03-29-2007, Saat: 11:31 AM
1541 yılıydı. Kanunî Sultan Süleyman Macaristan seferine çıkmış, Barbaros Hayrettin Paşa da 70 kadırga ile onu denizden desteklemek üzere Akdeniz'e yelken açmıştı. Karada ve denizde Türk kasırgasının estiği o şanlı yıllardı. Adriyatik denizinde ikmal nakliyatının güvenliği sağlanmış, Cezayir'deki Türk denizcilerinin katılması ile de bütün Akdeniz'deki Hıristiyan kıyıları vurularak karşılarına çıkacak düşman bulunamayınca Türk donanması İstanbul'a dönmüştü.
Türk donanmasının Akdeniz'den çekilmesini fırsat bilen İspanyolların, sahillerine devamlı akınlarda bulunan Cezayir'deki Türkleri İmparator Charles Quint'e (Şarlken) şikâyet etmeleri üzerine, karada karşısına çıkamadığı Türkler'den intikam almak üzere Afrika seferini başlattı. Emrindeki Andrea Doria komutasındaki 507 parça gemi ve 12.000 gemici, 20.000 piyade askeri, 5.000 süvari ile kendilerine katılan İtalyan, İspanyol ve Maltalı birlikler ve şövalyeler ile birlikte İspanya'dan Cezayir'e hareket etti. Fakat onları Cezayir'de Barbaros oğlu Hasan Bey (Barbaros'un oğlu ve Turgut Reis'in de damadıdır) karşıladı. Emrinde bulunan 600 Türk ve 2000 Arap atlısıyla birlikte büyük bir cesaret ve kahramanlıkla karşı koydu. 1541 yılının Aralık ayında yaptığı ünlü bir gece baskını ile bu haddini bilmezleri geri çekilmeğe mecbur etmişti. Bu mağlûbiyet Charles Quint'e o kadar ağır geldi ki, Avrupa'da üstünlük kurma sevdasından vaz geçerek, meydanı Türkler'e bırakıp çekildi. Almanya ve İspanya devletleri birbirinden ayrıldı. Charles Quint'in tek erkek kardeşi, I.Ferdinand, Almanya imparatoru; büyük oğlu II. Philipp de İspanya kralı oldu.
FRANSA KRALI YARDIM İSTİYOR
İşte o sıralarda Fransa İspanya savaşı patlamış, İspanya İngiltere'den yardım istemişse de bir sonuç alamamıştı. Zira İngiltere bu savaşta Türkler'in Fransa'ya yardım edeceğini hissediyor. Bu yüzden bir deniz savaşına girmeğe cesaret edemiyordu. Üstelik Osmanlı donanmasının İspanyollar'ı iyice hırpalayacağını bildiğinden böyle bir durumun çıkarılmasının daha uygun düşeceğini hesaplıyordu. Nitekim Fransa Kralı I. François (Fransuva) İspanya ile başa çıkamayacağını belirterek Kanunî'den yardım istemişti. Israrla Türk hakanından "bir milyon altın borç, Korsika adasının İspanya'dan koparılması ve İspanyol cephesine asker ve donanma gönderilmesi" hususunu rica ediyordu.
Osmanlı devletinin o günkü dünya politikasına göre bu savaşa Fransa yanında katılmak çıkarlarına uygun düştüğünden, Kanunî Sultan Süleyman da I.François'nın devamlı yalvarmalarına olumlu cevap verdi. Öte yanda, Fransız siyaseti Divan-ı Hümayun’da devamlı tenkit ediliyor, ikide bir küçük hesaplar peşinde koşarak, menfaatler elde etmek için Alman İmparatoru Charles Quint'e yaklaşmaları tepki uyandırıyordu.
1. François, Baron de la Garde unvanı altında Paulin (Polin) adlı bir elçiyi, Kanunî'nin Belgrad'da bulunduğu sırada yanına göndermişti. Bu elçi kralından aldığı emir ve direktifler uyarınca, Türk hakanına "efendisinin Almanya aleyhine harbe hazır olduğunu, Türk donanması Fransa'ya yardım ettiği takdirde hemen harekete geçeceklerini" gözyaşları içinde, yalvarıp yakararak anlatmaya çalışıyordu. Oysa Türkler'in bu yardıma ihtiyaçları olmadığı gibi, Kralları François'in devamlı ihanetleri sebebiyle, Türkiye nazarında Fransa'nın hiç bir haysiyeti ve itibarı kalmamış ve horlanmaya başlanmıştı.
FRANSIZ ELÇİSİNE DİVANDA HAKARET EDİLİYOR
Bunun sebebi pek çoktu. Bir kere zayıf ve fakir gördükleri Fransa'ya, acıyarak askerî ve malî yardımlar yapılmış, karada ve denizde korktukları amansız ve ezelî düşmanları olan Almanya'ya karşı devamlı himaye edilmişlerdi. Hatta Fransızlar'ı müttefik saymak tenezzülünde dahi bulunarak, aralarında bir anlaşma yapılmış. Özellikle Fransa'yı iktisaden güçlendirmek amacı ile iktisadının düzelmesi için, sonradan başımıza belâ olacak, bütün Hıristiyan devletlerin, Türkiye'yi batırıp, tarih sahnesinden yok etmek için el birliği ile sıkı sıkıya sarılacakları, "Capitulation-Kapitülasyon" adı altında bir takım ticarî ayrıcalıklar bile tanınmıştı.
Bütün bunlara rağmen Fransa, o günden bu güne her devrede Türkler'e karşı minnet duygusunu, hiç kaybetmediği aşağılık kompleksi ile göstererek, daima aleyhimize çalışmış, karşımızda küçüldükçe küçülmüştür... Dahası, Fransa'yı himaye için giriştiğimiz harplerde Fransızlardan ihanet görerek, arkamızdan vurulmakla kalmayıp, 18 Haziran 1538 yılında, Fransız kralı ile Alman İmparatoru Charles Quint arasında Türkiye aleyhine gizli bir antlaşma "Trevede Nice" imzalanmıştı. Buna göre Savoie Dukalığı arazisinin Fransa'ya bırakılması karşılığında, I. François Türk ittifakından ayrılmışlardı.
Ne var ki, Osmanlı Divanı yine de Fransa'yı desteklemenin, Türkiye'nin yüksek menfaatleri açısından gerekli olduğu kanaatindeydi. Kanunî'nin, İstanbul Seferine katılan Fransız elçisi Polin, İstanbul’a döndüğünde, Divan’da Sadrazam Süleyman Paşa tarafından, Fransa'nın "Trevede Nice" gizli andırmasından ve 1537 yılında İtalya seferi sırasındaki ikiyüzlü siyasetinden dolayı çok ağır ve hakaret edici sözlerle tahkir edilmişti. Ama padişahın damadı, olan ve büyük nüfuza sahip bulunan Rüstem Paşa'nın himayesini kazanmayı bilen Fransız elçisi Paulin, sonunda Kanunî'ye ve Divan’a "Türk yardımı olmazsa Fransa’nın Charles Quint tarafından kolayca yutulacağı" görüşünü benimseterek, bu devlete her türlü yardımın yapılması kararını verdirmiş ve kuvvetli bir donanmanın hazırlanması için de Barbaros görevlendirilmişti.
Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa, Kanunî'den aldığı buyruk üzerine, 28 Mayıs 1543 Pazartesi günü beraberinde sefir Paulin de olduğu halde irili ufaklı 150 parça gemi ve 30 bin askeri ile İstanbul'dan hareket etti. 23 gün sonra Osmanlı donanması Messina boğazına giriyordu. Boğazın iki yakasında çok önemli iki kale vardı. Bunlardan biri; Sicilya adasının kuzey doğu ucunda bulunan Messina kalesi ile diğeri, İtalya'nın güney ucundaki Reggio kasabası idi. Bunlar İspanyol donanmasının üsleri ve ticaret şehirleri idi. Bu iki kale de Barbaros'un bir işareti ile tek top dahi atmadan teslim olmuş, o da bu iki şehrin bütün tahkimatlarını yerle bir etmesine rağmen yağmalattırmamıştı.
Büyük Türk amirali donanmasını buradan Tiren denizine çevirerek, kuzeye doğru yönelmiş, İtalya kıyılarını takiple Napoli'nin 70 km kuzey batısında bulunan Gaeta körfezine giderek Gaeta limanına demir atmıştı. Kale kumandanı Don Diego Gaetano adlı İspanyol asilzadesi, Barbaros'un "teslim o!" teklifine kaleden üç top atışı ile cevap vererek, üç levendimizin şehit olmasına sebep olmuştu. Şanlı amiralimiz hemen karaya 12 bin asker çıkardı. Gemilerden açılan top ateşleri ile müstahkem mevki yerle bir edildi. Türk askerleri kısa sürede şehri ele geçirip, pek çok ganimet ve esirle gemilerine geri döndüler. Esirler arasında, genel vali ve kale kumandanı Don Diego Gaetano, karısı ve bütün Avrupa'ca güzelliği dillere destan olan 18 yaşındaki kızı Dona Maria ile nişanlısı Don Alvarez de Guyman da bulunuyordu. Bu güzel kızın Müslüman olması üzerine Barbaros bu kızı çok sevdi. Hemen bu arada babasını ve annesini de affederek serbest bırakan Barbaros, nişanlısı Don Alverez'e de lütufkâr davranmayı unutmadı.
İTALYA HALKI DEHŞET İÇİNDE
Türk donanması sahil boylarını takiben kuzeye doğru devamla, Roma'nın 16 km güney batısında bulunan ve Türkler'in "Tiber" adını verdikleri, Fransızlar'ın "Tibre", İtalyanlar'ın da "Tevere" dedikleri nehir ağzındaki Ostia limanına geldi. Papalığın ve Hıristiyanlığın can evi olan Roma’nın bu ileri karakoluna, Türk donanmasının girerek su alması, hele hele amiralinin de Barbaros olması, Avrupa'daki korku ve heyecanı son haddine vardırmıştı.
Bu müthiş panikle, rahip ve rahibeler başta olmak üzere, kadın erkek bütün halk dağlara kaçışmış, şehir ve çevre kasabalar "Barbaros geliyor!" vaveylaları ile inlerken, Divan-ı Hümayun’dan bu yolda bir emir alınmamasına rağmen, Roma'ya girerek bir gövde gösterisi yapmak isteyen Barbaros, bu yönde bir hareket serbestîsine de sahip bulunuyordu. O şanlı elini uzatarak Türk ırkının asırlardır düşlediği "Kızıl Elma"ya kavuşması an meselesi idi. O gece Türkler'in bir kaç saat içinde Roma'yı ele geçirmeleri işten bile değildi. Ne var ki, yanında kuvvetini zilletinden alan, horlamaya alışmış biri vardı. Bu da Müslüman Türkler'den Hıristiyanlık âlemine karşı kralının talimatı ile yardım isteyerek, bütün Avrupa'nın nefret ve lanetini üzerine çeken ikiyüzlü Fransızlar'ın sefiri Paulin'den başkası değildi. Efendisinin daveti üzerine yola çıkardığı Türk donanması, Ostia ve Roma kaleleri ile Vatikan kulelerine, Türk bayrağının çekmesi demek, Papa'nın l. Francois'ı afaroz etmesi ve Fransa krallığının Katolik aleminden ebediyen ayrılmasını sağlamak demekti.
Bu sebeple elçi Paulin derhal duruma müdahale ederek, gözyaşları içinde, Türk amiralinin ayaklarına kapanıp yalvarıp yakarmağa başlamıştı. Böyle bir hareketin Fransa'yı kurtaracağına büsbütün batıracağı. Bütün ihanetlerine rağmen Fransa'yı kurtarmak görevi ile sefere çıkan Barbaros yalnızca onu dinlemekle kalmamış, Türk'e has o acıma duygusu ile (o merhametimiz bize her devirde başımıza belâ olmuş(ur) üstelik Paiulin'e bizzat götürüp vermesi için bir de bu şehirlere dokunmayacağına dair teminat mektubu vermişti. Fakat halk, Türk donanması çekilip gidinceye kadar bu panikten kurtulamayıp, Ostia ve Nettuna halkı, Türk donanmasına erzak ve meyveler taşıyarak, hizmet ve gayretleri ile Barbaros'un merhametine sığınmışlardı.
Türk donanması yeniden demir alarak kuzey batıya yöneldi. Sardunya ile Korsika arasındaki Benifaco boğazından geçti. Böylece Tiren denizinden batı Akdeniz'e çıktı. Kuzey batı istikametini takiple, 11 Temmuz'da Fransa'nın Akdeniz'deki amirallik merkezi olan Toulon'a varıldı. Türk donanmasının limana girişi çok muhteşem olmuştu. Toulon'da bulunan bütün Fransız harp gemileri direklerine Türk bayrağı çekili olduğu halde, Kaptan-ı Derya Türk Amirali Barbaros Hayrettin Paşa ve donanmasını top atışlarıyla selâmlıyordu.
Burada bir süre kalındıktan sonra 21 Temmuz sabahı, Akdeniz'in büyük bir limanı olan Marsilya'ya gelindi. 44 parçalık Fransız donanması direklerine Türk bayrakları çekili olarak onları karşıladı. Barbaros, filo komutanları ve büyük Türk kaptanları beraberinde olduğu halde, üzerlerinde Fransızlar'ın gözlerini kamaştıran sırmalı elbiseleriyle karşılanarak karaya ayakbastı. Kendisi Cezayir hükümdarı sayıldığı için krallara mahsus bir karşılama töreni hazırlanmıştı. Türk amiralini ve kaptanlarını kral adına karşılamaya, Fransız Deniz Kuvvetleri Komutam Prens Conte d'Enghien François de Bourbon (23 yaşında ve müstakbel Kral IV. Henri’nin amcası). "Provenco" Valisi Baron ele Grignan ve birçok Fransa asilzadesi karşıladı. Şereflerine verilen ziyafet ve törenler çok parlak oldu. Fakat Barbaros hemen harp hazırlıklarını öğrenmek istedi. Ama daha hiç bir hazırlığın yapılmadığını öğrenince de, orada bulunan bütün ileri gelenlere bağırıp çağırarak, çevresinde titreyen yetkililere hakaretler yağdırmaya başladı. Comte d'Enghien kendisini güçlükle teskin etmeye çalıştıysa da, Barbaros ziyafetin hemen ardından büyük bir hiddet içinde amiral gemisine döndü.
FRANSIZLAR DÖNEKLİK EDİYOR
Türk donanması boşuna Marsilya önlerinde beklemekte, hatta büyük iaşe sıkıntısına sebebiyet vermekteydi. Fransızlar yine tutarsız bir siyasete başlamışlardı. Türk donanmasını çağırdıkları için Katolik âleminden korkmaya başlamışlar, Charles Quint'e karşı I. François'nin Avrupa'ca hain ilân edileceğinden çekinerek; gelen yardımdan pişman olmuşlardı. Barbaros'u oyalayamayacaklarını, hele onun hiç bir şey yapmadan geri dönmeyeceğini çok iyi bildiklerinden, önemsiz bir hareketle işi bitirme sevdasına kapılmışlardı. Bu sebeple de Niş (Nice) şehri üzerine bir sefer açmakla işi kapamak istiyorlardı. Barbaros, bundan hiç hoşlanmamıştı. Kendisinin büyük bir sefer için geldiğini söylemesine rağmen, Fransa kralı adına böyle bir sefer de açamayacağı için, çaresiz. Niş harekâtına katılmaya rıza göstermişti.
Marsilya'da 16 gün kalındı. Türk leventleri şehri ve çevreyi gezerken, Fransız halkı tarafından büyük hüsni kabul gördüler. 5 Ağustos günü Fransız donanmasını da yanına alan Barbaros, Toulon'a hareket etti. 10 Ağustos'ta 208 parçadan oluşan müttefik donanma Toulon şehrine geldiğinde Kanunî de Estergon kalesini fethetmişti. I.François'nın emriyle Toulon şehri Türkler'e verilmiş, kalesine de Türk bayrağı çekilmişti. Zira Divan-ı Hümayun ile yapılan anlaşma böyleydi. Bu konuda Fransız halkına bir krallık emri bile neşredilmişti. Toulon artık bir Türk şehri olmuştu. Şehir halkı da bundan ziyadesiyle memnundu. Zira Türkler'in ahlâk ve civanmertliğinden hoşlanmışlardı. Leventler isledikleri yere girip çıkarken büyük ilgi görmekteydiler. Beş bin kişilik şehir halkı, otuz bine yakın Türk askerini âdeta bağrına bastı. 1544 yılının Nisan ayına kadar da tam sekiz ay Türk idaresinde bir Türk şehri olarak kaldı Toulon... Bu süre içinde Avrupalı bütün seyyahların da sitayişle bahsettiği gibi, gürültüden hoşlanmayan Türkler'in yönetimi sırasında en küçük bir inzibat olayı dahi vuku bulmadı...
Barbaros, donanmasını harekete geçirdiğinde, kendisine kuru bir gösterişten ibaret olan önemsiz bir Fransız donanması da katılmıştı. Osmanlı tarihlerine göre 4 kalyon ve 8 kadırgadan oluşan 12 gemilik bu filoyu Fransız kaynakları kendilerine ait şeyleri çok büyük gösterme sevdasına müptelâ olduklarından, François de Bourbon komutasında 22 kadırga, İstanbul sefiri Paulin komutasında 18 küçük gemi ve Kont Dela Anguılara komutasında da 4 kalyondan ibaret olduğu belirtilir. Asker sayısını da abartarak 7 binden başlayıp 18 bine kadar yükseltirler.
Disiplinden yoksun, eğitimsiz ve deniz savaşlarına karşı bilgisiz ve cesaretsiz olan Fransız askerlerinin hareketleri Türk donanmasının disiplinli ve saygılı tavırları ile ünlü kaptanlarını ve yiğit leventlerimizi çok şaşırtmaktaydı. Küçük Fransız filosu Conte d'Enghien komutasına verilmişti. O da doğrudan doğruya Barbaros'un emir ve komutası altındaydı, Toulon'dan hareket ettiklerinden beri devamlı Barbaros'tan barut ve gülle istemeye bağlamışlar, isabetsiz ve rast gele yaptıkları ateşleriyle de, seferin sonuna kadar Türk donanmasına hiç bir faydaları dokunmamıştı. Üstelik bu istekleri de bitip tükenmemişti. Hatta bu tutumları o kadar can sıkmıştı ki, Fransız kaynaklarına dahi geçmiş olan Barbaros'un "şu Fransız askerliğine diyecek yok doğrusu, gemilerine şarap fıçıları doldurmayı unutmuyorlar da barut fıçılarını unutuyorlar" sözlerine muhatap olmuşlardı...
NİŞ KALESİ TÜRKLERİN ELİNE GEÇİYOR
Niş o sıralarda Alman İmparatoru Charles Quint'e bağlı bulunan Savoie (Savoja) Dukası’nın elindeki tek şehirdi. Türk Donanması Niş kalesini hemen bombardımana başlamıştı. Bombardımanın en ateşli anında, Fransız donanması ateş kesti. Bu anı duruma şaşırıp çok kızan Barbaros, Prens François de Bourbon'u hemen gemisine getirtip bu hareketin sebebini sordu. Barutlarının tükendiğini, Marsilya'da gemilere yüklenen fıçıların şarapla dolu olduğunu öğrenince, hiddeti daha da arttı. Çok ağır bir dille hakaretler yağdırarak, prensi gemisine geri gönderdi. Kaybedecek vakti olmadığından planını değiştirip, Niş kalesini arkadan, kara kısmından da çevirmek amacı ile donanmasını yakındaki Villa Frans (Villle France) limanına sokan Barbaros, burayı bombardıman sonucu işgal etti. Bataryalarını dağlardan aşırarak Niş şehrinin bütün ümitlerini ortadan kaldırdı. Bir yandan Niş kalesi hedefi şaşmayan Türk toplarının ateşleriyle dövülüyor, öte yandan çevresine tabyalar yapılarak hendekler kazılıyordu... Bu işlerin bu derece süratle ve akıl almaz bir maharetle yapılışını Fransızlar, uzaktan hayretle ve şaşkınlıkla seyrediyorlardı. Sonunda 20 Ağustos 1543 Pazartesi günü, Nisliler Türkler'e kaleyi teslim etmekten başka çare bulamadılar.
Barbaros Hayrettin Paşa anahtarları bizzat getiren validen, bunları Kanunî Sultan Süleyman adına teslim aldı. Vali şehrin affı için kendisine yalvarıp yakardı. Soylu Türk amirali, şehir kendiliğinden teslim oldu diye bu affı kabul ederek yağmalamadan vaz geçti. Bu savaş sırasında Türk leventleri yalnızca 100 şehit vermişlerdi.
Bütün bunlar olurken, şehrin Fransızlar'a teslimi için, Fransız gemilerinden savaşı seyredenler, Nislilerle gizli bir pazarlığa başvurarak, şehrin servetinin Türk ordusunun eline geçmemesi yolunda entrikalara başlamışlardı. Türk ordusunun kendileri gibi aç gözlü olmadıklarını düşünememişlerdi. Nitekim bunu vaktinde haber alan Barbaros, öylesine hiddetlendi ki, François de Beurbon ile sefir Paulin'i idam edilmekten ve ağır bir dayak cezasından güç halle kurtarabildiler. Buna rağmen, o asil soylu yiğit ve mert insan, şehri teslim aldıktan sonra anahtarları yine de Fransızlar'a vererek, donanmasıyla birlikte Toulon'a hareket etti. Fakat Fransızlar Nis'i feci şekilde yağmalamakla kalmayıp, suçu da Türkler'in üzerine attılar. Fransız tarihçileri minnet duygusundan uzak ve sorumsuz yazıları ile devamlı Barbaros ve Türk leventlerini hep barbar olarak gösterirken, gerçeğin bu olmadığını Enghien Dukasının amcası Vieillevîlle Markisi, hatıralarında şöyle yazmaktan kaçınmamıştır. "Nice şehri, teslim şartlarına aykırı olarak yağmalandı, sonra yakıldı. Bu hâdise Türkler'e isnat edilmek istendi. Fakat yağma başladığı vakit Barbaros ve bütün Türkler, Nice'den çoktan uzaklaşmışlardı. Bununla beraber hâlâ Fransa'nın ve Hıristiyan dininin şerefini korumak maksadıyla bu çirkin olay, zavallı Barbaros'a yüklenmek istenmektedir".
FRANSIZ YÖNETİCİLERİ O GÜNDEN BU GÜNE HİÇ DEÄžİŞMEDİ
Fransa'nın XVI. yüz yılda Alman istilâsından kurtuluşu, Türk himayesi ve yıllarca Almanya'ya yapılan Türk saldırıları sayesinde olmuştu. Charles Quint'in zindanlarında ölümü bekleyen I. François'yı kurtarmak amacı ile açılan Mohaç seferi sayesindedir ki, Fransa ve kralı yeniden hayat bulabilmiştir. Alman İmparatorluğu Türk Askerî gücü karşısında sinmeseydi, bu gün Fransa diye bir devlet belki de olmayacaktı. Buna rağmen, o günden bu güne Fransızlar nedense, Türk himayesini daima nankörlükle karşılayıp, kendilerini kurtarmaya gelen Barbaros'u bile asırlar boyu barbar göstermekten vazgeçmemişlerdir. Daha Kanunî devrinde başlayan ve ancak Hıristiyan Fransa'ya yakışacak tavır ve hareketler, hâlâ da devam etmiyor mu? Osmanlı devletinin zayıf düştüğünü hissettikleri günlerde ortaya çıkarttıkları asılsız Ermeni meselesini körükleyerek, düzmece tarihler ve olaylar yaratarak tarihî bile saptırmaları, sırf Türk'ün yüceliği karşısında yenemedikleri aşağılık komplekslerini tatmin etmek değil de nedir? Elbette, yardım diledikleri günlerden kalan atalarımıza olan minnet borçlarını ödeyecekleri gün olacaktır. ve yine İstanbul'a yardım için gönderecekleri elçileri çıkacaktır.
BARBAROS TURGUT REİS'İ KURTARIP GERİ DÖNÜYOR...
Barbaros; Toulon'da Preveze savaşından sonra serbest bıraktığı Turgut Reis’in, Andrea Doria'nın yeğeni Giannetino Doria tarafından yakalanarak tutsak edildiğini ve forsa olarak küreğe bağlandığını öğrendi. Charles Quint, Andrea Doria'ya İtalya ve İspanya kıyılarında yakıp yıkmadık yer bırakmayan, ticaret şehirlerine hücum ederek sayılamayacak kadar çok Hıristiyan gemisi ele geçiren Turgut Reis için, "her şeyi bırak, bütün gücünle Turgut Reis'i yakala" emrini vermişti. O da emrindeki bütün gemileri 5 gruba ayırarak peşine düşmüş, sonunda Turgut Reis'i, Korsika adası batı kıyılarında Girolata körfezinde yakalayıp tutsak etmişti.
Barbaros küçük bir fidye ile damadı olan Turgut Reis'i kurtardıktan sonra boş durmayıp, file komutanlarından Salih ve Hasan Reisler vasıtasıyla İspanya'nın Katalonya sahillerini ve İtalya'yı vurarak birçok ganimet ve esirler elde etmiş ve Charles Quint'ı Crespy barışını yapmağa zorlamıştı.Touon'da kaldığı sürece şehir halkından Türk devleti adına yıllık vergiyi alarak, şehirde beş vakit ezan da okutturmuştu. Bu büyük Türk denizcisi paha biçilmez ganimet ve 14 bin esirle İstanbul'a döndüğünde, Kanunî'nin Rus asıllı karısı Hürrem Sultan'ın, onu damat vezirine rakip gördüğü için yaptığı kışkırtmalar ve Kaptan-ı Deryalık makamına göz diken diğer vezirlerin de çabaları sonucu etkilenen Kanunî, onu soğuk karşılamıştı. Bunu hazmedemeyen Türk ırkına adı daima şeref vermiş, denizlerin yiğit evlâdı, sarayın bu çalkantılı havasından bir an önce kurtulmak isteğiyle derya kaptanlığından istifa etmişti. Konağına çekilerek zamanını, vakfına ve sosyal işlere adamıştı. 4 Temmuz 1546 yılında 80 yaşında iken öldü. Yeri Cennet olsun!
Türk donanmasının Akdeniz'den çekilmesini fırsat bilen İspanyolların, sahillerine devamlı akınlarda bulunan Cezayir'deki Türkleri İmparator Charles Quint'e (Şarlken) şikâyet etmeleri üzerine, karada karşısına çıkamadığı Türkler'den intikam almak üzere Afrika seferini başlattı. Emrindeki Andrea Doria komutasındaki 507 parça gemi ve 12.000 gemici, 20.000 piyade askeri, 5.000 süvari ile kendilerine katılan İtalyan, İspanyol ve Maltalı birlikler ve şövalyeler ile birlikte İspanya'dan Cezayir'e hareket etti. Fakat onları Cezayir'de Barbaros oğlu Hasan Bey (Barbaros'un oğlu ve Turgut Reis'in de damadıdır) karşıladı. Emrinde bulunan 600 Türk ve 2000 Arap atlısıyla birlikte büyük bir cesaret ve kahramanlıkla karşı koydu. 1541 yılının Aralık ayında yaptığı ünlü bir gece baskını ile bu haddini bilmezleri geri çekilmeğe mecbur etmişti. Bu mağlûbiyet Charles Quint'e o kadar ağır geldi ki, Avrupa'da üstünlük kurma sevdasından vaz geçerek, meydanı Türkler'e bırakıp çekildi. Almanya ve İspanya devletleri birbirinden ayrıldı. Charles Quint'in tek erkek kardeşi, I.Ferdinand, Almanya imparatoru; büyük oğlu II. Philipp de İspanya kralı oldu.
FRANSA KRALI YARDIM İSTİYOR
İşte o sıralarda Fransa İspanya savaşı patlamış, İspanya İngiltere'den yardım istemişse de bir sonuç alamamıştı. Zira İngiltere bu savaşta Türkler'in Fransa'ya yardım edeceğini hissediyor. Bu yüzden bir deniz savaşına girmeğe cesaret edemiyordu. Üstelik Osmanlı donanmasının İspanyollar'ı iyice hırpalayacağını bildiğinden böyle bir durumun çıkarılmasının daha uygun düşeceğini hesaplıyordu. Nitekim Fransa Kralı I. François (Fransuva) İspanya ile başa çıkamayacağını belirterek Kanunî'den yardım istemişti. Israrla Türk hakanından "bir milyon altın borç, Korsika adasının İspanya'dan koparılması ve İspanyol cephesine asker ve donanma gönderilmesi" hususunu rica ediyordu.
Osmanlı devletinin o günkü dünya politikasına göre bu savaşa Fransa yanında katılmak çıkarlarına uygun düştüğünden, Kanunî Sultan Süleyman da I.François'nın devamlı yalvarmalarına olumlu cevap verdi. Öte yanda, Fransız siyaseti Divan-ı Hümayun’da devamlı tenkit ediliyor, ikide bir küçük hesaplar peşinde koşarak, menfaatler elde etmek için Alman İmparatoru Charles Quint'e yaklaşmaları tepki uyandırıyordu.
1. François, Baron de la Garde unvanı altında Paulin (Polin) adlı bir elçiyi, Kanunî'nin Belgrad'da bulunduğu sırada yanına göndermişti. Bu elçi kralından aldığı emir ve direktifler uyarınca, Türk hakanına "efendisinin Almanya aleyhine harbe hazır olduğunu, Türk donanması Fransa'ya yardım ettiği takdirde hemen harekete geçeceklerini" gözyaşları içinde, yalvarıp yakararak anlatmaya çalışıyordu. Oysa Türkler'in bu yardıma ihtiyaçları olmadığı gibi, Kralları François'in devamlı ihanetleri sebebiyle, Türkiye nazarında Fransa'nın hiç bir haysiyeti ve itibarı kalmamış ve horlanmaya başlanmıştı.
FRANSIZ ELÇİSİNE DİVANDA HAKARET EDİLİYOR
Bunun sebebi pek çoktu. Bir kere zayıf ve fakir gördükleri Fransa'ya, acıyarak askerî ve malî yardımlar yapılmış, karada ve denizde korktukları amansız ve ezelî düşmanları olan Almanya'ya karşı devamlı himaye edilmişlerdi. Hatta Fransızlar'ı müttefik saymak tenezzülünde dahi bulunarak, aralarında bir anlaşma yapılmış. Özellikle Fransa'yı iktisaden güçlendirmek amacı ile iktisadının düzelmesi için, sonradan başımıza belâ olacak, bütün Hıristiyan devletlerin, Türkiye'yi batırıp, tarih sahnesinden yok etmek için el birliği ile sıkı sıkıya sarılacakları, "Capitulation-Kapitülasyon" adı altında bir takım ticarî ayrıcalıklar bile tanınmıştı.
Bütün bunlara rağmen Fransa, o günden bu güne her devrede Türkler'e karşı minnet duygusunu, hiç kaybetmediği aşağılık kompleksi ile göstererek, daima aleyhimize çalışmış, karşımızda küçüldükçe küçülmüştür... Dahası, Fransa'yı himaye için giriştiğimiz harplerde Fransızlardan ihanet görerek, arkamızdan vurulmakla kalmayıp, 18 Haziran 1538 yılında, Fransız kralı ile Alman İmparatoru Charles Quint arasında Türkiye aleyhine gizli bir antlaşma "Trevede Nice" imzalanmıştı. Buna göre Savoie Dukalığı arazisinin Fransa'ya bırakılması karşılığında, I. François Türk ittifakından ayrılmışlardı.
Ne var ki, Osmanlı Divanı yine de Fransa'yı desteklemenin, Türkiye'nin yüksek menfaatleri açısından gerekli olduğu kanaatindeydi. Kanunî'nin, İstanbul Seferine katılan Fransız elçisi Polin, İstanbul’a döndüğünde, Divan’da Sadrazam Süleyman Paşa tarafından, Fransa'nın "Trevede Nice" gizli andırmasından ve 1537 yılında İtalya seferi sırasındaki ikiyüzlü siyasetinden dolayı çok ağır ve hakaret edici sözlerle tahkir edilmişti. Ama padişahın damadı, olan ve büyük nüfuza sahip bulunan Rüstem Paşa'nın himayesini kazanmayı bilen Fransız elçisi Paulin, sonunda Kanunî'ye ve Divan’a "Türk yardımı olmazsa Fransa’nın Charles Quint tarafından kolayca yutulacağı" görüşünü benimseterek, bu devlete her türlü yardımın yapılması kararını verdirmiş ve kuvvetli bir donanmanın hazırlanması için de Barbaros görevlendirilmişti.
Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa, Kanunî'den aldığı buyruk üzerine, 28 Mayıs 1543 Pazartesi günü beraberinde sefir Paulin de olduğu halde irili ufaklı 150 parça gemi ve 30 bin askeri ile İstanbul'dan hareket etti. 23 gün sonra Osmanlı donanması Messina boğazına giriyordu. Boğazın iki yakasında çok önemli iki kale vardı. Bunlardan biri; Sicilya adasının kuzey doğu ucunda bulunan Messina kalesi ile diğeri, İtalya'nın güney ucundaki Reggio kasabası idi. Bunlar İspanyol donanmasının üsleri ve ticaret şehirleri idi. Bu iki kale de Barbaros'un bir işareti ile tek top dahi atmadan teslim olmuş, o da bu iki şehrin bütün tahkimatlarını yerle bir etmesine rağmen yağmalattırmamıştı.
Büyük Türk amirali donanmasını buradan Tiren denizine çevirerek, kuzeye doğru yönelmiş, İtalya kıyılarını takiple Napoli'nin 70 km kuzey batısında bulunan Gaeta körfezine giderek Gaeta limanına demir atmıştı. Kale kumandanı Don Diego Gaetano adlı İspanyol asilzadesi, Barbaros'un "teslim o!" teklifine kaleden üç top atışı ile cevap vererek, üç levendimizin şehit olmasına sebep olmuştu. Şanlı amiralimiz hemen karaya 12 bin asker çıkardı. Gemilerden açılan top ateşleri ile müstahkem mevki yerle bir edildi. Türk askerleri kısa sürede şehri ele geçirip, pek çok ganimet ve esirle gemilerine geri döndüler. Esirler arasında, genel vali ve kale kumandanı Don Diego Gaetano, karısı ve bütün Avrupa'ca güzelliği dillere destan olan 18 yaşındaki kızı Dona Maria ile nişanlısı Don Alvarez de Guyman da bulunuyordu. Bu güzel kızın Müslüman olması üzerine Barbaros bu kızı çok sevdi. Hemen bu arada babasını ve annesini de affederek serbest bırakan Barbaros, nişanlısı Don Alverez'e de lütufkâr davranmayı unutmadı.
İTALYA HALKI DEHŞET İÇİNDE
Türk donanması sahil boylarını takiben kuzeye doğru devamla, Roma'nın 16 km güney batısında bulunan ve Türkler'in "Tiber" adını verdikleri, Fransızlar'ın "Tibre", İtalyanlar'ın da "Tevere" dedikleri nehir ağzındaki Ostia limanına geldi. Papalığın ve Hıristiyanlığın can evi olan Roma’nın bu ileri karakoluna, Türk donanmasının girerek su alması, hele hele amiralinin de Barbaros olması, Avrupa'daki korku ve heyecanı son haddine vardırmıştı.
Bu müthiş panikle, rahip ve rahibeler başta olmak üzere, kadın erkek bütün halk dağlara kaçışmış, şehir ve çevre kasabalar "Barbaros geliyor!" vaveylaları ile inlerken, Divan-ı Hümayun’dan bu yolda bir emir alınmamasına rağmen, Roma'ya girerek bir gövde gösterisi yapmak isteyen Barbaros, bu yönde bir hareket serbestîsine de sahip bulunuyordu. O şanlı elini uzatarak Türk ırkının asırlardır düşlediği "Kızıl Elma"ya kavuşması an meselesi idi. O gece Türkler'in bir kaç saat içinde Roma'yı ele geçirmeleri işten bile değildi. Ne var ki, yanında kuvvetini zilletinden alan, horlamaya alışmış biri vardı. Bu da Müslüman Türkler'den Hıristiyanlık âlemine karşı kralının talimatı ile yardım isteyerek, bütün Avrupa'nın nefret ve lanetini üzerine çeken ikiyüzlü Fransızlar'ın sefiri Paulin'den başkası değildi. Efendisinin daveti üzerine yola çıkardığı Türk donanması, Ostia ve Roma kaleleri ile Vatikan kulelerine, Türk bayrağının çekmesi demek, Papa'nın l. Francois'ı afaroz etmesi ve Fransa krallığının Katolik aleminden ebediyen ayrılmasını sağlamak demekti.
Bu sebeple elçi Paulin derhal duruma müdahale ederek, gözyaşları içinde, Türk amiralinin ayaklarına kapanıp yalvarıp yakarmağa başlamıştı. Böyle bir hareketin Fransa'yı kurtaracağına büsbütün batıracağı. Bütün ihanetlerine rağmen Fransa'yı kurtarmak görevi ile sefere çıkan Barbaros yalnızca onu dinlemekle kalmamış, Türk'e has o acıma duygusu ile (o merhametimiz bize her devirde başımıza belâ olmuş(ur) üstelik Paiulin'e bizzat götürüp vermesi için bir de bu şehirlere dokunmayacağına dair teminat mektubu vermişti. Fakat halk, Türk donanması çekilip gidinceye kadar bu panikten kurtulamayıp, Ostia ve Nettuna halkı, Türk donanmasına erzak ve meyveler taşıyarak, hizmet ve gayretleri ile Barbaros'un merhametine sığınmışlardı.
Türk donanması yeniden demir alarak kuzey batıya yöneldi. Sardunya ile Korsika arasındaki Benifaco boğazından geçti. Böylece Tiren denizinden batı Akdeniz'e çıktı. Kuzey batı istikametini takiple, 11 Temmuz'da Fransa'nın Akdeniz'deki amirallik merkezi olan Toulon'a varıldı. Türk donanmasının limana girişi çok muhteşem olmuştu. Toulon'da bulunan bütün Fransız harp gemileri direklerine Türk bayrağı çekili olduğu halde, Kaptan-ı Derya Türk Amirali Barbaros Hayrettin Paşa ve donanmasını top atışlarıyla selâmlıyordu.
Burada bir süre kalındıktan sonra 21 Temmuz sabahı, Akdeniz'in büyük bir limanı olan Marsilya'ya gelindi. 44 parçalık Fransız donanması direklerine Türk bayrakları çekili olarak onları karşıladı. Barbaros, filo komutanları ve büyük Türk kaptanları beraberinde olduğu halde, üzerlerinde Fransızlar'ın gözlerini kamaştıran sırmalı elbiseleriyle karşılanarak karaya ayakbastı. Kendisi Cezayir hükümdarı sayıldığı için krallara mahsus bir karşılama töreni hazırlanmıştı. Türk amiralini ve kaptanlarını kral adına karşılamaya, Fransız Deniz Kuvvetleri Komutam Prens Conte d'Enghien François de Bourbon (23 yaşında ve müstakbel Kral IV. Henri’nin amcası). "Provenco" Valisi Baron ele Grignan ve birçok Fransa asilzadesi karşıladı. Şereflerine verilen ziyafet ve törenler çok parlak oldu. Fakat Barbaros hemen harp hazırlıklarını öğrenmek istedi. Ama daha hiç bir hazırlığın yapılmadığını öğrenince de, orada bulunan bütün ileri gelenlere bağırıp çağırarak, çevresinde titreyen yetkililere hakaretler yağdırmaya başladı. Comte d'Enghien kendisini güçlükle teskin etmeye çalıştıysa da, Barbaros ziyafetin hemen ardından büyük bir hiddet içinde amiral gemisine döndü.
FRANSIZLAR DÖNEKLİK EDİYOR
Türk donanması boşuna Marsilya önlerinde beklemekte, hatta büyük iaşe sıkıntısına sebebiyet vermekteydi. Fransızlar yine tutarsız bir siyasete başlamışlardı. Türk donanmasını çağırdıkları için Katolik âleminden korkmaya başlamışlar, Charles Quint'e karşı I. François'nin Avrupa'ca hain ilân edileceğinden çekinerek; gelen yardımdan pişman olmuşlardı. Barbaros'u oyalayamayacaklarını, hele onun hiç bir şey yapmadan geri dönmeyeceğini çok iyi bildiklerinden, önemsiz bir hareketle işi bitirme sevdasına kapılmışlardı. Bu sebeple de Niş (Nice) şehri üzerine bir sefer açmakla işi kapamak istiyorlardı. Barbaros, bundan hiç hoşlanmamıştı. Kendisinin büyük bir sefer için geldiğini söylemesine rağmen, Fransa kralı adına böyle bir sefer de açamayacağı için, çaresiz. Niş harekâtına katılmaya rıza göstermişti.
Marsilya'da 16 gün kalındı. Türk leventleri şehri ve çevreyi gezerken, Fransız halkı tarafından büyük hüsni kabul gördüler. 5 Ağustos günü Fransız donanmasını da yanına alan Barbaros, Toulon'a hareket etti. 10 Ağustos'ta 208 parçadan oluşan müttefik donanma Toulon şehrine geldiğinde Kanunî de Estergon kalesini fethetmişti. I.François'nın emriyle Toulon şehri Türkler'e verilmiş, kalesine de Türk bayrağı çekilmişti. Zira Divan-ı Hümayun ile yapılan anlaşma böyleydi. Bu konuda Fransız halkına bir krallık emri bile neşredilmişti. Toulon artık bir Türk şehri olmuştu. Şehir halkı da bundan ziyadesiyle memnundu. Zira Türkler'in ahlâk ve civanmertliğinden hoşlanmışlardı. Leventler isledikleri yere girip çıkarken büyük ilgi görmekteydiler. Beş bin kişilik şehir halkı, otuz bine yakın Türk askerini âdeta bağrına bastı. 1544 yılının Nisan ayına kadar da tam sekiz ay Türk idaresinde bir Türk şehri olarak kaldı Toulon... Bu süre içinde Avrupalı bütün seyyahların da sitayişle bahsettiği gibi, gürültüden hoşlanmayan Türkler'in yönetimi sırasında en küçük bir inzibat olayı dahi vuku bulmadı...
Barbaros, donanmasını harekete geçirdiğinde, kendisine kuru bir gösterişten ibaret olan önemsiz bir Fransız donanması da katılmıştı. Osmanlı tarihlerine göre 4 kalyon ve 8 kadırgadan oluşan 12 gemilik bu filoyu Fransız kaynakları kendilerine ait şeyleri çok büyük gösterme sevdasına müptelâ olduklarından, François de Bourbon komutasında 22 kadırga, İstanbul sefiri Paulin komutasında 18 küçük gemi ve Kont Dela Anguılara komutasında da 4 kalyondan ibaret olduğu belirtilir. Asker sayısını da abartarak 7 binden başlayıp 18 bine kadar yükseltirler.
Disiplinden yoksun, eğitimsiz ve deniz savaşlarına karşı bilgisiz ve cesaretsiz olan Fransız askerlerinin hareketleri Türk donanmasının disiplinli ve saygılı tavırları ile ünlü kaptanlarını ve yiğit leventlerimizi çok şaşırtmaktaydı. Küçük Fransız filosu Conte d'Enghien komutasına verilmişti. O da doğrudan doğruya Barbaros'un emir ve komutası altındaydı, Toulon'dan hareket ettiklerinden beri devamlı Barbaros'tan barut ve gülle istemeye bağlamışlar, isabetsiz ve rast gele yaptıkları ateşleriyle de, seferin sonuna kadar Türk donanmasına hiç bir faydaları dokunmamıştı. Üstelik bu istekleri de bitip tükenmemişti. Hatta bu tutumları o kadar can sıkmıştı ki, Fransız kaynaklarına dahi geçmiş olan Barbaros'un "şu Fransız askerliğine diyecek yok doğrusu, gemilerine şarap fıçıları doldurmayı unutmuyorlar da barut fıçılarını unutuyorlar" sözlerine muhatap olmuşlardı...
NİŞ KALESİ TÜRKLERİN ELİNE GEÇİYOR
Niş o sıralarda Alman İmparatoru Charles Quint'e bağlı bulunan Savoie (Savoja) Dukası’nın elindeki tek şehirdi. Türk Donanması Niş kalesini hemen bombardımana başlamıştı. Bombardımanın en ateşli anında, Fransız donanması ateş kesti. Bu anı duruma şaşırıp çok kızan Barbaros, Prens François de Bourbon'u hemen gemisine getirtip bu hareketin sebebini sordu. Barutlarının tükendiğini, Marsilya'da gemilere yüklenen fıçıların şarapla dolu olduğunu öğrenince, hiddeti daha da arttı. Çok ağır bir dille hakaretler yağdırarak, prensi gemisine geri gönderdi. Kaybedecek vakti olmadığından planını değiştirip, Niş kalesini arkadan, kara kısmından da çevirmek amacı ile donanmasını yakındaki Villa Frans (Villle France) limanına sokan Barbaros, burayı bombardıman sonucu işgal etti. Bataryalarını dağlardan aşırarak Niş şehrinin bütün ümitlerini ortadan kaldırdı. Bir yandan Niş kalesi hedefi şaşmayan Türk toplarının ateşleriyle dövülüyor, öte yandan çevresine tabyalar yapılarak hendekler kazılıyordu... Bu işlerin bu derece süratle ve akıl almaz bir maharetle yapılışını Fransızlar, uzaktan hayretle ve şaşkınlıkla seyrediyorlardı. Sonunda 20 Ağustos 1543 Pazartesi günü, Nisliler Türkler'e kaleyi teslim etmekten başka çare bulamadılar.
Barbaros Hayrettin Paşa anahtarları bizzat getiren validen, bunları Kanunî Sultan Süleyman adına teslim aldı. Vali şehrin affı için kendisine yalvarıp yakardı. Soylu Türk amirali, şehir kendiliğinden teslim oldu diye bu affı kabul ederek yağmalamadan vaz geçti. Bu savaş sırasında Türk leventleri yalnızca 100 şehit vermişlerdi.
Bütün bunlar olurken, şehrin Fransızlar'a teslimi için, Fransız gemilerinden savaşı seyredenler, Nislilerle gizli bir pazarlığa başvurarak, şehrin servetinin Türk ordusunun eline geçmemesi yolunda entrikalara başlamışlardı. Türk ordusunun kendileri gibi aç gözlü olmadıklarını düşünememişlerdi. Nitekim bunu vaktinde haber alan Barbaros, öylesine hiddetlendi ki, François de Beurbon ile sefir Paulin'i idam edilmekten ve ağır bir dayak cezasından güç halle kurtarabildiler. Buna rağmen, o asil soylu yiğit ve mert insan, şehri teslim aldıktan sonra anahtarları yine de Fransızlar'a vererek, donanmasıyla birlikte Toulon'a hareket etti. Fakat Fransızlar Nis'i feci şekilde yağmalamakla kalmayıp, suçu da Türkler'in üzerine attılar. Fransız tarihçileri minnet duygusundan uzak ve sorumsuz yazıları ile devamlı Barbaros ve Türk leventlerini hep barbar olarak gösterirken, gerçeğin bu olmadığını Enghien Dukasının amcası Vieillevîlle Markisi, hatıralarında şöyle yazmaktan kaçınmamıştır. "Nice şehri, teslim şartlarına aykırı olarak yağmalandı, sonra yakıldı. Bu hâdise Türkler'e isnat edilmek istendi. Fakat yağma başladığı vakit Barbaros ve bütün Türkler, Nice'den çoktan uzaklaşmışlardı. Bununla beraber hâlâ Fransa'nın ve Hıristiyan dininin şerefini korumak maksadıyla bu çirkin olay, zavallı Barbaros'a yüklenmek istenmektedir".
FRANSIZ YÖNETİCİLERİ O GÜNDEN BU GÜNE HİÇ DEÄžİŞMEDİ
Fransa'nın XVI. yüz yılda Alman istilâsından kurtuluşu, Türk himayesi ve yıllarca Almanya'ya yapılan Türk saldırıları sayesinde olmuştu. Charles Quint'in zindanlarında ölümü bekleyen I. François'yı kurtarmak amacı ile açılan Mohaç seferi sayesindedir ki, Fransa ve kralı yeniden hayat bulabilmiştir. Alman İmparatorluğu Türk Askerî gücü karşısında sinmeseydi, bu gün Fransa diye bir devlet belki de olmayacaktı. Buna rağmen, o günden bu güne Fransızlar nedense, Türk himayesini daima nankörlükle karşılayıp, kendilerini kurtarmaya gelen Barbaros'u bile asırlar boyu barbar göstermekten vazgeçmemişlerdir. Daha Kanunî devrinde başlayan ve ancak Hıristiyan Fransa'ya yakışacak tavır ve hareketler, hâlâ da devam etmiyor mu? Osmanlı devletinin zayıf düştüğünü hissettikleri günlerde ortaya çıkarttıkları asılsız Ermeni meselesini körükleyerek, düzmece tarihler ve olaylar yaratarak tarihî bile saptırmaları, sırf Türk'ün yüceliği karşısında yenemedikleri aşağılık komplekslerini tatmin etmek değil de nedir? Elbette, yardım diledikleri günlerden kalan atalarımıza olan minnet borçlarını ödeyecekleri gün olacaktır. ve yine İstanbul'a yardım için gönderecekleri elçileri çıkacaktır.
BARBAROS TURGUT REİS'İ KURTARIP GERİ DÖNÜYOR...
Barbaros; Toulon'da Preveze savaşından sonra serbest bıraktığı Turgut Reis’in, Andrea Doria'nın yeğeni Giannetino Doria tarafından yakalanarak tutsak edildiğini ve forsa olarak küreğe bağlandığını öğrendi. Charles Quint, Andrea Doria'ya İtalya ve İspanya kıyılarında yakıp yıkmadık yer bırakmayan, ticaret şehirlerine hücum ederek sayılamayacak kadar çok Hıristiyan gemisi ele geçiren Turgut Reis için, "her şeyi bırak, bütün gücünle Turgut Reis'i yakala" emrini vermişti. O da emrindeki bütün gemileri 5 gruba ayırarak peşine düşmüş, sonunda Turgut Reis'i, Korsika adası batı kıyılarında Girolata körfezinde yakalayıp tutsak etmişti.
Barbaros küçük bir fidye ile damadı olan Turgut Reis'i kurtardıktan sonra boş durmayıp, file komutanlarından Salih ve Hasan Reisler vasıtasıyla İspanya'nın Katalonya sahillerini ve İtalya'yı vurarak birçok ganimet ve esirler elde etmiş ve Charles Quint'ı Crespy barışını yapmağa zorlamıştı.Touon'da kaldığı sürece şehir halkından Türk devleti adına yıllık vergiyi alarak, şehirde beş vakit ezan da okutturmuştu. Bu büyük Türk denizcisi paha biçilmez ganimet ve 14 bin esirle İstanbul'a döndüğünde, Kanunî'nin Rus asıllı karısı Hürrem Sultan'ın, onu damat vezirine rakip gördüğü için yaptığı kışkırtmalar ve Kaptan-ı Deryalık makamına göz diken diğer vezirlerin de çabaları sonucu etkilenen Kanunî, onu soğuk karşılamıştı. Bunu hazmedemeyen Türk ırkına adı daima şeref vermiş, denizlerin yiğit evlâdı, sarayın bu çalkantılı havasından bir an önce kurtulmak isteğiyle derya kaptanlığından istifa etmişti. Konağına çekilerek zamanını, vakfına ve sosyal işlere adamıştı. 4 Temmuz 1546 yılında 80 yaşında iken öldü. Yeri Cennet olsun!