09-17-2007, Saat: 10:49 PM
Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:
"Allâh'ın hürmetli kıldığı şeylere tazim gösteren kimse için, bu yaptığı Rabbi katında daha hayırlıdır" (Hac, 30).
Allâh'ın hürmetli kıldığı; hürmet gösterilmesini emrettiği şeylerin başında Kur'ân-ı Kerim gelir. Kur'ân-ı Kerim'e hürmet, öncelikle onun Allâh katından gönderildiğine iman, onu itina, kalbî rikkat ve hürmetle okumak, mümkün olduğu kadar ezberlemeye çalışmak, ezberlediğimiz âyet ve sûreleri hâfızamızda muhafazaya gayret etmek ve ahkâmıyla amel edip ahlâkı ile ahlâklanmaktır.
Günümüzde, içinde bulunduğumuz cemiyette Kur'ân-ı Kerim ve ona hürmetle ilgili çok önemli iki konu tartışılmaktadır. Bunlar, hanımların aybaşı hallerinde de Kur'ân-ı Kerim okuyabilmeleri ve abdestsiz iken de Kur'ân'a dokunmak!..
Biz de bu konulara mümkün mertebe ışık tutmaya çalıştık.
Aybaşı Hâlinde Kur'ân-ı Kerim Okumak:
İslam fıkhında, "büyük abdestsizlik" hâli dediğimiz "cünüplük", "âdet" ve "lohusalık" hallerinde Kur'ân-ı Kerim okumak kesin olarak yasaktır. Büyük bir günah ve haramdır. Bu hususta mûteber mezhepler arasında ittifak vardır.
Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezhepleri, âdetli kadının Kur'ân-ı Kerim okumasının haram olduğu görüşünde müttefiktirler. (el-Mevsûatü'l-Fıkhıyye, Kuveyt, 18, 321) Bu hususta Rasûlullah
-sallallâhü aleyhi ve sellem-'den rivayet edilen şu hadis gâyet açıktır:
"Ne hayızlı kadın, ne de cünüp kimse Kur'ân'dan hiçbir şey okuyamaz." (Tirmîzî, Tahâret, 98, 131)
Sadece Malikî mezhebinde zayıf bir görüş, âdetli kadınların Kur'ân-ı Kerim okumasında, "mutlak haramlık yoktur" demektedir. İmam Mâlik'ten rivâyet edildiği söylenen1 bu görüşe göre, âdet döneminin uzun sürmesi hâlinde, unutma söz konusu olabileceğinden âdetli kadının Kur'ân-ı Kerim'i "ezberinden okuması"na cevaz verilmiştir. (İbn-i Kudâme, el-Muğnî, 1, 193)
Burada ezberden okuma ifadesini, "diliyle telaffuz etme" değil, "kalbinden geçirme" olarak anlamak doğru olsa gerektir. Zira maksat "unutmamak" olduğuna göre, bir kimse dudaklarını oynatmaksızın ve okuma sayılabilecek bir fiil içine girmeksizin "unutmama yönünde zihninden tekrar yapabilir". Böylelikle gâyet açık bir şekilde ifâde edilen nebevî hadîse de ters düşülmemiş olur.
Ayrıca Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- devamlı abdestli olmaya çalışmışlar veya abdest üzerine abdest almışlardır. Bu konuda:
"Kim abdestli olduğu halde abdest tazelerse Allâh Teâlâ bu sebeple kendisine on hasene (sevab) yazar." buyurmuşlardır. (Tirmîzî, Taharet, 44)
Diğer bir hadis-i şerifte de:
"İstikâmet üzere olunuz. -Gerçi bunu hakkıyla yerine getiremezsiniz- Hayırlı işler yapınız. En hayırlı amelleriniz ise namazdır. Dâimâ abdestli olmaya ancak hakîkî mü'min dikkat eder." buyurulmuştur. (İbn-i Mâce, Taharet, 4; Muvatta, Taharet, 278)
Câlib-i dikkattir ki, bu son hadis-i şerif,
İmam-ı Mâlik'in Muvattâ adlı hadis kitabından alınmıştır. Bu da İmam-ı Mâlik hazretlerinin iddia edilen görüşten ne kadar uzak olduğunu gösterir.
Üç hak mezhebin tamamen reddettiği, bir mezhebin ancak zarûret miktarınca içinden okumaya izin verdiği bir hususta, kendi mezhebini bırakıp başka mezhebin zayıf bir görüşünü almak uygun mudur? Bu iş, kişilerin ihtiyârına bırakılmış seçimlik bir mesele midir?!. Dinî hayat, bir defa laubâliliğe konu edildi mi, ta'zim duygusu kalkar ve neticesinde feyz ve rûhâniyet zâil olur.
Bugün ülkemizde yaygın olan mezhep, Hanefî mezhebidir. Binaenaleyh bir zarûret olmadıkça, bu mezhebin hükümlerinin hilâfına hareket etmek bu mezhebi benimsemiş bir müslüman için doğru değildir.
Hâfızlık veya Kur'ân-ı Kerim hocalığı yapmak, bu meselede mecbûrî bir sebep kabul edilemez. Zira Kur'ân-ı Kerim'in hıfzı için feyz-i ilâhî, yani ruhâniyet zarûrîdir ki, Kur'ân kalblerle mezc olsun.
Artık tıbben de bilinmektedir ki, âdet döneminde kadınlar fizyolojik ve psikolojik olarak kendilerini rahat hissetmezler. Allâh Teâlâ, lütfu ve merhameti gereği kadını bu döneminde en mühim dinî mükellefiyetler olan namaz ve oruçtan bile muâf tutmuştur. Hâfızlık gibi ciddî bir gayret ve ruhâniyet isteyen bir mükellefiyeti bu dönemde mecbûrî tutmak nasıl izah edilebilir?
Sonra hanım kızlarımızın bu dönemlerinde yapabilecekleri başka meşguliyetleri yok mudur ki, bu mesele üzerinde ısrar edilmektedir. Onlara bu muayyen vakitlerinde abdest mecburiyeti olmayan diğer dersler (Arapça, siyer, ilmihal, peygamberler tarihi vb.) gösterilebilir.
Sonuç olarak "ilâhî emirlere aykırı ibâdet ifa edilemez." Başka bir ifadeyle şer'î bir gayeye gayr-ı şer'î bir metodla gidilemez.
Buraya kadar anlattığımız hususlar büyük abdestsizlik hâlinde Kur'ân-ı Kerim okumakla ilgiliydi. Küçük abdestsiz halde, Kur'ân-ı Kerim okumak ise caiz olmakla beraber edebe uygun değildir.
Abdestsizlik Halinde Kur'ân-ı Kerim'e El Sürmek:
Diğer bir mevzû da, abdestsiz olarak
Kur'ân-ı Kerim'e el sürme meselesidir. Abdest bir temizlik hâli olduğuna göre, temiz olmayan bir kimsenin Kur'ân-ı Kerim'e dokunmasından bahsediyoruz demektir. Kur'ân-ı Kerim bu hususta açık ve kesin olarak şöyle buyurmaktadır:
"Ona tam bir sûrette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez." (Vâkıâ, 79)
Âyette "sürmesin" şeklinde bir yasak yerine, "süremez" şeklindeki nefiy ifadesi, bu husustaki yasağın ne miktarda şiddetli olduğunu göstermektedir.
Abdestsizlik hâli burada hem küçük, hem de büyük abdestsizlik hâlini, hem de âdet ve lohusalık hâlini ifade etmektedir. Bu konuda dört mezhebin görüşü de, abdestsiz Mushaf'a el sürmenin haram olduğu yönündedir. (el-Mevsûatü'l-Fıkhıyye, Kuveyt, 18, 322) Hadis-i şerifte de:
"Mushaf'a temiz olan dışında hiçbir kimse dokunmasın!.." buyurulmuştur. (Hakim el-Müstedrek, K.Zekât, 1, 395)
Bu mesele hakkında da zaman zaman bazı kimseler, "Kur'ân-ı Kerim'e abdestsiz el sürülebileceğini" söylemektedirler. Gerekçe olarak da bu hususta Kur'ân-ı Kerim'de bir delil bulunmadığını, hadislerde de doyurucu cevap bulunmadığını, dile getirmektedirler.
Maalesef ölçüsüzce hareket eden bu kimselere verilecek en güzel cevap, Kur'ân-ı Kerim'e karşı edebi muhafaza etmektir. Kur'ân-ı Kerim, kâinâtın Hâlık'ının bir emânetidir.
Kur'ân-ı Kerim başımızın tacı, gönlümüzün ilacı, gözümüzün nurudur. Ona karşı takınılacak hiçbir edep fazlalık olmaz. O her şeyden fazla tazime lâyıktır. Zira Kur'ân-ı Kerim'e hürmet, onun sahibine hürmettir.
Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
"Bu böyledir, kim Allâh'ın nişÃ¢nelerine, hürmetli kıldığı alâmetlere saygı gösterirse, şüphesiz o saygı duyma, kalblerin takvâsındandır" (Hac, 32)
Bu âyet açıkça ifâde ediyor ki, Allâh'ın hürmet gösterilmesini emrettiği şeylere karşı hürmetkâr olmak takvâ işidir. Bunu da ancak kulluk şuuru yerinde olan kimseler yapabilirler.
Rabbim, bizleri Kitabı'nın feyz ve rûhâniyetinden, Peygamberi'nin mübârek saâdet yolundan ayırmasın!
"Allâh'ın hürmetli kıldığı şeylere tazim gösteren kimse için, bu yaptığı Rabbi katında daha hayırlıdır" (Hac, 30).
Allâh'ın hürmetli kıldığı; hürmet gösterilmesini emrettiği şeylerin başında Kur'ân-ı Kerim gelir. Kur'ân-ı Kerim'e hürmet, öncelikle onun Allâh katından gönderildiğine iman, onu itina, kalbî rikkat ve hürmetle okumak, mümkün olduğu kadar ezberlemeye çalışmak, ezberlediğimiz âyet ve sûreleri hâfızamızda muhafazaya gayret etmek ve ahkâmıyla amel edip ahlâkı ile ahlâklanmaktır.
Günümüzde, içinde bulunduğumuz cemiyette Kur'ân-ı Kerim ve ona hürmetle ilgili çok önemli iki konu tartışılmaktadır. Bunlar, hanımların aybaşı hallerinde de Kur'ân-ı Kerim okuyabilmeleri ve abdestsiz iken de Kur'ân'a dokunmak!..
Biz de bu konulara mümkün mertebe ışık tutmaya çalıştık.
Aybaşı Hâlinde Kur'ân-ı Kerim Okumak:
İslam fıkhında, "büyük abdestsizlik" hâli dediğimiz "cünüplük", "âdet" ve "lohusalık" hallerinde Kur'ân-ı Kerim okumak kesin olarak yasaktır. Büyük bir günah ve haramdır. Bu hususta mûteber mezhepler arasında ittifak vardır.
Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezhepleri, âdetli kadının Kur'ân-ı Kerim okumasının haram olduğu görüşünde müttefiktirler. (el-Mevsûatü'l-Fıkhıyye, Kuveyt, 18, 321) Bu hususta Rasûlullah
-sallallâhü aleyhi ve sellem-'den rivayet edilen şu hadis gâyet açıktır:
"Ne hayızlı kadın, ne de cünüp kimse Kur'ân'dan hiçbir şey okuyamaz." (Tirmîzî, Tahâret, 98, 131)
Sadece Malikî mezhebinde zayıf bir görüş, âdetli kadınların Kur'ân-ı Kerim okumasında, "mutlak haramlık yoktur" demektedir. İmam Mâlik'ten rivâyet edildiği söylenen1 bu görüşe göre, âdet döneminin uzun sürmesi hâlinde, unutma söz konusu olabileceğinden âdetli kadının Kur'ân-ı Kerim'i "ezberinden okuması"na cevaz verilmiştir. (İbn-i Kudâme, el-Muğnî, 1, 193)
Burada ezberden okuma ifadesini, "diliyle telaffuz etme" değil, "kalbinden geçirme" olarak anlamak doğru olsa gerektir. Zira maksat "unutmamak" olduğuna göre, bir kimse dudaklarını oynatmaksızın ve okuma sayılabilecek bir fiil içine girmeksizin "unutmama yönünde zihninden tekrar yapabilir". Böylelikle gâyet açık bir şekilde ifâde edilen nebevî hadîse de ters düşülmemiş olur.
Ayrıca Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- devamlı abdestli olmaya çalışmışlar veya abdest üzerine abdest almışlardır. Bu konuda:
"Kim abdestli olduğu halde abdest tazelerse Allâh Teâlâ bu sebeple kendisine on hasene (sevab) yazar." buyurmuşlardır. (Tirmîzî, Taharet, 44)
Diğer bir hadis-i şerifte de:
"İstikâmet üzere olunuz. -Gerçi bunu hakkıyla yerine getiremezsiniz- Hayırlı işler yapınız. En hayırlı amelleriniz ise namazdır. Dâimâ abdestli olmaya ancak hakîkî mü'min dikkat eder." buyurulmuştur. (İbn-i Mâce, Taharet, 4; Muvatta, Taharet, 278)
Câlib-i dikkattir ki, bu son hadis-i şerif,
İmam-ı Mâlik'in Muvattâ adlı hadis kitabından alınmıştır. Bu da İmam-ı Mâlik hazretlerinin iddia edilen görüşten ne kadar uzak olduğunu gösterir.
Üç hak mezhebin tamamen reddettiği, bir mezhebin ancak zarûret miktarınca içinden okumaya izin verdiği bir hususta, kendi mezhebini bırakıp başka mezhebin zayıf bir görüşünü almak uygun mudur? Bu iş, kişilerin ihtiyârına bırakılmış seçimlik bir mesele midir?!. Dinî hayat, bir defa laubâliliğe konu edildi mi, ta'zim duygusu kalkar ve neticesinde feyz ve rûhâniyet zâil olur.
Bugün ülkemizde yaygın olan mezhep, Hanefî mezhebidir. Binaenaleyh bir zarûret olmadıkça, bu mezhebin hükümlerinin hilâfına hareket etmek bu mezhebi benimsemiş bir müslüman için doğru değildir.
Hâfızlık veya Kur'ân-ı Kerim hocalığı yapmak, bu meselede mecbûrî bir sebep kabul edilemez. Zira Kur'ân-ı Kerim'in hıfzı için feyz-i ilâhî, yani ruhâniyet zarûrîdir ki, Kur'ân kalblerle mezc olsun.
Artık tıbben de bilinmektedir ki, âdet döneminde kadınlar fizyolojik ve psikolojik olarak kendilerini rahat hissetmezler. Allâh Teâlâ, lütfu ve merhameti gereği kadını bu döneminde en mühim dinî mükellefiyetler olan namaz ve oruçtan bile muâf tutmuştur. Hâfızlık gibi ciddî bir gayret ve ruhâniyet isteyen bir mükellefiyeti bu dönemde mecbûrî tutmak nasıl izah edilebilir?
Sonra hanım kızlarımızın bu dönemlerinde yapabilecekleri başka meşguliyetleri yok mudur ki, bu mesele üzerinde ısrar edilmektedir. Onlara bu muayyen vakitlerinde abdest mecburiyeti olmayan diğer dersler (Arapça, siyer, ilmihal, peygamberler tarihi vb.) gösterilebilir.
Sonuç olarak "ilâhî emirlere aykırı ibâdet ifa edilemez." Başka bir ifadeyle şer'î bir gayeye gayr-ı şer'î bir metodla gidilemez.
Buraya kadar anlattığımız hususlar büyük abdestsizlik hâlinde Kur'ân-ı Kerim okumakla ilgiliydi. Küçük abdestsiz halde, Kur'ân-ı Kerim okumak ise caiz olmakla beraber edebe uygun değildir.
Abdestsizlik Halinde Kur'ân-ı Kerim'e El Sürmek:
Diğer bir mevzû da, abdestsiz olarak
Kur'ân-ı Kerim'e el sürme meselesidir. Abdest bir temizlik hâli olduğuna göre, temiz olmayan bir kimsenin Kur'ân-ı Kerim'e dokunmasından bahsediyoruz demektir. Kur'ân-ı Kerim bu hususta açık ve kesin olarak şöyle buyurmaktadır:
"Ona tam bir sûrette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez." (Vâkıâ, 79)
Âyette "sürmesin" şeklinde bir yasak yerine, "süremez" şeklindeki nefiy ifadesi, bu husustaki yasağın ne miktarda şiddetli olduğunu göstermektedir.
Abdestsizlik hâli burada hem küçük, hem de büyük abdestsizlik hâlini, hem de âdet ve lohusalık hâlini ifade etmektedir. Bu konuda dört mezhebin görüşü de, abdestsiz Mushaf'a el sürmenin haram olduğu yönündedir. (el-Mevsûatü'l-Fıkhıyye, Kuveyt, 18, 322) Hadis-i şerifte de:
"Mushaf'a temiz olan dışında hiçbir kimse dokunmasın!.." buyurulmuştur. (Hakim el-Müstedrek, K.Zekât, 1, 395)
Bu mesele hakkında da zaman zaman bazı kimseler, "Kur'ân-ı Kerim'e abdestsiz el sürülebileceğini" söylemektedirler. Gerekçe olarak da bu hususta Kur'ân-ı Kerim'de bir delil bulunmadığını, hadislerde de doyurucu cevap bulunmadığını, dile getirmektedirler.
Maalesef ölçüsüzce hareket eden bu kimselere verilecek en güzel cevap, Kur'ân-ı Kerim'e karşı edebi muhafaza etmektir. Kur'ân-ı Kerim, kâinâtın Hâlık'ının bir emânetidir.
Kur'ân-ı Kerim başımızın tacı, gönlümüzün ilacı, gözümüzün nurudur. Ona karşı takınılacak hiçbir edep fazlalık olmaz. O her şeyden fazla tazime lâyıktır. Zira Kur'ân-ı Kerim'e hürmet, onun sahibine hürmettir.
Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
"Bu böyledir, kim Allâh'ın nişÃ¢nelerine, hürmetli kıldığı alâmetlere saygı gösterirse, şüphesiz o saygı duyma, kalblerin takvâsındandır" (Hac, 32)
Bu âyet açıkça ifâde ediyor ki, Allâh'ın hürmet gösterilmesini emrettiği şeylere karşı hürmetkâr olmak takvâ işidir. Bunu da ancak kulluk şuuru yerinde olan kimseler yapabilirler.
Rabbim, bizleri Kitabı'nın feyz ve rûhâniyetinden, Peygamberi'nin mübârek saâdet yolundan ayırmasın!