03-19-2007, Saat: 10:06 PM
“Şiirin yerini düzyazı aldı
Şiirden geriye acep ne kaldı”
Gerçek şiir ne bir düzyazıdır ne de kelimelerin hafızamızdan kalemimize öylesine yansımasıdır. Şiir yazmak bu kadar kolay bir iş olsaydı; herkes şair olurdu.
Peki nedir o zaman şiir? Nasıl ve niye yazılır? İncelikleri nelerdir? Şair olmak neden çok zordur?
İlk önce şunu bilmek lazım; şiir mefhûmunun her gönülde farklı bir yere, manaya ve tarife sahip olması şiirin doğasından kaynaklanır; çünkü şiir, bir bilim dalı değil, sanat dalıdır.
Herkesin estetiği, zevki ve kabulü birbirini tutmaz. Şiirin tezahüründe rol oynayan en önemli faktör duygudur. Ne karşısında duygulanırsak duygulanalım, işte bu şiirin başlangıç halidir; adına da ilham denir. Kanaatimce ilhamın şiirle yüzde olarak ilgisi ancak yüzde ondur; ilham sadece şiire başlamamıza yardımcı olur. Şiirin başlangıç haliyle bitişi arasındaki yüzde doksanlık kısım ise düzeltmelerle, arayışlarla ve sabırla şiirin tekamül edeceği ya da demleneceği andır ki, şiiri şiir yapan da budur. İlhamdan sonra şiirin bitiş aşamasını belirleyen, şairin bilgi, birikim ve kültürüyle beraber şiire bakış açısıdır.
Şiir, kelimelerle oynanan bir ses oyunudur. Peki, kulağımıza ses olarak güzel gelen mısralardaki ses güzelliğini sağlayan nedir? Bunu, şu iki mısradaki ses güzelliğini açıklayarak anlatayım:
“Bir büyük boşlukta bozuldu büyü” ( C. Sıtkı Tarancı)
“Bilinmeyen gemilerden biriyle gel be güzel” ( M. N. Parmaksız)
Birinci mısrada, her kelimenin ilk harfinin “b” ile başlaması ve “u” ile “ü” seslerinin mısra içersinde çokça kullanımı, şiiri ses olarak desteklemiştir. İkinci mısrada ise, ilk kelimenin “b” ile sonraki kelimenin “g” ile başlaması ve bu düzenin diğer kelimelerde de devamı ile mısra içindeki bütün ünlü seslerin ince seslilerden kurulması bir ses güzelliği oluşturmuştur. Şimdi soruyorum size, bunlar tesadüfen mi yoksa bilinçli bir gayret ve azmin neticesinde ortaya çıkan mısralardır? Ben söyleyeyim: Muvaffakiyeti tesadüflere bağlayanlar her zaman kaybetmeye mahkumdurlar.
Şiiri zor bir sanat dalı olarak kabul etmeyenlerin ve şiiri ciddi bir iş olarak görmeyenlerin yazdıkları, uyuyan bir insanın sayıklamalarına benzer. Aslolan, yapılan iş ne olursa olsun, ortaya konulanın bilinçli olarak üretilmesidir. Şiirde önemli olan söylenen değil, söylenenin nasıl söylendiğidir. Yazmayı ve konuşmayı bilen herkes isterse şiir yazabilir ya da kendi çapında bir şeyler söyleyebilir; ama yazdıkları gerçekten şiir olur mu? Söylenilenin bir formu, bir derinliği ve etkileyiciliği yoksa ona şiir denmez. Çağımızda sanat adına çıkan dergilere baktığımız zaman, şiiri bir deşarj olma hali sayan insanlarla; aslında şiir yazmaya çalışan ama bilgi ve kültür eksikliğinden dolayı, şiiri düzyazıya yaklaştıran insanları dergi sayfalarında görmemiz, şiire gönül bağlayan insanların şiiri ne kadar anladığının göstergesidir. Şiirde aslolan sanattır; didaktik tarzda oluşturulacak şiirlerde bile bu kural değişmez.
“ Söz az ve öz gerektirir vesselâm” diyen Mevlâna, haklıdır. Şiiri meydana getiren en küçük birim mısradır; ama küçüklüğüne bakmayın, iyi bir şairin elinde bir mısra hem ses hem de mana itibariyle içine bir dünya sığdırılacak büyüklüğe erişebilir. Şiirde söylenilenler ile şekil arasında bir uygunluk olması lazımdır. Şair, şiirinde kullanacağı şekli seçme serbestliğine sahip olsa da, gerçekten şair olanlar hangi formun hangi şiirde daha güzel bir estetik meydana getireceğini bilenlerdir. Beyitlerle yazılması gereken bir şiiri, dörtlüklerle yazarsak ya da serbest tarzda kurulması gereken bir şiiri tutarda aruzla yazarsak hem söyleyeceklerimizin büyüsü bozulur, hem de mana yönünden şiiri zayıflatmış oluruz. Şiirde kullanacağımız şeklin doğruluğunu sezebilmek için, şiirin doğasını, değişik şiir örneklerini okuyarak öğrenmeli, her devirde okunan şiirlerin nasıl kurulduğu üzerinde düşünmeli ve ilhamla yakaladığımız şiir üzerinde mutlaka çalışmalı; ses oyunlarını şiirde manayı bozmayacak düzeyde kullanmalı, kafiye ve söylemdeki orjinalliğimizi şair olmak için gerekli olan, geniş bir kültürle desteklemeliyiz.
Bülbülün sesi güzeldir fakat bu sesi birkaç saniyeliğine değil de, devamlı olarak uzun bir süre duyarsak, bu ses, bütün güzelliğini kaybeder; insana da zamanla bıkkınlık verir. Dilin bütün incelikleri ile tanınması şair için en elzem olandır. Dilini tanımayan ve kelime hazinesi düşük olan şairler, gelenek içersinde tekrara düşerler. İyi bir şair, şiirin ne için yazılacağını, hangi metodlarla ve düzenle, hangi ritimle, hangi kafiyelerle ve hangi uzunlukta olacağını iyi hesap edebilendir.
İnsan olarak dünyada dikkatimizi çeken öğelerin başında tabiat gelir. Aslında sanatkâr bir anlamda tabiatın taklitçisi gibidir. Doğayı hem ses hem de objeleri ile taklit ederiz. Müşahade yeteneği olmadan şair doğayı çözemez ve onu kullanamaz. Şiirde ilhama yol açan ve kullanılan sadece doğa değildir. Yaşadıklarımız, gördüklerimiz ve hissettiklerimiz de şiire katkı sağlar; ama yazdıklarımızı şiir haline sokan, bunları anlatırken kullandığımız teknikler, kelimeler arasında oluşturduğumuz oyunlar ve edebi dile hakimiyetimizdir.
Şiirdeki öğeleri önem durumuna göre sıralarsak, ilk sırayı “ses”, ikinci sırayı “mana” alır. İkisinin uygun bir form içinde bir araya gelişi şiirde, güzel nağmeler ve derin bir anlam oluşmasını sağlar. Manası güzel olan bir şiirin sesi de güzel olmalıdır. Yalnız, bu sesin varolan ses oyunlarından hangisiyle yakalanacağı veya hangi kelimeler yan yana gelirse, hem ses hem de mana olarak oluşan güzelliğin, insanın hem zeka, hem de ruhuna nasıl hitap edeceğinin bilinen bir kuralı yoktur. İşte bunu bulanlar,dilimizden şiirlerini düşürmediğimiz ve hafızamızda yer etmiş gerçek şairlerdir. Teknikleri bilmeden, kültürümüzü hem evrensel hem de milli boyutta geliştirmeden, gerçek şiiri bulmamız tatlı bir hülyadan başka bir şey değildir.
Şiiri, kelimelerden mürekkep bir ses oyunu haline koyan güç onun musiki ile benzerliğinden kaynaklanır. Müzikte nota neyse, şiirde de hece odur. Hecelerin belli bir düzen içinde tekrarı, musikideki melodiye tekabül eder. Fakat şiir, sadece duyulmak için vucûd bulmaz; çünkü mana şiirdeki olmazsa olmazlardan birisidir. Yalnız, şiirde mana sadece şairin anlatmak istediği değildir. Şair, şiiri belli bir olay, belli bir felsefi düşünce ya da etkilenme ile yazmış olsa da, o şiiri okuyan kadar yeni mana ve şiir vardır. Şiir okuyucu ile buluştuğu andan itibaren ses olarak değil ama olarak okuyucu tarafından yeniden yazılır. Nice şiirler bilirim ki, hikayesini öğrendiğim hatta şairini tanıdığım zaman, şiir ve şair hakkında düşündüklerim yıkıma uğramıştır.
Şiirin ortaya çıkışı bir vecd hâlidir. Bu hâlin belli bir zamanı-özellikle gece- belli bir saati yoktur. Yaşadıklarımızın, hissettiklerimizin, hafızamızda biriken görüntü ya da şekillerin, bilinçaltından ya da gönülden dışa vurumu, kişinin psikolojisiyle ilgili olduğu kadar, bir sara nöbeti gibi ne zaman ortaya çıkacağı belli olmayan bir haldir. A.Haşim`in şiirlerini güneşin batışına yakın saatlerde ve hep bir su kenarında yazdığı görüşü tamamiyle olmasa da bir safsatadır. Acaba Haşim şiir yazmak için hep güneşin batış anını mı beklemiştir? Bu anı yakalasa bile, su kenarında olmadığı anlar da şiir yazmamış mıdır? Hayır, asıl mesele, her şairi çeken bir ortamın oluşu ve şiirin tamamiyle ilhamdan oluşmadığı ile bağlantılıdır. Gerçi bu görüş şairden şaire değişse de, mesele şiirin uzun bir çalışma sonucunda hatta teşbihte hata olmaz, bir kadının doğum anında çektiği acıyla eş değer bir zorlukla ortaya çıkmasında yatar. Akşam saatinde şiire başlayan Haşim, acaba şiirini ne zaman bitirmiştir.
Şiirde anlatılanların bizi kendine çekmesi manadan daha çok ses güzelliği ile açıklanabilir. Kafiye sistemi, bu ses güzelliğini sağlayan öğelerden sadece biridir. Tatlı içinde şekerin önemi neyse, şiirde de ses güzelliğini sağlayan ses unsurları (Asonans,Aliterasyon, Redif, Mısra tekrarı...vs.) aynı öneme haizdir. Şairler, şiirlerinde kullanacakları formu kendileri belirler; ancak şiirde formu seçebilmek için, Türk şiirinde varolan tüm formları( Hece,Aruz, Serbest) en iyi şekilde tanımak lazımdır. Bunları bilmeden hangi formu kullanacağımızı ayırt edemeyiz;o zamanda, günümüzdeki müteşÃ¢irlerin yaptığı gibi, en kolay sanılan ama en zor şekil olan serbest tarzı benimseriz. Serbest şiirin zorluğu kafiye ve ritim oluşturacak bilindik öğelerden yoksun olmasıdır; fakat bu bir handikap değildir. Serbest şiir yazan şairler bahsettiğim ses unsurlarını ve hece ile aruzda bulunan bazı özellikleri şiirleri içine başarı ile koyamazlarsa, yazdıkları şiirlerin düzyazıya yaklaşması söz konusudur. Serbest şiirin en sevilen şairi olan O. Veli`nin, hece ve aruzu çok iyi bildiği, hatta bu şekillerin bazı özelliklerini şiirleri içine gizlediği müteşÃ¢irler tarafından bilinmese de gerçek şairler tarafından bilinir. Serbest tarzda, gereğinden uzun şekilde kurulan şiirlerin düzyazıya yaklaştığı bir vakıadır. O. Veli`nin yazdığı şiirlerin çoğunun kısa oluşu ise dikkate şayandır.
Şiir, zor olduğu kadar, dinleyenin ruhunu başka bir âleme götürecek kadar kuvvetli bir sanat dalıdır. Gerçek şairlerin arzuladığı tek şey,çok şiir yazmak değil, hafızalarda yer edebilecek birkaç şiir yazabilmektir. "
Şiirden geriye acep ne kaldı”
Gerçek şiir ne bir düzyazıdır ne de kelimelerin hafızamızdan kalemimize öylesine yansımasıdır. Şiir yazmak bu kadar kolay bir iş olsaydı; herkes şair olurdu.
Peki nedir o zaman şiir? Nasıl ve niye yazılır? İncelikleri nelerdir? Şair olmak neden çok zordur?
İlk önce şunu bilmek lazım; şiir mefhûmunun her gönülde farklı bir yere, manaya ve tarife sahip olması şiirin doğasından kaynaklanır; çünkü şiir, bir bilim dalı değil, sanat dalıdır.
Herkesin estetiği, zevki ve kabulü birbirini tutmaz. Şiirin tezahüründe rol oynayan en önemli faktör duygudur. Ne karşısında duygulanırsak duygulanalım, işte bu şiirin başlangıç halidir; adına da ilham denir. Kanaatimce ilhamın şiirle yüzde olarak ilgisi ancak yüzde ondur; ilham sadece şiire başlamamıza yardımcı olur. Şiirin başlangıç haliyle bitişi arasındaki yüzde doksanlık kısım ise düzeltmelerle, arayışlarla ve sabırla şiirin tekamül edeceği ya da demleneceği andır ki, şiiri şiir yapan da budur. İlhamdan sonra şiirin bitiş aşamasını belirleyen, şairin bilgi, birikim ve kültürüyle beraber şiire bakış açısıdır.
Şiir, kelimelerle oynanan bir ses oyunudur. Peki, kulağımıza ses olarak güzel gelen mısralardaki ses güzelliğini sağlayan nedir? Bunu, şu iki mısradaki ses güzelliğini açıklayarak anlatayım:
“Bir büyük boşlukta bozuldu büyü” ( C. Sıtkı Tarancı)
“Bilinmeyen gemilerden biriyle gel be güzel” ( M. N. Parmaksız)
Birinci mısrada, her kelimenin ilk harfinin “b” ile başlaması ve “u” ile “ü” seslerinin mısra içersinde çokça kullanımı, şiiri ses olarak desteklemiştir. İkinci mısrada ise, ilk kelimenin “b” ile sonraki kelimenin “g” ile başlaması ve bu düzenin diğer kelimelerde de devamı ile mısra içindeki bütün ünlü seslerin ince seslilerden kurulması bir ses güzelliği oluşturmuştur. Şimdi soruyorum size, bunlar tesadüfen mi yoksa bilinçli bir gayret ve azmin neticesinde ortaya çıkan mısralardır? Ben söyleyeyim: Muvaffakiyeti tesadüflere bağlayanlar her zaman kaybetmeye mahkumdurlar.
Şiiri zor bir sanat dalı olarak kabul etmeyenlerin ve şiiri ciddi bir iş olarak görmeyenlerin yazdıkları, uyuyan bir insanın sayıklamalarına benzer. Aslolan, yapılan iş ne olursa olsun, ortaya konulanın bilinçli olarak üretilmesidir. Şiirde önemli olan söylenen değil, söylenenin nasıl söylendiğidir. Yazmayı ve konuşmayı bilen herkes isterse şiir yazabilir ya da kendi çapında bir şeyler söyleyebilir; ama yazdıkları gerçekten şiir olur mu? Söylenilenin bir formu, bir derinliği ve etkileyiciliği yoksa ona şiir denmez. Çağımızda sanat adına çıkan dergilere baktığımız zaman, şiiri bir deşarj olma hali sayan insanlarla; aslında şiir yazmaya çalışan ama bilgi ve kültür eksikliğinden dolayı, şiiri düzyazıya yaklaştıran insanları dergi sayfalarında görmemiz, şiire gönül bağlayan insanların şiiri ne kadar anladığının göstergesidir. Şiirde aslolan sanattır; didaktik tarzda oluşturulacak şiirlerde bile bu kural değişmez.
“ Söz az ve öz gerektirir vesselâm” diyen Mevlâna, haklıdır. Şiiri meydana getiren en küçük birim mısradır; ama küçüklüğüne bakmayın, iyi bir şairin elinde bir mısra hem ses hem de mana itibariyle içine bir dünya sığdırılacak büyüklüğe erişebilir. Şiirde söylenilenler ile şekil arasında bir uygunluk olması lazımdır. Şair, şiirinde kullanacağı şekli seçme serbestliğine sahip olsa da, gerçekten şair olanlar hangi formun hangi şiirde daha güzel bir estetik meydana getireceğini bilenlerdir. Beyitlerle yazılması gereken bir şiiri, dörtlüklerle yazarsak ya da serbest tarzda kurulması gereken bir şiiri tutarda aruzla yazarsak hem söyleyeceklerimizin büyüsü bozulur, hem de mana yönünden şiiri zayıflatmış oluruz. Şiirde kullanacağımız şeklin doğruluğunu sezebilmek için, şiirin doğasını, değişik şiir örneklerini okuyarak öğrenmeli, her devirde okunan şiirlerin nasıl kurulduğu üzerinde düşünmeli ve ilhamla yakaladığımız şiir üzerinde mutlaka çalışmalı; ses oyunlarını şiirde manayı bozmayacak düzeyde kullanmalı, kafiye ve söylemdeki orjinalliğimizi şair olmak için gerekli olan, geniş bir kültürle desteklemeliyiz.
Bülbülün sesi güzeldir fakat bu sesi birkaç saniyeliğine değil de, devamlı olarak uzun bir süre duyarsak, bu ses, bütün güzelliğini kaybeder; insana da zamanla bıkkınlık verir. Dilin bütün incelikleri ile tanınması şair için en elzem olandır. Dilini tanımayan ve kelime hazinesi düşük olan şairler, gelenek içersinde tekrara düşerler. İyi bir şair, şiirin ne için yazılacağını, hangi metodlarla ve düzenle, hangi ritimle, hangi kafiyelerle ve hangi uzunlukta olacağını iyi hesap edebilendir.
İnsan olarak dünyada dikkatimizi çeken öğelerin başında tabiat gelir. Aslında sanatkâr bir anlamda tabiatın taklitçisi gibidir. Doğayı hem ses hem de objeleri ile taklit ederiz. Müşahade yeteneği olmadan şair doğayı çözemez ve onu kullanamaz. Şiirde ilhama yol açan ve kullanılan sadece doğa değildir. Yaşadıklarımız, gördüklerimiz ve hissettiklerimiz de şiire katkı sağlar; ama yazdıklarımızı şiir haline sokan, bunları anlatırken kullandığımız teknikler, kelimeler arasında oluşturduğumuz oyunlar ve edebi dile hakimiyetimizdir.
Şiirdeki öğeleri önem durumuna göre sıralarsak, ilk sırayı “ses”, ikinci sırayı “mana” alır. İkisinin uygun bir form içinde bir araya gelişi şiirde, güzel nağmeler ve derin bir anlam oluşmasını sağlar. Manası güzel olan bir şiirin sesi de güzel olmalıdır. Yalnız, bu sesin varolan ses oyunlarından hangisiyle yakalanacağı veya hangi kelimeler yan yana gelirse, hem ses hem de mana olarak oluşan güzelliğin, insanın hem zeka, hem de ruhuna nasıl hitap edeceğinin bilinen bir kuralı yoktur. İşte bunu bulanlar,dilimizden şiirlerini düşürmediğimiz ve hafızamızda yer etmiş gerçek şairlerdir. Teknikleri bilmeden, kültürümüzü hem evrensel hem de milli boyutta geliştirmeden, gerçek şiiri bulmamız tatlı bir hülyadan başka bir şey değildir.
Şiiri, kelimelerden mürekkep bir ses oyunu haline koyan güç onun musiki ile benzerliğinden kaynaklanır. Müzikte nota neyse, şiirde de hece odur. Hecelerin belli bir düzen içinde tekrarı, musikideki melodiye tekabül eder. Fakat şiir, sadece duyulmak için vucûd bulmaz; çünkü mana şiirdeki olmazsa olmazlardan birisidir. Yalnız, şiirde mana sadece şairin anlatmak istediği değildir. Şair, şiiri belli bir olay, belli bir felsefi düşünce ya da etkilenme ile yazmış olsa da, o şiiri okuyan kadar yeni mana ve şiir vardır. Şiir okuyucu ile buluştuğu andan itibaren ses olarak değil ama olarak okuyucu tarafından yeniden yazılır. Nice şiirler bilirim ki, hikayesini öğrendiğim hatta şairini tanıdığım zaman, şiir ve şair hakkında düşündüklerim yıkıma uğramıştır.
Şiirin ortaya çıkışı bir vecd hâlidir. Bu hâlin belli bir zamanı-özellikle gece- belli bir saati yoktur. Yaşadıklarımızın, hissettiklerimizin, hafızamızda biriken görüntü ya da şekillerin, bilinçaltından ya da gönülden dışa vurumu, kişinin psikolojisiyle ilgili olduğu kadar, bir sara nöbeti gibi ne zaman ortaya çıkacağı belli olmayan bir haldir. A.Haşim`in şiirlerini güneşin batışına yakın saatlerde ve hep bir su kenarında yazdığı görüşü tamamiyle olmasa da bir safsatadır. Acaba Haşim şiir yazmak için hep güneşin batış anını mı beklemiştir? Bu anı yakalasa bile, su kenarında olmadığı anlar da şiir yazmamış mıdır? Hayır, asıl mesele, her şairi çeken bir ortamın oluşu ve şiirin tamamiyle ilhamdan oluşmadığı ile bağlantılıdır. Gerçi bu görüş şairden şaire değişse de, mesele şiirin uzun bir çalışma sonucunda hatta teşbihte hata olmaz, bir kadının doğum anında çektiği acıyla eş değer bir zorlukla ortaya çıkmasında yatar. Akşam saatinde şiire başlayan Haşim, acaba şiirini ne zaman bitirmiştir.
Şiirde anlatılanların bizi kendine çekmesi manadan daha çok ses güzelliği ile açıklanabilir. Kafiye sistemi, bu ses güzelliğini sağlayan öğelerden sadece biridir. Tatlı içinde şekerin önemi neyse, şiirde de ses güzelliğini sağlayan ses unsurları (Asonans,Aliterasyon, Redif, Mısra tekrarı...vs.) aynı öneme haizdir. Şairler, şiirlerinde kullanacakları formu kendileri belirler; ancak şiirde formu seçebilmek için, Türk şiirinde varolan tüm formları( Hece,Aruz, Serbest) en iyi şekilde tanımak lazımdır. Bunları bilmeden hangi formu kullanacağımızı ayırt edemeyiz;o zamanda, günümüzdeki müteşÃ¢irlerin yaptığı gibi, en kolay sanılan ama en zor şekil olan serbest tarzı benimseriz. Serbest şiirin zorluğu kafiye ve ritim oluşturacak bilindik öğelerden yoksun olmasıdır; fakat bu bir handikap değildir. Serbest şiir yazan şairler bahsettiğim ses unsurlarını ve hece ile aruzda bulunan bazı özellikleri şiirleri içine başarı ile koyamazlarsa, yazdıkları şiirlerin düzyazıya yaklaşması söz konusudur. Serbest şiirin en sevilen şairi olan O. Veli`nin, hece ve aruzu çok iyi bildiği, hatta bu şekillerin bazı özelliklerini şiirleri içine gizlediği müteşÃ¢irler tarafından bilinmese de gerçek şairler tarafından bilinir. Serbest tarzda, gereğinden uzun şekilde kurulan şiirlerin düzyazıya yaklaştığı bir vakıadır. O. Veli`nin yazdığı şiirlerin çoğunun kısa oluşu ise dikkate şayandır.
Şiir, zor olduğu kadar, dinleyenin ruhunu başka bir âleme götürecek kadar kuvvetli bir sanat dalıdır. Gerçek şairlerin arzuladığı tek şey,çok şiir yazmak değil, hafızalarda yer edebilecek birkaç şiir yazabilmektir. "