. Sen yüzlerce binlerce yıl sonra
doğacak Türk çocukları için şehit oldun (yani şurada oturan
bizler için şehit olan) bu benim içinde senin içinde bir
şereftir. Yeterki vatan sağolsun diyor, omuzuna alıyor
cephanesini ve yola koyuluyor. Hanımefendiler içinizde anne
olanlar var. Lütfen bir an için düşünün, çocuğunuzu göz önüne
getirin. El bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün içine bakıyoruz,
tercih yapın sizden sonraki kuşak mı? çocuğunuz mu? İşte bu Ayşe
yada diğer adıyla Tayyibe Hatunu tanıdı Mustafa Kemal.
Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, -30oC, -40 oC. Ve
75-80 yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa
Necatiden dinleyelim. Mustafa Necati neyi görür Bütün yorgan
battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen
elbiseyle. Aynen şunları söyler nine kar sepeliyor hava çok soğuk
bari şu yorganı alsan sırtına dediğinde aldığı cevap dokunma
ona, o millet malıdır, nem kapmasın. Ben bir ölürüm ama onunla
binler doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu
hiç duymuyorum ki. Düşman bu topraklara girdi gireli benim
içim yanıyor içim a oğul diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal.
Albay Hulusi ATAÄžın kafilesinde olan genç bir
kadınımız hastadır ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek
üzeredir. Hulusi ATAK sorar bacım bana adını söyle seni tarihe
yazdıracağım dediğinde aldığı cevap adımı ne yapacaksın a oğul
yaz benim adım Anadolu cevabındaki adımın ne önemi var önemli
olan ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, keşke uygarlık
savaşımızda aynı şiddetiyle sürebilseydi bugün. Üzerinde ATATÜRK
yazılı kapsülü inanın, inanın hiç mübalağa etmiyorum ilk uzaya
fırlatan ülke mutlaka ama mutlaka biz olurduk.
Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye
Hanımı tanıdı. Zekiye Hanım ne yaptı biliyor musunuz? Dünyaya ilk
ve
tek geçen kadınımızdır. 10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine
3000 kadını toplamış, dedim herhalde sıfırları fazla okuyorum.
Hayır 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı. Kadın olan
dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk geçmiştir. Peki
Zekiye Hanım nasıl toplamıştır, cep telefonu yok faks yok, hiçbir
araç yok. Hadi bunlar oldu farz edelim. Kadının sokağa çıkma hakkı
yokken 3000 kadın nasıl organize oldu dersiniz? Evet bunu
incelediğimde inanılmaz bir hem hayranlık hem de üzüntü duydum
neden biliyor musunuz?
Cep telefonunuz var, faksımız var. Pek çok kulübün, pek çok
derneğin davetlisi olarak gidiyorum. Hanımlar 50 kişi geldi mi
aman diyorlar bu gün çok kalabalığız. 3000 kadından bahsediyorum
ama projesinin adını da söylemek istiyorum Zekiye Hanımın MUTFAK
PROJESİ, inanılmaz bir proje. Daha sonra bir yerde tekrar geçecek
bu proje. ATATÜRK Zekiye Hanımı, Nakiye Hanımı tanıdı bu
savaşta. ATATÜRK Melek REŞİTi tanıdı, Atatürtk Şuküfe Nihali
tanıdı ve ATATÜRK ekmek pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar
tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için çok
işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak
yakılan Nazife Kadını tanıdı bu savaşta. Bu savaşta ATATÜRK
Taccülcalala hanımı tanıdı ATATÜRK üsteğmenlerimizi, binbaşı
hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral rütbesi verilmesi
öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8 yaşındaki Nezahat
kızımızı tanıdı. İşte Nezahat kızımızın yanında şehit olan bir
erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine şöyle yazmış anne
Nezahatle babasının arasındaki konuşmayı duyaydın benim burada
niye olduğumu anlardın demiş ve bu arada şöyle yazmış biz
Mehmetçik Nezahate Türklerin Jean dArcı diyoruz demiş. Bu
bana acı geldi. Ben Jean dArcı ortaokuldan beri tanıyordum ama
Nezahati ancak bu araştırmam da tanıdım. Bunun acısını da o
mektupla birlikte yaşamış oldum. Bu kadınlarımızı ben ATATÜRK ve
Türk Kadını konulu konferansımda anlattığım için burada sadece
adlarını anmadan geçemeyeceğimi gördüm.
Bu arada ATATÜRK okumuş da yazmaya da vakit bulabilmiş.
Evet bizler için bir geometri kitabı yazmış. Üçgen, açı,
dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin isim babası bu
yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemaldir. İyi ki de yazmış eşkenar
üçgen demek için müselleseyi bilmemne bilmemne... demek gerekir.
İnanın bu kadar şeyi aklımda tutuyorum, bir onu tutamadım. İyi ki
yazmışsın dedim. Bu arada ATATÜRK her sektöre el attı dedim ya,
basın sektörüne de el atıyor
ve bir gazete çıkarıyor. Adı Mimber, 52 sayı çıkmış gazetesi, ve
bu gazeteleri okuduğum zaman bu Mustafa Kemalin gazetesi dedim.
Sansür kelimesi ilk defa bu gazetede yer almıştır. Bu arada
keşke bütün Türk gençlerimiz bu gazeteleri okuyabilseydi diye
düşünmeden de edemedim. Çok moral bulurlardı çünkü.
Bu arada çok güzel şiirler yazmış. İlk şiiri 1908 Şanlı
Ordu dergisinde yayınlanmış. Keşke vaktimiz olsa da şiirlerinden
de aktarabilseydim. Bu arada nutku yazmış, tiyatro eserleri
yazmış, sinema senaryoları yazmış, yazmış yazmış. Peki okumuş
yazmışta sadece gününün problemlerine mi çare bulmuş Mustafa
Kemal Sadece gününü mü kurtarmış acaba? Hadi gelin esas önemli
olan da bu, buna bir bakalım mı ne dersiniz?
İşte günümüzde 25 yıllık
araştırmacılığım sonunda size bir itirafta bulunmak istiyorum,
diyorum ki ATATÜRK inanın, bugün sanıyorum 7 Şubat 2005, bu günü
çok net görmüş, hadi görmekle kalsa iyi, birde bu gün
kullanacağımız kadar güncel geçerli ve çözümsel önerileri de
yazarak bırakmış bir lider. Söyleyin bana hangi ülkede var böyle
bir lider. Diyeceksiniz ki lafı bırak bize somut örnek göster.
İşte ilk örneğimiz; dedinizki demin Türkiyedeki sorunları
sorduğumda size, dediniz ki önemli olan sorunların bir tanesi de
ekonomik sorun. Peki Amerikanın en ünlü ekonomistlerinden birisi
olan Mr. Jhons bize şunu öneriyor, diyor ki ekonomiyle savaşta
bir tek ATATÜRKü örnek alsın yeter Türkiye.
ATATÜRKün ekonomi ile de ilgili ne görüşleri var
acaba, ve bunun üzerine oturdum, Maliye arşivine indim, Maliye
arşivini incelememde
ATATÜRKün ekonomide en önem verdiği şey ne biliyor musunuz? Türk
parasının değerini korumak. Peki, 1919a baktım Türk parası
Sterlin karşısında, o zaman dolar yok, Sterlin karşısında 605
kuruş. Ha bir savaş yapıldı, ülke yıkıldı tekrar yapıldı. Peki
1938de kaç kuruş biliyor musunuz? 19 sene sonra inanılmaz bir
şey, 616 kuruş. Buna gerçekten inanmaya imkan yok. Peki dedim ki
herhalde yanlış okudum banknot artış hacmine baktım, banknot artış
hacmi 1919dan 1938 son dört ayına kadar, son dört ayı
ilgilenemiyor sağlığından dolayı, son dört ayına kadar 19 sene
sadece %8, bu çok büyük bir başarı. Peki son dört ayda ne oldu
diye baktım, gülüyorsunuz tahmin ettiniz mi? %15. 19 senede %8.
Bari ölümünü bekleseymişiz, ama işte problem bir takım yerlerde
sanıyorum.
Bu arada bir arşiv belgesi daha aktarmak istiyorum
size. 5
Aralık 1927 tarih. 5 Aralık 1927de bir Türk Lirası verdiğimiz
zaman 2 dolar alabiliyormuşuz karşılığında. Eğer bizim nesil
vazifemizi yapaydık size karşı, bugün 20 milyon liralık banknotu
götürecektiniz, karşılığında 40 milyon dolar alacaktınız bizim
nesil vazifesini yapaydı. Ama diyorum ki lütfen gençler lütfen,
ilerde maliye bakanı olabilirsiniz, ilerde başbakan olabilirsiniz,
ilerde aile kurabilirsiniz o da bir ekonomik sektördür ve
ekonomiye yön vereceksiniz. Bizim yaptığımız, size çektirdiğimiz
sıkıntıları çekmemeniz için lütfen ekonomik görüşleriyle ATATÜRKü
mutlaka incelemenizi tavsiye ediyorum.
Bu arada biliyorsunuz 1929 da çok büyük ama çok büyük
bir şey var. Ekonomik kriz var. Bütün dünyayı sarsmış ekonomik
kriz. Peki soruyorum size sarsılmayan bir ülke söyleyin. Türkiye
tabîi ki. Peki 1929da bütün
dünya buhran yaşıyor en gelişmiş ülkeler bile. Hadi etkilenmedin
de, rakamlara bakın kişi başına düşen milli gelir %51,2 artıyor.
Eksilmeye alışmışız da artma kelimesi garip geliyor bize.
Enflasyon ne kadar? % -1.2, bunlar resmi rakamlar.
Peki ikinci örnek, günümüze örnek;1996 İngilterede bir
seçim yapılır. Meclisteki kadın millet vekili sayısı seçimden önce
13, seçimden sonra birden 123 olur. Hiii derler kim yaptı bu
başarıyı, Leslie Abdela diye bir hanımefendi. Leslie Abdelayı tüm
ülkeler çağırır, ya bize de öğret metodunu da bizde kadını fazla
sokalım meclise derler. Leslie Abdelayı Türkiye de çağırır.
Şileye gelir, dolar alır anlatmak için. Ve işte sözlerinin özeti
?ngiliz kadını bu başarıyı ATATÜRKe danıştı. Yani ben Türkiye
ye tereciye tere satmaya geldim. Peki Leslie Abdelanın
uyguladığı projenin adını biliyor musunuz? ?Mutfak Projesi peki
şöyle yazıyor şurada; 1919 dan beri biz Türk kadını ve ATATÜRKün
peşindeyiz merak ediyorum iki kadın milletvekilinizde benim
peşimde niye acaba diye de ironi yapmış burada. Bu arada eğer biz
bu metodu uygulasaymışız Türkiyede sanıyorum Türk erkekleri şu
anda meclise nasıl girebiliriz diye arayış içinde olacaktı, hiç
şüphe yok buna.
Peki bu arada dünyaya o kadar çok ilk hediye etmişiz ki
bunlardan bir tanesi de üniformalı ve rütbeli kadın asker ilk defa
bizim ordumuzda, bizden dünya orduları örnek alıyor. Kurtuluş
Savaşında rütbe alan kadın askerlerimiz; Binbaşı Ayşe ALTUNTAÇ,
Üsteğmen Emine VARDARLI, Üsteğmen Fatma ŞİMŞEK. Ama dünya tarihine
tek geçen bir üsteğmenimiz var; 700 erkek 43 kadından oluşan bir
müfrezenin reiseliğine
bizzat ATATÜRK tarafından atanmış, Üsteğmen Kara Fatma. Evet
dünyadaki ilk müfreze reisesi kadın ünvanını taşır Kara Fatma. Ben
geçenlerde Erzuruma davetliyim, Erzurum Üniversitesi rektörümüz
davet etti uçakla gittim. İndim uçaktan off ayağım belim melim
dedim, bir an aklıma geldi, biliyorsunuz Kara Fatma Erzurumlu;
Erzurumu 13 kadınla müdafaa ediyor, atına atlıyor Bursaya kadar
geliyor, Bursanın Kurtuluşuna da tanık oluyor. Ben uçakla zor
gittiğim yere, önümde yemeğim, arkamda suyum, sıcacık, ama bu
kadının yaptığı! Ha o zaman sanıyorum şu andaki Türk kadını asla
ve asla yoruldum demeye hakkı yok, eğer Kara Fatmaları eğer Şerife
bacıları tanısaydı.
Evet anlıyorum bu hanımlarımızı tanımadan önce bir şey
yaptım zannediyordum. Şu anda hiçbir şey yapmadığıma kaniyim. Bu
arada Kara Fatmanın savaşta yaptıklarını,
dedim ya Bursaya kadar gelmiş, üç oğlunu şehit vermiş, kızının
parmakları İzmit muharebesinde kesilmiş, sadece savaşı anlatmak
için bir konferans gerekir Kara Fatmanın. Ama Tamim gazetesini
okuyorum, Tamim gazetesini okurken Kara Fatmayla yapılmış bir
röportajı okudum, inanılmazdı. Gazeteci soruyor diyorki; çok
fakirsin çok çok ihtiyacın var paraya neden üsteğmenlik maaşı sana
bağlanan maaşı kızılaya bağışladın diyor. Verdiği cevap tarihi
bir cevap aynen şöyle:
Ben Kurtuluş Savaşında yaptıklarımı bir menfaat ve
çıkar karşılığında yapmadığıma inandığım için en son vatani
vazifem olarak maşımı Kızılaya bağışlıyorum diyecektir. Bu bana
neyi hatırlattı biliyor musunuz? ATATÜRKe bir gazeteci sorar;
neden mal ve mülkünüzü milletinize bağışladınız? diye. ATATÜRKün
verdiği cevabı aynen aktarıyorum:
Mal ve mülk bana ağırlık yapıyor, onları asıl sahibi
olan milletime bağışlamaktan ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne
çıkar asıl zenginlik insanın manevi şahsiyetinde olmalıdır. diye
cevaplayacaktır. Ne güzel değil mi en son kademeden en tabana
kadar, kadınından erkeğine kadar hepsi aynı söylemde ama
alışmadığımız gibi aynı eylemdeler ne diyelim sağ olsunlar,
varolsunlar.
Dileyelim sizin nesle, genç nesle, hortumcular
soyguncular değil, Kara Fatmalar, Mustafa Kemaller örnek olsunlar.
Tabi Kara Fatmanın örnek olabilmesi içinde bir okuma kitabımızda
hiç olmazsa bir okuma parçası olarak Kara Fatma?nın olması lazım
ki örnek alabilesiniz. Bu arada ATATÜRKün şu sözü çok hoşuma
gider diyorki;
Geçmişi ne kadar çok unutursak geleceği korumak o kadar zor
olur. Biz Kara Fatmaları mutlaka hatırlamalıyız sanıyorum.
Bu arada bir kadınımızı daha vermek istiyorum, Melek
Hanım. Haçin katliamını hepiniz hatırlıyorsunuz, 535 Türk hunharca
katledilmiştir. Hepsi öldüğüne göre nerden biliyorsun hunharca
katledildiğini Şair Melek hanım diye anılırmış Haçinde.
Şahadetinden sonra kolunun altından bir bohça çıkıyor, bohçayı
açıyorlar, 18 kıtalık bir destan yazmış. O anda gördüklerini
kaleme almış. Mektupçu Hüseyin nasıl vahşetle öldürüldü, komşu
kızı Hatice nasıl vahşetle öldürüldü hepsini kaleme aldığı bir
destan. Başına ne demiş biliyormusunuz ?inşallah okuna. Ben 45
yaşımda bunu okuyabildim en sonuna da bizden sonrakiler neler
çektiğimizi bileler diye yazıyorum demiş son iki kıtayı sizlere
okuyorum
Meydan kazanı kurdular
Tüm bebeklerimizi kaynattılar
Gün görmedik anaları
Süngü ile oynattılar
Kundakları verdiler Kanlı kundak ye dediler
Bebelerimizi kaynattılar kaynattılar
Kuzu eti diye hepimize zorla yedirdiler
Evet biz burada kolay bulunmuyoruz, bu koltuklarda
kolay oturmuyoruz. Evet bakıyorum çok buruldunuz, çok üzüldünüz
ama liderlik dedik biraz da gülümseyelim mi?
Lider dedik,
ATATÜRKün resimlerine bakıyorum hepsi asık suratlı hepsi ciddi.
Lider olmak için böyle mi olmak gerekiyor, acaba ATATÜRK hiç mi
gülmemiş, hiç mi espri yapmamış? Hadi gelin Antalyaya gidelim.
Antalya yolunda mola verir kulağına bir türkü gelir Ya bu türküyü
çok sevdim bulun getirin bu türküyü söyleyeni der. küçücük bir
çoban gelir. Derki Sesin çok güzel bana da bir türkü okurmusun?.
Başlar çoban demirciler demir döver tunç olur diye. bitince
ATATÜRK dalmıştır bis bis der. Çoban böyle bakar. Oğlum der
bis der Çok beğendik tekrar okur musun?. Hiç nazlanmaz
gene aynı türküyü okumaya başlar. ATATÜRK türkü bitince cebinden
bir harçlık çıkarır uzatır. Çoban hemen alır harçlığı, kuşağına
kor, elini uzatır ATATÜRKe bis bis der. Bu espri ATATÜRKün çok
hoşuna gittiği için çok ünlü bir
sanatçımızın yetişmesi sağlanacaktır.
ATATÜRKün hayatta en hoşlanmadığı şey dalkavukluk, ama
yemek masasında hiç hoşlanmıyor. Karşısındaki adam da ATATÜRKe
sen Türklerin şahısın şususun bususun..., feci dalkavuk. Yoğurt
kasesi adamın önündeymiş diyorki Atatürk;Şu yoğurt kasesini bana
uzatır mısınız?. Adam yoğurt kasesi uzatacak, el insaf ayağa
kalkıyor, önünü ilikliyor, tam yoğurt kasesini alacak parmakları
içine giriyor. Ah... diyorlar ...adama taktı ATATÜRK, bir de
zaten sinirlenmiş durumda, bir de çok titiz bu konuda, şimdi bir
fırtına kopacak. adam perişan, ah paşam vah paşam derken Ya niye
bu kadar üzüldünüz demin yoğurt yiyecektim şimdi cacık yemiş
olurum. Evet, bu espriyle 25 yılın sonunda ATATÜRKün müthiş
espritüel olduğunu keşfettim ve yeni hazırladığım konferansımın
konusu ne biliyormusunuz? ?ESPİRİLERİYLE ATATÜRK. Bugün onu
hazırlıyorum, 6-7 ay sonra bitecek inşallah sizlerle buluşacağız.
O konferansta çok güleceğiz ama inanın çok da düşüneceğiz.
Bir gazetecide Atatürke sorar size de diktatör
diyorlar ne dersiniz. Atatürk şöyle bir bakar, Eğer ben diktatör
olsaydım hanımefendi bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı
kalamazdınız diyecektir. Peki diktatör mü Mustafa Kemal bakalım.
İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk, Ankaraya
hareket edecekler. Trene binerler kompartımana çekilirler. Ertesi
gün kompartımanı çalar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatını
yıkamaktadır Atatürk. Yaveri ya paşam bu ne hal hiç
uyumadınız herhalde niye böylesiniz? der. Ya çocuk kompartımanıma
yastıkla battaniye koymayı unutmuşunuz. Kolumu yastık yaptım
ağrıdı setremi yastık yaptım üşüdüm bende uyumadım kalktım der.
Yaveri; aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir
yastıkla battaniye getirirdik der. Ve bir ülke kurtarmaktan dönen
komutan söylüyor bunları tarihi bir cevap derki Geç farkettim
hepiniz en az benim kadar yorgundunuz. Hiçbirinize kıyamadım.
Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması. Var mı
böyle bir şey! Bu insana diktatör demeye kimin dili varabilir.
Ayaklarının altına Yunan bayrağı serildiğinde bayrak bir ulusun
onurudur diye basmayıp kaldırtan bir insanın kendi milletinin
inancını çiğneyebileceğini düşünmek ancak onuru ve şerefi olmayan
kişilerin işi olabilir diye düşünmeden de edemiyorum. Bu arada içimizde çok değerli öğretim görevlilerimiz ve
öğretmen arkadaşlarımız var. Onların için de çok özel bir anısını
anlatacağım. İstanbul Üniversitesinin açılış töreni. Çok mütevazı
bir salon, tahta iskemleler, ortaya ATATÜRKün oturması için
kırmızı renkte süslü muhteşem bir koltuk konmuş. Profesörlerle
birlikte geliyor, buyurun diyorlar. Bir koltuğa bakıyor dönüyor
profesörlere, aynen şunları söylüyor; Sizlerden öğrenecek o kadar
çok şeyim olduğuna göre bu koltuk sadece sizlere layıktır diyor.
En kıdemli profesörü o koltuğa oturtuyor ve kendisi tahta
iskemlede programı sonuna kadar izliyor. Evet yani kendince hak
etmediği hiçbir koltuğa oturmayan bir Mustafa Kemali görüyoruz
orada. Dünya lideri olmak sanıyorum bu evet . Bu arada İstanbul ve Ankara illerinden birisine ATATÜRK
adının verilmesi için bir kanun önergesi veriliyor meclise. ya
İstanbula ATATÜRK diyorduk ya Ankaraya. Bu önergeyi vereni hemen
çağırıyor ve aynen şunları söylüyor ;Bir ismin dillerde kalması
için şehrin temellerine sığınmasına gerek yoktur. Bakın bu şehrin
ismi İstanbul ama Fatih Sultan Mehmeti hemen hatırlıyoruz. Eğer
ben bir şey yapabildiysem bunu binaların tepelerine, şehrin
temellerine ismimi yazarak değil milletimin kalbine yazarak
anılmak isterim diyecek, hiçbir yere adının verilmesini kabul
etmeyecektir. Şimdi bakıyorum da hortumcunun soyguncunun hepsinin
adı bitaraflarda şey gibi yazıyor merak ediyorum nasıl oluyor bu
diye. Evet, galiba beni bıraktınız, ben 25 yıl kolay değil, beni
bırakırsanız sabaha kadar buradayız. En iyisi son
iki anı ama onu en iyi anlatan anılarla programıma son vermek
istiyorum;
İşte ilki öğrenciler evet sizin için. Bir öğrenci
anlatıyor, Mahmut SADİ. Şöyle anlatır Mahmut SADİ. Yıl 1923.
İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum sıralar. Okul duvarında
bir ilan görüyorum. Avrupaya talebe yollanacaktır. Allah Allah
diyorum, ülke yıkık dökük yıl 1923 Avrupaya talebe! Lüks gibi
gelen bir şey, ama bir şansımı denemek istedim. 150 kişi
içerisinde 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına ATATÜRK
Berlin Üniversitesine gitsin diye yazmış. Zaman geldi. Sirkeci
garındayım, ama kafam öyle karışık ki gitsem mi kalsam mı, orda
beni unutur mu bunlar, para yollarlar mı, gurbet ellerde ne
yaparım? Bir an gitmemeye karar verdim, döndüm. O sırada bir
müvezzi ismimi çağırdı Mahmut SADİ, Mahmut SADİ, bir telgrafın
var
telgrafı açtım aynen şunlar yazıyordu sizleri birer kıvılcım
olarak gönderiyorum alevler olarak geri dönmelisiniz. Var mı
böyle bir şey? 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini
hesap edebilen bir lider dünya lideri olmasın da ne olsun. Yıl
1923, biz evimizde bir çocuğumuzun huyunu değiştiremiyoruz bir
huyunu. Tüm ülkenin huyu değişiyor. Bunla uğraşan bir insan
yolladığı 11 öğrenci nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini
hissedebiliyor. Mahmut Sadi devam ediyor gel de şimdi gitme, git
de orda çalışma, dönde bu ülke için canını verme.diyor.
Evet bu gün en büyük şikayeti ne Türkiyenin Beyin
göçü. En iyi beyinlerimizi kapıp götürüyorlar ama o çocuklarımız
arkalarına baka baka gidiyorlar. Peki diyeceksiniz ki engellemek o
kadar mı zormuş Ha o gün 11 öğrenciymiş, telgrafmış. Bu gün
milyon öğrenci olsun, e-mail bilgisayar var. Yeterki şu iki
cümleyi ifade edebilecek, onların sorumluluğunu alan bir liderleri
olsun.
İşte son anım, Nehire NEHİR hanımefendiden; şöyle
anlatır O zamanlar kadınların sanatçı kimliğini yeni yeni
kazandığı dönemler. Benim tiyatroda çömezlik dönemim. Muhsin
ERTUÄžRUL Darül Bedaiye baş yönetmen olarak atanmış. Çok titiz bir
insan. Provadan oyuna her şey saat titizliği ile işliyor, perde
bir saniye bile geç açılmıyordu. Provaya geç kalan oyuncu derhal
oyundan uzaklaştırılıyordu. Eee tahmin edersiniz ki bu durumda
Muhsin Ertuğrul?unda düşmanı çoktu. Bir gece Dolmabahçeden
ATATÜRKün Şehir Tiyatrolarına geleceği haber verildi. Ben de
karşılamak için hazırdım. Fakat Paşa gecikti. Muhsin Ertuğrul
kendisini beklemeden perdeyi saniyesi saniyesine açıp oyunu
başlattı.
ATATÜRK 4 dakika geç kalmıştı. Etraftaki dalkavuklar ATATÜRK
geldiğinde Muhsin ERTUÄžRULun onu beklemeden perdeyi açtığını
ellerini ovuştura ovuştura anlattılar ATATÜRK Yaaa öyle mi Muhsin
Ertuğrulla Görüşürüz dedi. Herkes Muhsin ERTUÄžRULun işinin
bittiğine inanıyor, ben müdür olacağım sen müdür olacaksın
kavgaları bile başlamıştı. ATATÜRK piyesin bitiminde Muhsin
ERTUÄžRULu ayakta karşıladı. Deminkileri de yanına çağırarak aynen
şunları söyledi. Sizi tebrik ederim işinizle ilgili ciddiyetiniz
ülkenin gelişimini cidiye aldığınızı gösterir biz geç kaldık siz
vazifenizi yaptınız eğer bir tek benim için perdeyi açmayıp oyunu
başlatmasaydınız bu dalkavukluktan ileri gitmez ve beni çok üzerdi
ben herkesin her sahada işini bu kadar ciddiye almasını istiyorum
ülke ancak böyle ilerler efendiler demez mi. Etraftakilerin
suratları görülmeye değerdi o sırada. Ama işte liderlik
diyorum. Şimdi bir an günümüze geliyorum, hadi bakalım baba iseniz
başlatın programı gelmeden. Mümkün mü! Ondan sonra artık beğenin
haritadan bir yer, evet ki bu insan bir ülkenin en büyük lideri
değil asrın lideri olan bir insan bunu yapıyor.
Evet ATATÜRK ve onunla el ele verenler sayesinde üç
tarafı deniz yerin üstünü anlatayım mı? Lütfen pazara gidelim.
Yabancı ülkelere gittim. Portakalı taneyle jelatinlere sarıyorlar,
kıymetli madde, karpuzu dilimle yiyorlar, biz kelek çıktı mı
atıyoruz, bir tane daha açıyoruz var mı böyle bir nimet. Lütfen
pazara gidelim, yeşilin her tonu; geçen bir yabancı konuğum var;
pazardan geçmek zorunda kaldık dedi ki bana Türklerin özel bir
günü herhalde bu gün?. Neden? dedim Eee baktı kadın naylon torba
naylon torba yok öyle bir dava, böyle bir nimet nerde, hangi
ülkede. Bir tane
salatalık, bir tane domates, biz kilolarla. Ve bana ne dedi
biliyor musunuz? Yahu ülkeme dönünce ne isteyeceğim biliyor
musun?. Ne? dedim. Türkiyeyi isterim de isterim diye
tutturacağım dedi. Bir espriydi ama bir gerçek payı da olduğu su
götürmez.
Peki yerin altına geçelim. Krom, brom , toryum, bor.
Tamam güzel ama petrolün zekasına hayranım. Neden mi? Burda
çıkıyor, burda çıkıyor, burda çıkıyor ama Türkiyenin sınırını
ezberletmişler petrole, bir kilometre girmiyor içeri. Var mı böyle
bir petrol, yani altımız petrol dolu aslında. Hadi petrolü de
geçelim, uzaydan çekilen fotoğraflara göre bugün petrolden bir
derece zengin maden var, uranyum. Bu gün dünyadaki, Türkiyede
değil dünyadaki eni iyi uranyum rezervi bizim Karadeniz dağlarında
arzı endam ediyormuş. Hoş o bize bakıyor biz ona bakıyoruz ama
Türkiyenin
dış borcunun 19 katı değeri olduğu tespit edilmiş uzaydan çekilen
fotoğraflara göre.
Yabancı ülkelere gittiğimde ufacık bir tarihi vesika
buluyorlar, üç kere etrafını çeviriyorlar, birde bol para
ödüyorsunuz, böööyle bakıyorsunuz. 15 ayrı medeniyeti barındıran
10000 yıllık bir tarih var altımızda.
Romanya devlet bütçesinin üçte birini nasıl
kalkındırıyor? Suni termal tesis yapmış adamlar düşünebiliyor
musunuz suni. Erzuruma gittim kaynıyor, Kozaklıya gittim
kaynıyor, Bursaya gittim kaynıyor, İzmir kaynıyor. Sadece bizim
sıcak su kaplıcamız. Hakikisi var çünkü elimizde.
Geçen gün Isparta Süleyman Demirel üniversitesi beni
davet etti rektörlük, oraya gittim. Beni Davraz
diye bir kayak merkezine götürdüler. Kayak merkezinde kayakla
kayıyordu herkes Davrazta. Birbuçuk saat sonra, Antalya Akdeniz
üniversitesinde vereceğim konferans için Antalyaya indim. Millet
denizde yüzüyordu. Var mı böyle bir ülke söyleyin bana. Birbuçuk
saatlik mesafede. Bursa, Uludağa gidiyorsunuz kayak kayıyorlar,
20 dakikada Mudanyaya gidiyorsunuz denize giriyorlar. Hakikaten
yok böyle bir ülke. Dünya yuvarlağını çevirin hepsinin bir araya
geldiği bir ülke söyleyin bana, ben bulamadım. Ya güneşi var ya
karı var ya denizi var ya dağı var birinden biri mutlaka.
Peki bu kadar özel ve güzel bir ülke bizim elimizdeyken
başımız dertten kurtulur mu? Asla. Düşmanımız dünden daha az
değil, dünden daha çok. Bütün ülkelerin gözü bizim ülkemizde.
Nasıl olmasın ki! Galiba bir tek bizim gözümüz yok şu ülkede. Bu gün bunun için parçalama ve bölme girişimlerini yüz
yıllardır uyguluyorlar. Bir ara siyasi girdiler, sağ-sol diye
böldüler, kapışın d
Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya
döneminin liderleri içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek
liderdir. Üstelik diğer liderler kendi halkları tarafından yok
edilmemin acısını yaşamışken, o hala halkının ve dünyanın nabzında
en büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen
dünyadaki tek lider.
Önemli olanda sanırım, yaşarken ölmek değil, öldükten
sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil
midir?
ATATÜRKü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık:
Asker ATATÜRK ya da devlet adamı ATATÜRK olarak.
Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir. Zaten
herhalde bir başkasına da rastlamamız mümkün değil. En büyük
düşmanı; hani şu ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan
başkomutanı Trikopis. Hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan
her Cumhuriyet bayramı Atinadaki Türk büyükelçiliğine gidiyor Trikopis, ATATÜRKün
resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor. Böyle bir
saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal.
Yıl 1938, General McArthurun en zor, en problemli, en
buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüzyirmiden
fazla kişiye döner ve aynen şöyle der:
Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa
Kemali görmek için neler vermezdim? dedirten o büyük özlemi ve
onu oluşturabilen Mustafa Kemali.
Yada, yıl 1938. Bir İranlı şair bir Tahran gazetesine
ölümü üzerine bir şiir yazar. İşte o şiirin iki mısrasını sizlerle
paylaşmak istiyorum. Diyorki;
Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden
tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir.
dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal.
Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri
paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki Bu gün
UNESCO nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa
Kemaldir. Öneri nedir ? Öneri ise onun doğumunun yüzüncü
yılında, 152 üyesi vardı UNESCO nun 152 ülkenin devletleri aynı
anda kutlasın önerisidir. Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve
şöyle söyler:
Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin
doğum gününü böyle kutlayacak
mıyız?? şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar
yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle
söyler;
Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterimki ATATÜRK
öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl
anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız
sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal. Sonra nemi olur? UNESCO
tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok
152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya ne
yani diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona
gelir ve aynen şunları söyler;
Ben ATATÜRK?ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor
ilk imzayı ben atıyorum diyecektir.
İşte o muhteşem belge diyorki;
ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİÄžİ, BARIŞ
YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAÄžANÜSTÜ DEVRİMLER
GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIÄžA KARŞI
SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ
ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK
AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE
CUMHURİYETİNİN KURUCUSU
Var mı böyle bir metin! Bir filozof derki bir ülke
için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden
geçirin şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi
bir metin gösteremeyiz. İşte bu metin 152 ülke tarafından
imzalanmıştır. Eşi olmayan devlet adamı metni. Peki daha
sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen hemen bir yıl boyunca her
yerde bu metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim İşte
o ülkenin adını vermeye benim dilim maalesef varmıyor.
Hadi gelin Haitiye gidelim. Yıl 1996, Haiti
Cumhurbaşkanı ölür. Bir vasiyet bırakmıştır. Haitiye baktım
haritada bir kutup kadar uzak ülke. Haiti Cumhurbaşkanı 1996 da
öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar taşına yazılması için
bir metin bırakmıştır. Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında
yazan hitabeyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki Bütün ömrüm
boyunca Türkiyenin lideri Mustafa Kemal ATATÜRKü anlamış ve
uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm
Peki yıllar bir şey değiştirir mi? Hayır. 2000
yılında bizim medyanın kaçırdığı bir bilgi var, ABD Başkanı
milenyum mesajını veriyor. Mesajın bir yerinde aynen şunları
söyler; Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı
Mustafa Kemal ATATÜRKtür. Çünkü o yılın değil asrın lideri
olabilmeyi başarmış tek liderdir. 2000 de ABD Başkanına işte bu
gerçeği de ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var. Asker Mustafa
Kemalin, Devlet adamı Mustafa Kemalin çok dışında bir Mustafa
Kemal.
2003 de bir şey değişti mi?, 2004? Hayır. 2004 de bir
konferans veriyorum birden bir hanımefendi ayağa fırladı. Dediki
Ben Norveçliyim ve şu anda Norveçte çok sık kullandığımız bir
deyim var, bu deyimin anlamını anladım dedi. Hanımefendi nedir o
deyim dedim. ?Norveççede ?ATATÜRK gibi düşünmek deyimi
var. Çok sık kullanırız bu deyimi nerelerde kullanırsınız
dediğimde ?Hani bir problem veririz çöz diye o da tembellik eder
çözmez. Deriz ki ona bu problemin mutlaka çözümü var. Birde
ATATÜRK gibi düşün. O gün otelime geldim televizyonu açtım o
kadar çok kişiye bir de ATATÜRK gibi düşün dediğimi hatırlıyorumki
galiba Norveççeden çok bizim dilimizin bu deyime fazlasıyla
ihtiyacı var diye düşünmeden de edemedim.
Bir İngiliz gazeteci ATATÜRKle bir röportaj yapar.
Röportajını Amerikan Büyük Kütüphanesinden bulup getirttim ve bir
yerinde Mustafa Kemale şöyle sorar gazeteci; Birleşmiş
Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz? Mustafa Kemal?in cevabı
aynen şöyle :
Şartlarımızı koyarız. Kabullerine bağlı. Biz
müracaat etmeyiz üye olmak için. Eğer davet gelirse düşünürüz.
Evet, Birleşmiş Milletler sadece Türkiyeyi davet edebilmek için
yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke olur Mustafa Kemalin
ülkesi, Türkiyesi Birleşmiş Milletlere. Sanıyorum ondan feyz
alacağımız çok şey var aslında Mustafa Kemalden. Ama bu arada
2005de daha yeni iki üç gün önce yabancı gazeteyi okuyorum.
Sürmanşet büyük puntolarla şu başlığı atmış Bu gün Ortadoğuya
düzinelerle ATATÜRK lazım?. dedim yazara ATATÜRK ü hiç tanımıyor
herhalde. Düzineye hiç gerek yok tek bir tanesi de yeterdi
aslında.
Örnek vermeye devam edersem inanın konferans böyle
biter. Filipinlerden Çine kadar o kadar çok örnek varki. Ama
gördük 1925de 1938de 1996da 2000de 2005de her ülkeden, her
cinsten, her statüden insanın özlemle, sevgiyle,
saygıyla aradığı ama bizim olan bir Mustafa Kemalden
bahsediyoruz. Bu gün Türkiyenin en büyük sorunu nedir? dersem
cevap olarak kulağıma gelenler şunlar; ekonomi diyorsunuz işsizlik
diyorsunuz. Ama bence Türkiyenin çok önemli bir problemi var o
problemi çözersek Türkiye ekonomiyi de çözer Türkiye işsizliği de
çözer. Evet Türkiyede lider yetiştirme sorunu var.
Lider deyince de nedense hep siyasi lider anlıyoruz ben
ondan bahsetmiyorum, benim lider dediğim çok kapsamlı bir kavram.
Yoksa içersindeki tek bir terimdir siyasi lider veya sosyal lider.
Ama lider dediğim zaman ben asrın lideri dünya liderinden
bahsediyorum. İşte böyle liderlere ihtiyacımız var. Ben şimdi
soracağım size şu anda karşımda pek çok genç arkadaşım oturuyor.
Bunlardan bir tanesinin bir kaç dönem sonrasının Cumhurbaşkanı,
Genelkurmay Başkanı
yada Başbakanı, Maliye Bakanı yada evinin anne babası olmadığını
bana iddia edebilir misiniz? Belki sizsiniz, ama bilinizki işte
bugün sizlerle paylaşacağım konu asrın lideri, dünya lideri yada
lider olmanın küçük sırlarını ATATÜRKle sizinle paylaşacağım.
İlk sırrımız; ATATÜRK tamam arkadaşım ben
topraklarınızı kurtardım askeri bir dehayım deyip yerine
çekilmemiş hemen asker elbisesini çıkartıp sivil elbisesini giymiş
ve inanırmısınız sınırlarını hangi sınırın lideri ise o sınırların
içerisinde ne var ise ama ne var ise taşından toprağına hepsinin
ama hepsinin sorumluluğunu omuzlarında hissetmiştir de onun için
Mustafa Kemal bugün dünya lideridir. Nasıl mı ?
ATATÜRKü ağlarken tarih çok ender tespit
etmiştir. 25 yıllık araştırmacıyım, 7 tespitim oldu. İlki
Çanakkalede topçu atışımız başladığı sırada döktüğü gözyaşıdır,
bir diğeri ise hepimizin bildiği bir hikaye ama ben yine de
anlatacağım. O günün Ankarası kurak, çorak bir köy. Çankayadan
meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde ağacı
varmış. ATATÜRK o iğde ağacının önünden geçişlerinde arabasını
durdururmuş, inermiş ve o iğde ağacına selam verirmiş. Aman
demişler paşam ne yapıyorsunuz böyle, Eee o demiş yediğim
meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az
diğer neferler kadar bunun da selama hakkı var. Yani niye
şaşırıyorsunuz? der gibiymiş. Ve bir gün yanında bulunan
arkadaşına İşte bu benim...? derken bide bakıyor ağaç yok ortada
hemen iniyor Ne yaptınız bu ağaca? diyor. Paşam diyorlar yolu
genişletmek için mecburduk kestik o
ağacı.Yahu diyor bitek bana soraydınız bu ağacı kurtaracak bir
yolu mutlaka bulurdum diyor. Daha fazla dayanamıyor, arabasına
biniyor, şoförünün ve arkadaşının gözü önünde hüngür hüngür
ağlamaya başlıyor. Bir tek iğde ağacı için mi dersiniz? Hayır. Çok
zor şartlarda kurtardığı bu topraklarda yetişen bir canlıdır ve
lideri olduğu için de bu toprakların da o iğde ağacının da
sorumluluğu Mustafa Kemalin omuzlarındadırda onun için.
Galiba şimdi anlatacağım inanılmaz projeyi de o gün
düşünmeye başladı. Hani Bir daha böyle bir şeyle
karşılaşabilirsem nasıl müdahale edebilirim diye. Çok değil doğa
katliamı, en kolay yaptığımız katliam.
Yıl 1930 ATATÜRK Yalova köşküne doğru çıkmakta. Bir de
bakar bir bahçıvan koca bir
çınar ağacını kesmek üzeredir. Yahu der sen hayatında hiç böyle
bir ağaç yetişdirdinmiki Kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve
niye ?? der. Bahçıvan derki; Paşam çınar ağacının kökleri köşkün
temelini kaldırdı, yaprakları da köşkün pencerelerine müdahale
ediyor. Ya köşkü kaybedeceğiz ya ağacı keseceğiz. Onun için de
kusura bakmayın ama biz ağacı kesiyoruz. Bir an düşünür; Hayır
gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız der. Derlerki bu gün
Mustafa Kemal bir hoş. Ne demek köşkü tutupta ağaçtan
uzaklaştırmak? Ama inanırmısınız mühendis değil, mimar değil,
ziraatçı değil ama ne yapar biliyormusunuz? İstanbuldaki köprü
altındaki tramvay raylarını Yalovaya taşıtır. Köşkü hiç yıkmadan
olduğu gibi tutarak kendisi de kazma kürek temelini kazar ve
köşkün altına tramvay raylarını döşeyerek köşkü ağaçtan 4 metre 80
santim kenara çekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta
olan çınar ağacının kurtuluşunu temin eder.
Yıl 1930. Dünya çevre lafını ne zaman etmeye başladı?
1980 den sonra. 1980 den önce, 1930 yılında dünyaya somut bir
çevre dersi vermektedir Mustafa Kemal aslında. Ama, biraz acı
parantezlerim olacak bu konferansımda. İlk acı parantezimi ATATÜRK
kimdir belgesiyle açmıştım, ikinci acı parantezim burada olacak.
Hadi gelin 5 Mart 1996 ya gidelim yani günümüze yakın bir gün.
ATATÜRK ve Türk kadını konulu tiyatrolu konferansımı 25 gençle
sunuyorum. 25 gençle birlikte prova yaptık, yorulduk, oturduk,
televizyonu açtık. ikinci haber olarak 6 dakika müddetle ve 5 kere
görüntü zumlanmak üzere önemli bir haber
verildi televizyonda. Haberi aynen aktarıyorum, diyordi ki
Amerika da eski bir ünlü bir müzikhal hiç yıkılmadan dünyada ilk
kez uygulanan bir yöntemle raylar üzerinde iki metre kenara
çekilerek yerine yeni bir binanın yapıldığı haberiydi. Dünyada
ilk kez lafı da beş kere edildi. gençlerden biri kalktı bana ne
dedi biliyor musunuz? Ya öğretmenim biz tarihe pek bir daldık.
Bakın el alem neler yapıyor Teknik, medeniyet biraz da onlara
baksak diyince arşivimde 1930da ATATÜRKün bu işi yaparken
çekilmiş resimleri, raylar üzerindeki çekilen resimleri gösterdim
kendilerine ve dedim ki şu anda ne söyleyeceksiniz bana??. Bir
genç kalktı ne dedi biliyor musunuz? Ya öğretmenim suç bizde mi?
Biz bu konuyu ilk defa sizden duyuyoruz, sizden görüyoruz bu
resimleri. Ama o haberi bugün milyonlarca Türk genci izledi ve
oturdular 25 genç, bu haberi veren televizyona bir faks çektiler.
Faksta aynen şu yazıyordu İkinci haber olarak 6 dakika müddetle
ama beş kez şu resimleri göstermek suretiyle bu arada da mutlak
suretle mesajı iletin dediler Bu gün 1996, Amerika çekiyor raylar
üzerinde iki metre, yerine yeni bir bina yapıyor, 1930 ATATÜRK
çekiyor 4 metre 80 santim, bir ağaç kurtarmak için bu mesajı da
çok iyi verin dediler. Yıl 1996 idi. Yıl 2005 hiçbir televizyonda
izlediniz mi? İzlemediniz.
Ya hocam siz bize bir tek çınar ağacı ve iğde ağacı
anlattınız bunlar ATATÜRKün hayatında tek tek örnekler olabilir.
Hadi gelin Söğütözüne gidelim, hani şu Ankara yakınlarındaki, o
zaman için 80 tane söğüt ağacının olduğu yere. Söğütözüne ATATÜRK
hep dinlenmek için gelirmiş. Bir geldiğinde galiba düşündüğünü
sesli olarak aktarmış;
Ah ! burda bi kulübem olsaydı keşke?. Ya paşam istediğin bir
kulübe olsun hemen yaparız şuraya demişler. Buradaki ağaçlara ne
olacak peki?. ?Paşam burdakiler söğüt ağacı; gönülsüz ağaçtır.
Sökeriz başka bir yere dikeriz, mutlaka tutar demişler. Bir an
durur, Bir tek şartla kabul ederim der. Burda yetecek kadar
söğüt ağacını kendi ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle
dikeceğim, önce tuttuklarını göreceğim, sonra kulübe yapımına izin
vereceğim. Yani bugün betonu yeşile tercih eden zihniyete bence
en güzel örnek teşkil eder bu. Ne yapar biliyor musunuz? Türkiye
Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK makamını
Çankayadan Söğütözüne taşıtır hasırlar üzerine. Kabullerini orda
yapar, imzalarını orda atar,
çadırda kalır ama söğüt ağacını söker, kendi elleriyle diker,
tuttuklarını görür, ondan sonra bugün çok küçücük ama verdiği
mesaj olağanüstü büyük olan bu Söğütözündeki küçük ATATÜRK
kulübesinin yapılmasına izin verir.
25 yıllık araştırmacıyım. Benim elimde 130 belge var
bizzat çevre hareketine bedenen katıldığına dair. Sade bende 130
belge, kim bilir kaç belge var. Keşke diyorum, keşke bu belgeler,
bazı günler bizi okullar da bu kulübeye götürüpte burada
anlatılsaydı. sanıyorum bugün betonu yeşile tercih eden hiçbir
belediye başkanı yetişmezdi.
İşte bu anlamda sahneye şimdi Tahsin ÇOŞKAN ı davet
edelim. Tahsin COŞKAN o zamanın genç bir ziraat mühendisi.Gel
Tahsin seni bir yere götüreceğim fikrini almak istiyorum diyor.
Giderler, gösterdiği yere bakar Tahsin Bey. Bataklık, sivrisinek
salgını, hayvan leşlerinin olduğu berbat bir arazidir. Ya paşam
hayrola? der. Atatürk, ?Buraya bütün masrafı cebimden olmak üzere
bir orman çiftliği yapmak istiyorum der. Ya paşam buranın ıslahı
ya sizin paranızı tüketir ya da zamanınızı, neden bu kadar mümbit
topraklar varken gelip de burayı tercih ettiniz? der.
ATATÜRKün cevabı ATATÜRKçedir. Derki Ben en zor
olanı yapayımda siz arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız.? Ne
bilsin ki en kolayları bile çabuk yıkabildiğimizi ama, bu
aradaTahsin ÇOŞKAN Paşam burda hiçbir şey yetişmez, pek
uğraşmayın der. Ama dinleyen kim. Derki ?Tahsin buraya
ziraatçileri getir ve incele bana resmi bir yazı getir burasıyla
ilgili. Biraz sonra Tahsin COŞKAN çok mutlu, kendi dediği çıktı,
üzerinde Burada hiçbirşey yetişmez yazılı, altında da
ziraatçilerin imzasının olduğu bir belgeyi Mustafa Kemalin önüne
koyar. ATATÜRK biraz mütebbessim okur bu yazıyı. Kaleme alır, bu
kağıdın yanına aynen şunları yazar BURASI VATAN TOPRAÄžIDIR,
KADERİNE TERK EDEMEYİZ. Etmez de. Aynı Sakarya savunması gibi
akasya savunmasını ele alır, çam ve köknarı oraya 30 Ağustos
olarak tamamlar ve hiç unutmayacağımız bir gün, lütfen hiç
unutmayın, tarihte atladık bu günü, 25 Mayıs 1933. Ne yapar
biliyor musunuz Hani 5 Haziranlarda kutladığımız bir gün var,
çevre günü değil mi? Çevre günü ne zaman kutlanmaya başladı? 1980
den sonra. Peki 25 Mayıs 1933, ATATÜRK ne yaptı? İlk Çevre günü
kutlamasını yaptı. Hem de bugün okullara soruyorum diyorsunuz ki ne
yaptınız diye ?ya ağaç diktik diyorsunuz ya çöp topladık öyle
falan değil. Bütün Ankara halkını bedava trenlerle buraya
getirtiyor, ağaçlar boy vermişler, altında dinlenmektedirler,
havuz yapılmıştır, çocuklar yüzmektedirler. Hatta bütün masrafı
cebinden ödemiştir ama karı da almamıştır, buraya bir fabrika
yaptırmıştır, süt ürünleri üretilmektedir, herkes yamektedir.
Herkes çok mutlu ama en mutlusu Mustafa Kemal ATATÜRK.
Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizadenin kafa çok
karışık. Yahu paşam senden başka bir tek kişi burada bir ağaç
yetişeceğine inanmadı. Peki sen nasıl anladın burda orman
olacağını? der. Gel Nebizade gel, şimdi anlatayım sana. Hani
Tahsin ÇOŞKANın burda birşey yetişmez dediği günün akşamı tebdili
kıyafetle Çankayadan kaçtım, burdaki köylülere geldim. Köylüler
beni tanımadılar. Köylülere, ağalar dedim burda ağaç yetişip
yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz dedim.
Al dediler, bana bir testi su verdiler, bir de kazma kürek. Kaz
orayı iki gün sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz dediler.
Ah o iki gün Çankayada nasıl geçti bir Allah bilir bir de ben.
İki gün sonra gittim testiyi çıkardım, testinin içinde su
bitmişti, köylülere uzattım. Dediler ki bana ağa testide su
kalmamış, toprak su emiyor, bakma bunun üstünün kurak olduğuna,
biraz uğraş burda ne ekersen biçersin. Ve hani Tahsin COŞKANın o
raporu bana getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış epey de
ilerlemiştim diyecektir.
Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz.
Hani ATATÜRKe kimdi en çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKANdı.
Onu da ATATÜRK buraya müdür tayin eder. Evet lider olmak hakikaten
kolay iş değil. Bu arada biz bu
130 belgeye hiç çalışmamışız. Çalışmadığımızın en acı örneğini
Türkiye yaşadı zaten. Neydi o örnek ?17 Ağustos depremi. Evet
deprem bir kaderdir ama kader olmanın ötesinde dolgu alan çöktü,
dolgu binalar çöktü. Oysa 1930dan beri bize lütfen tabiatla
oynamayın, tek bir ağaçla bile oynamayın diye bize örnek olan bir
liderimiz varken yaşadık bu acıyı.
Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama
bakın dünya ne güzel değerlendirmiş hareketini. Ben size bu
bilgileri vermek için 1919 başladım ve bugüne kadar çıkan bütün
gazete ve dergileri tarıyorum. Taramam sırasında 28 Temmuz 1933
günün Cumhuriyet gazetesinde bir haber okudum. İnanılmaz bir
haberdi. Hani bir çiçek alıyoruz, kırmızı renkte, hediye
götürüyoruz ve adına da ATATÜRK Çiçeği diyoruz. O ATATÜRK
çiçeğinin adını biz koyduk zannediyorduk ama bakın
gazeteyi aynen okuyorum. Gazete haberi şu Chicago özel,
geçenlerde Vanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk
Landın laboratuarlarında muhtelif ameliyeler neticesinde kırmızı
renkte yeni bir çiçek elde edilmiştir Profesör bu yeni çiçeğe isim
ararken yanında duran ama Tarsus Kolejinde ATATÜRKle tanışmış,
ondaki tabiat bilgi ve ilgisine hayran olan bir diğer profesör bu
çiçeğe ATATÜRK isminin verilmesini önermiştir. Ve bu öneri dünya
nebatat dairesine iletilmiş ve ATATÜRKün yaptığı çalışmaların
anlatıldığı toplantıda oy birliğiyle kabul edilmiştir. Yani
dünyadaki her ülkede bu çiçek Gazi ATATÜRK adıyla üretiliyor ve
satılıyor.
Peki başka bir lider varmı diye araştırdım bir çiçeğe
adını veren, başka hiçbir lider yok. Çünkü tabiatıyla bu kadar
bütünleşebilen bir lideri dünya tarihi yazmamıştır. Diyorki
Mustafa Kemal çevre hareketi dışında eğer lider olacaksanız eğer
lider olmaya kalkıştıysanız ki içinizde öğrenci arkadaşlar var
mutlaka sınıf başkanları vardır eğer sınıf başkanı olacaksan bu bi
liderliktir sınırın nedir? sınıftır sınıfın içerisindeki tek bir
tebeşir tanesi tek bir sıra tek arkadaşının problemiyle
ilgilenemeyeceksen o liderliği kabul etmeyeceksin demektedir
Mustafa Kemal.
Peki ikinci sırrımız ne? İkinci Sırrımız; dünya tarihi
sadece bir sıfatı Mustafa Kemale vermiştir. Başka dünyada hiçbir
liderin alamadığı bir sıfattır bu hangi sıfat mı? Ne dersiniz?
Evet Başöğretmen diyen var aranızda, hoşgörülü evet biliyorum
hepsi gönlünüzden geçen sıfatları ATATÜRKün ama soruyorum sizlere
bir insan doğumundan ölümüne kadar ya bir askerdir, ya bir devlet
adamıdır ya çevrecidir ya tiyatrocudur ya sanatçıdır ya
arkeologdur bir şeydir. Ama bunların hepsi birden olabilen
dünyadaki tek lider Mustafa Kemal ATATÜRK olduğu için dünyada
kültür antropoloğu sıfatı verilebilen tek lider Mustafa
Kemaldir.
Kültür Antropoloğu nedir ne değildir uzun uzun
başınızı ağrıtmayacağım. Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbele
gidelim. Ahlatlıbel Ankara yakınlarındaki kazıların başladığı yer
biliyorsunuz. Bütün arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren
Mustafa Kemal, müzelerin açılma emrini veren de Mustafa Kemal. Ama
bugünkülerde olduğu gibi açın, kazın, imza; öyle değil. Nasıl
yetişmiş inanın, 25 yıllık araştırmacıyım hiç anlamadım.
Bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor, Konyada
Asar kazıları başlıyor başında, birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel
kazıları
başlamış başında, toprak alıyor, ölçüyor, biçiyor. Ya ne yapıyor
Mustafa Kemal diyorlar. Çankayaya gidiyor, Çankayada üç gün üç
gece hiç uyumadan; uyumamak için alnına ıslak bezler koydurmuş,
birilerini çağırıyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telaş. Üç
gün sonra gelin diyor Ahlatlıbele gidiyoruz?. Hemen geliyor
diyorki arkeologlar toplanın. Biliyorsunuz başlarında en büyük
arkeoloğumuz Zübeyir KOŞAR var. Bu Zübeyir KOŞARın bir e bir
anısıdır. Toplanıyor ve diyorki Mustafa Kemal heyecanla;
kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir. Yabancı
arkeologlar el insaf paşam, anladık iyi askersin iyi devlet
adamısın ama yani bu işte bizim işimiz niye karışıyorsun? der gibi
aralarında birkaç şey oluyor ama emir büyük yerden. Başlıyorlar
Mustafa Kemalin gösterdiği yeri kazmaya. Sonuç mu? Bütün bulgular
ordan çıkacaktır. İnat
uğruna, kendi ceplerinden öder ve kendi dedikleri yeri kazarlar
hiçbir bulguya rastlamıayacaklardır. Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCANın yazdığı Sırat
Köprüsü adlı piyese davetlidir. Davetiyede böyle yazar piyesin
başında mutludur biraz sonra sinirlenmeye başlar bir müddet sonra
bitince bana Galip ARCANı çağarın! der. Galip ARCAN gelince bu
piyesi siz mi yazdınız? der. Evet paşam ben yazdım. Hayır, bu
bir Bolunun Flor Doranj adlı boldvilinin aynen çevirisi neden
bunu belirtmediniz hakkınızda soruşturma açtırıyorum diyecektir.
Buna benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim biliyormusunuz.
Samimi konuşacağım inanın sizlerle. Dedim ki a be Atam
boldviline varıncaya kadar ne zaman okursun ne zaman kafanda
tutarsın?. Ve o sırada ne yaptım biliyor musunuz? Yirmi yıllık
araştırmacıydım, ATATÜRKle iddiaya girmek gibi, dedim senin
başında durmadığın ilerletmeye çalışmadığın bir alan bulmak benim
boynumun borcu olsun.
O sırada da Sanat ve ATATÜRK adlı araştırmamı
yapıyorum baktım resimde Türk tarihinde ilk resim sergisini o
açıyor, heykelde dinin etkisini kaldırıyor ama karşıma yedinci
sanat dalı geldi. Ne? Sinema. dedim herhalde burda iddiayı
kazandım. Hey hat, baş yönetmen Cezmi AR, başrolde Mustafa Kemal,
film çekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa Kemale tabi Cumhurbaşkanı ya
diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer oyunculara şiddetle
bağırıyor. Atatürk Gel Cezmi gel, burda başkomutan sensin. ben bu
işi bilmem. Önemli olan
işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın
der. Cezmi AR hayatının son günlerinde ben bir daha asla öyle bir
oyuncuyla çalışmadım diyecektir.
Yıl 1937, Münir Hayri EGELİYLE odalarına çekilirler.
Çankaya da ne mi yaparlar? ATATÜRK bir film senaryosu yazmıştır,
adını da koymuştur; Ben bir İnkilap Çocuğuyum dur adı. Kendi
yazdığı film senaryosunu Münir Hayri EGELİ çekecektir, ATATÜRK
oynayacaktır. Ama yıl 1937 dir, ömrü vefa etmemiştir. Derim ki
haydi filmciler bulun bu senaryoyu filme çekin pokemondan çok daha
faydalı olacağına ben kesin gözüyle bakıyorum.
Bu arada ATATÜRKün her şeyi iyide ben iddiadan
vazgeçtim, tamam dedim. Kesinlikle iddia falan yok artık, iddiayı
Mustafa Kemal kazandı ama merak
ediyorum nasıl yaptı diye. Asıl sır nerde? O sırada en büyük lider
eleştirmeninin sözü geldi elime. Liderleri çok sıkı eleştiren bir
eleştirmen diyorki ATATÜRK için Liderler içerisinde eleştiri
acizliği yaşadığım tek lider Mustafa Kemaldir. Çünkü bütün
Rönesans, bütün reform, bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir
adamın kafasında toplanmış, bir çağa sıran etkinlikler on yılda
başarılmış, bu büyük bir mucizedir en büyük radikal Mustafa
Kemaldir. Bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük lider eleştirmeni
diyor.
Peki, tamam laf iyi de diyorsunuz ki; laflar karın
doyurmuyor. Esas sır nerde çok merak ediyorum. On yılda bir
bakıyorsunuz kara tahtanın başında harf öğretiyor, bir
bakıyorsunuz şapka giyiyor, bir bakıyorsunuz tiyatro eseri
oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren
raylarının
genleşme hesabını yapıyor, Ankaradaki caddelerin ne kadar
mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları yapıyor, E on yılda
bunların hepsi peki nasıl? Ben esas sırrı nerde buldum biliyor
musunuz? Onun bir sözünde. Ama bu bence, ve dedim ki bu sözü
okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza
yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi herhalde Türkiye
çok farklı biyerde olurdu şu anda. ATATÜRK diyor ki Çocukluğumda
elime geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün
yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım. Esas sır bence burada.
Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği
için 35 yaşında general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında
cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç
biri dile dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek
reformist Mustafa Kemaldir. İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında
nutku
yazan genç olarak tarihimize geçecektir Mustafa Kemal.
Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? Bildiğimiz
gibi bir okuma değil. Sizi 1914 Anafartalara götürüyorum.
Anafartalarda savaşın bir dinlenme yerinde çadırınıza gelirsiniz
postalları çıkarır rahatça dinlenmek istersiniz. Öyle bir şey yok.
Macar Türkoloğu Nemetin, Fransız Türkoloğu Devinin Türkoloji
albümleri duruyormuş. Açıyor onları okuyor Mustafa Kemal. Diyorlar
ki niye bunları okuma gereği duyuyorsun? verdiği cevaba bakın.
onlara diyor ki Savaştan sonra bu dilin değişme ihtiyacı var onu
tespite çalışıyorum. Yıl 1914, gelelim 1916ya. Bitlis cephesi
komutanı Mustafa Kemal Bitlis cephesinde çökmekte olan bir cepheyi
kurtarıyor ve çadırına geliyor, yaveri İzzettin ÇALIŞLARı
çağırıyor ve eline bir not veriyor. Notta ne yazıyor
biliyor musunuz? Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına
serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip
kılmak? Yıl 1916, Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbir
şeysi yok. Sokağa çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını. Peki sizce
tam savaşın en hararetli zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa
Kemalin aklına. Ha, Kurtuluş Savaşında gördüğümüz kadın
manzarası, değil ATATÜRKü, dünyayı şaşırtan bir manzaradır.
Ülkelerin savaşları olmuştur ama topyekün savaş örneği ilk defa
Kurtuluş Savaşında görülmektedir.
Atatürk bu savaşta Ayşe Hatunu tanımıştır. Ayşe
Hatunu hepimiz tanıyoruz. Bilmeyen var mı içinizde Onun
yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir? Ya da
zamanımızda hangi kadın yapabilir? Benim bir kızım bir oğlum var
inanın bu kadar araştırmacıyım düşünüyorum.
Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omuzunda mermi ve cepheye
cephane götürüyor. Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya
başlıyor. Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Hatunun, ama
düşman eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye
gidemeyecek, bütün düşüncesi o Ayşe Hatunun. Ve bu arada çocuğunu
göğsüne yaslar, düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi
elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir Ayşe Hatun yada diğer
adıyla Tayyibe Hatun. Peki ne yapar? Çocuğunu koyar üzerini
bayrakla örter ve aynen şunları söylemiştir. Kafile başkanı
komutanımız aktarıyor bunu. Sen yüzlerce binlerce yıl sonra
doğacak Türk çocukları için şehit oldun (yani şurada oturan
bizler için şehit olan) bu benim içinde senin içinde bir
şereftir. Yeterki vatan sağolsun diyor, omuzuna alıyor
cephanesini ve yola koyuluyor. Hanımefendiler içinizde anne
olanlar var. Lütfen bir an için düşünün, çocuğunuzu göz önüne
getirin. El bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün içine bakıyoruz,
tercih yapın sizden sonraki kuşak mı? çocuğunuz mu? İşte bu Ayşe
yada diğer adıyla Tayyibe Hatunu tanıdı Mustafa Kemal.
Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, -30oC, -40 oC. Ve
75-80 yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa
Necatiden dinleyelim. Mustafa Necati neyi görür Bütün yorgan
battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen
elbiseyle. Aynen şunları söyler nine kar sepeliyor hava çok soğuk
bari şu yorganı alsan sırtına dediğinde aldığı cevap dokunma
ona, o millet malıdır, nem kapmasın. Ben bir ölürüm ama onunla
binler doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu
hiç duymuyorum ki. Düşman bu topraklara girdi gireli benim
içim yanıyor içim a oğul diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal.
Albay Hulusi ATAÄžın kafilesinde olan genç bir
kadınımız hastadır ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek
üzeredir. Hulusi ATAK sorar bacım bana adını söyle seni tarihe
yazdıracağım dediğinde aldığı cevap adımı ne yapacaksın a oğul
yaz benim adım Anadolu cevabındaki adımın ne önemi var önemli
olan ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, keşke uygarlık
savaşımızda aynı şiddetiyle sürebilseydi bugün. Üzerinde ATATÜRK
yazılı kapsülü inanın, inanın hiç mübalağa etmiyorum ilk uzaya
fırlatan ülke mutlaka ama mutlaka biz olurduk.
Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye
Hanımı tanıdı. Zekiye Hanım ne yaptı biliyor musunuz? Dünyaya ilk
ve
tek geçen kadınımızdır. 10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine
3000 kadını toplamış, dedim herhalde sıfırları fazla okuyorum.
Hayır 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı. Kadın olan
dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk geçmiştir. Peki
Zekiye Hanım nasıl toplamıştır, cep telefonu yok faks yok, hiçbir
araç yok. Hadi bunlar oldu farz edelim. Kadının sokağa çıkma hakkı
yokken 3000 kadın nasıl organize oldu dersiniz? Evet bunu
incelediğimde inanılmaz bir hem hayranlık hem de üzüntü duydum
neden biliyor musunuz?
Cep telefonunuz var, faksımız var. Pek çok kulübün, pek çok
derneğin davetlisi olarak gidiyorum. Hanımlar 50 kişi geldi mi
aman diyorlar bu gün çok kalabalığız. 3000 kadından bahsediyorum
ama projesinin adını da söylemek istiyorum Zekiye Hanımın MUTFAK
PROJESİ, inanılmaz bir proje. Daha sonra bir yerde tekrar geçecek
bu proje. ATATÜRK Zekiye Hanımı, Nakiye Hanımı tanıdı bu
savaşta. ATATÜRK Melek REŞİTi tanıdı, Atatürtk Şuküfe Nihali
tanıdı ve ATATÜRK ekmek pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar
tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için çok
işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak
yakılan Nazife Kadını tanıdı bu savaşta. Bu savaşta ATATÜRK
Taccülcalala hanımı tanıdı ATATÜRK üsteğmenlerimizi, binbaşı
hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral rütbesi verilmesi
öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8 yaşındaki Nezahat
kızımızı tanıdı. İşte Nezahat kızımızın yanında şehit olan bir
erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine şöyle yazmış anne
Nezahatle babasının arasındaki konuşmayı duyaydın benim burada
niye olduğumu anlardın demiş ve bu arada şöyle yazmış biz
Mehmetçik Nezahate Türklerin Jean dArcı diyoruz demiş. Bu
bana acı geldi. Ben Jean dArcı ortaokuldan beri tanıyordum ama
Nezahati ancak bu araştırmam da tanıdım. Bunun acısını da o
mektupla birlikte yaşamış oldum. Bu kadınlarımızı ben ATATÜRK ve
Türk Kadını konulu konferansımda anlattığım için burada sadece
adlarını anmadan geçemeyeceğimi gördüm.
Bu arada ATATÜRK okumuş da yazmaya da vakit bulabilmiş.
Evet bizler için bir geometri kitabı yazmış. Üçgen, açı,
dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin isim babası bu
yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemaldir. İyi ki de yazmış eşkenar
üçgen demek için müselleseyi bilmemne bilmemne... demek gerekir.
İnanın bu kadar şeyi aklımda tutuyorum, bir onu tutamadım. İyi ki
yazmışsın dedim. Bu arada ATATÜRK her sektöre el attı dedim ya,
basın sektörüne de el atıyor
ve bir gazete çıkarıyor. Adı Mimber, 52 sayı çıkmış gazetesi, ve
bu gazeteleri okuduğum zaman bu Mustafa Kemalin gazetesi dedim.
Sansür kelimesi ilk defa bu gazetede yer almıştır. Bu arada
keşke bütün Türk gençlerimiz bu gazeteleri okuyabilseydi diye
düşünmeden de edemedim. Çok moral bulurlardı çünkü.
Bu arada çok güzel şiirler yazmış. İlk şiiri 1908 Şanlı
Ordu dergisinde yayınlanmış. Keşke vaktimiz olsa da şiirlerinden
de aktarabilseydim. Bu arada nutku yazmış, tiyatro eserleri
yazmış, sinema senaryoları yazmış, yazmış yazmış. Peki okumuş
yazmışta sadece gününün problemlerine mi çare bulmuş Mustafa
Kemal Sadece gününü mü kurtarmış acaba? Hadi gelin esas önemli
olan da bu, buna bir bakalım mı ne dersiniz?
İşte günümüzde 25 yıllık
araştırmacılığım sonunda size bir itirafta bulunmak istiyorum,
diyorum ki ATATÜRK inanın, bugün sanıyorum 7 Şubat 2005, bu günü
çok net görmüş, hadi görmekle kalsa iyi, birde bu gün
kullanacağımız kadar güncel geçerli ve çözümsel önerileri de
yazarak bırakmış bir lider. Söyleyin bana hangi ülkede var böyle
bir lider. Diyeceksiniz ki lafı bırak bize somut örnek göster.
İşte ilk örneğimiz; dedinizki demin Türkiyedeki sorunları
sorduğumda size, dediniz ki önemli olan sorunların bir tanesi de
ekonomik sorun. Peki Amerikanın en ünlü ekonomistlerinden birisi
olan Mr. Jhons bize şunu öneriyor, diyor ki ekonomiyle savaşta
bir tek ATATÜRKü örnek alsın yeter Türkiye.
ATATÜRKün ekonomi ile de ilgili ne görüşleri var
acaba, ve bunun üzerine oturdum, Maliye arşivine indim, Maliye
arşivini incelememde
ATATÜRKün ekonomide en önem verdiği şey ne biliyor musunuz? Türk
parasının değerini korumak. Peki, 1919a baktım Türk parası
Sterlin karşısında, o zaman dolar yok, Sterlin karşısında 605
kuruş. Ha bir savaş yapıldı, ülke yıkıldı tekrar yapıldı. Peki
1938de kaç kuruş biliyor musunuz? 19 sene sonra inanılmaz bir
şey, 616 kuruş. Buna gerçekten inanmaya imkan yok. Peki dedim ki
herhalde yanlış okudum banknot artış hacmine baktım, banknot artış
hacmi 1919dan 1938 son dört ayına kadar, son dört ayı
ilgilenemiyor sağlığından dolayı, son dört ayına kadar 19 sene
sadece %8, bu çok büyük bir başarı. Peki son dört ayda ne oldu
diye baktım, gülüyorsunuz tahmin ettiniz mi? %15. 19 senede %8.
Bari ölümünü bekleseymişiz, ama işte problem bir takım yerlerde
sanıyorum.
Bu arada bir arşiv belgesi daha aktarmak istiyorum
size. 5
Aralık 1927 tarih. 5 Aralık 1927de bir Türk Lirası verdiğimiz
zaman 2 dolar alabiliyormuşuz karşılığında. Eğer bizim nesil
vazifemizi yapaydık size karşı, bugün 20 milyon liralık banknotu
götürecektiniz, karşılığında 40 milyon dolar alacaktınız bizim
nesil vazifesini yapaydı. Ama diyorum ki lütfen gençler lütfen,
ilerde maliye bakanı olabilirsiniz, ilerde başbakan olabilirsiniz,
ilerde aile kurabilirsiniz o da bir ekonomik sektördür ve
ekonomiye yön vereceksiniz. Bizim yaptığımız, size çektirdiğimiz
sıkıntıları çekmemeniz için lütfen ekonomik görüşleriyle ATATÜRKü
mutlaka incelemenizi tavsiye ediyorum.
Bu arada biliyorsunuz 1929 da çok büyük ama çok büyük
bir şey var. Ekonomik kriz var. Bütün dünyayı sarsmış ekonomik
kriz. Peki soruyorum size sarsılmayan bir ülke söyleyin. Türkiye
tabîi ki. Peki 1929da bütün
dünya buhran yaşıyor en gelişmiş ülkeler bile. Hadi etkilenmedin
de, rakamlara bakın kişi başına düşen milli gelir %51,2 artıyor.
Eksilmeye alışmışız da artma kelimesi garip geliyor bize.
Enflasyon ne kadar? % -1.2, bunlar resmi rakamlar.
Peki ikinci örnek, günümüze örnek;1996 İngilterede bir
seçim yapılır. Meclisteki kadın millet vekili sayısı seçimden önce
13, seçimden sonra birden 123 olur. Hiii derler kim yaptı bu
başarıyı, Leslie Abdela diye bir hanımefendi. Leslie Abdelayı tüm
ülkeler çağırır, ya bize de öğret metodunu da bizde kadını fazla
sokalım meclise derler. Leslie Abdelayı Türkiye de çağırır.
Şileye gelir, dolar alır anlatmak için. Ve işte sözlerinin özeti
?ngiliz kadını bu başarıyı ATATÜRKe danıştı. Yani ben Türkiye
ye tereciye tere satmaya geldim. Peki Leslie Abdelanın
uyguladığı projenin adını biliyor musunuz? ?Mutfak Projesi peki
şöyle yazıyor şurada; 1919 dan beri biz Türk kadını ve ATATÜRKün
peşindeyiz merak ediyorum iki kadın milletvekilinizde benim
peşimde niye acaba diye de ironi yapmış burada. Bu arada eğer biz
bu metodu uygulasaymışız Türkiyede sanıyorum Türk erkekleri şu
anda meclise nasıl girebiliriz diye arayış içinde olacaktı, hiç
şüphe yok buna.
Peki bu arada dünyaya o kadar çok ilk hediye etmişiz ki
bunlardan bir tanesi de üniformalı ve rütbeli kadın asker ilk defa
bizim ordumuzda, bizden dünya orduları örnek alıyor. Kurtuluş
Savaşında rütbe alan kadın askerlerimiz; Binbaşı Ayşe ALTUNTAÇ,
Üsteğmen Emine VARDARLI, Üsteğmen Fatma ŞİMŞEK. Ama dünya tarihine
tek geçen bir üsteğmenimiz var; 700 erkek 43 kadından oluşan bir
müfrezenin reiseliğine
bizzat ATATÜRK tarafından atanmış, Üsteğmen Kara Fatma. Evet
dünyadaki ilk müfreze reisesi kadın ünvanını taşır Kara Fatma. Ben
geçenlerde Erzuruma davetliyim, Erzurum Üniversitesi rektörümüz
davet etti uçakla gittim. İndim uçaktan off ayağım belim melim
dedim, bir an aklıma geldi, biliyorsunuz Kara Fatma Erzurumlu;
Erzurumu 13 kadınla müdafaa ediyor, atına atlıyor Bursaya kadar
geliyor, Bursanın Kurtuluşuna da tanık oluyor. Ben uçakla zor
gittiğim yere, önümde yemeğim, arkamda suyum, sıcacık, ama bu
kadının yaptığı! Ha o zaman sanıyorum şu andaki Türk kadını asla
ve asla yoruldum demeye hakkı yok, eğer Kara Fatmaları eğer Şerife
bacıları tanısaydı.
Evet anlıyorum bu hanımlarımızı tanımadan önce bir şey
yaptım zannediyordum. Şu anda hiçbir şey yapmadığıma kaniyim. Bu
arada Kara Fatmanın savaşta yaptıklarını,
dedim ya Bursaya kadar gelmiş, üç oğlunu şehit vermiş, kızının
parmakları İzmit muharebesinde kesilmiş, sadece savaşı anlatmak
için bir konferans gerekir Kara Fatmanın. Ama Tamim gazetesini
okuyorum, Tamim gazetesini okurken Kara Fatmayla yapılmış bir
röportajı okudum, inanılmazdı. Gazeteci soruyor diyorki; çok
fakirsin çok çok ihtiyacın var paraya neden üsteğmenlik maaşı sana
bağlanan maaşı kızılaya bağışladın diyor. Verdiği cevap tarihi
bir cevap aynen şöyle:
Ben Kurtuluş Savaşında yaptıklarımı bir menfaat ve
çıkar karşılığında yapmadığıma inandığım için en son vatani
vazifem olarak maşımı Kızılaya bağışlıyorum diyecektir. Bu bana
neyi hatırlattı biliyor musunuz? ATATÜRKe bir gazeteci sorar;
neden mal ve mülkünüzü milletinize bağışladınız? diye. ATATÜRKün
verdiği cevabı aynen aktarıyorum:
Mal ve mülk bana ağırlık yapıyor, onları asıl sahibi
olan milletime bağışlamaktan ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne
çıkar asıl zenginlik insanın manevi şahsiyetinde olmalıdır. diye
cevaplayacaktır. Ne güzel değil mi en son kademeden en tabana
kadar, kadınından erkeğine kadar hepsi aynı söylemde ama
alışmadığımız gibi aynı eylemdeler ne diyelim sağ olsunlar,
varolsunlar.
Dileyelim sizin nesle, genç nesle, hortumcular
soyguncular değil, Kara Fatmalar, Mustafa Kemaller örnek olsunlar.
Tabi Kara Fatmanın örnek olabilmesi içinde bir okuma kitabımızda
hiç olmazsa bir okuma parçası olarak Kara Fatma?nın olması lazım
ki örnek alabilesiniz. Bu arada ATATÜRKün şu sözü çok hoşuma
gider diyorki;
Geçmişi ne kadar çok unutursak geleceği korumak o kadar zor
olur. Biz Kara Fatmaları mutlaka hatırlamalıyız sanıyorum.
Bu arada bir kadınımızı daha vermek istiyorum, Melek
Hanım. Haçin katliamını hepiniz hatırlıyorsunuz, 535 Türk hunharca
katledilmiştir. Hepsi öldüğüne göre nerden biliyorsun hunharca
katledildiğini Şair Melek hanım diye anılırmış Haçinde.
Şahadetinden sonra kolunun altından bir bohça çıkıyor, bohçayı
açıyorlar, 18 kıtalık bir destan yazmış. O anda gördüklerini
kaleme almış. Mektupçu Hüseyin nasıl vahşetle öldürüldü, komşu
kızı Hatice nasıl vahşetle öldürüldü hepsini kaleme aldığı bir
destan. Başına ne demiş biliyormusunuz ?inşallah okuna. Ben 45
yaşımda bunu okuyabildim en sonuna da bizden sonrakiler neler
çektiğimizi bileler diye yazıyorum demiş son iki kıtayı sizlere
okuyorum
Meydan kazanı kurdular
Tüm bebeklerimizi kaynattılar
Gün görmedik anaları
Süngü ile oynattılar
Kundakları verdiler Kanlı kundak ye dediler
Bebelerimizi kaynattılar kaynattılar
Kuzu eti diye hepimize zorla yedirdiler
Evet biz burada kolay bulunmuyoruz, bu koltuklarda
kolay oturmuyoruz. Evet bakıyorum çok buruldunuz, çok üzüldünüz
ama liderlik dedik biraz da gülümseyelim mi?
Lider dedik,
ATATÜRKün resimlerine bakıyorum hepsi asık suratlı hepsi ciddi.
Lider olmak için böyle mi olmak gerekiyor, acaba ATATÜRK hiç mi
gülmemiş, hiç mi espri yapmamış? Hadi gelin Antalyaya gidelim.
Antalya yolunda mola verir kulağına bir türkü gelir Ya bu türküyü
çok sevdim bulun getirin bu türküyü söyleyeni der. küçücük bir
çoban gelir. Derki Sesin çok güzel bana da bir türkü okurmusun?.
Başlar çoban demirciler demir döver tunç olur diye. bitince
ATATÜRK dalmıştır bis bis der. Çoban böyle bakar. Oğlum der
bis der Çok beğendik tekrar okur musun?. Hiç nazlanmaz
gene aynı türküyü okumaya başlar. ATATÜRK türkü bitince cebinden
bir harçlık çıkarır uzatır. Çoban hemen alır harçlığı, kuşağına
kor, elini uzatır ATATÜRKe bis bis der. Bu espri ATATÜRKün çok
hoşuna gittiği için çok ünlü bir
sanatçımızın yetişmesi sağlanacaktır.
ATATÜRKün hayatta en hoşlanmadığı şey dalkavukluk, ama
yemek masasında hiç hoşlanmıyor. Karşısındaki adam da ATATÜRKe
sen Türklerin şahısın şususun bususun..., feci dalkavuk. Yoğurt
kasesi adamın önündeymiş diyorki Atatürk;Şu yoğurt kasesini bana
uzatır mısınız?. Adam yoğurt kasesi uzatacak, el insaf ayağa
kalkıyor, önünü ilikliyor, tam yoğurt kasesini alacak parmakları
içine giriyor. Ah... diyorlar ...adama taktı ATATÜRK, bir de
zaten sinirlenmiş durumda, bir de çok titiz bu konuda, şimdi bir
fırtına kopacak. adam perişan, ah paşam vah paşam derken Ya niye
bu kadar üzüldünüz demin yoğurt yiyecektim şimdi cacık yemiş
olurum. Evet, bu espriyle 25 yılın sonunda ATATÜRKün müthiş
espritüel olduğunu keşfettim ve yeni hazırladığım konferansımın
konusu ne biliyormusunuz? ?ESPİRİLERİYLE ATATÜRK. Bugün onu
hazırlıyorum, 6-7 ay sonra bitecek inşallah sizlerle buluşacağız.
O konferansta çok güleceğiz ama inanın çok da düşüneceğiz.
Bir gazetecide Atatürke sorar size de diktatör
diyorlar ne dersiniz. Atatürk şöyle bir bakar, Eğer ben diktatör
olsaydım hanımefendi bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı
kalamazdınız diyecektir. Peki diktatör mü Mustafa Kemal bakalım.
İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk, Ankaraya
hareket edecekler. Trene binerler kompartımana çekilirler. Ertesi
gün kompartımanı çalar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatını
yıkamaktadır Atatürk. Yaveri ya paşam bu ne hal hiç
uyumadınız herhalde niye böylesiniz? der. Ya çocuk kompartımanıma
yastıkla battaniye koymayı unutmuşunuz. Kolumu yastık yaptım
ağrıdı setremi yastık yaptım üşüdüm bende uyumadım kalktım der.
Yaveri; aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir
yastıkla battaniye getirirdik der. Ve bir ülke kurtarmaktan dönen
komutan söylüyor bunları tarihi bir cevap derki Geç farkettim
hepiniz en az benim kadar yorgundunuz. Hiçbirinize kıyamadım.
Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması. Var mı
böyle bir şey! Bu insana diktatör demeye kimin dili varabilir.
Ayaklarının altına Yunan bayrağı serildiğinde bayrak bir ulusun
onurudur diye basmayıp kaldırtan bir insanın kendi milletinin
inancını çiğneyebileceğini düşünmek ancak onuru ve şerefi olmayan
kişilerin işi olabilir diye düşünmeden de edemiyorum. Bu arada içimizde çok değerli öğretim görevlilerimiz ve
öğretmen arkadaşlarımız var. Onların için de çok özel bir anısını
anlatacağım. İstanbul Üniversitesinin açılış töreni. Çok mütevazı
bir salon, tahta iskemleler, ortaya ATATÜRKün oturması için
kırmızı renkte süslü muhteşem bir koltuk konmuş. Profesörlerle
birlikte geliyor, buyurun diyorlar. Bir koltuğa bakıyor dönüyor
profesörlere, aynen şunları söylüyor; Sizlerden öğrenecek o kadar
çok şeyim olduğuna göre bu koltuk sadece sizlere layıktır diyor.
En kıdemli profesörü o koltuğa oturtuyor ve kendisi tahta
iskemlede programı sonuna kadar izliyor. Evet yani kendince hak
etmediği hiçbir koltuğa oturmayan bir Mustafa Kemali görüyoruz
orada. Dünya lideri olmak sanıyorum bu evet . Bu arada İstanbul ve Ankara illerinden birisine ATATÜRK
adının verilmesi için bir kanun önergesi veriliyor meclise. ya
İstanbula ATATÜRK diyorduk ya Ankaraya. Bu önergeyi vereni hemen
çağırıyor ve aynen şunları söylüyor ;Bir ismin dillerde kalması
için şehrin temellerine sığınmasına gerek yoktur. Bakın bu şehrin
ismi İstanbul ama Fatih Sultan Mehmeti hemen hatırlıyoruz. Eğer
ben bir şey yapabildiysem bunu binaların tepelerine, şehrin
temellerine ismimi yazarak değil milletimin kalbine yazarak
anılmak isterim diyecek, hiçbir yere adının verilmesini kabul
etmeyecektir. Şimdi bakıyorum da hortumcunun soyguncunun hepsinin
adı bitaraflarda şey gibi yazıyor merak ediyorum nasıl oluyor bu
diye. Evet, galiba beni bıraktınız, ben 25 yıl kolay değil, beni
bırakırsanız sabaha kadar buradayız. En iyisi son
iki anı ama onu en iyi anlatan anılarla programıma son vermek
istiyorum;
İşte ilki öğrenciler evet sizin için. Bir öğrenci
anlatıyor, Mahmut SADİ. Şöyle anlatır Mahmut SADİ. Yıl 1923.
İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum sıralar. Okul duvarında
bir ilan görüyorum. Avrupaya talebe yollanacaktır. Allah Allah
diyorum, ülke yıkık dökük yıl 1923 Avrupaya talebe! Lüks gibi
gelen bir şey, ama bir şansımı denemek istedim. 150 kişi
içerisinde 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına ATATÜRK
Berlin Üniversitesine gitsin diye yazmış. Zaman geldi. Sirkeci
garındayım, ama kafam öyle karışık ki gitsem mi kalsam mı, orda
beni unutur mu bunlar, para yollarlar mı, gurbet ellerde ne
yaparım? Bir an gitmemeye karar verdim, döndüm. O sırada bir
müvezzi ismimi çağırdı Mahmut SADİ, Mahmut SADİ, bir telgrafın
var
telgrafı açtım aynen şunlar yazıyordu sizleri birer kıvılcım
olarak gönderiyorum alevler olarak geri dönmelisiniz. Var mı
böyle bir şey? 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini
hesap edebilen bir lider dünya lideri olmasın da ne olsun. Yıl
1923, biz evimizde bir çocuğumuzun huyunu değiştiremiyoruz bir
huyunu. Tüm ülkenin huyu değişiyor. Bunla uğraşan bir insan
yolladığı 11 öğrenci nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini
hissedebiliyor. Mahmut Sadi devam ediyor gel de şimdi gitme, git
de orda çalışma, dönde bu ülke için canını verme.diyor.
Evet bu gün en büyük şikayeti ne Türkiyenin Beyin
göçü. En iyi beyinlerimizi kapıp götürüyorlar ama o çocuklarımız
arkalarına baka baka gidiyorlar. Peki diyeceksiniz ki engellemek o
kadar mı zormuş Ha o gün 11 öğrenciymiş, telgrafmış. Bu gün
milyon öğrenci olsun, e-mail bilgisayar var. Yeterki şu iki
cümleyi ifade edebilecek, onların sorumluluğunu alan bir liderleri
olsun.
İşte son anım, Nehire NEHİR hanımefendiden; şöyle
anlatır O zamanlar kadınların sanatçı kimliğini yeni yeni
kazandığı dönemler. Benim tiyatroda çömezlik dönemim. Muhsin
ERTUÄžRUL Darül Bedaiye baş yönetmen olarak atanmış. Çok titiz bir
insan. Provadan oyuna her şey saat titizliği ile işliyor, perde
bir saniye bile geç açılmıyordu. Provaya geç kalan oyuncu derhal
oyundan uzaklaştırılıyordu. Eee tahmin edersiniz ki bu durumda
Muhsin Ertuğrul?unda düşmanı çoktu. Bir gece Dolmabahçeden
ATATÜRKün Şehir Tiyatrolarına geleceği haber verildi. Ben de
karşılamak için hazırdım. Fakat Paşa gecikti. Muhsin Ertuğrul
kendisini beklemeden perdeyi saniyesi saniyesine açıp oyunu
başlattı.
ATATÜRK 4 dakika geç kalmıştı. Etraftaki dalkavuklar ATATÜRK
geldiğinde Muhsin ERTUÄžRULun onu beklemeden perdeyi açtığını
ellerini ovuştura ovuştura anlattılar ATATÜRK Yaaa öyle mi Muhsin
Ertuğrulla Görüşürüz dedi. Herkes Muhsin ERTUÄžRULun işinin
bittiğine inanıyor, ben müdür olacağım sen müdür olacaksın
kavgaları bile başlamıştı. ATATÜRK piyesin bitiminde Muhsin
ERTUÄžRULu ayakta karşıladı. Deminkileri de yanına çağırarak aynen
şunları söyledi. Sizi tebrik ederim işinizle ilgili ciddiyetiniz
ülkenin gelişimini cidiye aldığınızı gösterir biz geç kaldık siz
vazifenizi yaptınız eğer bir tek benim için perdeyi açmayıp oyunu
başlatmasaydınız bu dalkavukluktan ileri gitmez ve beni çok üzerdi
ben herkesin her sahada işini bu kadar ciddiye almasını istiyorum
ülke ancak böyle ilerler efendiler demez mi. Etraftakilerin
suratları görülmeye değerdi o sırada. Ama işte liderlik
diyorum. Şimdi bir an günümüze geliyorum, hadi bakalım baba iseniz
başlatın programı gelmeden. Mümkün mü! Ondan sonra artık beğenin
haritadan bir yer, evet ki bu insan bir ülkenin en büyük lideri
değil asrın lideri olan bir insan bunu yapıyor.
Evet ATATÜRK ve onunla el ele verenler sayesinde üç
tarafı deniz yerin üstünü anlatayım mı? Lütfen pazara gidelim.
Yabancı ülkelere gittim. Portakalı taneyle jelatinlere sarıyorlar,
kıymetli madde, karpuzu dilimle yiyorlar, biz kelek çıktı mı
atıyoruz, bir tane daha açıyoruz var mı böyle bir nimet. Lütfen
pazara gidelim, yeşilin her tonu; geçen bir yabancı konuğum var;
pazardan geçmek zorunda kaldık dedi ki bana Türklerin özel bir
günü herhalde bu gün?. Neden? dedim Eee baktı kadın naylon torba
naylon torba yok öyle bir dava, böyle bir nimet nerde, hangi
ülkede. Bir tane
salatalık, bir tane domates, biz kilolarla. Ve bana ne dedi
biliyor musunuz? Yahu ülkeme dönünce ne isteyeceğim biliyor
musun?. Ne? dedim. Türkiyeyi isterim de isterim diye
tutturacağım dedi. Bir espriydi ama bir gerçek payı da olduğu su
götürmez.
Peki yerin altına geçelim. Krom, brom , toryum, bor.
Tamam güzel ama petrolün zekasına hayranım. Neden mi? Burda
çıkıyor, burda çıkıyor, burda çıkıyor ama Türkiyenin sınırını
ezberletmişler petrole, bir kilometre girmiyor içeri. Var mı böyle
bir petrol, yani altımız petrol dolu aslında. Hadi petrolü de
geçelim, uzaydan çekilen fotoğraflara göre bugün petrolden bir
derece zengin maden var, uranyum. Bu gün dünyadaki, Türkiyede
değil dünyadaki eni iyi uranyum rezervi bizim Karadeniz dağlarında
arzı endam ediyormuş. Hoş o bize bakıyor biz ona bakıyoruz ama
Türkiyenin
dış borcunun 19 katı değeri olduğu tespit edilmiş uzaydan çekilen
fotoğraflara göre.
Yabancı ülkelere gittiğimde ufacık bir tarihi vesika
buluyorlar, üç kere etrafını çeviriyorlar, birde bol para
ödüyorsunuz, böööyle bakıyorsunuz. 15 ayrı medeniyeti barındıran
10000 yıllık bir tarih var altımızda.
Romanya devlet bütçesinin üçte birini nasıl
kalkındırıyor? Suni termal tesis yapmış adamlar düşünebiliyor
musunuz suni. Erzuruma gittim kaynıyor, Kozaklıya gittim
kaynıyor, Bursaya gittim kaynıyor, İzmir kaynıyor. Sadece bizim
sıcak su kaplıcamız. Hakikisi var çünkü elimizde.
Geçen gün Isparta Süleyman Demirel üniversitesi beni
davet etti rektörlük, oraya gittim. Beni Davraz
diye bir kayak merkezine götürdüler. Kayak merkezinde kayakla
kayıyordu herkes Davrazta. Birbuçuk saat sonra, Antalya Akdeniz
üniversitesinde vereceğim konferans için Antalyaya indim. Millet
denizde yüzüyordu. Var mı böyle bir ülke söyleyin bana. Birbuçuk
saatlik mesafede. Bursa, Uludağa gidiyorsunuz kayak kayıyorlar,
20 dakikada Mudanyaya gidiyorsunuz denize giriyorlar. Hakikaten
yok böyle bir ülke. Dünya yuvarlağını çevirin hepsinin bir araya
geldiği bir ülke söyleyin bana, ben bulamadım. Ya güneşi var ya
karı var ya denizi var ya dağı var birinden biri mutlaka.
Peki bu kadar özel ve güzel bir ülke bizim elimizdeyken
başımız dertten kurtulur mu? Asla. Düşmanımız dünden daha az
değil, dünden daha çok. Bütün ülkelerin gözü bizim ülkemizde.
Nasıl olmasın ki! Galiba bir tek bizim gözümüz yok şu ülkede. Bu gün bunun için parçalama ve bölme girişimlerini yüz
yıllardır uyguluyorlar. Bir ara siyasi girdiler, sağ-sol diye
böldüler, kapışın d