05-21-2007, Saat: 11:19 AM
Günün birinde kalbime doğarsan eğer, tüm güneşlerinle, tüm yıldızlarınla ve tüm şafaklarınla doğ artık sevgilim...
Eğer eksik doğarsan içimde, bil ki, yarım kalırım ben...
Zaten tüm korkular yarım kalmalara dair değil midir?
Hep kaçtığımız, kendimizi sakındığımız o en büyük kâbus.
Yarım kalan aşklar genelde yitip giden aşklardan daha kötü koyar adama.
Yarım kalmışlık, bir tür havada kalmışlık, bir şaşkınlık saklar içinde.
Hazır olamayış vardır... Ölüm acısı gibi sarsar ani bitişler, eğer hazır değilse taraflardan biri böyle bir şeye.
Aşkın tarifini en iyi kadınlar yapar diye düşünüyorum.
Onlar bilirler böyle bir deneyimin tam kıvamındaki tadını anlatacak reçeteyi.
Evet, iddia ediyorum, en iyi kadınlar bilir bunu...
Çünkü doğum yapmaya benzer AŞK.
Sancılıdir ama sancılı olduğu kadar da umutla doludur, sevinçle doludur.
Yeni bir kalbe tüm güneşlerle doğmak, tüm yıldızlarla doğmak, tüm şafaklarla doğmaktır doğum yapmak.
Bir de doğarken ölen bebekler vardır.
Dışarıda olanların tesellisi fayda etmez pek...
"Olacağı varmış... Ya daha sonra olsaydı? Ya sen iyice alıştıktan sonra kaybetseydin?..."
İşte, böyle şeyler söylerler yüreği elinde kalmış anneciklere...
Oysa düşünmez hiç kimse acısını, bilemezler ne demek olduğunu yarıda kalmışlığın...
Kalbimizi açarken de böyle sancılar çekeriz genelde.
Korkarız, çok korkarız en başta.
Bunun adı kimi zaman deneyim, kimi zamansa ilktir.
Her koşulda korkarız o açılıştan.
Ve tam sancılı dönemi aşıp aşkın kucağına atılmaya hazır olduğumuz anda...
İşte tam da böyle bir yarıda kalmışlıktır yaşanan.
Günün şu erken saatlerinde bu konu aklıma nereden geldi bilmiyorum.
Oysa ne kadar hoş bir şiirdi beni dün gece uykumda ağırlayan...
Kağıttan bir ev yapsak
Koysak çimlerin üstüne
Rüzgar gelse, uçursa
Olsak biz de içinde...
Uçsak...
Estiği yere kadar
Maviden kopan beyaz olsak
Ve yağmur olsak, yağsak...
Damla, damla
Sevgi gölüne...
Dedim ya, günün birinde kalbime doğarsan eğer, tüm güneşlerinle, tüm yıldızlarınla ve tüm şafaklarınla doğ sevgili.
Yarıda bırakacaksan hiç girme kalbime...
Kalbim yarım düşlere mezar olmasın.
Eğer eksik doğarsan içimde, bil ki, yarım kalırım ben...
Zaten tüm korkular yarım kalmalara dair değil midir?
Hep kaçtığımız, kendimizi sakındığımız o en büyük kâbus.
Yarım kalan aşklar genelde yitip giden aşklardan daha kötü koyar adama.
Yarım kalmışlık, bir tür havada kalmışlık, bir şaşkınlık saklar içinde.
Hazır olamayış vardır... Ölüm acısı gibi sarsar ani bitişler, eğer hazır değilse taraflardan biri böyle bir şeye.
Aşkın tarifini en iyi kadınlar yapar diye düşünüyorum.
Onlar bilirler böyle bir deneyimin tam kıvamındaki tadını anlatacak reçeteyi.
Evet, iddia ediyorum, en iyi kadınlar bilir bunu...
Çünkü doğum yapmaya benzer AŞK.
Sancılıdir ama sancılı olduğu kadar da umutla doludur, sevinçle doludur.
Yeni bir kalbe tüm güneşlerle doğmak, tüm yıldızlarla doğmak, tüm şafaklarla doğmaktır doğum yapmak.
Bir de doğarken ölen bebekler vardır.
Dışarıda olanların tesellisi fayda etmez pek...
"Olacağı varmış... Ya daha sonra olsaydı? Ya sen iyice alıştıktan sonra kaybetseydin?..."
İşte, böyle şeyler söylerler yüreği elinde kalmış anneciklere...
Oysa düşünmez hiç kimse acısını, bilemezler ne demek olduğunu yarıda kalmışlığın...
Kalbimizi açarken de böyle sancılar çekeriz genelde.
Korkarız, çok korkarız en başta.
Bunun adı kimi zaman deneyim, kimi zamansa ilktir.
Her koşulda korkarız o açılıştan.
Ve tam sancılı dönemi aşıp aşkın kucağına atılmaya hazır olduğumuz anda...
İşte tam da böyle bir yarıda kalmışlıktır yaşanan.
Günün şu erken saatlerinde bu konu aklıma nereden geldi bilmiyorum.
Oysa ne kadar hoş bir şiirdi beni dün gece uykumda ağırlayan...
Kağıttan bir ev yapsak
Koysak çimlerin üstüne
Rüzgar gelse, uçursa
Olsak biz de içinde...
Uçsak...
Estiği yere kadar
Maviden kopan beyaz olsak
Ve yağmur olsak, yağsak...
Damla, damla
Sevgi gölüne...
Dedim ya, günün birinde kalbime doğarsan eğer, tüm güneşlerinle, tüm yıldızlarınla ve tüm şafaklarınla doğ sevgili.
Yarıda bırakacaksan hiç girme kalbime...
Kalbim yarım düşlere mezar olmasın.