02-08-2008, Saat: 02:12 PM
BUKADAR SEVEBİLMEK..
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez....
İkiside Okuyordu.
O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha
karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan,
aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç...
Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz
zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah
otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında.
Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan
binmişti
otobüse, kız ise ablasında....
Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden
evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa,
onların durağına geldiklerini, gülerek
İtiraf ettiler bir süre sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler.
Mutluydular hem de çok mutlu...
Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar
ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri
hiçbir şeyi umursamadılar.
Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir
mimar olduklarında da hep mutluydular.
Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen,
banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine
o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna
bitip-tükeniveren sevgilerden değildi
onlarınki...
Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri
de büyüdü, büyüdü...
Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı.
Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk
sahibi olmayınca,
"bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur"
diyerek devam ettiler hayatlarına.
Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler...
"Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama
ve "Hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...
Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not
görürdü kadın,
" Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...."
Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu,
"Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok
sevdiğimi sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki
dolaba sevgi dolu
notları okuya
Okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet
çiçek, kimi zaman en Sevdiği çikolatalar,
kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı...
Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....
Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne
kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak
zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların
ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar
verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde
hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu
kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık
daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde
dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde
"satılık" levhası asılı olan.
"Ne dersin, bu evi alalım mı?"
dedi adama.
"Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız.
Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları
kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..."
"Sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?" diye
yanıt verdi adam.
"Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun burası bizimdir artık...."
Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde,
ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken.
Her gün, her saat konuştular telefonla.
Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında.
Fakat birkaç gün sonra,
kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın.
Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu.
Onu neşelendirmek için, sahildeki Evi
hatırlattı
ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç
beklemediği bir cevap aldı:
"Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut ...? Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha
da acı, daha da çekilmez gelir.
Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri.
Derdini söylemesi için yalvardı adama,
"Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat"
diye dil döktü boş yere...
Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle
yer değiştirmişti sanki.
Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın,
her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...
B ir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının
birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken,
"Artık dayanamıyorum, sana söylemek
zorundayım"
diye sözünü kesti arkadaşı.
"O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda
genç bir kadınla yemek yiyor her öğlen.
Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...."
"Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları"
Diye bağırdı kadın.
Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı....
Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında
bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece
masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı
hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen.
Bazen evlerinde ağırladıkları kadına
nasıl sarıldığını gördü adamın...
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen
ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de
yumruklayarak haykırdı suratına her
şeyi.
İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği,
İnsanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir
şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden.
Kapıdan çıkarken,
"son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama
kadın, "defol" dedi nefretle...
İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin
böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının
desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın,
sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi.
Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince,
ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini,
en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması
için dua ediyordu.
Aradan bir yıl geçti...
Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman
bile,
Kadının derdine çare olamamıştı.
Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı.
Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü.
"Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye
bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.
"Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." Dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle
konuşmaya başladı:
"Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm
ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki
kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir
senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep
söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini
biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden
sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber
vermedi.
Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını
yaydı. Oysa sizin ilk karşılaştığınız otobüs durağının
karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve
kurtulacağına inanıyordu ama olmadı.
Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim.
Sana bu kutuyu vermemi istedi..."
Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın.
Hemen oracıkta ölmek istiyordu.
Eline tutuşturulan kutuyu açmayı ancak sonra akıl edebildi.
İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda.
İlk kağıtta,
"Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu...
Sırayla okudu;
"Seni çok sevdim",
"Seni sevmekten hiç vazgeçmedim",
"Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim."
"Fakat benim için ölmeni
istemedim"
"Şimdi bana söz vermeni istiyorum."
"Benim için yaşayacaksın,"
son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü
kadın...
Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:
"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım.
Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken,
ben hep seni izliyor olacağım...."
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez....
İkiside Okuyordu.
O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha
karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan,
aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç...
Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz
zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah
otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında.
Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan
binmişti
otobüse, kız ise ablasında....
Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden
evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa,
onların durağına geldiklerini, gülerek
İtiraf ettiler bir süre sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler.
Mutluydular hem de çok mutlu...
Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar
ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri
hiçbir şeyi umursamadılar.
Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir
mimar olduklarında da hep mutluydular.
Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen,
banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine
o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna
bitip-tükeniveren sevgilerden değildi
onlarınki...
Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri
de büyüdü, büyüdü...
Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı.
Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk
sahibi olmayınca,
"bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur"
diyerek devam ettiler hayatlarına.
Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler...
"Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama
ve "Hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...
Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not
görürdü kadın,
" Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...."
Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu,
"Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok
sevdiğimi sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki
dolaba sevgi dolu
notları okuya
Okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet
çiçek, kimi zaman en Sevdiği çikolatalar,
kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı...
Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....
Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne
kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak
zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların
ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar
verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde
hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu
kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık
daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde
dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde
"satılık" levhası asılı olan.
"Ne dersin, bu evi alalım mı?"
dedi adama.
"Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız.
Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları
kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..."
"Sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?" diye
yanıt verdi adam.
"Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun burası bizimdir artık...."
Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde,
ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken.
Her gün, her saat konuştular telefonla.
Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında.
Fakat birkaç gün sonra,
kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın.
Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu.
Onu neşelendirmek için, sahildeki Evi
hatırlattı
ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç
beklemediği bir cevap aldı:
"Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut ...? Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha
da acı, daha da çekilmez gelir.
Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri.
Derdini söylemesi için yalvardı adama,
"Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat"
diye dil döktü boş yere...
Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle
yer değiştirmişti sanki.
Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın,
her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...
B ir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının
birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken,
"Artık dayanamıyorum, sana söylemek
zorundayım"
diye sözünü kesti arkadaşı.
"O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda
genç bir kadınla yemek yiyor her öğlen.
Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...."
"Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları"
Diye bağırdı kadın.
Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı....
Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında
bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece
masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı
hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen.
Bazen evlerinde ağırladıkları kadına
nasıl sarıldığını gördü adamın...
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen
ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de
yumruklayarak haykırdı suratına her
şeyi.
İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği,
İnsanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir
şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden.
Kapıdan çıkarken,
"son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama
kadın, "defol" dedi nefretle...
İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin
böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının
desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın,
sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi.
Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince,
ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini,
en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması
için dua ediyordu.
Aradan bir yıl geçti...
Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman
bile,
Kadının derdine çare olamamıştı.
Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı.
Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü.
"Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye
bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.
"Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." Dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle
konuşmaya başladı:
"Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm
ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki
kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir
senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep
söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini
biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden
sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber
vermedi.
Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını
yaydı. Oysa sizin ilk karşılaştığınız otobüs durağının
karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve
kurtulacağına inanıyordu ama olmadı.
Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim.
Sana bu kutuyu vermemi istedi..."
Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın.
Hemen oracıkta ölmek istiyordu.
Eline tutuşturulan kutuyu açmayı ancak sonra akıl edebildi.
İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda.
İlk kağıtta,
"Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu...
Sırayla okudu;
"Seni çok sevdim",
"Seni sevmekten hiç vazgeçmedim",
"Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim."
"Fakat benim için ölmeni
istemedim"
"Şimdi bana söz vermeni istiyorum."
"Benim için yaşayacaksın,"
son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü
kadın...
Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:
"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım.
Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken,
ben hep seni izliyor olacağım...."