07-10-2007, Saat: 01:34 AM
Osmanlı İmparatorluğu'nun en güçlü olduğu dönemde batılı seyyahlar (gezginler) Osmanlı Devleti'ni sık sık ziyaret ederek, devleti bu kadar güçlü ve yenilmez kılan noktaları öğrenmek için araştırma yapmaya gelirlermiş.
Bu tür seyahatlerden birinde başkent İstanbul'a ulaşmak üzere yola çıkan bir seyyah grubu Edirne'yi gezerken, kendilerine yardımcı olan rehbere karşılarında duran bir tabelada ne yazdığını sormuşlar. Rehber, hat levhasındakinin Hz. Muhammed'in bir sözü olduğunu ve ""Kendi nefsin için istediğini kardeşin için de istemedikçe gerçek bir mü'min olamazsın" yazdığını söyleyince, seyyahlar göz göze gelmişler. Demişler ki; "Bir ülke halkı sadece bu düsturu yerine getirse, cennetvari bir toplum yapısı oluşturmak zaten işten bile değil…"
Kısacası, o kadar kanıksıyoruz ki bazen okuduklarımızı ve dinlediklerimizi…
Adet yerine gelsin diye dinliyor ve gereğini de yapıyor gibi davranıyoruz ya çoğu defa (sizleri tenzih ederim)…
Fakat işin özüne inince ve mesaja derinden kulak verince durum sahiden bambaşka…
İnsanlığı kurtaracak hazinenin üzerinde oturup da, durumdan bihaber olmak gibi bir şey aslında bu…
Ağzına sağlık Paşam…
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt 12 Nisan Perşembe günü yaptığı konuşmada "sözde değil özde bağlılık" dedi ya hani…
O gün bugündür düşünüyorum, özde zannedip de sözde kalan davranışlarımızı…
İyi ki de hatırlattın Paşam diyorum…
Meğer ne kadar da çokmuş özüne varamadıklarımız, sözde kaldıklarımız…
Paşa'nın konuşmasının hemen ertesindeki ilk cuma namazında daha bir esaslıca kulak verdim dinlediklerime…
Meğer insanlığı kurtaracak tek bir ayeti bile her zaman dinlermişim de, konuyu o kapsamda düşünmezmişim…
Hani cuma günleri imamlar hutbeyi bitirirken okudukları ve minberin basamaklarından inerken de anlamını açıkladıkları o kısacık ayet var ya, ondan bahsediyorum…
İnanın değil ülkelerin tüm iç hukuk sistemlerini, uluslar arası hukuku bile biran için yok varsaysanız, huzur içinde bir dünyada yaşamak için bu kısacık ayet bile tek başına yeter diye düşünürsünüz.
Şimdi önce her zaman dinleye geldiğimiz o ayetin mealini yazayım, sonra ayeti açıklayan bir tefsire yer vereyim, ardından da bir iki cümle ile konuyu özetleyip son noktayı koyalım.
İşte o ayet…
"Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalığı ve azgınlığı da yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir" (Nahl Sûresi, 90. Ayet)
Ebu'l Al'a Mevdudi'nin "Tefhimü'l Kur'an" adlı eserinde bu ayetle ilgili şu açıklamalara yer veriliyor:
Üç emir, üç yasak…
"…Bu kısa cümlede Allah, dengeli ve sağlıklı bir toplumun dayanağını teşkil eden üç önemli şeyi emretmektedir: Bunlardan birincisi adalettir.
ADALET: Sınırlama olmaksızın herkesin sahip olduğu hakları elde etmesi için gerekli olan düzenlemeleri yapmaktır. Örneğin bütün insanlar, vatandaşlık hakları bakımından eşit olmalıdırlar. Allah herkese ahlâkî, sosyal, ekonomik, kanunî veya siyasî olan tüm haklarının, hak ettiği ölçüde verilmesini emreder.
İHSAN: Emredilen ikinci nokta, "İhsan"dır. Bu kelime iyi, cömert, hoş görülü, affeden, merhametli, nazik olma, bencil olmama... vs. anlamlarına gelir. Toplumsal hayatta bu adaletten daha önemlidir. Çünkü adalet sağlıklı ve dengeli bir toplumun temeli ise ihsan onun mükemmele erişmesidir. Bir taraftan adalet, toplumun haklarını çiğnenmekten ve zulümden korurken, diğer taraftan ihsan, toplumu zevkli yaşamaya değer hale getirir.
SILA-I RAHİM: Emredilen üçüncü nokta ihsan'ın özel bir uygulaması olan sıla-ı rahime (yakın akrabalara) iyilik etmektir. Bu, kişinin sadece akrabalarına iyi davranması, onların acılarını ve mutluluklarını paylaşması ve onlara kanuni sınırlar içinde yardım etmesi anlamına gelmez. İslâm, akrabaları açlıktan kıvranırken zevk ve sefahat içinde yaşamayı büyük bir günah olarak tanımlar. Her bölümün kendi içindeki fakir bireyleri desteklediği bir toplum düşünün! Elbette böyle bir toplum hem ekonomik, hem sosyal, hem de ahlâkî yönden yüce ve saf bir toplum olacaktır.
Yasaklar…
Yukarıdaki değinilen üç iyi özelliğe karşılık Allah aynı ayette, hem bireyi hem de tüm toplumu bozan üç kötülüğü de yasaklamaktadır:
FAHŞA: Arapça fahşa kelimesi, gayrı ahlâkî, müstehcen, kötü, çirkin, adi, terbiyesiz; her şeye veya genel beğeni ve edep kurallarına uymadığı için duyulması ve görülmesi uygun kaçmayan şeyleri; zina, fuhuş, homoseksüellik, çıplaklık, hırsızlık, soygun, içki, kumar, dilencilik, terbiyesizce konuşma ve benzeri şeyleri içerir. Aynı şekilde bu ahlâksızlıkları toplumsallaştırmak ve yaymak da, örneğin yanlış propaganda, iftira, suçların açıktan işlenmesi, ahlâksız hikâyeler, bu türden gösteriler ve filmler aynı şekilde fahşanın kapsamına girer.
MÜNKER: Genelde insanlar arasında kötü kabul edilen ve tüm diğer ilâhi kanunlar tarafından yasaklanan her şey demektir.
BAÄžY: Genel ahlâk kurallarını aşan, Yaratıcı olsun, canlı cansız tüm varlıklar olsun, diğerlerinin haklarını çiğneyen her tür kötü davranıştır."
Ebu'l Al'a Mevdudi'nin Nahl süresi 90. ayete ilişkin açıklamaları böyle.
Şimdi siz varın, güçlü ülkelerin zayıf ülkelerle ilişkilerini, güçlü insanların zayıf insanlarla ilişkilerini ayetin emrettiği adalet penceresinden bir daha düşünün.
Sahiden, her şey bir yana, şu kısacık ayette geçen sadece üç emir ve üç yasağı samimiyetle yerine getirseydik insanlığın içinde bulunduğu durum nasıl olurdu acaba?
Paşa'nın dediği gibi, özü kaybettik, çok mu sözde kaldık dersiniz…
[SIZE=3]Farkına vararak ve gereğini yerine getirerek yaşamaya ne dersiniz?[/SIZE]