:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Allah (cc) İsimleri [Açıklamalı]
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6
SAMED



Hacetlerin bitirilmesi, ızdırapların giderilmesi için tek merci


Allah, Samed'dir (herşey O'na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır). (İhlas Suresi, 2)

Tüm evrende gerçek güç sahibi olan yalnızca Allah'tır. İnsanın karşılaştığı her türlü sıkıntıyı, zorluğu, ihtiyacı giderebilecek olan da ancak O'dur.

İnsanlar kimi zaman kendilerini yaratanı unutup O'ndan başka veliler edinir; gücü, onuru ve yardımı onların yanında bulmaya çalışırlar. Oysa bu insanlar bir aldanış içindedirler; çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi Allah'tan başka güç sahibi yoktur. O dilemedikçe hiçkimsenin bir başkasına faydası veya zararı dokunamaz. Kuran'da bu gerçeğe şöyle dikkat çekilmiştir:

"Onlar, mü'minleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. 'Kuvvet ve onuru (izzeti)' onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, 'bütün kuvvet ve onur,' Allah'ındır." (Nisa Suresi, 139)

İnsan için her türlü sıkıntıdan kurtulmanın tek yolu 'bütün kuvvet ve onur'un sahibi olan Yaratıcısı'na sığınmaktır. Çünkü O, sıkıntı ve ihtiyaç içinde olup kendisine yönelen samimi kullarına icabet eder ve onların üzerindeki zorlukları, sıkıntıları kaldırır. Neml Suresi'nde Allah'ın salih kullarına icabeti şöyle haber verilmiştir:

"Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz." (Neml Suresi, 62)

Yukarıdaki ayette insanların Allah'ın icabetine karşılık nankörlük yapabildikleri, Allah'ın kendileri üzerindeki şefkati ve merhametini farkedemedikleri veya unuttukları da bildirilmiştir. Oysa Allah "De ki: "Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır..." (Enam Suresi, 64) ayetinin haber verdiği gibi, her türlü sıkıntıdan insanı kurtaran tek mercidir. Bunun karşılığında insanın yapması gereken ise, bu icabeti görmek, gördüğünün önemini düşünebilmek ve bu düşünceler sonunda Allah'a teslim olarak şükredici bir kul haline gelmektir.




SADIK



Vaadine sadık, doğru


(Bu,) Allah'ın va'didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 6)

Allah insanları yaratmış, onlara iyiliği emredip kötülükten meneden elçiler ve bu elçilerle beraber doğru yolu gösteren Kitaplar göndermiştir. Nitekim bugün yeryüzünde bulunan Kuran, Allah'ın insanları karanlıktan aydınlığa, doğru yola çıkarmak için gönderdiği hak kitabıdır.

Kuran'da Allah kendisine inananlara da, inanmayanlara da bazı vaatlerde bulunmuştur. İnkarcılar için vaat, dünyada sıkıntılı bir geçim, ahirette ise sonsuza kadar azap çekecekleri cehennemdir. Ancak bu kesin gerçeğe ihtimal vermeyen inkarcılar Allah'ın vaat ettiği azapla karşılaşmayacakları zannı içindedirler. Son derece büyük bir yanılgı içinde olan bu insanlara Allah şöyle seslenmiştir:

Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va'dine kesin olarak muhalefet etmez... (Hac Suresi, 47)

İnananlara vaat edilen ise dünyada da ahirette de hoşnutluk içinde bir yaşamdır ve onlar Allah'ın bu vaadini yerine getireceğine kesin olarak iman ederler. Allah dünyada salih kullarına olan vaadini Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir... (Nur Suresi, 55)

Müminlere ahiret için vadedilen ise sonsuza kadar hoşnutluk içinde yaşanacak bir hayattır. Bu hayat, Allah'ın kesin bir vaadidir ve kuşkusuz 'Allah vadinden cayıp dönmeyendir'.

İman edip salih amellerde bulunanlar, biz onları altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu, Allah'ın gerçek olan va'didir. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?" (Nisa Suresi, 122)

Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir. (Enam Suresi, 115)

De ki: "Allah doğru söyledi. Öyleyse Allah'ı bir tanıyan (Hanif)ler olarak İbrahim'in dinine uyun. O, müşriklerden değildi." (Al-i İmran Suresi, 95)
SAİK



Cehenneme süren


Suçlu-günahkarları susamışlar olarak cehenneme süreceğiz. (Meryem Suresi, 86)

İnsan Allah'a kul olmak için yaratılmış ve bu kulluk görevini yerine getirip getirmeyeceğinin sınanması için dünyaya gönderilmiştir. Dünyada ihtiyaç duyacağı herşey Yaratıcısı tarafından var edilmiş, kendisine çeşit çeşit nimet sunulmuştur. Ama insanların bir kısmı Allah'ın verdiği tüm nimetlere rağmen var oluş amacını unutmuş ve nankörlük etmiş, isyanda bulunmuştur.

Elbette insanların dünyada içinde bulundukları isyan karşılıksız kalmayacaktır çünkü Allah sonsuz adalet sahibidir. Allah kendisini inkar eden, büyüklenen inkarcıların nasıl bir sona uğrayacaklarını aşağıdaki ayetleriyle bildirmiştir:

Tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Ayetlerimizi yalanladılar, böylece Allah günahları nedeniyle onları yakalayıverdi. Allah, (cezayla) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. İnkar edenlere de ki: "Yakında yenilgiye uğratılacaksınız ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz." Ne kötü yataktır o. (Al-i İmran Suresi, 11-12)

Yukarıdaki ayetlerde bildirildiği gibi aşağılanmış bir şekilde topluca cehenneme sürülen inkarcıların oradaki pişmanlıkları da Kuran'da bildirilmiştir. Dünyada yaşadıkları hayat boyunca kendilerine Allah'a kulluk etmek için sayısız fırsat verilmiş, hatırlatmalar gelmiş ama onlar yine de yüzçevirip büyüklenmişlerdir. Bunun sonucu olarak hesap günü durumları şöyle olacaktır:

... Azabı gördükleri zaman, o zalimleri bir görsen; "Geri dönmeye bir yol var mı?" derler. Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden bakarlar. İman edenler de: "Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendi nefislerini, hem yakın akraba (veya yandaş)larını da hüsrana uğratmışlardır" dediler. Haberiniz olsun; gerçekten zalimler, kalıcı bir azab içindedirler. (Şura Suresi, 44-45)




SANİ



Sanatçı, nihayetsiz güzellikleri sanatının içinde yaratan


Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herşeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır. (Neml Suresi, 88)

Yeryüzünde yaratılan canlı ve cansız her varlıkta üstün bir aklın, sonsuz bir ilmin birçok deliline rastlamak mümkündür. Kuşkusuz bunlar Allah'ın Alim sıfatısın birer tecellisidir. Ancak bu varlıklarda dikkat çeken çok önemli bir özellik daha vardır: çok ince bir sanat. Allah'ın 'Sani' sıfatı yarattığı herşeye son derece estetik bir görünüm, kusursuzluk, ince ve benzersiz bir sanat, uyum ve dizayn olarak yansır.

Örneğin insan bedenini inceleyecek olursak kusursuz ve eksiksiz bir şekilde dizayn edildiğini görürüz. Tüm organlar olmaları gereken yerlere yerleştirilmiş; örneğin gözlerin yeri ile göğüs kafesinde korunan kalbin yeri hem birçok hikmete binaen belirlenmiş, hem de göze en hoş görünecek şekilde yaratılmıştır. İnsan vücudunun dış görünümünde simetriyi sağlayan 'altın bir oran'dan bahsetmek mümkündür; nitekim ressamlar yaptıkları çizimlerde bu 'altın oranı' kullanmaktadırlar. Öyle ki her insanın ağzı, burnu, gözleri son derece ince bir oranla olmaları gereken yere yerleştirilmiştir. Yine bedendeki simetri de ilk bakışta herkesin dikkatini çekebilecek şekildedir.

Allah birbirinden çok farklı canlılarda yine 'Sani' sıfatını yansıtacak detaylar yaratmıştır. Hiçbirinin dış görünümü bir diğerine benzemez. Tropikal bir kuşun kanatlarında ya da bir çiçeğin yapraklarında fosforlu renkler kullanılırken; bir kelebeğin kanatlarında çok farklı tonlar yaratılmıştır. Aynı şekilde bir sürüngen ile, bir kuşun veya bir deniz canlısının görünümü de şekil olarak birbirinden apayrıdır, hiçbir benzerlik taşımaz.

Bitkiler aleminde de, Allah'ın sonsuz sanatını gözlemek mümkündür. Öyle ki, "Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi)..." (Nahl Suresi, 13) ayetinde bildirildiği gibi Allah birbirinden farklı milyonlarca çeşit bitki ve çiçek yaratmıştır. Hepsinin kokusu, biçimi, rengi, simetrisi farklı farklıdır. Tek bir çiçeğin, örneğin bir orkidenin bile belki yüzlerce farklı görünümde, farklı renkte çeşidi vardır. Aynı şekilde tek bir çiçeğin, örneğin bir gülün birbirinden farklı pek çok rengi ve bu renklerin de kendi içlerinde farklı tonları vardır. Kuşkusuz bu renkler, tonlar, desenler apaçık bir sanatın göstergesidirler.

Ve Allah bu kadar farklı görünümde ama her biri son derece estetik olan çeşidi gözler önüne sererek sanatındaki sonsuzluğu insanlara göstermiştir. Dileseydi her canlı türünden tek bir çeşit de yaratabilirdi. Fakat çok fazla çeşit yaratarak insanları hayrete düşürecek bir sanat meydana getirmiştir. Elbette bu sanatı kitap sayfalarında tarif etmek, eksiksiz olarak örneklendirmek mümkün değildir. Çünkü insan, dünya üzerinde kafasını çevirdiği her yerde bu sanatın örnekleriyle karşılaşacaktır. Öyle ki tüm evrende görülen, çok üstün bir Sanatçının sonsuz sanatının örnekleridir.

SELAM



Her türlü tehlikelerden kullarını selamete çıkaran, cennetteki kullarına selam eden


O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir. (Haşr Suresi, 23)

Allah kendisine inananlara sonsuz cenneti müjdelemiştir. Ancak gözardı edilen bir gerçek vardır ki, iman edenler yalnızca ahirette değil dünyada da güzel bir yaşamla ödüllendirilmişlerdir. Allah, dünyadaki ve ahiretteki bu müjdeyi Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle biz muhakkak vereceğiz. Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 96-97)

Kuşkusuz dünyadaki ve ahiretteki güzel yaşam, kulları üzerinde sonsuz bir şefkat sahibi olan Allah'ın 'Selam' sıfatının tecellileridir. Dünyada güzel bir hayatla yaşayan, Rabbine kulluk edip yaptığı salih amellerden ecir kazanan mümin, ahirette de 'hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak' cennete girecektir. Allah samimi kullarının ahirette karşılaşacakları ortamı Kuran'da haber vermiştir:

Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır.

Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah'a) yönelip-dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan,

Görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalb ile gelen içindir.

"Ona 'esenlik ve barış (selam)la' girin. Bu, ebedilik günüdür."

Orda diledikleri herşey onlarındır; katımızda daha fazlası da var. (Kaf Suresi, 31-35)

Allah'ın Selam sıfatı aynı zamanda cennete kabul ettiği kullarına selam vermesi anlamına da gelir. Allah, Yasin Suresi'nin 58. ayetinde "Çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü "Selam" (vardır)." diyerek cennete giren insanlara sözlü olarak selam vereceğini bildirir. Allah müminlerin canını alırken önce melekleri ona selam verirler, sonra cennet bekçileri onları selamla karşılar. Arkasından Allah cennete başları dimdik gelen kullarına selam verir. Kuşkusuz Allah'ın selamı müminler için olabilecek en büyük müjdedir.

İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. (Furkan Suresi, 75)




SEMİ



İşiten


Şüphesiz, kendilerine gelmiş bulunan hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri konusunda mücadele edenlere gelince; onların göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur. Artık sen Allah'a sığın. Şüphesiz O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. (Mümin Suresi, 56)

İnsana şah damarından daha yakın olan Allah, herşeyi gören olduğu gibi işitendir de. Allah kainattaki her sesi duyar. Uçsuz bucaksız uzayda büyük bir hızla ilerleyen galaksilerin, gezegenlerin, göktaşlarının seslerini duyduğu gibi, mikroalemde yaşayan ve insanların gözle asla göremeyeceği milyarlarca canlının da sesini duyar. Çünkü kendisi tüm bunları yaratandır. Allah toprağın altında yarılan tohumun da, gökyüzünde çakan şimşeğin de, yere düşen bir yağmur tanesinin veya uçan bir kuşun kanat sesini de işitir. Bu gerçek "Dedi ki: "Benim Rabbim, gökte ve yerde söylenen-sözü bilir; O, işitendir, bilendir." (Enbiya Suresi, 4) ayetiyle de bizlere bildirilmiştir. Kuşkusuz Allah'ın büyüklüğünün ve kudretinin en güzel delillerinden biri tüm kainattaki canlı ve cansız bütün sesleri aynı anda işitmesidir.

Allah yaşayan tüm insanların kendisine gizlice yönelerek ettikleri bütün duaları aynı anda işitir ve aynı anda icabet eder. Nitekim bir başka ayette "Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm..." (Bakara Suresi, 186) diye bildirilmiştir. Allah katında zaman ve mekan olmadığı, Allah her an her yerde olduğu için bu, O'na göre çok kolaydır. Aynı zamanda gizli fısıltıların, konuşmaların da hepsini duyar.

Allah kalpleri ürpererek kendisine dua edenlerin, gizlice yönelip dönenlerin seslerini işittiği gibi isyan edenlerin, kalpleri inkarda direnenlerin de seslerini, kurdukları planların en ince noktalarını da işiterek bilir. O'nun ilmi her yeri kuşatmış, hiçbir canlı O'ndan gizli bir tek söz sarfedememiştir ve edemeyecektir. Bunu ahirette, ağzından çıkan her sözün karşısına getirildiğini görünce daha iyi anlayacaktır.

De ki: "Size yarara da, zarara da güç yetirmeyen Allah'tan başka şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa Allah, işitendir, bilendir." (Maide Suresi, 76)

Böylece Rabbi, duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Yusuf Suresi, 34)
ŞAFİ



Şifa veren


"Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;" (Şuara Suresi, 80)

İnsanın acizliğini kavradığı ve ne kadar muhtaç konumda olduğunu en çok farkettiği anlardan biri şüphesiz hasta olduğu andır. Allah insana bu duyguyu yaşatmak için hepsi birbirinden farklı yüzlerce hastalık yaratmıştır. Her hastalığın kişi üzerinde meydana getirdiği bedensel ve ruhsal etkiler birbirinden çok farklıdır. Ancak hepsi hikmetli bir yaratılışın delilidir. Gözle bile görülemeyen bir virüsün insanı tanınmayacak hale sokması, vücuda giren bir mikrobun kimi zaman teşhis dahi edilememesi, Allah'ın gücünün en açık delillerindendir. Bilim adamlarının tek bir virüsü ortadan kaldırmak için yaptıkları deneyler, araştırmalar Allah'ın yaratmadaki üstünlüğünü gözler önüne serer.

Hastalığı veren Allah olduğu için bu hastalığın geçmesi de ancak Allah'ın dilemesi ile olur. Allah dilediği takdirde Şafi sıfatı ile verdiği hastalığı ortadan kaldırır. Nitekim Allah dilemedikçe tüm dünyanın doktorları, en gelişmiş teknolojik aygıtlar, keşfedilen en son ilaçlar bir araya gelse yine de o kişinin hastalığının iyileşmesi imkansızdır. Kullanılan ilaçların hepsi, hastalığın iyileşmesi için birer vesiledir. Eğer Allah dilerse uygulanan tedaviyi vesile kılarak kişinin iyileşmesine izin verir. Ne var ki Allah dilemedikçe çok basit gibi görünen bir hastalık dahi kişinin ölümüne sebebiyet verebilir.

Bu durumda insanın yapması gereken, kendi aczinin yanında Rabbinin sonsuz gücünü görebilmek ve sıkıntı içinde olduğu her an O'ndan yardım dilemektir. Mümin bilmelidir ki, hiçbir zaman Allah'tan başka bir yardımcı ve veli bulamayacaktır. Hz. Eyüp bu konuda Kuran'da örnek gösterilen, Rabbine teslimiyetli tavrıyla övülen bir elçidir. Hz. Eyüp'ün kendisine isabet eden hastalık karşısında gösterdiği güzel ahlak, sabır ve tevekkül tüm müminlere örnek olmuştur:

"Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." (Enbiya Suresi, 83)

Bu çağrının ardından Allah onun duasına icabet etmiş ve onu iyileştirmiştir. Hz. Eyüp ise bu hastalığa sabretmenin ve yalnızca Allah'a yönelip dönmenin büyük ecrini almıştır.




ŞEFİ



Şefaatçi


Yoksa Allah'tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: "Ya onlar, hiçbir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?" De ki: "Şefaatin tümü Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz." (Zümer Suresi, 43-44)

Allah'a şirk koşarak iman edenler O'nun huzuruna getirildiklerinde mutlaka bir şefaatçinin arkasına sığınacaklarını ve o şefaatçinin kendilerine yardımcı olacağını zannederler. İnançlarına göre bu şefaatçi kimi zaman onların günahlarını yüklenecek, kimi zaman da onları savunarak temize çıkaracaktır. Bu yüzden dünya hayatında sürekli bu sözde şefaatçiyi razı etmeye çalışırlar, daima onu zikrederler. Halbuki bu asla gerçekleşmeyecek olan bir zandır. Allah birçok ayette din gününde -Allah'ın dilemesi dışında- kimsenin kimseye şefaat edemeyeceğini bildirmiştir.

Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur'an'la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah'tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz... (Enam Suresi, 70)

O gün kimse kimse ile dost değildir, kimse de bir başkasının günahını yüklenemez. Allah ancak kendisinden hoşnut olunacak kişinin şefaat edebileceğini söyler. Bu kişi de elbette yalnızca doğruyu söyleyecektir. İnkar edenler için o gün ne bir yardımcı ne de bir şefaatçi vardır. Hiç kimse kimse adına birşey ödeyemez. O gün hiçbir destek, hiçbir alışveriş ve hiçbir şefaat yoktur. Hiçbir insanın Allah'tan başka velisi ve şefaatçisi de yoktur...

Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O'nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (Secde Suresi, 4)
ŞARİH



Açan


Allah, kimin göğsünü İslam'a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. (Zümer Suresi, 22)

Allah'ın ve ahiretin varlığının gözler önüne serilmiş apaçık delillerine rağmen "insanların çoğu iman etmezler". Gerçek bir imanın kalbe yerleşmesi ise ancak yukarıdaki ayette bildirildiği gibi Allah'ın kişinin 'göğsünü İslam'a açması' ile mümkündür. Bu yüzden iman, Allah'ın bir insana verdiği en büyük nimettir. Allah'ın samimi kulları üzerindeki fazlı ve rahmeti olmasa hiçbirinin kurtuluş bulması mümkün olmazdı. Allah insanları yaratırken onlara kötülüğe yönlendiren nefsi vermiş fakat bunun yanında nefse de 'fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğü) ve ondan sakınmayı ilham' ederek samimi kullarının doğru yola ulaşabilmelerini sağlamıştır.

Kişinin vicdanı vasıtasıyla ulaşabildiği bu doğru yol elbette samimi imana sahip insanlara verilen bir nimettir. Allah bir başka ayetinde bu nimetini şöyle bildirmiştir:

... Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır. Allah'tan bir fazl (bir ihsan ve lütuf) ve bir nimet olarak... (Hucurat Suresi, 7-8)

Tüm delillere rağmen nasıl yaratıldığını unutarak inkara sapanların ise durumu elbette farklıdır. Allah vicdanını kullanmayan, nefsine uyan bu insanların kalplerini İslam'a açmayacaktır. Onlar için Kuran'da verdiği hüküm şöyledir:

Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için farketmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)

Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)




ŞEHİD



Şahit olan. Her zaman ve her yerde hazır ve nazır olan.


De ki: "Benimle aranızda şahid olarak Allah yeter; kuşkusuz O, kullarından gerçeğiyle haberdardır, görendir." (İsra Suresi, 96)

Allah ezeli ve ebedidir. Mutlak olan tek varlıktır. Zamana ve mekana bağımlı değildir. Bu nedenle geçmiş ve gelecek kavramları Allah katında birdir. Allah geçmişte olan bütün olayları da gelecekte olacak olanları da bilir. Kainatın ilk yaratıldığı andan itibaren, yok olacağı kıyamet gününe kadarki son ana kadar herşeye şahit olandır. Yaşanan her olayı, yapılan her konuşmayı bilir. Allah katında gizli olan hiçbir şey yoktur. O'nun için gündüzün aydınlığı da gecenin karanlığı da birdir. Allah 'gecenin örtüsü' altında gizlenenlerin, biraraya gelerek fısıldaşanların bütün konuşmalarına da şahittir. Cahil olan insan gece karanlığının günahlarını gizleyeceğine, hiç kimse tarafından görülmeyeceğine ve bilinmeyeceğine inanır. Oysa Allah insana her an, her yerde şahittir. Tek başınayken de milyarlarca insanın arasındayken de insanın durumu Allah katında aynıdır. Kuran'da bu durum aşağıdaki ayetle belirtilmiştir:

Allah'ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. (Mücadele Suresi, 7)

Allah tüm insanların her an, her saniye kalplerindeki niyete, akıllarından geçen her düşünceye şahit olandır. Dünyada insanların yaşadıkları her olaya şahit olan Allah hesap gününde onlara yapmakta olduklarının tam karşılığını, eksiksizce verecektir. Allah'ın kendisini görmeyeceğini, konuşmalarını duymayacağını zannedenler ve gizli günahlarının karşılarına hiçbir zaman çıkmayacağını düşünenler kıyamet gününde ne kadar yanıldıklarını anlayacaklardır. Zira Allah bir insanın doğduğu andan son nefesini verdiği ölüm anına kadar yaşadığı her olaya tüm ayrıntıları ile şahit olmuştur. "Allah, hepsini dirilteceği gün, onlara neler yaptıklarını haber verecektir. Allah, onları (yaptıklarıyla bir bir) saymıştır; onlar ise onu unutmuşlardır. Allah, herşeye şahid olandır." (Mücadele Suresi, 6) ayetiyle bildirdiği gibi de, insanın işlediği herşey ahirette tam karşılığını görecektir.

Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'an'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

Fakat Allah, sana indirdiğiyle şahidlik eder ki, O, bunu kendi ilmiyle indirmiştir. Melekler de şahittirler. Şahid olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 166)

Onlara vaadettiğimiz (azabın) bir kısmını sana gösteririz veya senin hayatına son veririz (de görmen ahirete kalır.) Onların dönüşleri bizedir, sonra Allah işlediklerine şahiddir. (Yunus Suresi, 46)

Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Herşeyin üzerinde Rabbinin şahid olması yetmez mi? (Fussilet Suresi, 53)
ŞEKÜR



Kendi rızası için yapılan iyi işlere daha güzeliyle karşılık veren


Eğer Allah'a güzel bir borç verecek olursanız, onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah Şekûr'dur (şükrü kabul edip çok ihsan eden), Halim'dir (cezayı vermekte acele etmeyendir). (Tegabün Suresi, 17)

Kuşkusuz Allah yeryüzünde insanlara sayısız nimet vermiş ve bunların karşılığında da yalnızca şükredici bir kul olmalarını emretmiştir. Allah İbrahim Suresi'nin 7. ayetinde şükrün önemine şöyle dikkat çekmektedir: "Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir."

Elbette Allah'tan gelen tüm nimetlere karşın şükretmekten kaçınan bir insanın karşılığı ahirette eksiksiz olarak verilecektir. Bu, Allah'ın sonsuz adaletinin bir tecellisidir. Ancak Allah kullarına karşı çok şefkatli ve merhametlidir. Bir başka ayetinde şöyle hükmetmiştir:

Gerçek şu ki, Allah zerre ağırlığı kadar haksızlık yapmaz. (Bu ağırlıkta) Bir iyilik olursa, onu kat kat kılar ve kendi yanından pek büyük bir ecir verir. (Nisa Suresi, 40)

Yukarıdaki ayette de görüldüğü gibi Allah nankörlük edeni azapla cezalandıracak ancak iyilikte bulunanların ecrini de kat kat arttıracaktır. Kim Allah için bir hayır işlerse hesap gününde daha güzeliyle karşılığını alacaktır. Kim Allah için bir sevapta bulunursa hesap gününde daha iyisiyle karşılaşacaktır.

İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. De ki: "Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum."Kim bir iyilik kazanırsa, biz ondaki iyiliği arttırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir. (Şura Suresi, 23)

Çünkü (Allah,) ecirlerini noksansız olarak öder ve kendi fazlından onlara arttırır. Şüphesiz O, bağışlayandır, şükrü kabul edendir. (Fatır Suresi, 30)

Derler ki: "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir." (Fatır Suresi, 34)




TEVVAB



Tevbeleri kabul edip günahları bağışlayan


Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim. (Bakara Suresi, 160)

Allah'ın ayetlerinde de bildirdiği gibi insan 'cahil ve nankör' olarak yaratılmıştır. Her an hata yapmaya, günah işlemeye, zaafa düşmeye açık bir nefse sahiptir. Ayrıca kendisini sürekli olarak Rabbine isyana sürüklemeye, vesvese vermeye çalışan Şeytan gibi bir de düşmanı vardır. Ancak insana sayılan bu olumsuzluklar sebebiyle düşebileceği hataları telafi etmek için bir yol gösterilmiştir: Tevbe etmek...

Yukarıda da belirttiğimiz gibi insan her an hataya düşebilir, günah işleyebilir veya bir vesveseye kapılabilir. Ancak ne kadar büyük bir hata yaparsa yapsın kendisi için bir dönüş yolu vardır. Allah samimi olarak tevbe eden kullarının tevbelerini kabul eder ve onları bağışlar. Bu yüzden bir insan geçmişinde ne kadar gafil olursa olsun, umutsuzluğa kapılması doğru olmaz. Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:

(Benden onlara) De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir. (Zümer Suresi, 53)

Ancak tüm bunların yanında unutulmaması gereken çok önemli bir gerçek vardır:

Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 17-18)

Yukarıdaki ayetlerde de bildirildiği gibi Allah ancak samimi kullarının tevbelerini kabul eder. Çünkü tevbe gerçek bir pişmanlık ve bir daha tekrar etmeme kararı ile bir anlam kazanır. Aksi takdirde tüm yaşamını Allah'a isyanla, şeytanın yoluna uyarak geçirmiş birinin ölümle karşılaştığı anda gerçeği farkettiğinden dolayı tavrını değiştirmesinin anlamı olmayacaktır. Nitekim bu konuda Kuran'da Firavun'un samimiyetsiz teslimiyetinden şöyle bahsedilmiştir:

Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. (Yunus Suresi, 90-91)

(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun dışında (yine) Allah'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 118)

Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)? (Nur Suresi, 10)
</SPAN>
VAHİD


Tek. Zatında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde, asla ortağı veya benzeri dengi bulunmayan.


Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O'ndan başka ilah yoktur; O, Rahman'dır, Rahim'dir (bağışlayan ve esirgeyendir). (Bakara Suresi, 163)

Allah'ın büyüklüğünü kavrayamayan insanlar yüzyıllardır O'na denk güçler bulmaya çalışmışlar, O'nu göremedikleri için gözlerinde yücelttikleri şeylere tapmışlardır. Kimisi çok parlak ve güçlü gördüğü için güneşi daha üstün tutmuş ve ona tapmış, kimisi de yıldızların önünde eğilmiştir. Hatta bazıları akılsızlığın boyutlarını o kadar genişletmiştir ki tüm acizliklerine rağmen, kendilerinin de çok güçlü olduğunu söyleme cesaretini göstermişlerdir. Kuran'da Hz. İbrahim'le Allah'ın gücü ve birliği konusunda tartışan kişi bu konuya verilebilecek en vurucu örnektir. Hz. İbrahim ise Allah'a kimsenin ortak olamayacağını yalnızca bir örnekle ispat etmiştir:

Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti. (O zaman) İbrahim: "Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir" deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara Suresi, 258)

Allah'a denk ilahlar bulmaya çalışmak yalnızca geçmişte yaşayan insanlara mahsus bir akılsızlık değildir. Günümüzde de pek çok insan Allah'a ortak koşarak, O'nun eşinin ve benzerinin olamayacağını inkar eder. Bu inkarcılar belki görünürde güneş, yıldızlar vs. gibi birer put edinmemişlerdir; ama onlar da kendileri gibi aciz olan diğer insanlara veya değer verdikleri metalara (zenginlik, güzellik, güç vs.) taparlar. Örneğin, tüm yaşamlarını zenginlik, mal-mülk edinmek uğruna harcar ve bu arada Rablerini razı edip etmediklerini hiç düşünmezler. Allah'ı insanlarla, diğer varlıklarla veya metalarla eş tutarlar ki bu da apaçık bir şirktir.

Allah yaratandır. Kimse güneşi batıdan getiremez, kimse uzayda inanılmaz hızla genişleyen kainatı durduramaz, kimse göğü ve yeri tutamaz ve kimse yoktan bir insan yaratamaz. Bunları ancak kainatta tek olan ve eşi olmayan Allah yapabilir. Yaratanla yaratılan ise asla eşit değildir. Kuran'da şirk koşulanların acizliğinden bahsedilmiştir:

Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)

...Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır. (Rad Suresi,16)

...Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu ('OL' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek ilahtır. O, çocuk sahibi olmaktan yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Vekil olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 171)


VARİS


Servetlerin geçici sahipleri elleri boş olarak yokluğa döndükten sonra varlığı devam eden, servetlerin hakiki sahibi


Biz, yaşama biçimleriyle 'refah içinde şımarıp azmış' nice şehri yıkıma uğrattık. İşte meskenleri; çok az (bir zaman) dışında (onlarda) kendilerinden sonra oturulabilmiş değildir. (Onlara) Varis olanlar biziz. (Kasas Suresi, 58)

İnsanlar dünyadaki yaşamları boyunca sürekli olarak bir şeyler kazanmaya, zenginliklerini, mallarını, mülklerini arttırmaya çalışırlar. Hatta kimi insanda bu, öylesine büyük bir hırstır ki hayatı boyunca başka hiçbir amaç edinmeden, varlığının gerçek nedenini hiç düşünmeden sabah akşam daha fazlasını elde etmek uğruna çalışıp didinir. Ancak bu insanların gözardı ettikleri bir gerçek vardır:

De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi? Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar. (Kehf Suresi, 103-104)

Evet, bu insanlar hayatları boyunca kendilerine edindikleri boş bir amaç uğruna çaba harcayıp dururlar. Fakat bir gün, belki de hiç beklemedikleri bir anda ölüm melekleri gelir ve Allah'ın emriyle onların canını alır. Herkesin imrendiği büyük bir servete sahip olan bu insanlar yalnızca bir beze sarılarak toprağın birkaç metre altına gömülürler ve ahirete giderken hayatları boyunca kazandıkları hiçbir şeyi yanlarında götüremezler. Toprağın içine çıplak bedenlerinden başka hiçbirşey konmaz. Onlar istemeseler de evleri, arabaları, tüm malları, toprakları ve evlatları geride kalır. Ahirette yanlarında buldukları ise yalnızca takvaları ve Allah'a olan yakınlıklarıdır.

Onların arkasından yeryüzüne mirasçı olan ise yalnızca Allah ve O'nun zengin kıldığı samimi kullarıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bir insan ne kadar isterse istesin malına, mülküne, dünyadaki itibarına, zenginliğine sonsuza kadar sahip olamaz. Elindeki herşey ona kısa bir süre kullanması için dünyada verilen nimetlerdir. Ancak bu nimetleri veren Allah dilediği zaman kişinin canını alır ve onu malından mülkünden uzaklaştırır. Geride kalanları da Allah dilediğine verir, O'nun zenginliğinde hiçbir eksilme olmaz. İnsan ise malını dünyada, bedenini de toprakta bırakarak Allah'ın huzuruna çıkarılır...

Şüphesiz biz, gerçekten biz yaşatır ve öldürürüz ve varis olanlar biziz. (Hicr Suresi, 23)

Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın." (Enbiya Suresi, 89)
VASİ



Geniş


Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Maide Suresi, 54)

Allah'ın genişliği tüm evreni kuşatmıştır. Yokluktan varlığı yaratan Allah mekana bağımlı değildir, tüm mekanların üstündedir. Çünkü mekanı da yaratan O'dur. Allah'ın göklerde olduğu zannı birçok toplumda inanılan bir konudur; bu toplumlarda en büyük gücün göklerde olduğuna inanılır. Allah'a dua ettiklerinde insanlar, yüzlerini göğe çevirerek batıl bir tutum içine girerler. Gerçekte ise; "Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir." (Bakara Suresi, 115)

Oysa Allah, Kuran'da 'göklerin ve yerin Rabbi' olduğunu bizlere bildirir. Bütün genişliğe sahip olanın da kendisi olduğunu söyler. Allah her yere istiva etmiştir. Allah'ın mülkü geniştir. Nimetleri tükenmez, rahmetinin sınırı yoktur, bağışlaması da çok geniş olandır. Kullarının tüm ihtiyaçlarını onlar hiçbir şey yapmadan karşılayan Allah'ın rahmeti ve merhameti tüm insanlığa yeter.

'Vasi' sıfatı özellikle müminler üzerinde çok yoğun olarak tecelli eder. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Allah'ın rahmeti ve merhameti son derece geniştir. İnanan kullarını rahmetiyle sarıp kuşatmıştır ve dünyada onları tüm düşmanlardan korur. Örneğin insanlardan bazıları dine zarar verebilmek kastıyla müminlere gelecek nimetleri engellemeye, onlara zorluk çıkarmaya çalışırlar. Veya münafıklar, "... Allah'ın Resûlü yanında bulunanlara hiçbir infak (harcama)da bulunmayın, sonunda dağılıp gitsinler ..." (Münafikun Suresi, 7) diyerek sözde inananlara zarar verebileceklerini zannederler. Oysa ki münafıkların göz ardı ettiği bir gerçek vardır: Allah, dilediği kulunu geniş rahmet hazinesinden zengin kılar. Çünkü göklerin ve yerin hazineleri O'nundur.

"Ve sizin dininize uyanlardan başkasına inanıp güvenmeyin." De ki: "Şüphesiz doğru yol Allah'ın dosdoğru yoludur. Size verilenin bir benzeri birine (İslam peygamberine) veriliyor ya da Rabbinizin katında onlar (Müslümanlar) size karşı deliller getiriyorlar, diye mi (bu telaşınız?) De ki: "Şüphesiz 'lutuf ve ihsan (fazl)' Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah (rahmeti) geniş olandır, bilendir." (Al-i İmran Suresi, 73)




VEDUD



İyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren, yahut sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya tek layık olan


O, çok bağışlayandır, çok sevendir. (Buruc Suresi, 14)

Allah insanları kendisine kulluk etsinler diye yaratmıştır. Fakat buna rağmen kimisi Rabbini inkar eder, kimisi ise ölene kadar içten bir samimiyetle O'na sadık kalır. Allah, işte kendisine vefa gösteren kullarına çok yakındır, dua ettikleri zaman onları işitir ve icabet eder, bir zorlukla karşılaştıklarında daima onların yanındadır çünkü onları çok sever. Onları, hayatlarının her döneminde yardımıyla destekler. Bir insanın dünya hayatında kazanabileceği yegane güç olan Allah'ın dostluğu, bunu kazanabilmiş olan kişiye büyük bir onur kazandırır. Allah'ın sevdiği kulları son derece şerefli ve seçkin bir yaşantı sürdürürler. Böyle insanlar her zaman hayranlık ve takdir kazanabilecek üstün bir ahlaka sahip olurlar.

Allah sevgili kullarını kendi rahmeti içine sokar, onların cennete girmelerine izin verir. Peygamberler ve salih müminler Allah'ın sevgisini kazanmış çok değerli insanlardır. Onlar da Allah'ı çok severler ve yalnızca O'nun hoşnutluğunu kazanmak için yaşamlarının sürdürürler. Şüphesiz Allah'ın bir insanı sevmesi ve onu dost edinmesi insana verilebilecek en büyük nimettir.

Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir, sevendir. (Hud Suresi, 90)
VEHHAB



Bağışı çok olan, karşılıksız armağan eden.


Yoksa, güçlü ve üstün olan, karşılıksız bağışlayan Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? (Sad Suresi, 9)

Daha önce de bahsettiğimiz gibi Allah müminlere cennette sonsuz bir mutluluk vadetmiş ve bu sonsuz mutluluğu dünya hayatları sırasında da başlatmıştır. Salih kullarını dünyada da güzel bir hayatla yaşatacağını vadetmiştir. Bu yüzden samimi müminlerin Rablerinden isteyecekleri hiçbir şeyin sınırı yoktur. Müminler, kendilerini Allah'a yaklaştıracak, O'nu anmalarını, O'na şükretmelerini sağlayacak herşeyi sınırsız olarak isteyebilirler. Elbette Allah bu isteklere dilediği şekilde icabet eder ve mümin için Rabbinin icabeti her zaman en hayırlı şekilde olur. Bu konuda Kuran'da verilen bir örnek Hz. Süleyman'ın duasıdır. Bir ayette Hz. Süleyman'ın 'gerçekten ben mal sevgisini Allah'ı zikretmekten dolayı tercih ettim' (Sad Suresi, 32) dediği ve daha sonra başka bir ayette şöyle dua ettiği bildirilmiştir:

Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin. (Sad Suresi, 35)

Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi Hz. Süleyman Allah'tan 'hiçkimseye nasib olmayan bir mülk' istemiş ve Rabbini 'Vehhab' sıfatı ile anmıştır. Çünkü bilmektedir ki, Allah samimi kullarına dünyada ve ahirette karşılıksız olarak armağan eden, işledikleri salih amellerin karşılığını kat kat arttırandır.

Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen. (Al-i İmran Suresi, 8)




VEKİL



İşlerini kendisine bırakanların işini düzeltip,onların yapabileceğinden daha iyisini temin eden.


"Tamam-kabul" derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 81)

Allah iman sahibi olan, samimi kullarına karşılaştıkları her türlü durum ve şartta kendisine güvenmelerini söyler. Nitekim tüm peygamberler Allah'ın dinini anlatırken, birçok zorlukla karşılaşmış, hitap ettikleri topluluklar çoğu zaman onlara düşmanlıkla karşı çıkmışlardır. Buna rağmen hiçbir elçi en ufak bir korkuya ve ümitsizliğe kapılmamış, Allah'ın birliğini anlatma konusundaki kararlı tutumlarını asla bırakmamışlardır. Allah'ın elçilerinin çok önemli bir özelliği vardır: Hep Allah'ı vekil edinmişler, yalnızca O'nun hoşnutluğunu gözettiklerinden kimsenin takdiri peşinde koşmamışlardır.

Allah dinine yardım edenlere yardım edeceğini Kuran'da bize bildirmiştir. Elbetteki müminlerin karşısında onlara karşı mücadele eden, şeytanı izleyen topluluklar daima olur. Bu topluluklar müminleri engellemek için geniş kapsamlı planlar kurabilirler. İncitici sözler ve iftiralarla müminleri moral olarak çökertmeye çalışırlar. Ama hiçbir zaman istedikleri olmaz. Onların güvendiği şeyler Allah'ın gücü ve sonsuz aklı yanında kuru ve boş güçlerdir. Allah kurdukları her planı en ince detayına kadar bilen ve görendir. Onlara karşı asıl planı kuracak olan O'dur. Allah kendisini dost edinmiş, sabırlı ve kararlı müminlere yalnızca Rablerine güvendikleri için yardım eder. Olabilecek en güzel sonuçla müminleri başarıya kavuşturur. Bu son derece metafizik, asla inkarcıların anlayamayacakları ve sahip olamayacakları büyük bir güçtür. Mütevekkil müminler bu sayede maddi ve manevi yönden büyük bir kuvvet kazanmış olurlar. Allah Kuran'da yalnızca kendisine yönelen kullarının kazandığı güçle ilgili şu misali vermiştir:

Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah'a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır. (Lokman Suresi, 22)

Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 173)

Allah'ı vekil edinmelerinin karşılığını ise herzamanki gibi zafer olmuştur. "Bundan dolayı, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan bir bolluk (fazl) ve Allah'tan bir nimetle geri döndüler. Onlar, Allah'ın rızasına uydular. Allah, büyük fazl (ve ihsan) sahibidir." (Al-i İmran Suresi, 174)

(Allah,) Doğunun ve batının Rabbidir. O'ndan başka ilah yoktur. Şu halde (yalnızca) O'nu vekil tut. (Müzzemmil Suresi, 9)

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)
VELİ



İyi kullarına dost


Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 257)

İnsanın hem dünyada hem de ahirette tek bir gerçek dostu vardır. Bu dost onu hiçbir zaman bırakıp gitmez, asla terketmez, her zorlukta yanındadır ve ona yardımcıdır. Doğduğu günden öldüğü güne kadar daima onunla birliktedir. Onu düşmanlarına karşı korur. Onun için herkesten daha güvenilirdir, daima karşılıksız armağan edendir. Kuşkusuz bu dost Allah'tır. Allah müminlerin en çok güvendiği, en yakın dostudur. O kendisine inanan insanları her türlü eksiklikten ve hatadan arındırır, onlara çok seçkin bir yaşam ve ahirette de hiç tükenmeyecek olan mülkünü vaad eder.

İnsan hayatı boyunca gerçekten güveneceği, her durumda sıkıntısını giderebilecek güçte, zengin ve muktedir bir insan ya da bir güç arayışı içindedir. Fakat bunu ararken zaten kendisini yaratmış, yaşamını sürdürmesini sağlayan, büyük kuvvet sahibi, herşeyi yapmaya kadir olan Rabbini unutur. Kendisine kötülükten başka hiçbir katkısı olmayan, ahirette de cennette bir pay sahibi olmasını engelleyen şeytanı dost edinir. Oysa onlar birbirlerinin velisidirler. İşte bu, onun için sonun başlangıcıdır. Karanlık bir dünyanın girişidir. Allah'a iman eden, imanında da samimi olan insanlar ise artık içinde hiç mağlubiyeti olmayan şerefli ve hayırlı bir hayatın içine girerler. Çünkü Allah inananlara dinine ve sözlerine sadık oldukları sürece zafer nasip edecektir. Asıl büyük karşılığı ise ahirettte onlara verecektir. Allah inananların dünyada ve ahiretteki tek gerçek dostudur.

Allah, sizin düşmanlarınızı daha iyi bilendir; bir veli (en güvenilir bir dost) olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah yeter. (Nisa Suresi, 45)

O zaman sizden iki grup, neredeyse 'çözülüp geri çekilmek' istemişti. Oysa Allah onların (velisi) yardımcısıydı. Artık mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etmelidir. (Al-i İmran Suresi, 122)

O'dur ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini serip-yayar. O, Veli'dir, Hamid'dir. (Şura Suresi, 28)




ZÜLCELAL-İ VE'L İKRAM



Hem büyüklük sahibi hem kerem ve ikram sahibi.


Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin adı ne yücedir. (Rahman Suresi, 78)

Dünyada insanın hoşuna gidecek sayısız nimet vardır. Allah kullarının hoşnut olacağı çeşitli detaylarla dünyayı süslemiştir. Ancak elbette Allah'ın sonsuz kerem ve ihsanını asıl olarak göstereceği yer cennettir. Kuran'da tasvir edilen cennet, O'nun sonsuz ikramını gözler önüne sermektedir.

Cennetin Kuran'da anlatılan en belirgin özelliklerinden biri 'nefislerin arzuladığı herşeyin' verilmiş olmasıdır. Cennetin 'altından ırmaklar akar', 'yemişleri ve gölgelikleri süreklidir', 'ne sıcak-ne soğuk, tam kararında bir gölgelik' vardır. Allah kendisinden bir rahmet olarak salih kullarını cennet bahçelerindeki 'gölgeliklerde ve pınar başlarında' bulunduracaktır. 'Çeşit çeşit inceliklere ve güzelliklere sahip' olan cennette müminlere 'istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol' verilecektir. Müminler, 'içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere Cennet'e girerler.' Ayrıca cennette inananlar için 'yüksek köşkler bina edilmiştir.' Bu köşklerin altlarından ırmaklar akmaktadır. 'Özenle işlenmiş mücevher tahtlar üzerinde' oturur ve etraflarını 'bakıp seyrederler.' Bu arada yapılan ikram da son derece ihtişamlıdır. 'Kendileri için hizmet eden civanlar' 'çevrelerinde gümüşten billur kaplar ve kupalar dolaştırırlar.' Bu hizmetler esnasında müminlerin giyimleri de son derece göz alıcıdır; '...orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler, oradaki elbiseleri ipek(ten)dir.' (Fatır Suresi, 21)

Kuşkusuz Kuran'daki cennet tasviri yukarıda anlatabildiğimizin çok üstündedir. Aşağıdaki ayetler Allah'ın cennetteki sonsuz keremini ve ikramını açıkça bildirmektedir:

... Orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. (Zuhruf Suresi, 71)

Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün. (İnsan Suresi, 20)
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6