06-20-2007, Saat: 09:20 AM
İçimde esaretine gıpta ettiğim azatlı bir tutsak çeviriyor çıkrığını.
Ve tüm ivediliği ile çekiyor,
hayatın kuyusundan yarının pamuk ipliğine bağlı kovasını.
Kırılgan yarının dumanlı içinden
ne çıkacağını şimdi bilmez olduğum kadar,
daha önceleri de hiç tanımamışım meğer.
Aynaya bakmayalı beri kaç milat geçmiş üstümden sessizce.
Ben sağır olalı meğer kaç yarın selam vermiş bugüne, duymamışım.
Kahverengi okyanusların gelgitlerinden avuntularım çökmüş.
Ve bu kentte yıldırımlar hep yerden göğe tersine düşmüş.
Kaygılarım tükendi, yargılarımı yıpratıyorum artık.
Bu gitgide çöken devrik cümlelerin öznesi bende gizlenmeseydi keşke.
O zaman yalancı bir gerçek, gerçekçi bir yalanla tükenmezdim böyle.
Kırılası bir tutam kibirle zirveye çıkmış,
bir tutam hüzünle yerin dibine girmiş,
izbe mekanımdaki bir tutam yalnızlıkla aklını uçurmuş ben...
Zavallı ben, asıllarla gölgeleri karıştırdım.
Hayatın badirelerle dolu labirentinde kaybolmaca oynuyorum.
Nasıl bir oyun ki bu, kendime sobe diyecek bir kendim bile yok...
Dün gece gözlerimi kısarak bile bakamadığım,
muğlak bir kuytuda büzülmüş,
zayıf ve müzmin çürümelere terkedilmiş bir ceset girdi düşüme.
Karanlık göz çukurları ve yer yer eksilmiş etleriyle,
görseniz öyle acı ki...
Yorumlamaksa, yoğunluğu kadar yormuyor gecemi acıtanın kimliğini.
Zira düşlerimdi düşümdeki.
Bu gece damlasız bir yağmur olmak vardı bulutlarda ama,
ne çare ki biliyorum.
Diz boyu biriksem dahi,
sahte yapraklarla bezeli bir gülün köklerine akamadan,
toprağa varamadan darmadağılırım ben.
İlham serapları taşıyorum, avucuma astığım küfemdeki bestede.
Ama takatin habbesi yok yürekte.
Ey cellatlarla dost hüznümün son demi! Sıra sende.
Çöz kelepçelerimi. Eksiliyorum yine.
Bu gece, bari bu gece kalbime değme emi...
Ve tüm ivediliği ile çekiyor,
hayatın kuyusundan yarının pamuk ipliğine bağlı kovasını.
Kırılgan yarının dumanlı içinden
ne çıkacağını şimdi bilmez olduğum kadar,
daha önceleri de hiç tanımamışım meğer.
Aynaya bakmayalı beri kaç milat geçmiş üstümden sessizce.
Ben sağır olalı meğer kaç yarın selam vermiş bugüne, duymamışım.
Kahverengi okyanusların gelgitlerinden avuntularım çökmüş.
Ve bu kentte yıldırımlar hep yerden göğe tersine düşmüş.
Kaygılarım tükendi, yargılarımı yıpratıyorum artık.
Bu gitgide çöken devrik cümlelerin öznesi bende gizlenmeseydi keşke.
O zaman yalancı bir gerçek, gerçekçi bir yalanla tükenmezdim böyle.
Kırılası bir tutam kibirle zirveye çıkmış,
bir tutam hüzünle yerin dibine girmiş,
izbe mekanımdaki bir tutam yalnızlıkla aklını uçurmuş ben...
Zavallı ben, asıllarla gölgeleri karıştırdım.
Hayatın badirelerle dolu labirentinde kaybolmaca oynuyorum.
Nasıl bir oyun ki bu, kendime sobe diyecek bir kendim bile yok...
Dün gece gözlerimi kısarak bile bakamadığım,
muğlak bir kuytuda büzülmüş,
zayıf ve müzmin çürümelere terkedilmiş bir ceset girdi düşüme.
Karanlık göz çukurları ve yer yer eksilmiş etleriyle,
görseniz öyle acı ki...
Yorumlamaksa, yoğunluğu kadar yormuyor gecemi acıtanın kimliğini.
Zira düşlerimdi düşümdeki.
Bu gece damlasız bir yağmur olmak vardı bulutlarda ama,
ne çare ki biliyorum.
Diz boyu biriksem dahi,
sahte yapraklarla bezeli bir gülün köklerine akamadan,
toprağa varamadan darmadağılırım ben.
İlham serapları taşıyorum, avucuma astığım küfemdeki bestede.
Ama takatin habbesi yok yürekte.
Ey cellatlarla dost hüznümün son demi! Sıra sende.
Çöz kelepçelerimi. Eksiliyorum yine.
Bu gece, bari bu gece kalbime değme emi...