10-20-2008, Saat: 07:38 PM
Ruhumu yaktıktan sonra, artık damarlarımda dolaşan sensizliğin etimi yakan acısını mı anlatayım sana? O acıyı uyutsun diye sığındığım, ama sevgini orada da hep ama hep kaybettiğim soğuk rüyalarımı mı? Odamın tavanındaki, yoksulluğumu ve kimsesizliğimi harç yapıp içine doldurduğum o derin, o sonsuz çatlakların altında, sen diye her gece koyununa girdiğim o zamansız ölümlerimi mi? Gözlerinden özgürlüğe akan mavi nehirlerde boğulduğum, canım sevgili, söyle… Sana neyi anlatayım?
Şimdi burada değilsin… Ama beni duyuyorsun, biliyorum. Kapat gözlerini benim için ve dinle ne olur: Bak, yoksun. Bunun anlamını biliyor musun? Yokluğun, yüreğimdeki bu yıldızsız, bu dipsiz karanlık gece… Yokluğun, odamın duvarlarına astığım suretlerine bakarken, gözlerinde unuttuğum dalgın gözlerim… Yokluğun, gönül bahçenden kopartıp verdiğin için soldurmayıp, kuruttuğum ve tıpkı sevdam gibi sonsuzluğa mahkûm ettiğim bu kırmızı güllerin… Sırf kalemini değdirdiğin için atmaya kıyamadığım bu kâğıtlar… Her an gözümün önünde sakladığım mektupların… Peçetelere yazdığın şiirlerin… Hediyelerini sardığın paket kâğıtların… Sen gidince, hâlâ sen kokuyordur, diye üzerime giydiğim ve derin derin soluduğum giysilerin. Yokluğun, elinin, kokunun, soluğunun değdiği her şeyi dünyanın en değerli hazinesi gibi saklayan, bu yarı deli, bu hayattan kopuk ruhum…
Kapat gözlerini ve bana bak… Ben diye ne varsa gördüğün, işte o senin yokluğun… Söyle, sana neyi anlatayım?
Her gece sen diye koynunda uyuduğum ölümün o soğuk nefesi gözlerimi kapatmadan önce, artık şahidi olamadığım hayatının vücudunda bıraktığı o yaraları, morlukları, savruluşları iyileştirmesi için, seçimlerinle mutlu olman için Allah’a dualar eden benden, sana kötü davranmamı istiyorsun, öyle mi… Şimdi burada değilsin… Ama beni duyabiliyorsun, biliyorum…
Öfkeni değil, yaşadığın kırgınlığı anlatırdın bana… O hep çok uzağımdaki, yüzü bir başkasına dönük aşkını anlatırdın… Dehşetle izlerdim seni… Bir annenin karşılıksız şefkatiyle dinlerdim, tek söz etmeden. Sarardım yaralarını; o morlukların ve yara izlerinin acısını dudaklarımla alır kalbimin yokluğunla kanayan, karanlık odalarında saklar; elinin, kokunun ve soluğunun değdiği her şey gibi onları da biriktirirdim… Ve sonra giderdin. Beni, ay ışığının rutubet kokulu duvarlarıma vurduğu, tek odalı sensizliğimde, aşkımla, deliliğimle, bu hayata hep yabancı ruhumla bir başına bırakır; masanın üzerinde senin için bıraktığım o tek sigarayı yakar ve giderdin… Hep giderdin…
Artık, biliyorsun ki, sevgimin inadı hiç kırılmayacak… Yüzümde gördüğün, o bu dünyaya ait olmayan iyilik ve en zor anlarımda ortaya çıktığını söylediğin o "yasadışı gülümseyiş" bir kez olsun sönmeyecek… Benim sonsuzluk meleğim… Affet ama bedeli ebedi sensizlik olsa da, sana hayattan daha kötü davranmayacağım…
Günlerdir sana yeniden yazmamı istiyorsun benden…"… Sana neyi anlatayım…
Her sarnıç küflü bir yağmuru, her sevda bir ayrılığı yaşar…
Her sarnıç küflü bir yağmuru, her sevda bir ayrılığı yaşar…
[url="http://www.duygusuz.com/cikis.php?url=http://i37.tinypic.com/2n0k4za.jpg"] [/url]