03-29-2007, Saat: 06:08 PM
Kanmak istemişti belki de, şimdi ise önünde aslında bildiği ama hiçbir zaman inanamadığı gerçekler dipdiri bir kadın çıplaklığında duruyordu. Olabilirdi diye geçirdi içinden, ama neden olmamıştı, bunun olmaması için bir çok sebep olabilirdi, zaten insan kendini aklamaya çalışmaya görsündü.. Şimdi onu beyaz bir hastanenin soğuk duvarlarına bırakmalıydı belki de bir daha almamacasına soğuk ellere, beyaz yüzlere teslim etmeliydi. Neden böyle oldu diye geçirdi içinden hâlbuki şimdi çirkin bir kelime gibi gelen soğuk, onunla geçirilen bir şubat günü ne de güzeldi.. Beraber üşümüş, karlar üstünde yürümüş, birbirlerine sarılıp ısınmışlardı. Sonra kulübenin birine sığınıp bir bardak salebi paylaşmışlardı. Daha sonra beraber..
Düşünürken sertçe bir el omzunu tuttu “beni takip edin” dedi, aynı sert elin dozunda bir ses. Dediğini yapıp onu takip etti, gözleri kaçmak istiyordu aslında bedenini bırakıp. Biraz sonra zihninin ve ayaklarının onu görmek zorunda bıraktığı görüntüye tahammül etmek istemiyordu gözleri, yalvardı adama gözleriyle ve bir ses çıktı sonunda genç kadının titrek bedeninden “nerde? “ Adam bir şey demedi soğuk gözleriyle son bir kez genç kadına baktı ve önünde duran kapının parmaklığın sürgüsünü çekti…
Eve geldiğinde hala ağlıyordu içinde o kadar büyük bir şey parçalanmıştı ki inandığı tüm değerler, tüm insanlar aslında belki de koca bir yalandı. Neden böyle oldu dedi içinden ama cevap yoktu, aslında sorularda yoktu her şey ortadaydı. Onun gerçek sorunlarıyla yeterince ilgilenmemiş, ona sadece belki de sebepsiz yere inanmayı seçmişti. O ne zaman “boş ver” dese hep boş vermişti. Neden hiç merak etmemişti, neden hiç sormamıştı… Koca bir vicdan azabı hiç susmayan bir çığlık şeklinde şimdi kulaklarında çınlıyordu. Adamın sürgüyü çekişi ve o an, o kahrolası beyaz gömlek, kolları gömlekten seçilemeyen bir adam ve o adamın çocuk bakışları… O ana kadar acıyı hiç bu kadar iliklerinde gezinirken hissetmemişti. Gözlerine baktı, tüm gücüyle kendini zorlamasına rağmen yüzüne anca belli belirsiz bir gülücük kondurabildi, “canım” dedi -canından şüphe etti- bir ses bekledi, önce ürkek baktı genç adam, sonra belli ki bir şey onu konuşmaya itti ve o da zaten az sonra anlaşıldı “bana toz mu getirdin?” dedi ürkek bakışlarıyla. Kendini biraz daha zorladı genç kadın o an hiçbir şey düşünemiyordu sadece içinde dayanılmaz bir ağrı, boğazında koca bir yumruyla zar zor bir şeyler söylemeye çalıştı ağzından dökülenler boğuk bir tonla, belli belirsiz kelimelerde işitildi; “iyi olacaksın” !!
Acaba iyi olabilecek miydi doktorlar çok uzun zamandır kullandığını söylemişlerdi beyaz zehri, belki biraz daha geç kalınsaydı şimdi burada bile değildi. Neden o son aşamasında öğrendi, neden hiç merak etmedi… “Neden” dedi son bir kez sonra ağlamaktan şişmiş gözleri yavaşça kapandı. Rüyasında kim bilir neler görecekti ama ne beyaz duvarları ne beyaz bir tozu ne de beyaz herhangi bir şeyi görmek istemiyordu. Nedeninin beyaz bir toz olduğu, sonucunun da beyaz duvarların ayrı bıraktığı bir sevdaydı onunki! …
Onu çok özlemişti, uzun zamandır birbirlerini görmüyorlardı, koşa koşa sahile indi elinde bir demet kır çiçeği ile orda bekleyen oydu, şimdi ona doğru koşmaya başladı. Ona yaklaştıkça sevinci artıyordu, en sonunda işte artık onun boynuna kollarını dolayabilmişti, ne uzun zaman olmuştu kokusunu solumayalı, ne uzun zamandır görmemişti bakışlarını. Yüzündeki solgunluğu bir süre sonra fark ettiğinde ise genç adam yolun onu yorduğunu söylemişti. Kolay değildi, uzun yoldu. O da üstünde daha fazla durmadı özlemişlerdi birbirlerini, özlem gidermek daha cazip gelmişti, şimdi düşündüğünde ne kadar bencil olduğunu kavrayabilmişti, hep böyle anlık sevinçlere satmıştı aşkını. Ne zaman ona bu tarz sorular yöneltse tartışırlardı, bir ara iyice sıklaşmıştı bu tartışmalar, en sonunda genç kadın bu gerginlikten kaçındığı için fazla ses çıkartmak istemiyordu, ona güvenmeyi seçmişti ya da ona güvenmek sorunda kalmıştı. Çünkü aralarında geçen bu tartışmaların onu kaybetmesine neden olmasından korkuyordu. Sebebini bile bilmediği bir gerginliğe feda edemezdi aşkını, öyle düşünmüştü o vakitler. Bu büyük bir acıydı, şimdi ise bu acının çok daha fazlasını hissetmekteydi yüreğinde…
Gözlerini açtığında bir an neler oldu diye düşündü sonra gözlerinin yandığını hissetti, daha sonra bir kuş sesi duydu ve birden bire gözünün önünden o istemediği sahneler geçiverdi. Yaşanması gerekti, üzülerek bir şey olmuyordu ayağa kalkıp lavaboya gitti yüzüne su çarptı aynaya bakarak bir kaç haftada ne kadar değiştiğini düşündü. Ellerini yavaşça gözlerinin altında gezdirdi… Direnmeliyim dedi, o ne kadar mücadele veriyorsa bende ona o kadar destek vermeliyim. Doktorlar vücudunun çok tahribat aldığını söylemişlerdi, zehir uzun yıllardır onu yavaş yavaş ölüme götürmekteydi bu sefer kriz baya güçlü gelmişti üstelik bunun yanı sıra kriz esnasında da vücudu oraya buraya çarpılmaktan yara içinde kalmıştı. Kurtulabilecek mi diye düşündü, üstelik kaçmaya da teşebbüs edebilirdi. Daha sonra bir kuş sesi duydu tekrar, demin bu ses gözünün önüne içini acıtacak görüntüleri getirirken şimdi içine bir umut aşılamıştı. Birden gözleri parladı hemen odasına koştu, üstüne en güzel kıyafetlerini giydi ve soluk yüzünü az da olsa renklendirmeye çalıştı. Onun yanına gidecekti, ona umut olacak, beraber direneceklerdi. Yanına gittiğinde o da sanki her zamankinden daha iyiydi, en azından gülümsüyordu ve üstünde beyaz gömlek yoktu. Beraber yürüyüşe çıkacaklardı az sonra. Kuş seslerini beraber işitecekler, yaşadıkları güzel günlerden bahsedeceklerdi. Belki zehre karşı direniş mücadelesinin çok başlarındalardı ama direnmeyi bilmek, ona moral olabilmek gerekliydi… Karar vermişti elinden geldiğince ona destek verecekti, hiçbir zaman pes etmeyecekti; çünkü o buna değerdi… İnanıyordu artık; kurtulacaktı! … Onunla yaşamak onunla yaşlanmak istiyordu, ilerde belki hayatlarını paylaşabilecekleri bir çocukları da olurdu. Bir geçseydi şu zor günler, ilerde kim bilir neler paylaşacaklar ne sevinçlere ortak olacaklardı. Ah bir geçseydi yeter ki şu günler…
…
Uzaktan gelen bir çocuk sesi duydu, çocuk anne diyordu hemen cama çıktı ve o da çocuğa seslendi. Seslenen kızıydı, arkadaşına gitmek için izin istiyordu. Gülümsedi ve ona fazla geç kalmamasını söyledi. Evde yalnızdı, bugün izin günüydü ve anlaşılan kendiyle geçirmesi gereken önünde uzun bir gün onu bekliyordu. Mehmet akşama gelecekti, bugün belki fazla mesai de yapardı. Uzakta çalan bir şarkı duydu, en sevdiği koltuğa oturdu, eskiden çok sevdiği bir şarkıydı bu. Şimdi ise tozlu raflara kaldırdığı anıları yavaş yavaş zihninde canlanıyordu. Yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. Acaba nerdedir şimdi diye düşündü, onu hiç unutamamıştı, yaşadıkları güzel günleri düşündü daha sonra beraber direndikleri günleri, sonra beraber nasıl zaferi kazandıklarını sonra veda edişleri.. O gitmişti ve ondan başka kimse olamaz artık diye düşündü bir süre, onu nasıl unutabilirdi, ya da onunla yaşadıklarını başka kiminle yaşayabilirdi, ama 3 yıl sonra karşısına Mehmet çıktı. Mehmet`le kafa yapıları uyuşuyordu ve efendi bir adamdı Mehmet, iyi de bir işi vardı. Daha sonra bir de kızları oldu, adı; Eylül. Onunla da kızları olsaydı adını Eylül koyacaklardı. Acaba onun da çocuğu olmuş muydu, evlenmiş miydi, nerde nasıl yaşıyordu… Çok eski bir şarkı onu nerelere götürmüştü, aklında neler canlanmıştı sanki hepsi dün olmuş gibiydi nasıl geçmişti bunca zaman. Hastaneden ilk çıktıkları günü hatırladı, beraber hemen sahil kenarında ki o yere gitmişlerdi çay içmeye, çok önceden planlamışlardı bunu. Gelecek hakkında konuşmuşlar, artık hiç bir şeyi birbirlerinden saklamayacaklarına dair söz vermişlerdi. O zamanlar ondan ayrı bir gelecek deselerdi gülüp geçerdi ama şimdi o zamanların gelecek kavramının içinde yer alıyordu ve akşama eve gelecek olan adam başkaydı, yemekleri bu sefer ona değil Mehmet`e yapmıştı. Kızının adı evet Eylül` dü ama başka bir bahardandı. Onsuz bir bahardan. İçi sızladı, aradan geçen yıllar belleğinde ki onu belki başka şeylerle kapatmıştı ama hiçbir zaman unutturamamıştı. Sonra; “gitmek zorundayım” deyişini hatırladı, onun gerçek anlamda hayata dönmesi için iyi bir fırsattı, burada insanlar ona istemeden de olsa bazen acıyarak bakıyor, Bazen de göz ucuyla bakarak birbirlerine bir şeyler söylüyordu. Belki zamanla düzelir gibi oluyordu ama insanlarla arasında ki hava aslında hiçbir zaman o samimiyetsizliğinden kurtulamıyordu. Bencillik yapıp onu burada tutmak istememişti, ne zamandır peşinde olduğu bir işti, onun geleceği içinde önemliydi bu ve onun neler yaşadığını bilmeden ona önyargıyla yaklaşmayan insanlarla beraber olacaktı. O uzun zamanda kalsa orda onu bekleyecekti. Bir gün bir mektup gelmişti ve artık onu beklememesi gerektiğini, burada daha ne kadar kalacağını bilmediğini yazıyordu. O mektuba da cevap yazmıştı ama uzun zaman cevap alamamıştı. Bir süre sonra o da pes etti. Artık hayatına devam ediyordu. Şimdi ise aradan tam 9 yıl geçmişti. Hala ondan ne bir haber ne de başka bir şey vardı. Böyle bitmemeliydi diye düşündü. Bir müddet öyle kaldı ve sonra telefon sesini işitti. Arayan Mehmet`ti, geç kalacağını söylüyordu. Sonra içeri geçti, geçmişe yaptığı küçük bir yolculuktan sonra çok beğendiği bir kitabın sayfalarını tekrar karıştırmaya başladı…
Aradan uzun yıllar geçmişti. Arada eşten dosttan onun hakkında haberler alıyordu. İyi bir anne olmuştu, iyi bir emekçi kadın. Uzun kızıl saçları yaşı ilerledikçe kahverengi olmuştu, sonra bir kızı; Eylül. Bu adı koyduğunu işitince içi sızlamıştı. Bizim kızımız olabilirdi diye geçirmişti içinden. İlk ayrıldıkları zamanlarda her gün neredeyse konuşuyorlardı, ona oraları anlatıyor, alışmanın zorluklarından bahsediyordu. Bir süre sonra başına hayatını değiştirecek olan kaza gelmişti, iki bacağı da artık tutmuyordu. Bunu ilk öğrendiğinde sadece kendini düşünüyordu, hayatında nelerden mahrum kalacağını… Kimseyle konuşmuyordu. Bir süre sonra onu düşünmeye başladı, onun kendi için ne kadar çabaladığını, en kötü zamanlar dahi yalnız bırakmadığını… “ne çok eziyet ettim ona istemeden” diye geçirdi içinden “şimdi de tekrar ona döndüğünde sakat bir insana bakmak zorunda bırakacağım”. Bu kadarı fazlaydı, sevgisi için bir fedakârlık yapma sırası ona gelmişti. Bu belki onu üzecekti ama kısa sürede geçerdi. Diğer türlü ondan hayatını istemek olacaktı, biliyordu isteseydi verdi, ama bunu yapamazdı. Bir şekilde hayatını onsuz kılmasını sağlamalıydı, bunu yolu ona bir mektup yazıp artık kendisini beklememesini söylemekti, zaten uzakta olduğu için ayrılık fazla zor olmayacaktı. Ve aradan geçen yıllar; onun evlendiğini, çocuk sahibi olduğunu duyunca bir yandan içini saran hüznü getirirken, bir yandan da doğru karar aldığını düşündürüyordu. “Umarım mutludur” diye geçirdi içinden. Zaten sevgi neydi ki, sevdiğinle olmak mı, tenini solumak, gözlerine bakmak mı, insan bir başına da yaşayamazsa sevgisini –dilerse yıllarca- nasıl sevgi derdi ki ona… Yani; eylülü seviyorsun diye illa havasını mı soluman gerek, bazen dalından düşen sarı yaprakları görmekte yeter insana…
__________________
Düşünürken sertçe bir el omzunu tuttu “beni takip edin” dedi, aynı sert elin dozunda bir ses. Dediğini yapıp onu takip etti, gözleri kaçmak istiyordu aslında bedenini bırakıp. Biraz sonra zihninin ve ayaklarının onu görmek zorunda bıraktığı görüntüye tahammül etmek istemiyordu gözleri, yalvardı adama gözleriyle ve bir ses çıktı sonunda genç kadının titrek bedeninden “nerde? “ Adam bir şey demedi soğuk gözleriyle son bir kez genç kadına baktı ve önünde duran kapının parmaklığın sürgüsünü çekti…
Eve geldiğinde hala ağlıyordu içinde o kadar büyük bir şey parçalanmıştı ki inandığı tüm değerler, tüm insanlar aslında belki de koca bir yalandı. Neden böyle oldu dedi içinden ama cevap yoktu, aslında sorularda yoktu her şey ortadaydı. Onun gerçek sorunlarıyla yeterince ilgilenmemiş, ona sadece belki de sebepsiz yere inanmayı seçmişti. O ne zaman “boş ver” dese hep boş vermişti. Neden hiç merak etmemişti, neden hiç sormamıştı… Koca bir vicdan azabı hiç susmayan bir çığlık şeklinde şimdi kulaklarında çınlıyordu. Adamın sürgüyü çekişi ve o an, o kahrolası beyaz gömlek, kolları gömlekten seçilemeyen bir adam ve o adamın çocuk bakışları… O ana kadar acıyı hiç bu kadar iliklerinde gezinirken hissetmemişti. Gözlerine baktı, tüm gücüyle kendini zorlamasına rağmen yüzüne anca belli belirsiz bir gülücük kondurabildi, “canım” dedi -canından şüphe etti- bir ses bekledi, önce ürkek baktı genç adam, sonra belli ki bir şey onu konuşmaya itti ve o da zaten az sonra anlaşıldı “bana toz mu getirdin?” dedi ürkek bakışlarıyla. Kendini biraz daha zorladı genç kadın o an hiçbir şey düşünemiyordu sadece içinde dayanılmaz bir ağrı, boğazında koca bir yumruyla zar zor bir şeyler söylemeye çalıştı ağzından dökülenler boğuk bir tonla, belli belirsiz kelimelerde işitildi; “iyi olacaksın” !!
Acaba iyi olabilecek miydi doktorlar çok uzun zamandır kullandığını söylemişlerdi beyaz zehri, belki biraz daha geç kalınsaydı şimdi burada bile değildi. Neden o son aşamasında öğrendi, neden hiç merak etmedi… “Neden” dedi son bir kez sonra ağlamaktan şişmiş gözleri yavaşça kapandı. Rüyasında kim bilir neler görecekti ama ne beyaz duvarları ne beyaz bir tozu ne de beyaz herhangi bir şeyi görmek istemiyordu. Nedeninin beyaz bir toz olduğu, sonucunun da beyaz duvarların ayrı bıraktığı bir sevdaydı onunki! …
Onu çok özlemişti, uzun zamandır birbirlerini görmüyorlardı, koşa koşa sahile indi elinde bir demet kır çiçeği ile orda bekleyen oydu, şimdi ona doğru koşmaya başladı. Ona yaklaştıkça sevinci artıyordu, en sonunda işte artık onun boynuna kollarını dolayabilmişti, ne uzun zaman olmuştu kokusunu solumayalı, ne uzun zamandır görmemişti bakışlarını. Yüzündeki solgunluğu bir süre sonra fark ettiğinde ise genç adam yolun onu yorduğunu söylemişti. Kolay değildi, uzun yoldu. O da üstünde daha fazla durmadı özlemişlerdi birbirlerini, özlem gidermek daha cazip gelmişti, şimdi düşündüğünde ne kadar bencil olduğunu kavrayabilmişti, hep böyle anlık sevinçlere satmıştı aşkını. Ne zaman ona bu tarz sorular yöneltse tartışırlardı, bir ara iyice sıklaşmıştı bu tartışmalar, en sonunda genç kadın bu gerginlikten kaçındığı için fazla ses çıkartmak istemiyordu, ona güvenmeyi seçmişti ya da ona güvenmek sorunda kalmıştı. Çünkü aralarında geçen bu tartışmaların onu kaybetmesine neden olmasından korkuyordu. Sebebini bile bilmediği bir gerginliğe feda edemezdi aşkını, öyle düşünmüştü o vakitler. Bu büyük bir acıydı, şimdi ise bu acının çok daha fazlasını hissetmekteydi yüreğinde…
Gözlerini açtığında bir an neler oldu diye düşündü sonra gözlerinin yandığını hissetti, daha sonra bir kuş sesi duydu ve birden bire gözünün önünden o istemediği sahneler geçiverdi. Yaşanması gerekti, üzülerek bir şey olmuyordu ayağa kalkıp lavaboya gitti yüzüne su çarptı aynaya bakarak bir kaç haftada ne kadar değiştiğini düşündü. Ellerini yavaşça gözlerinin altında gezdirdi… Direnmeliyim dedi, o ne kadar mücadele veriyorsa bende ona o kadar destek vermeliyim. Doktorlar vücudunun çok tahribat aldığını söylemişlerdi, zehir uzun yıllardır onu yavaş yavaş ölüme götürmekteydi bu sefer kriz baya güçlü gelmişti üstelik bunun yanı sıra kriz esnasında da vücudu oraya buraya çarpılmaktan yara içinde kalmıştı. Kurtulabilecek mi diye düşündü, üstelik kaçmaya da teşebbüs edebilirdi. Daha sonra bir kuş sesi duydu tekrar, demin bu ses gözünün önüne içini acıtacak görüntüleri getirirken şimdi içine bir umut aşılamıştı. Birden gözleri parladı hemen odasına koştu, üstüne en güzel kıyafetlerini giydi ve soluk yüzünü az da olsa renklendirmeye çalıştı. Onun yanına gidecekti, ona umut olacak, beraber direneceklerdi. Yanına gittiğinde o da sanki her zamankinden daha iyiydi, en azından gülümsüyordu ve üstünde beyaz gömlek yoktu. Beraber yürüyüşe çıkacaklardı az sonra. Kuş seslerini beraber işitecekler, yaşadıkları güzel günlerden bahsedeceklerdi. Belki zehre karşı direniş mücadelesinin çok başlarındalardı ama direnmeyi bilmek, ona moral olabilmek gerekliydi… Karar vermişti elinden geldiğince ona destek verecekti, hiçbir zaman pes etmeyecekti; çünkü o buna değerdi… İnanıyordu artık; kurtulacaktı! … Onunla yaşamak onunla yaşlanmak istiyordu, ilerde belki hayatlarını paylaşabilecekleri bir çocukları da olurdu. Bir geçseydi şu zor günler, ilerde kim bilir neler paylaşacaklar ne sevinçlere ortak olacaklardı. Ah bir geçseydi yeter ki şu günler…
…
Uzaktan gelen bir çocuk sesi duydu, çocuk anne diyordu hemen cama çıktı ve o da çocuğa seslendi. Seslenen kızıydı, arkadaşına gitmek için izin istiyordu. Gülümsedi ve ona fazla geç kalmamasını söyledi. Evde yalnızdı, bugün izin günüydü ve anlaşılan kendiyle geçirmesi gereken önünde uzun bir gün onu bekliyordu. Mehmet akşama gelecekti, bugün belki fazla mesai de yapardı. Uzakta çalan bir şarkı duydu, en sevdiği koltuğa oturdu, eskiden çok sevdiği bir şarkıydı bu. Şimdi ise tozlu raflara kaldırdığı anıları yavaş yavaş zihninde canlanıyordu. Yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. Acaba nerdedir şimdi diye düşündü, onu hiç unutamamıştı, yaşadıkları güzel günleri düşündü daha sonra beraber direndikleri günleri, sonra beraber nasıl zaferi kazandıklarını sonra veda edişleri.. O gitmişti ve ondan başka kimse olamaz artık diye düşündü bir süre, onu nasıl unutabilirdi, ya da onunla yaşadıklarını başka kiminle yaşayabilirdi, ama 3 yıl sonra karşısına Mehmet çıktı. Mehmet`le kafa yapıları uyuşuyordu ve efendi bir adamdı Mehmet, iyi de bir işi vardı. Daha sonra bir de kızları oldu, adı; Eylül. Onunla da kızları olsaydı adını Eylül koyacaklardı. Acaba onun da çocuğu olmuş muydu, evlenmiş miydi, nerde nasıl yaşıyordu… Çok eski bir şarkı onu nerelere götürmüştü, aklında neler canlanmıştı sanki hepsi dün olmuş gibiydi nasıl geçmişti bunca zaman. Hastaneden ilk çıktıkları günü hatırladı, beraber hemen sahil kenarında ki o yere gitmişlerdi çay içmeye, çok önceden planlamışlardı bunu. Gelecek hakkında konuşmuşlar, artık hiç bir şeyi birbirlerinden saklamayacaklarına dair söz vermişlerdi. O zamanlar ondan ayrı bir gelecek deselerdi gülüp geçerdi ama şimdi o zamanların gelecek kavramının içinde yer alıyordu ve akşama eve gelecek olan adam başkaydı, yemekleri bu sefer ona değil Mehmet`e yapmıştı. Kızının adı evet Eylül` dü ama başka bir bahardandı. Onsuz bir bahardan. İçi sızladı, aradan geçen yıllar belleğinde ki onu belki başka şeylerle kapatmıştı ama hiçbir zaman unutturamamıştı. Sonra; “gitmek zorundayım” deyişini hatırladı, onun gerçek anlamda hayata dönmesi için iyi bir fırsattı, burada insanlar ona istemeden de olsa bazen acıyarak bakıyor, Bazen de göz ucuyla bakarak birbirlerine bir şeyler söylüyordu. Belki zamanla düzelir gibi oluyordu ama insanlarla arasında ki hava aslında hiçbir zaman o samimiyetsizliğinden kurtulamıyordu. Bencillik yapıp onu burada tutmak istememişti, ne zamandır peşinde olduğu bir işti, onun geleceği içinde önemliydi bu ve onun neler yaşadığını bilmeden ona önyargıyla yaklaşmayan insanlarla beraber olacaktı. O uzun zamanda kalsa orda onu bekleyecekti. Bir gün bir mektup gelmişti ve artık onu beklememesi gerektiğini, burada daha ne kadar kalacağını bilmediğini yazıyordu. O mektuba da cevap yazmıştı ama uzun zaman cevap alamamıştı. Bir süre sonra o da pes etti. Artık hayatına devam ediyordu. Şimdi ise aradan tam 9 yıl geçmişti. Hala ondan ne bir haber ne de başka bir şey vardı. Böyle bitmemeliydi diye düşündü. Bir müddet öyle kaldı ve sonra telefon sesini işitti. Arayan Mehmet`ti, geç kalacağını söylüyordu. Sonra içeri geçti, geçmişe yaptığı küçük bir yolculuktan sonra çok beğendiği bir kitabın sayfalarını tekrar karıştırmaya başladı…
Aradan uzun yıllar geçmişti. Arada eşten dosttan onun hakkında haberler alıyordu. İyi bir anne olmuştu, iyi bir emekçi kadın. Uzun kızıl saçları yaşı ilerledikçe kahverengi olmuştu, sonra bir kızı; Eylül. Bu adı koyduğunu işitince içi sızlamıştı. Bizim kızımız olabilirdi diye geçirmişti içinden. İlk ayrıldıkları zamanlarda her gün neredeyse konuşuyorlardı, ona oraları anlatıyor, alışmanın zorluklarından bahsediyordu. Bir süre sonra başına hayatını değiştirecek olan kaza gelmişti, iki bacağı da artık tutmuyordu. Bunu ilk öğrendiğinde sadece kendini düşünüyordu, hayatında nelerden mahrum kalacağını… Kimseyle konuşmuyordu. Bir süre sonra onu düşünmeye başladı, onun kendi için ne kadar çabaladığını, en kötü zamanlar dahi yalnız bırakmadığını… “ne çok eziyet ettim ona istemeden” diye geçirdi içinden “şimdi de tekrar ona döndüğünde sakat bir insana bakmak zorunda bırakacağım”. Bu kadarı fazlaydı, sevgisi için bir fedakârlık yapma sırası ona gelmişti. Bu belki onu üzecekti ama kısa sürede geçerdi. Diğer türlü ondan hayatını istemek olacaktı, biliyordu isteseydi verdi, ama bunu yapamazdı. Bir şekilde hayatını onsuz kılmasını sağlamalıydı, bunu yolu ona bir mektup yazıp artık kendisini beklememesini söylemekti, zaten uzakta olduğu için ayrılık fazla zor olmayacaktı. Ve aradan geçen yıllar; onun evlendiğini, çocuk sahibi olduğunu duyunca bir yandan içini saran hüznü getirirken, bir yandan da doğru karar aldığını düşündürüyordu. “Umarım mutludur” diye geçirdi içinden. Zaten sevgi neydi ki, sevdiğinle olmak mı, tenini solumak, gözlerine bakmak mı, insan bir başına da yaşayamazsa sevgisini –dilerse yıllarca- nasıl sevgi derdi ki ona… Yani; eylülü seviyorsun diye illa havasını mı soluman gerek, bazen dalından düşen sarı yaprakları görmekte yeter insana…
__________________