03-19-2007, Saat: 04:56 PM
Ya bu kuyu çok derin, ya ellerim çok kısa?!
Kalbim uruç etse de dokunsam şu yıldıza..."
Uzun zamandır yazılmamış bir akşamın karanlığa meyleden yarasından sesleniyorum zamana... Hayallerini kırpa kırpa koşan bir çocuğun yaşam gayesini idrak edememesinin yalnızlığında utanıyorum kendimden... Acizliğin kanadında, kudret eline uzanmayı ne kadar niyet ettiysen de olmadı aşk adına bir söylence... Ve dolmadı kalbime huzurun sükûnu...
Ey usanışların ahdine, geceye uzanışlığın peltekliği aksetmiş terennüm... Ağlama ki, bir deme yasansın sırrın... Ağlama ki güzellik gelipte açtığı vakit ve açıldığı zaman aşkın perdesi ve hüzünlerin kalbi kızardığında şaire nispet senin de bir avuç yaşın olsun ağlanacak... Ve çağlanacak bir hayal olsun kurduğun ilahi rızanın patikasında...
Biliyorum, yinedir ki dağlanan gecelerde kaldı aklın ey yar!
Aklın ve kalbin, bir türlü izah edemediği güzelliğin çalışının yabancılığında takıldı da kaldı... bir adım ötesi ya kuyunun kalbi, ötesi bir adım tufanlar, geçilmez ya vadiler yalın yürek olmadan, hayallerin sandalında saraya düşülmez ya kavi bir kap olmadan, işte bu yüzden, sırf bu yüzden unutulmuş bir türkünün en hüzün baz notasında takıldı da kaldı aklın...
Ben biliyorum aynalardan kan izi damladığından beridir yüreğine ve bakışlarına, anlatamadığın bir aşkın ayak sesleri oldu dolaşan gece pencerelerinde... Bil ki ey yüreğinde zamanın güzelliği anılan yâr, karanlığın kalbine gömülmemiş ve hiç koklanmamış bir tek gül bıraktım şiir vezninde... Manasında; ilahi rızanın tecellisinin değmesine arzulu bir ahenk mahfuz... Ve eğer değerse hayata tatlı bir visal, umulsun ki yeniden yazılır yaşamak... Kalbinde ölüm korkusu olmadan uçurta uçuran badem gözlü çocuk adına...
Yine bilgimdedir ki cehaletin onulmaz yarasında yorulmuştur kelimeler susmaktan... Yani kırışmış bir gecenin alnındaki bezginlik gibi, yalnızlığın elinden tutar da gezer aşk... Aslında malumdur, anlamam ki çiğnene çiğnene yürünür güllerin üstünde... Ve yine de kilitlenmişse ruhum gecenin yatsı sessizliğinde, herkes durmuştur da benim durgunluğum harekete geçmiştir... Benim anlamamam dağılmıştır ki insanların anlayışları kuruluşundan devriktir sevgisizliğin nasır tutmuş yanında... Kanarım ki yangınlarım olur hayat...
Üç satırlık bir paragrafsa şeklin bezginliğini ağlatan, duygusal bir rüzgâr girer rüyalarıma... Muttasıl bir yalnızlığın nasıl olurda anlaşılmazsa tevili, korkarım ki öyle hayra yormak zordur düşleri... Çünkü diye ekler bir bilge kalbimi kanata kanata... Çünkü der zindanı çek düşüne de öyle uyu... Kuyudan içmedikçe ilahi suyu, aynada göremezsin ilahi güzelliği... Devam eder kalbin kanarken... Çölleri sar kalbine de öyle yaslan aşka... İncinmesin mecnun diye dualarına insanların gözlerinde olması için güzelliğe dair ışıltıyı...
Ey sürgünlerin sürgününde, yalnızlığın yalnızlığını yaşayan gezgin!
Zamanın avlusunda bir güvercin gibi titrerse kalbin, Allah ı ve aşkı an da öyle uyu!
Yâr gözlü bir yıldızın diline ver kalbini de öyle ağla!
Kitapların ve kalemlerin ve kelimelerin derununa yazılmıştır hüküm! Okuyan için aşka dair nice sır vardır yazılmamış satırlarda! Sen iyi bilirsin ey gezgin; hayatın kundağında büyür aşk! Ağlasa da gülse de masumdur kalbine kadar! Güzelliğe meftun olsun diye çiz mısra-ı bercestenin altını aşk şiirinin! Ve oku vezninden sükûtunu özlemin ki kırılmasın hasretin...
Ey yorgunluğun yorgununda, cesaretin cesaretini alkışlayan bezgin!
Bilirim bezginliğin niyedir! Bilirim yarar kalbini geceye saplanan bıçak!
Sözüm olsun ki, doğarsa güneş kalbimizden hayata, sana dair güzel satırlar seçeceğim henüz yazılmamış bir şiirden... Henüz okunmamış bir öyküden güzelliği süreceğim yüreğine kına diye...
Ey kalbimin kalbinde, aşkın aşkı inleyen vuslat!
Sabrın kadehinde içmek diye sürüne geldim kapına! Yüreğimde geceyi süsleyen bir duvak... Kalbimde yâr özlemli rüzgârların kanatlarıyla durulmuş bir hasret... Ve sevda iliklerimde zaman gibi dolaşmakta... Ve dua vakitlerinde hayatın, titrerse gözyaşlarım bilinsin ki bu yangın yeri hüznünden demlenmiştir! Mutlak bir güzelliğe doğru erirken de şakaklarımda bırakır yorgunluğun izlerini... Anlarım ki güzel bir yangını tatmak kalbinden, anlatılmayan bir derdin yaprağında solmaktır... Ve kanarsa güllerin yaprağı aşk aşk sezilsin ki güneşin doğuşuna az kalmıştır seherden...
Sabır ey gönlüm sabır!
Cennet gözlü bir kuşun kanatlarına sar aşkı da öyle uçur!
Güneşe değerse hayatın zindanları,
Hayatı kalbinden güzele yora bir âşık!
Sonra da yüreğe sultan olur...
Sırtında masumluğun öyküsü...
Şimdi gece: karanlık... Sonrası gün-güneş: aydınlık...
Sabır ey gönlüm sabır...
Cennet gözlü bir kuşun kanatlarına sar aşkı da öyle uçur...
Kalbim uruç etse de dokunsam şu yıldıza..."
Uzun zamandır yazılmamış bir akşamın karanlığa meyleden yarasından sesleniyorum zamana... Hayallerini kırpa kırpa koşan bir çocuğun yaşam gayesini idrak edememesinin yalnızlığında utanıyorum kendimden... Acizliğin kanadında, kudret eline uzanmayı ne kadar niyet ettiysen de olmadı aşk adına bir söylence... Ve dolmadı kalbime huzurun sükûnu...
Ey usanışların ahdine, geceye uzanışlığın peltekliği aksetmiş terennüm... Ağlama ki, bir deme yasansın sırrın... Ağlama ki güzellik gelipte açtığı vakit ve açıldığı zaman aşkın perdesi ve hüzünlerin kalbi kızardığında şaire nispet senin de bir avuç yaşın olsun ağlanacak... Ve çağlanacak bir hayal olsun kurduğun ilahi rızanın patikasında...
Biliyorum, yinedir ki dağlanan gecelerde kaldı aklın ey yar!
Aklın ve kalbin, bir türlü izah edemediği güzelliğin çalışının yabancılığında takıldı da kaldı... bir adım ötesi ya kuyunun kalbi, ötesi bir adım tufanlar, geçilmez ya vadiler yalın yürek olmadan, hayallerin sandalında saraya düşülmez ya kavi bir kap olmadan, işte bu yüzden, sırf bu yüzden unutulmuş bir türkünün en hüzün baz notasında takıldı da kaldı aklın...
Ben biliyorum aynalardan kan izi damladığından beridir yüreğine ve bakışlarına, anlatamadığın bir aşkın ayak sesleri oldu dolaşan gece pencerelerinde... Bil ki ey yüreğinde zamanın güzelliği anılan yâr, karanlığın kalbine gömülmemiş ve hiç koklanmamış bir tek gül bıraktım şiir vezninde... Manasında; ilahi rızanın tecellisinin değmesine arzulu bir ahenk mahfuz... Ve eğer değerse hayata tatlı bir visal, umulsun ki yeniden yazılır yaşamak... Kalbinde ölüm korkusu olmadan uçurta uçuran badem gözlü çocuk adına...
Yine bilgimdedir ki cehaletin onulmaz yarasında yorulmuştur kelimeler susmaktan... Yani kırışmış bir gecenin alnındaki bezginlik gibi, yalnızlığın elinden tutar da gezer aşk... Aslında malumdur, anlamam ki çiğnene çiğnene yürünür güllerin üstünde... Ve yine de kilitlenmişse ruhum gecenin yatsı sessizliğinde, herkes durmuştur da benim durgunluğum harekete geçmiştir... Benim anlamamam dağılmıştır ki insanların anlayışları kuruluşundan devriktir sevgisizliğin nasır tutmuş yanında... Kanarım ki yangınlarım olur hayat...
Üç satırlık bir paragrafsa şeklin bezginliğini ağlatan, duygusal bir rüzgâr girer rüyalarıma... Muttasıl bir yalnızlığın nasıl olurda anlaşılmazsa tevili, korkarım ki öyle hayra yormak zordur düşleri... Çünkü diye ekler bir bilge kalbimi kanata kanata... Çünkü der zindanı çek düşüne de öyle uyu... Kuyudan içmedikçe ilahi suyu, aynada göremezsin ilahi güzelliği... Devam eder kalbin kanarken... Çölleri sar kalbine de öyle yaslan aşka... İncinmesin mecnun diye dualarına insanların gözlerinde olması için güzelliğe dair ışıltıyı...
Ey sürgünlerin sürgününde, yalnızlığın yalnızlığını yaşayan gezgin!
Zamanın avlusunda bir güvercin gibi titrerse kalbin, Allah ı ve aşkı an da öyle uyu!
Yâr gözlü bir yıldızın diline ver kalbini de öyle ağla!
Kitapların ve kalemlerin ve kelimelerin derununa yazılmıştır hüküm! Okuyan için aşka dair nice sır vardır yazılmamış satırlarda! Sen iyi bilirsin ey gezgin; hayatın kundağında büyür aşk! Ağlasa da gülse de masumdur kalbine kadar! Güzelliğe meftun olsun diye çiz mısra-ı bercestenin altını aşk şiirinin! Ve oku vezninden sükûtunu özlemin ki kırılmasın hasretin...
Ey yorgunluğun yorgununda, cesaretin cesaretini alkışlayan bezgin!
Bilirim bezginliğin niyedir! Bilirim yarar kalbini geceye saplanan bıçak!
Sözüm olsun ki, doğarsa güneş kalbimizden hayata, sana dair güzel satırlar seçeceğim henüz yazılmamış bir şiirden... Henüz okunmamış bir öyküden güzelliği süreceğim yüreğine kına diye...
Ey kalbimin kalbinde, aşkın aşkı inleyen vuslat!
Sabrın kadehinde içmek diye sürüne geldim kapına! Yüreğimde geceyi süsleyen bir duvak... Kalbimde yâr özlemli rüzgârların kanatlarıyla durulmuş bir hasret... Ve sevda iliklerimde zaman gibi dolaşmakta... Ve dua vakitlerinde hayatın, titrerse gözyaşlarım bilinsin ki bu yangın yeri hüznünden demlenmiştir! Mutlak bir güzelliğe doğru erirken de şakaklarımda bırakır yorgunluğun izlerini... Anlarım ki güzel bir yangını tatmak kalbinden, anlatılmayan bir derdin yaprağında solmaktır... Ve kanarsa güllerin yaprağı aşk aşk sezilsin ki güneşin doğuşuna az kalmıştır seherden...
Sabır ey gönlüm sabır!
Cennet gözlü bir kuşun kanatlarına sar aşkı da öyle uçur!
Güneşe değerse hayatın zindanları,
Hayatı kalbinden güzele yora bir âşık!
Sonra da yüreğe sultan olur...
Sırtında masumluğun öyküsü...
Şimdi gece: karanlık... Sonrası gün-güneş: aydınlık...
Sabır ey gönlüm sabır...
Cennet gözlü bir kuşun kanatlarına sar aşkı da öyle uçur...