06-20-2007, Saat: 11:01 AM
Tarihi Gerçekler
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi
değilse eskiden Ingiltere?de bu işlerin nasıl yapıldığımı düşünün.
1500'lerde Ingilterede işler şöyle yapılıyordu:
Insanların çoğu Haziranda evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs
ayında yapıyorlar, Haziranda hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de
kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak
amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu.
Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları
ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta
bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu
ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. Ingilizcedeki banyo
suyuyla birlikte bebeği de atmayın? (Don't throw the baby out with the
bath water) deyimi buradan gelmektedir.
Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında
tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için
bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda
yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar
kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. Ingilizcedeki kedi-köpek yağıyor (It's
raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.
Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu.
Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir
sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan
Ingiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.
Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden
yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır.
Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı
zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı.
Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı
açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir
tahta parçası konuyordu ki bunun adı "thresh hold" (saman tutan;
Türkçesi "eşik") idi.
Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir
kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler
ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam
yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek
ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok
uzun süre kazanda kalıyordu. Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk,
kazandaki bezelye lapası dokuz günlük (peas porridge hot, peas porridge
cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei
budur. Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve
ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı.
Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir
parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna yağ çiğnemek
(chew the
fat) adı veriliyordu.
Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu.
Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep
oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler
buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca
domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü. Çoğu insanın kalay-kurşun
alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar
kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten
yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman
kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve
küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların
ağızlarında "tabak ağzı" (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu.
Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. Işçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta
kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.
Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim
insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen
insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar
birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına
toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna "uyanma" nöbeti
deniyordu.
Ingiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer
bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor,
kemikleri bir "kemik evi"ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı.
Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri
olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna
çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan
dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu
mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti "graveyard shift"
denirdi.
Bazıları zil sayesinde kurtulur ("saved by the bell") bazıları da "ölü
zilci" (dead ringer) olurdu.
Gerçekler bunlar. Kim demiş tarih sıkıcıdır diye..
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi
değilse eskiden Ingiltere?de bu işlerin nasıl yapıldığımı düşünün.
1500'lerde Ingilterede işler şöyle yapılıyordu:
Insanların çoğu Haziranda evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs
ayında yapıyorlar, Haziranda hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de
kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak
amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu.
Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları
ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta
bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu
ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. Ingilizcedeki banyo
suyuyla birlikte bebeği de atmayın? (Don't throw the baby out with the
bath water) deyimi buradan gelmektedir.
Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında
tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için
bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda
yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar
kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. Ingilizcedeki kedi-köpek yağıyor (It's
raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.
Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu.
Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir
sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan
Ingiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.
Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden
yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır.
Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı
zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı.
Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı
açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir
tahta parçası konuyordu ki bunun adı "thresh hold" (saman tutan;
Türkçesi "eşik") idi.
Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir
kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler
ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam
yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek
ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok
uzun süre kazanda kalıyordu. Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk,
kazandaki bezelye lapası dokuz günlük (peas porridge hot, peas porridge
cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei
budur. Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve
ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı.
Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir
parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna yağ çiğnemek
(chew the
fat) adı veriliyordu.
Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu.
Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep
oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler
buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca
domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü. Çoğu insanın kalay-kurşun
alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar
kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten
yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman
kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve
küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların
ağızlarında "tabak ağzı" (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu.
Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. Işçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta
kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.
Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim
insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen
insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar
birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına
toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna "uyanma" nöbeti
deniyordu.
Ingiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer
bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor,
kemikleri bir "kemik evi"ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı.
Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri
olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna
çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan
dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu
mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti "graveyard shift"
denirdi.
Bazıları zil sayesinde kurtulur ("saved by the bell") bazıları da "ölü
zilci" (dead ringer) olurdu.
Gerçekler bunlar. Kim demiş tarih sıkıcıdır diye..