06-02-2007, Saat: 12:39 PM
Hiç baba olmamışların da bir günü olmalı; senede değilse bile, ömürlerinde bir günü.
Hiç anne olmamışların, hiç sevgili olmamışların, hiç çocuk olmadan büyümüşlerin de bir günü olmalı hayatlarında.
Öyle hatırlatır gibi değil, imalardan, yanlış anlamalardan, başa kakmalardan uzak bir gün… Bir tür özlem giderme, bir tür “şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler” şeklinde…
Etrafı bayram ederken bayram edemeyenlerin, bayram nedir tatmamış olanların da bayramı olmalı. Bir gün değilse bile, ömürde bir saat… Kolonya dökmeli, yorgun ellerine. Şeker tutmalı, ağız tadıyla yiyecekleri. Sohbet etmeli havadan ve sudan. Hatrını sormalı içten ve “iyi değilim” cevabına dair bir şeyler yapmayı baştan kabullenerek.
Hiç başı okşanmamışların, hiç güzel söz duymamış olanların, bir tane kır çiçeği bile olsa hediye alınmamışların da bir günü olmalı; en azından bir günü.
Başlarını okşamak, güzel sözler etmek, çiçekler vermek; belki umuda, duaya, tevekküle dair sözler etmek ve nihayetinde görevini yapmış olmanın rahatlığıyla değil, gözü arkada kalarak ayrılmak…
Belki sadece selam verip, sokakta ayaküstü hayattan, sıradan konulardan, incir çekirdeğini doldurmayacağı sanılan mevzulardan konuşurken, araya bir parça umut, bir parça inanç, bir parça teselli bırakmak.
Hiç sevilmemişlerin, hiç özlenmemişlerin, hiç aranıp sorulmamışların, hiç uğruna gözyaşı dökülmemiş, telefon numarası kaydedilmemiş, evinin adresi hafızaya nakşedilmemişlerin de; seveni, özleyeni, arayıp soranı, gözyaşı dökeni, telefon ve adres defteri olma günleri olmalı.
O gün, hiçbir tv kanalında, hiçbir radyo istasyonunda, hiçbir gazete köşesinde, hiçbir bilboardda, hiçbir reklam kuşağında işlenmese de; biz bilmeli ve yaşamalıyız.
olsun
Eğer o gün bugünse ve siz de onlardan biriyseniz, “Hiç…” gününüz kutlu olsun.
Hiç anne olmamışların, hiç sevgili olmamışların, hiç çocuk olmadan büyümüşlerin de bir günü olmalı hayatlarında.
Öyle hatırlatır gibi değil, imalardan, yanlış anlamalardan, başa kakmalardan uzak bir gün… Bir tür özlem giderme, bir tür “şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler” şeklinde…
Etrafı bayram ederken bayram edemeyenlerin, bayram nedir tatmamış olanların da bayramı olmalı. Bir gün değilse bile, ömürde bir saat… Kolonya dökmeli, yorgun ellerine. Şeker tutmalı, ağız tadıyla yiyecekleri. Sohbet etmeli havadan ve sudan. Hatrını sormalı içten ve “iyi değilim” cevabına dair bir şeyler yapmayı baştan kabullenerek.
Hiç başı okşanmamışların, hiç güzel söz duymamış olanların, bir tane kır çiçeği bile olsa hediye alınmamışların da bir günü olmalı; en azından bir günü.
Başlarını okşamak, güzel sözler etmek, çiçekler vermek; belki umuda, duaya, tevekküle dair sözler etmek ve nihayetinde görevini yapmış olmanın rahatlığıyla değil, gözü arkada kalarak ayrılmak…
Belki sadece selam verip, sokakta ayaküstü hayattan, sıradan konulardan, incir çekirdeğini doldurmayacağı sanılan mevzulardan konuşurken, araya bir parça umut, bir parça inanç, bir parça teselli bırakmak.
Hiç sevilmemişlerin, hiç özlenmemişlerin, hiç aranıp sorulmamışların, hiç uğruna gözyaşı dökülmemiş, telefon numarası kaydedilmemiş, evinin adresi hafızaya nakşedilmemişlerin de; seveni, özleyeni, arayıp soranı, gözyaşı dökeni, telefon ve adres defteri olma günleri olmalı.
O gün, hiçbir tv kanalında, hiçbir radyo istasyonunda, hiçbir gazete köşesinde, hiçbir bilboardda, hiçbir reklam kuşağında işlenmese de; biz bilmeli ve yaşamalıyız.
olsun
Eğer o gün bugünse ve siz de onlardan biriyseniz, “Hiç…” gününüz kutlu olsun.