09-05-2007, Saat: 01:47 PM
Acıya razı olmak gerektiğini, “hesapların-kitapların” hiçbir işe yaramadığını “ama”, “eğer”, “keşke” ile başlayan tümcelere “o dünyada” yer olmadığını biliyorduk. Biliyorduk da neden direniyorduk?
“Anarşist bir bomba”ydı o. Ne zaman, nerede, nasıl patlayacağını bilemezdik. Onun sahtesi, “orta şekerlisi” olmazdı.
Herkesin ayrı bir öyküsü olabilirdi; kimileri kâbuslarla, kimileri acılarla, kimileri kahkahalarla, kimileri “sessiz ve sitemsiz” yaşayabilirdi. Ama anlatılamazdı, tarif edilemezdi; sözcükler yetmezdi. Bu nedenle aşktı.Yalnızca yaşanır ve biterdi.
Ona dokunamadığım zamanların anlamsızlığında boğulduğumda bile inadımdan vazgeçmedim; direnmekten caymadım. Kaçışın saçmalığını bahara vardığımda anladım. Sonbaharın hüzünlü tılsımı bile beni yolumdan döndürmeyi başaramadı, direndim.
O kış öğleden sonrası, sağanak yağmur ve gök gürültüleriyle neden ona sürüklendiğimi bilmiyorum. Elinden düşürmediği gonca gülüyle karşımdaydı; sırılsıklamdı.
Ona rüyamı anlattım. “Ben rüyalarımdan hiç vazgeçmedim” dediğinde anarşist yüreğime engel olmayı başaramadım. Yanaklarındaki yağmur damlacıklarını engellemeye çalışırken, utangaç küçük bir çocuk gibiydim. Bir şeyler söylemeye çalıştım. Ağzımdan çıkanları ben bile anlayamıyordum; zırvalıyordum.
O, biraz önce izlediği filmdeki “deli dolu” piyanistin orta yaşlı kadına aşkını anlatıyordu. Ummadığı bir zamanda, karşı karşıya kaldığı durumun zorluğunda, çaresiz, bocalayan ve ne diyeceğini şaşıran orta yaşlı kadına, âşık piyanistin söylediği tek tümceyi gözlerimin içine bakarak fısıldadı:
“Yıldızlara sor”.
Aşkta ikircikliğin yeri yoktu. “Hesaplar kitaplar”, kaprisler, “ama”lar, “eğer”ler işin içine girdiğinde yıldızlara sormak unutuluyordu. Tarifler yetmiyor, hiçbir öykü diğerine benzemiyor, anlatılanlar kıpırtıların yanında çaresiz kalıyor; olmuyor, olmuyordu...
Siz siz olun sakın tarif etmeye kalkışmayın, yaşayın. Bir “volkan”la yetinmeyin. Yıllanmış aşklara inanmayın. Anlatılanlara kanmayın. Dokunmayı ertelemeyin, mevsimlerin saçmalıklarınızla akıp gitmesine izin vermeyin...
Baharı beklemeyin. Hiçbir şey yapamıyorsanız, yıldızlara sorun. Ona da gücünüz yetmiyorsa, kendinizi Aznavur’un “ılık” sesine bırakın:
“Seni bekliyorum/ Nereden gelirsen gel/ Kim olursan ol/ Gel zaman geçiyor/Seni bekliyorum/Benim meçhul rüyam/Adın nedir?/ Benimki aşktır."
“Anarşist bir bomba”ydı o. Ne zaman, nerede, nasıl patlayacağını bilemezdik. Onun sahtesi, “orta şekerlisi” olmazdı.
Herkesin ayrı bir öyküsü olabilirdi; kimileri kâbuslarla, kimileri acılarla, kimileri kahkahalarla, kimileri “sessiz ve sitemsiz” yaşayabilirdi. Ama anlatılamazdı, tarif edilemezdi; sözcükler yetmezdi. Bu nedenle aşktı.Yalnızca yaşanır ve biterdi.
Ona dokunamadığım zamanların anlamsızlığında boğulduğumda bile inadımdan vazgeçmedim; direnmekten caymadım. Kaçışın saçmalığını bahara vardığımda anladım. Sonbaharın hüzünlü tılsımı bile beni yolumdan döndürmeyi başaramadı, direndim.
O kış öğleden sonrası, sağanak yağmur ve gök gürültüleriyle neden ona sürüklendiğimi bilmiyorum. Elinden düşürmediği gonca gülüyle karşımdaydı; sırılsıklamdı.
Ona rüyamı anlattım. “Ben rüyalarımdan hiç vazgeçmedim” dediğinde anarşist yüreğime engel olmayı başaramadım. Yanaklarındaki yağmur damlacıklarını engellemeye çalışırken, utangaç küçük bir çocuk gibiydim. Bir şeyler söylemeye çalıştım. Ağzımdan çıkanları ben bile anlayamıyordum; zırvalıyordum.
O, biraz önce izlediği filmdeki “deli dolu” piyanistin orta yaşlı kadına aşkını anlatıyordu. Ummadığı bir zamanda, karşı karşıya kaldığı durumun zorluğunda, çaresiz, bocalayan ve ne diyeceğini şaşıran orta yaşlı kadına, âşık piyanistin söylediği tek tümceyi gözlerimin içine bakarak fısıldadı:
“Yıldızlara sor”.
Aşkta ikircikliğin yeri yoktu. “Hesaplar kitaplar”, kaprisler, “ama”lar, “eğer”ler işin içine girdiğinde yıldızlara sormak unutuluyordu. Tarifler yetmiyor, hiçbir öykü diğerine benzemiyor, anlatılanlar kıpırtıların yanında çaresiz kalıyor; olmuyor, olmuyordu...
Siz siz olun sakın tarif etmeye kalkışmayın, yaşayın. Bir “volkan”la yetinmeyin. Yıllanmış aşklara inanmayın. Anlatılanlara kanmayın. Dokunmayı ertelemeyin, mevsimlerin saçmalıklarınızla akıp gitmesine izin vermeyin...
Baharı beklemeyin. Hiçbir şey yapamıyorsanız, yıldızlara sorun. Ona da gücünüz yetmiyorsa, kendinizi Aznavur’un “ılık” sesine bırakın:
“Seni bekliyorum/ Nereden gelirsen gel/ Kim olursan ol/ Gel zaman geçiyor/Seni bekliyorum/Benim meçhul rüyam/Adın nedir?/ Benimki aşktır."