08-06-2007, Saat: 04:18 PM
Bakışları kadar soğuk bir akşam... Onu sevebilmek
için geldiğim şehri beni sevemediği için terk etmek
üzereyim... Etrafımda bir sürü insan var... Gidenler
ve kalanlar... Yolcular ve hancılar ya da... “Ben ve
o” gibi... Az sonra şehrini ona geri verecek olmam
yüzünden sanırım; sadece ayrılıklar takılıyor
gözüme... Gözyaşları görüyorum... Bir de soğuk otobüs
camlarından yansıyan dökük yüzler... Yüzümü ona doğru
çeviriyorum, diğerlerinden tek farkımız onun gözünden
akamayan yaşlar ve henüz aramıza girmemiş o soğuk
otobüs camı...
Yüzü içimi acıtınca saatime kaçırıyorum gözlerimi...
Çeyrek saat kalmış bir şehrin daha atlasımdan
silinmesine... Ne düşündüğümü bilmek istemediğinden
emin olduğum için hiçbir şey düşünmek istemediğimi
düşünüyorum, yüzüne anlamsızca bakarken... O ise ne
söyleyeceğini bilmek istemediğimden emin olduğu için
konuşmuyor... Sanki birileri sadece bizim için zamanı
durdurmuş gibi...
Oysa ne çok hayat akıp gidiyor yanımızda... Biz ise
çocukça küslüklerle veda etme çabasındayız
birbirimize... Ki öyle de oluyor... Tek bir kelime
etmeden karşılıyoruz veda saatini...
Yüzüne son kez bakıp aşklar arası otobüsümün yeniden
açılan kapısına yöneliyorum... Bir ara sesini
duyuyorum... “Seni özleyeceğim” diyor sanki...
Susuyorum... İnanmıyorum aslında... Hani ben saçma
sapan şeyler düşünüyorum ya hiç durmadan; işte bu
sesler de eklenince şizofreninin son parçası da yerine
oturmuş oluyor... Arkama dönüp gerçekten de bana
seslendiğini görmek istiyorum... Aklıma bana yaşattığı
hayal kırıklıkları geliyor, yapamıyorum... Sessizce
biniyorum otobüse...
Pencerenin kenarına oturup son kez ona baktığımda
yaşlı gözlerini yüzümde görüyorum... Ağlıyor bana
bakarken... Buna da inanmıyor ve eğiyorum başımı
önüme... “Biraz dinlenmeye ihtiyacım var” diye
düşünüyorum... “Hayal kırıklıklarının bıraktıkları
acılara o kadar alışmışım ki gözlerime değil,
alışkanlıklarıma inanıyorum...” Sonra otobüsün hareket
ettiğini fark edince gözlerim yeniden ona kayıyor...
Söylediklerini zar zor duyuyorum... “Gitme” diyor...
“Seni özleyeceğim” diyor... Kalbinden çıkarıp cebine
koyduktan sonra orada unuttuğu tüm sevgi sözcüklerini
sıralıyor ardarda...
“Seni seviyorum” dedikten sonra bir damla gözyaşı
dökülüyor gözümden... Kafamı diğer tarafa çevirip,
başından beri bu sözlerin gerçek sahibi olan esmer
kıza bakıyorum... Esmer kız da ona el sallıyor “Ben de
seni seviyorum ufaklık yine geleceğim” diye
haykırırken...
Otogar arkamızda küçücük kaldıktan sonra esmer kıza
bakıyorum... Bir ara göz göze geliyoruz... Sonra
kaçırıyor gözlerini, anlamsız bakan gözlerimden...
Koltuğumun üzerindeki ışığı yakıyorum... Çantamdan
kağıt ve kalem çıkarıp otobüsteki esmer kıza dair sonu
mutlu bir yol öyküsü yazmaya başlıyorum...
Ben aşkın aklımı rehin alan bütün bu
karmaşıklıklarından yorulup sensiz otobüsün soğuk
camına emanet ederken uykumu, sen şehirlerce uzakta;
benim, senin soğukluğuna benzeyen her kıza, onlardan
habersiz, sonu mutlu biten yol öyküleri yazdığımı ve
her öyküden sonra seni daha fazla sevdiğimi bilmeden
yaşamaya devam ediyorsun...
için geldiğim şehri beni sevemediği için terk etmek
üzereyim... Etrafımda bir sürü insan var... Gidenler
ve kalanlar... Yolcular ve hancılar ya da... “Ben ve
o” gibi... Az sonra şehrini ona geri verecek olmam
yüzünden sanırım; sadece ayrılıklar takılıyor
gözüme... Gözyaşları görüyorum... Bir de soğuk otobüs
camlarından yansıyan dökük yüzler... Yüzümü ona doğru
çeviriyorum, diğerlerinden tek farkımız onun gözünden
akamayan yaşlar ve henüz aramıza girmemiş o soğuk
otobüs camı...
Yüzü içimi acıtınca saatime kaçırıyorum gözlerimi...
Çeyrek saat kalmış bir şehrin daha atlasımdan
silinmesine... Ne düşündüğümü bilmek istemediğinden
emin olduğum için hiçbir şey düşünmek istemediğimi
düşünüyorum, yüzüne anlamsızca bakarken... O ise ne
söyleyeceğini bilmek istemediğimden emin olduğu için
konuşmuyor... Sanki birileri sadece bizim için zamanı
durdurmuş gibi...
Oysa ne çok hayat akıp gidiyor yanımızda... Biz ise
çocukça küslüklerle veda etme çabasındayız
birbirimize... Ki öyle de oluyor... Tek bir kelime
etmeden karşılıyoruz veda saatini...
Yüzüne son kez bakıp aşklar arası otobüsümün yeniden
açılan kapısına yöneliyorum... Bir ara sesini
duyuyorum... “Seni özleyeceğim” diyor sanki...
Susuyorum... İnanmıyorum aslında... Hani ben saçma
sapan şeyler düşünüyorum ya hiç durmadan; işte bu
sesler de eklenince şizofreninin son parçası da yerine
oturmuş oluyor... Arkama dönüp gerçekten de bana
seslendiğini görmek istiyorum... Aklıma bana yaşattığı
hayal kırıklıkları geliyor, yapamıyorum... Sessizce
biniyorum otobüse...
Pencerenin kenarına oturup son kez ona baktığımda
yaşlı gözlerini yüzümde görüyorum... Ağlıyor bana
bakarken... Buna da inanmıyor ve eğiyorum başımı
önüme... “Biraz dinlenmeye ihtiyacım var” diye
düşünüyorum... “Hayal kırıklıklarının bıraktıkları
acılara o kadar alışmışım ki gözlerime değil,
alışkanlıklarıma inanıyorum...” Sonra otobüsün hareket
ettiğini fark edince gözlerim yeniden ona kayıyor...
Söylediklerini zar zor duyuyorum... “Gitme” diyor...
“Seni özleyeceğim” diyor... Kalbinden çıkarıp cebine
koyduktan sonra orada unuttuğu tüm sevgi sözcüklerini
sıralıyor ardarda...
“Seni seviyorum” dedikten sonra bir damla gözyaşı
dökülüyor gözümden... Kafamı diğer tarafa çevirip,
başından beri bu sözlerin gerçek sahibi olan esmer
kıza bakıyorum... Esmer kız da ona el sallıyor “Ben de
seni seviyorum ufaklık yine geleceğim” diye
haykırırken...
Otogar arkamızda küçücük kaldıktan sonra esmer kıza
bakıyorum... Bir ara göz göze geliyoruz... Sonra
kaçırıyor gözlerini, anlamsız bakan gözlerimden...
Koltuğumun üzerindeki ışığı yakıyorum... Çantamdan
kağıt ve kalem çıkarıp otobüsteki esmer kıza dair sonu
mutlu bir yol öyküsü yazmaya başlıyorum...
Ben aşkın aklımı rehin alan bütün bu
karmaşıklıklarından yorulup sensiz otobüsün soğuk
camına emanet ederken uykumu, sen şehirlerce uzakta;
benim, senin soğukluğuna benzeyen her kıza, onlardan
habersiz, sonu mutlu biten yol öyküleri yazdığımı ve
her öyküden sonra seni daha fazla sevdiğimi bilmeden
yaşamaya devam ediyorsun...