05-17-2007, Saat: 04:17 PM
[YT]lTMOK82Mr5k[/YT]
Ben savaşı kendi yasaklığımda kaybettim... Daha yolun yarısına bile gelmemiş bir ömrün, olmazlara mahkum sevdasında yenildim hayata. Öğrendiysem de seninle, hayatın yalnızca olduğu gibi olduğunu; yine de beceremedim boyun eğen suskunluğu.
Sen gittin. Kasım yağmurları geldi bu kente. Varlığınla ısınan şehir bak üşümeye başladı bile. Oysa biz hiç üşümemiştik seninle. Ne ben, ne sen ne de bu kent... Güneşler doğurmuştuk biz ısıstan, her sabah bu kentin üstüne. Sonbahar mıydı yoksa bahar mı, bilemedim seninle. Kentim de anlamadı mevsimini, yüreğime gelişinle.
Eylüldü... Bahar gibi bir eylül.
Geldim. Kimliğine aşk eklendi senin. Yüreğime sen. Sendeki adıma ekledin de yıllar öncesinden kalma sesimi; bir sevda çıktı ortaya, yasaklığa mahkum olmazlarda gizli. Yazık ki zamansız kurulan bir cümleydim ben senin için. Sense geç kalınmış bir sevda. Ben seni çok geç öğrendim. Sırlarını açarken bir bir gözlerime, sığdırabilirim sandım aşkı, "bir"leşen ayrı mekanlardaki iki yüreğe.
Ekimdi...
Şahitti şehir aşka. Koca kent ufaldı sevdamızda. Bilmedi taksim bizi, görmedi Kız Kulesi birleşen ellerimizi. Bir durak, bir zindan, bir de ağaç... Şahidimdir Haliç, sevdim seni...
Ekimdi... Doğduğum ay.
34 yıl mıydı geride bıraktığım ve beni senin gözünde çocuklaştıran, acısızlaştıran. Sayabilseydim eğer hiç yaşanmamış senin olmadığın zamanları, bil ki doğum günüm olurdu sonbaharın baharlaşan ayları. Ekimdi... İmkansız bir mucizenin tanıklığındaydı kent. Biz bile şaşırmışken kendimize, aşıktık. Ve aşk bu kadar beklenmedikti bizde. Öyle ki, bir şeyler vardı tanımlayamadığımız. Bende sana ait, sen de bana. Ne tuhaf, hiç yabancılık çekmedim ben sende, hiç utanmadım. Bir bize yakışmadı ekimde pişmanlık, bir de ayrılık...
Kasım şimdi...
Yağmurlar geldi sen gittin. Ayazlara bıraktın yarini. Yıkıldı bu kent üstüme. Ben üşüdüm. Kuşlar zaten öldü. Oysa cama vuran her yağmur damlası gülüşünü getirmeliydi. Ekmek attığım serçelerin kanadında gelmeliydi umudun. En deli yağmurlardan sonra bile sen gelmeliydin, yokluğunda çölleşen ruhuma. Şimdi ise yağmurlar döverken camlarımı, ben gözyaşlarımı ekliyorum sana. Caddeleri boğarken sular, ben yine kuraklaşıyorum yaşama.
Kuşlar... Kuşlar çoktan öldü ufalanan umudunda. Bir bende kırıntıları kaldı da, gülemedim bir daha.
Yağmurlar dinmedi hala. Soğuk. Üşüyorum. Kent yıkıldı, kuşlar öldü. Ne duraklar kaldı ne de biz. Oysa biz hiç üşümemiştik seninle. Şimdi ise yangınlar var yüreğimde. Buz yangınları. Yaksalar bile artık tüm kenti, ısınmaz içim. Gittin ya, bil ki ben artık buz yangınlarında üşüyeceğim.
Bir aynada seyrediyorum şimdi kendimi ve bir şiirin mısraları çınlatıyor yüreğimi.
"Bir insan bu kadar eksilebilir mi?"
Gittin. Şiir de yarım kaldı şairliğin de. Ben zaten hiç şair olmadım sende. Hani derdin ya "sen bir şiirin şairi değil, bir şairin şiirisin bende..." Keşkelerinin hiç yazılamayan şiiri. Bak işte yarım kaldım bende.
Aşka, rüzgara, ayrılığa, zamana eyvallah..
Ben savaşı kendi yasaklığımda kaybettim... Daha yolun yarısına bile gelmemiş bir ömrün, olmazlara mahkum sevdasında yenildim hayata. Öğrendiysem de seninle, hayatın yalnızca olduğu gibi olduğunu; yine de beceremedim boyun eğen suskunluğu.
Sen gittin. Kasım yağmurları geldi bu kente. Varlığınla ısınan şehir bak üşümeye başladı bile. Oysa biz hiç üşümemiştik seninle. Ne ben, ne sen ne de bu kent... Güneşler doğurmuştuk biz ısıstan, her sabah bu kentin üstüne. Sonbahar mıydı yoksa bahar mı, bilemedim seninle. Kentim de anlamadı mevsimini, yüreğime gelişinle.
Eylüldü... Bahar gibi bir eylül.
Geldim. Kimliğine aşk eklendi senin. Yüreğime sen. Sendeki adıma ekledin de yıllar öncesinden kalma sesimi; bir sevda çıktı ortaya, yasaklığa mahkum olmazlarda gizli. Yazık ki zamansız kurulan bir cümleydim ben senin için. Sense geç kalınmış bir sevda. Ben seni çok geç öğrendim. Sırlarını açarken bir bir gözlerime, sığdırabilirim sandım aşkı, "bir"leşen ayrı mekanlardaki iki yüreğe.
Ekimdi...
Şahitti şehir aşka. Koca kent ufaldı sevdamızda. Bilmedi taksim bizi, görmedi Kız Kulesi birleşen ellerimizi. Bir durak, bir zindan, bir de ağaç... Şahidimdir Haliç, sevdim seni...
Ekimdi... Doğduğum ay.
34 yıl mıydı geride bıraktığım ve beni senin gözünde çocuklaştıran, acısızlaştıran. Sayabilseydim eğer hiç yaşanmamış senin olmadığın zamanları, bil ki doğum günüm olurdu sonbaharın baharlaşan ayları. Ekimdi... İmkansız bir mucizenin tanıklığındaydı kent. Biz bile şaşırmışken kendimize, aşıktık. Ve aşk bu kadar beklenmedikti bizde. Öyle ki, bir şeyler vardı tanımlayamadığımız. Bende sana ait, sen de bana. Ne tuhaf, hiç yabancılık çekmedim ben sende, hiç utanmadım. Bir bize yakışmadı ekimde pişmanlık, bir de ayrılık...
Kasım şimdi...
Yağmurlar geldi sen gittin. Ayazlara bıraktın yarini. Yıkıldı bu kent üstüme. Ben üşüdüm. Kuşlar zaten öldü. Oysa cama vuran her yağmur damlası gülüşünü getirmeliydi. Ekmek attığım serçelerin kanadında gelmeliydi umudun. En deli yağmurlardan sonra bile sen gelmeliydin, yokluğunda çölleşen ruhuma. Şimdi ise yağmurlar döverken camlarımı, ben gözyaşlarımı ekliyorum sana. Caddeleri boğarken sular, ben yine kuraklaşıyorum yaşama.
Kuşlar... Kuşlar çoktan öldü ufalanan umudunda. Bir bende kırıntıları kaldı da, gülemedim bir daha.
Yağmurlar dinmedi hala. Soğuk. Üşüyorum. Kent yıkıldı, kuşlar öldü. Ne duraklar kaldı ne de biz. Oysa biz hiç üşümemiştik seninle. Şimdi ise yangınlar var yüreğimde. Buz yangınları. Yaksalar bile artık tüm kenti, ısınmaz içim. Gittin ya, bil ki ben artık buz yangınlarında üşüyeceğim.
Bir aynada seyrediyorum şimdi kendimi ve bir şiirin mısraları çınlatıyor yüreğimi.
"Bir insan bu kadar eksilebilir mi?"
Gittin. Şiir de yarım kaldı şairliğin de. Ben zaten hiç şair olmadım sende. Hani derdin ya "sen bir şiirin şairi değil, bir şairin şiirisin bende..." Keşkelerinin hiç yazılamayan şiiri. Bak işte yarım kaldım bende.
Aşka, rüzgara, ayrılığa, zamana eyvallah..