:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: İclal Aydın'dan Seçmeler ...
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Sayfalar: 1 2
Ağlarsa anam ağlar

Bu ülkede doğuda bir yerlerde ölümü idrak ettiğim yaşımdan beri bilirim ki her gün ölmektedir delikanlılar. Yani aslında hiç ara vermemiştir; adına ölüm mü, terör mü, iç savaş mı ne derseniz işte onun kıyameti yani...

Geçtiğimiz mayıs ayında Anneler Günü sabahı şehitlikteydim. “Oğluna çiçek getiren analar” demiştik yaptığımız haberin başlığına.

Bugün yazıya oturduğumda zihnimden dökülen kelimeler tanıdık geldi birden.

Sanki defalarca yazmışım aynı yazıyı, sanki defalarca yazılmış bir “karayazı”yı okumaktaydım.

Eski belgelerime girdiğimde gördüm hiç değişmeyen oyuna hiç değişmeyen tepkimi.

Bakınız şöyle ki...



***

Hayat neden acı söz konusu olunca adaletten uzaklaşır?

Aslında şehitlikte geçirdiğimiz bu pazar sabahı yıllardır hayatın “her şeye rağmen” devam etmesi gerektiğine dair kurmaya çalıştığımız o büyük cümleyi ne kadar da zorluyor...

Çünkü o pazar sabahı karşılarında durup annelerini seyrettiğimiz çocuklar insanoğluna verimiş en büyük sınavın en zor bölümüydüler.

Evlat sahibi olmak, karnında taşıyıp emzirmek değilmiş, yaşadıkça öğrendik.

Emek emek, günbegün büyüyor gelişiyormuş anne çocuk ilişkisi. O güldükçe, ağladıkça, adım attıkça tarifsiz bir hale bürünüyormuş...

Dernek salonunda köşede oturan yaşlı hanım iki oğlunu arka arkaya kaybetmiş. Üçüncü oğlunu askere almamışlar. Onun yanında oturan gözlüklü hanım ise “askere gitmek için o kadar uğraştı ki... Almıyorlardı, gururuna yediremiyordu. Doktorlara gitti, kilolar aldı. Sonra bir gün eve geldi, anne beni askere aldılar diye. Diyarbakır’da elli günlük askerdi şehit olduğunda. Kapıyı açtım bir gün. Baktım üç asker duruyor. Beni görünce kağıdı sakladı arkasına. Amca yok mu diye sordu. O zaman anladım. Kapının önüne çökmüşüm, Metin’i vurdular diye bağırmışım. Ben vurdular sanıyordum. El bombasıymış meğer...”

O ilk an işte...

O anı anlatırken bir film anlatır gibiler. Hiçbir detayı atlamadan ince ince, yavaş yavaş anlatıyorlar. Yüzlerine bakarken anlıyorsunuz, o anı kim bilir kaç kez düşünmüşler...

Acemi birliğinde şehit düşen de var, tezkeresine yirmi gün kala ölen de... Eve dönüş yok yani.

“Bayram sabahları gün doğmadan gelirim buralara. O kalabalık acımı büyütüyor çünkü. Oysa kimse yokken biz anne oğul bir başımızayız” diyor bir başka anne...

Diyabakır, Erzincan, Elazığ, Şırnak duyduklarında ya da oradan herhangi biriyle karşılaştıklarında ortaya çıkan o kötü nefretten söz ediyor içlerinden biri. Zaman içinde geçtiğini, kabullendiğini anlatıyor. Erzincanlılar, Sivaslılar, Trabzonlular var ölenler arasında...

Memleketin çocukları “memleket için” ölüyor...

Yıllar önce Tunceli-Bingöl sınırında tanıdığım dokuz çocuğunun yedisini kaybetmiş anne geliyor aklıma. Çocukların beşi PKK’ya katılmış, zaman içinde tek tek ölüm haberleri ya da bedenleri gelmişti kapısına. Ağlamaktan gözpınarları kurumuş; kime, neden ve nasıl isyan edeceğini bilemez haldeydi. Kürtçe Türkçe ağlıyor, kaderine bağırıyordu. Aynı yıl içinde üç erkek çocuğu toprağa vermek...

“Onlar” diyordu televizyondaki cenaze töreninde ağlayan şehit asker yakınlarını göstererek “hiç olmazsa Vatan sağolsun diyorlar. İçleri serinliyor. Ya ben ne diyem? Kime diyem? Ha bu dağları delik delik etsem bana toprağın altında yatanı sağ verir mi?”

Uykusuz bir gecenin sabahında tanıdığımız bu anne, bir sonraki sene hayatta kalan iki oğlunu da kaybetmiş üçer ay arayla. Birini trafik kazasında diğerini bir hastalıktan. Sadece bu ikisine yapılmış cenaze töreni. Hiç ağlamamış bu cenazelerde.

Silahlar, el bombaları, Kaleşnikoflar...

Dün Anneler Günüydü.

Her iki tarafın da annesi ağlıyordu.

Ölenin de öldürenin de ve ölenin de öldürenin de...


***

Bugün bayram.

Okuduğunuz bölüm bundan beş ay önce yazılmıştı. Beş yıl önce yazılsa hangi satır değişirdi? On beş yıl önce farklı mıydı?

Şehit olan askerlerin anaları Türkçe-Kürtçe ağıtlar yakıyor. Ben kendimi bildim bileli bu ülkenin doğusunda sular kanlı akıyor. Kadir günü gazetelerin hepsi bir örnekti. Plânlandığı gibi mi gidiyor her şey? Altı yıl sonra farklı bir gidişi, gelişimi ya da nihayeti olacak mı bu hikâyenin? Sanmıyorsunuz, sanmıyorum... Değil mi?


...
Sanallar gerçek olsa!

Masa başı medyası, subjektif dünyaları içindeki popüler konuları ülkenin ve dünyanın gündeminde saydığından bütün gazetelerde bir Facebook çılgınlığı sürmekte. Yazı dizileri, şudur budur...

Açıkçası ben böyle bir yeni sanal geyiğin varlığını yazılarının gerçek müptelası olduğum Mehmet Tez’in köşesinde okudum ilk olarak. Şaka gibi ama birkaç hafta önce Mehmet Tez yazana kadar haberim bile yoktu bundan. Sonra bütün gazetelerde yer almaya başladı. (Bu arada belirtmeliyim ki gazete değiştirdiğinde sırf kendisi için gittiği gazeteyi alacağım tek, TEK yazardır! Tek geçerim, o kadar.)

Gerçek yaşamımda sosyalleşmeye vakit bulamadığımdan sanal dünyaya hiç şans kalmıyor doğal olarak. (Dünya üzerindeki ve ülkemizdeki pek çok kişi gibi.) Bu işin müptelası olanları yargılamak, küçümsemek istemem ama sanal dünyadaki bu tuhaf dostluk ve sevgi rüzgârını anlayamıyorum.

Sanki okulda, evde, iş yerinde, uzak ve yakın çevrede bütün ilişkilerle başedilmiş, müthiş bağlar kurulmuş, aşılmış taşırılmış da sıra eski dostları bulmaya, yeni yepyeni arkadaşlar edinmeye gelmiş...



***

(İclal Aydın adına açılmış olan hiçbir hesabın benimle ilgisi olmadığını belirtmek isterim bu arada. “gazetevatan” ya da blackberry uzantılı adresler dışındaki hiçbir e-mail adresi bana ait değildir. Benim adıma yazışmalar yapan, sohbet odalarında kalabalıklar toplayan, arkadaşlarımla özel konuşmalar yapmak isteyenlerin sahte “İclal Aydın”lar olduğunu lütfen biliniz.)

O ya da onlar ben değilim!

Aslında kimse bildiğiniz kişi değildir belki...

Söz ettiğim bu tatsızlık evet, herkesin başına geliyor. Üstelik kişinin ünlü olmasına da gerek yok. Hiç hoşlanmadığınız birisi için bir hesap açıp son derece yanıltıcı özel konuşmalar yapabilir, bilgiler toplayıp, kirli ve yanlış “dedikodular” yayabilirsiniz.

Ya da böyle bir felaket başınıza gelebilir!

Gerçek yaşamında adeta paranoya gibi ciddi bir içtenlik sıkıntısı yaşayanların, kimseleri samimi bulmayanların, sanal dünyadaki cesur saçılışlarına ve samimiyette zirve yapmalarına inanamıyorum.

Nasıl inanabilir, nasıl bu kadar güvende hissedebilir insan kendini?

Nasıl bu kadar rahat olunabilir?


***

Eminim çok eğlencelidir.

Eminim bir kapıldın mı sonuna kadar gitmeyi, sürekli orada yaşamayı isteyecek kadar renkli bir dünyadır. Benim vaktim yok, bilemiyorum. Belki bir gün...

Ama düşünüyorum da sanal dünyada tüketilen emeğin, oradaki arkadaşlıklara gösterilen ilgi ve merakın birazı gerçek dünyada harcansa hoş olmaz mı?

Benimle arkadaş olur musun diye soranlar, arabaların içinde sinirden çatlayarak sağa sola küfür etmese...

Sanal arkadaşına sanal çiçek gönderenler, sabahları ev halkına ve asansörde karşılaştıklarına günaydın dese...

Satırların arasında gülen adam yüzleri göndereceklerine tebessüm etmeyi unutmasa fena mı olur.

Sanallar gerçek olsa ne olur?


....
Bir yaş daha gitti...

Dün benim doğum günümdü.

Ve ilk defa, itiraf etmeliyim ki ilk defa, yaşımı düşündüğümde canım sıkıldı. Oysa daha kederlenmek için çok vakit var gibi duruyor. Bu yaz saç rengimi değiştirdim. Hiç gezmediğim kadar gezdim. Ertelediğim seyahatlere çıktım, yeni yemekler denedim; utanmadım, dans ettim, sokaklarda yalın ayak yürüdüm, boş boş ufka baktım, yerli yersiz ağladım, gelecekten daha çok korktum...

Kendi gücüme şaştım.

Biraz daha kendime yakın durdum.

Bu yaz şahane büyüdüm.



***

Sonra başka şeyler de yaptım bu yaz...

Tabulaştırdığım sevgi ve korkularımı sorguladım. Diğerlerinin gözünden baktım kendime. Anlamaya çalıştım herkesi...

Öfkemin ucunu bıraktığımda rahat uyumaya başladığımı fark ettim bir sabah.

Sanki dünya üzerindeki tek canlı topluluğu ben ve yakın çevremden ibaretmişçesine yaşadığım günler saçma ve küçük geldi gözüme.

Aklımda büyüttüklerimin aslında o kadar büyük olmadıklarını anladım ve bu bir parça da hüzünlü bir gerçekti...

İdollerimin zayıflıklarına şahit olmak çocuksu bir burukluk verdiyse de kalbime, çabuk geçti gitti.

Arkadaşlıklarım bir sınavdan geçti arkadaşlarım bunu fark etmedi.

Hiçbirine bir sitem etmediysem de gereğinden fazla yük taşımamak gerektiğine inandım sonunda.

Emin Çölaşan’ın Hürriyet’ten gidişi bir kahramanlık destanına dönüşmedi benim içimde.

Haydar Ergülen’in Radikal’den çıkarılışı kadar üzücü değildi neticede.

Biliyor musunuz mesela gördüm ki, görebildim ki Oray Eğin Perihan Mağden’i fena solladı. Geçti. Perihan demodeleşirken Oray kendi prensliğini kurdu bile.

Bu yaz bir sürü yeni şey bıraktı yani eteklerime.


***

Hep büyümeye çabalardım. Büyük görünmek için harcadığım komik kozmetik çabalar çok acıklı görünüyor, seksenli yıllara ait fotoğraflarda şimdi.

Bugünlerde kimi görsem “bir genç kız hali” gelmiş sana diyor. Doğrudur. Anamdan doğduğum saç rengine döndüm. Sağlıklı bir kiloya ve bir kimlik sunma derdinden çok uzakta huzurlu bir zamana kavuştum. Fazlalıklarımı (kaygılarım, kavgalarım, iyi niyetli hallerim, kırgınlıklarım) bıraktım gitti. Hafifledim, yaş attım geriye...


***

Ne zaman anladım biliyor musunuz?

Gazetede bir haber: “Vicdani kanaatim Erdal Eren’in suçlu olduğuna inanmıyordu, o dönem çalakalem bir kararla aşıldı gitti” diyordu. Dönemin karar noktasında duran bir yüksek rütbeli askeri...

Bu ülke kaç çocuğunu çalakalem bir kararla aştı anımsıyor musunuz?

Gencecik, otuz beş yaşını görememiş hayaletler ülkesidir Türkiye... Belki de neden olduğunu bile anlamadan arafta bekleşen şaşkın ruhlar diyarı...

O haberi okuduğumda Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin kapısındaki uzun saçlı, kırılacak kadar ince boyunlu öğrenci halim geldi aklıma. Dilimde Sezen Aksu’dan “Son Bakış” şarkısı, kalbimde müthiş bir genç isyan vardı...

Nicedir kaybolmuştu o güzelim itiraz duygum..

Dün doğum günümdü evet, biraz daha gençleştiğimi hissettiğim ve zamana itiraz ettiğim...
çok güseller emeğine sağlık Smile
Çok Teşekkürler ...
............................. ahhhhhhh
[SIZE=5]Seni Seviyordum

[/SIZE]
Sana uzak kentlerden birinde zamanın bir yerinde Seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi...

Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi

İnsan hergün anımsar mı aynı gözleri

SENİ SEVİYORDUM ve senin haberin yoktu

Saçlarını izliyordum uzaktan, kulağının arkasına düşüşü ve burnun, herkesten başkaydı işte...

Güldüğü zaman yukarıya bakardı;

Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı...

Ne güzeldiler sen bilmiyordun...

BEN SENİ SEVİYORDUM...

Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler

Duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara çarpıyordu

Geri dönüyordu, çoğalarak

Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herşeyi, herseyi erteleyişim oluyordun

Kalp ağrısı oluyordun,

Birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun,

Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk,

Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyorduk ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk

Cesurduk...

Ufuk çizgisi maviydi, gün batımı hep turuncu ve kırmızıydı bütün karanfiller...

Ben SENİ SEVİYORDUM sen bilmiyordun...

Sevinçlerim oluyordun arasıra sen hiç bilmiyordun

Sonra herhangi biri oldun, bütün sevinçlerim bittikten sonra

Yağmurlar yağdı, serin haziran akşamları

Derken bir gün uzaktan gördüm seni...

Saçların bana inat başın herseye meydan okuyarak işte yine aynı

Kalbimi acıttı her zamanki gibi...

Değiştik sanıyordum ve sen yine bilmiyordun

Şimdi bunları anlatsa sana birileri kim bilir yada boşver bilme en iyisi...

İclal Aydın
[ses]http://www.fileupyours.com/view/209147/Iclal%20Aydin%20-%20Seni%20Seviyordum.mp3[/ses]


Buda benden olsun Firari Fırtına... Buraya yakışır diye düşündüm...Biliyorum Makale değil ama yinede eklemek istedim...



Harikasın ..............
Beğendiğine sevindim Wink
Beğendim elbette .............
Sayfalar: 1 2