02-10-2008, Saat: 08:31 AM
Senden her vazgeçişimde, artık bu sayfa tamamen kapandı dediğimde, alıştığımda senden kalan boşluğa, tam da ileriye bakmayı beceriyorken nasıl oluyor da canlandırıyorsun kendini? Nasıl oluyor da hissediyorsun seni öldürmek üzere olduğumu...? Bana ilginç gelen tek şey bu...
Aramızda var olan ama bugüne kadar ikimizin de çözemediği bir çekim mi var? ... İlk gidişinde de böyle olmuştu. “Tamam artık bu her şeyiyle ayrılıktır” dediğimde çıkıvermiştin karşıma tekrar. Unutmuyorum o akşamı. Odama çekilip kitabımı okuyorken, çalan telefona pek aldırmamıştım... “Kim olacak ki bu saatte” gibisinden şaşkinligi belirten bir duygu belirmişti beynimde. Açtigimda telefonu sendin karşimdaki. “Ne yapıyorsun” diye sorduğunda, şaşkınlığım biraz daha artmıştı. “Tam da seni öldürmek üzereydim” diyemezdim. Sanki bir acelen varmış gibi hızlı hızlı dökülüveriyordu ağzından sözler... “Tek istediğim sensin, deliler gibi özledim seni” dediğinde, elimdeki kitabın az önce okuduğum bir cümlesi çarpmıştı gözüme; “Görmüyor musun? Bocalıyor insan, aranıyor hep, yer değiştiriyor, yükünü atmak ister gibi...” Telefonum çalmadan birkaç saniye önce okuduğum bu sözde canlanmıştın birden. Susuyordum... Oysa sen gurur yapıp ağırdan aldığımı düşünüyordun, çoktan pişman olmuştun söylediklerin için. Atamıyordun çünkü “yükünü”... Sana belli etmesem de heyecanlandırmıştın beni. Ama bu heyecanı paylaşamazdım senle. Biliyordum çünkü yine kayıplara karışacağını...
O kaybettiğin neşeyi, o çok eskiler de kalmış mutluluğu özlüyordun sen aslında. Ben sana, o anlarını hatırlatmaktan öteye gitmeyen birisiydim sadece. Bunu sen de biliyordun, başlamakla bitirmek arasında kaldığın o sayısız günlerin, bir türlü kurtulamadığın bu tutarsızlığın sebebi de buydu işte, sen beni değil bende hatırladığın o eski neşeyi, o deli dolu günlerini özlüyordun... Ama bilirsin sen; benim için ya hep ya hiçtir... Ya tam vardır ya da hiç yoktur... O yüzden beni yok sayman için elimden geleni yaptım. Bunu içim kanaya kanaya yaptım. Mecburdum buna, çünkü ben bir saniye olsun kalamazdım senin olduğun yerde, ben senin gel-git seanslarının içinde mutlu olamazdım. O akşam telefonda ağzından dökülen hiçbir şeyi yaşatamadın bana. Çünkü sen o akşam benimle değil, düşlerinle konuşuyordun. Beni düşlerinle eşitlemek istediğinde ise hiç başaramıyordun bunu... Başarsaydın eğer; kendini şimdilerde olduğu gibi hatırlatmak zorunda kalmayacaktın. Belki de hiç unutulmayacaktın...
Benim de hissettiğim bir şey var, seninkinden farklı... Sen nasıl unutulmaya hatırlanmamaya yüz tuttuğunda, bunu fark edip kendini bir şekilde hatırlatıyorsan; Ben de sana, sen de var olan bir şeyi hatırlatıyorum bu günlerde. Sen pişmansın... Bunu hissediyorum. Vicdanın soluğunu kesiyor bazı geceler... Ve o, zamanında atamadığın yükün daha da artmış gibi... Yoksa neden kendini öyle yada böyle hatırlatmak zorunda kalasın ki? Her şey bitmişken... Ayrılık kelimesinin hakkını tam olarak vermişken... Ve bir mucize olmadan, bir araya gelmemizin imkansız olduğunu bile bile kendini neden hatırlatasın ki? ! İşte senin belirli aralıklarla, farklı yollarla kendini ortaya çıkarma gerekçen bu... Rahat değilsin.. İstediğin gibi gitmiyor hayat. Benim bunu bildiğimi, bunu hissettiğimi biliyorsun. Anlıyorsun bunu. Tetiktesin o yüzden. Bir yanın o mucizenin gerçekleşmesi için duacıyken, bir yanın da (nispeten kendi güçlü hissettiğin zamanlar) bu nasıl olsa olmaz, hayata geçmez, hatalarımı kabullenip önüme bakmalıyım diyor. Bunu uzun bir süre başaramazsın. Çünkü vicdan sızısı insanı kolay kolay terk etmez. O yüzden önüne bakmayı beceremediğin her an, aklına o mucizenin gerçekleşmesi için ettiğin dualar gelecek, tazelenecek dün'ler... Ve günden güne artan o yükünü boşaltmadıkça önüne bakamayacaksın. Baksan bile ileriye doğru bir adım atamazsın. Çünkü tutuyorum seni! Vicdanın oldum içine girdim. Ben olmasam bile benim duygularımdır ya da senin yok ettiğin anlamsız kıldığın umutlarımdır her gece soluğunu kesen, vicdanın olup içine giren... Uykularını kemirip de kendini bana hatırlatmana sebep olan belki de benim..? İşte bu yüzden YOKLUÄžUMLA İYİ GEÇİNMEYE BAK!.. Çünkü vicdanın seni asla rahat bırakmayacak.
Aramızda var olan ama bugüne kadar ikimizin de çözemediği bir çekim mi var? ... İlk gidişinde de böyle olmuştu. “Tamam artık bu her şeyiyle ayrılıktır” dediğimde çıkıvermiştin karşıma tekrar. Unutmuyorum o akşamı. Odama çekilip kitabımı okuyorken, çalan telefona pek aldırmamıştım... “Kim olacak ki bu saatte” gibisinden şaşkinligi belirten bir duygu belirmişti beynimde. Açtigimda telefonu sendin karşimdaki. “Ne yapıyorsun” diye sorduğunda, şaşkınlığım biraz daha artmıştı. “Tam da seni öldürmek üzereydim” diyemezdim. Sanki bir acelen varmış gibi hızlı hızlı dökülüveriyordu ağzından sözler... “Tek istediğim sensin, deliler gibi özledim seni” dediğinde, elimdeki kitabın az önce okuduğum bir cümlesi çarpmıştı gözüme; “Görmüyor musun? Bocalıyor insan, aranıyor hep, yer değiştiriyor, yükünü atmak ister gibi...” Telefonum çalmadan birkaç saniye önce okuduğum bu sözde canlanmıştın birden. Susuyordum... Oysa sen gurur yapıp ağırdan aldığımı düşünüyordun, çoktan pişman olmuştun söylediklerin için. Atamıyordun çünkü “yükünü”... Sana belli etmesem de heyecanlandırmıştın beni. Ama bu heyecanı paylaşamazdım senle. Biliyordum çünkü yine kayıplara karışacağını...
O kaybettiğin neşeyi, o çok eskiler de kalmış mutluluğu özlüyordun sen aslında. Ben sana, o anlarını hatırlatmaktan öteye gitmeyen birisiydim sadece. Bunu sen de biliyordun, başlamakla bitirmek arasında kaldığın o sayısız günlerin, bir türlü kurtulamadığın bu tutarsızlığın sebebi de buydu işte, sen beni değil bende hatırladığın o eski neşeyi, o deli dolu günlerini özlüyordun... Ama bilirsin sen; benim için ya hep ya hiçtir... Ya tam vardır ya da hiç yoktur... O yüzden beni yok sayman için elimden geleni yaptım. Bunu içim kanaya kanaya yaptım. Mecburdum buna, çünkü ben bir saniye olsun kalamazdım senin olduğun yerde, ben senin gel-git seanslarının içinde mutlu olamazdım. O akşam telefonda ağzından dökülen hiçbir şeyi yaşatamadın bana. Çünkü sen o akşam benimle değil, düşlerinle konuşuyordun. Beni düşlerinle eşitlemek istediğinde ise hiç başaramıyordun bunu... Başarsaydın eğer; kendini şimdilerde olduğu gibi hatırlatmak zorunda kalmayacaktın. Belki de hiç unutulmayacaktın...
Benim de hissettiğim bir şey var, seninkinden farklı... Sen nasıl unutulmaya hatırlanmamaya yüz tuttuğunda, bunu fark edip kendini bir şekilde hatırlatıyorsan; Ben de sana, sen de var olan bir şeyi hatırlatıyorum bu günlerde. Sen pişmansın... Bunu hissediyorum. Vicdanın soluğunu kesiyor bazı geceler... Ve o, zamanında atamadığın yükün daha da artmış gibi... Yoksa neden kendini öyle yada böyle hatırlatmak zorunda kalasın ki? Her şey bitmişken... Ayrılık kelimesinin hakkını tam olarak vermişken... Ve bir mucize olmadan, bir araya gelmemizin imkansız olduğunu bile bile kendini neden hatırlatasın ki? ! İşte senin belirli aralıklarla, farklı yollarla kendini ortaya çıkarma gerekçen bu... Rahat değilsin.. İstediğin gibi gitmiyor hayat. Benim bunu bildiğimi, bunu hissettiğimi biliyorsun. Anlıyorsun bunu. Tetiktesin o yüzden. Bir yanın o mucizenin gerçekleşmesi için duacıyken, bir yanın da (nispeten kendi güçlü hissettiğin zamanlar) bu nasıl olsa olmaz, hayata geçmez, hatalarımı kabullenip önüme bakmalıyım diyor. Bunu uzun bir süre başaramazsın. Çünkü vicdan sızısı insanı kolay kolay terk etmez. O yüzden önüne bakmayı beceremediğin her an, aklına o mucizenin gerçekleşmesi için ettiğin dualar gelecek, tazelenecek dün'ler... Ve günden güne artan o yükünü boşaltmadıkça önüne bakamayacaksın. Baksan bile ileriye doğru bir adım atamazsın. Çünkü tutuyorum seni! Vicdanın oldum içine girdim. Ben olmasam bile benim duygularımdır ya da senin yok ettiğin anlamsız kıldığın umutlarımdır her gece soluğunu kesen, vicdanın olup içine giren... Uykularını kemirip de kendini bana hatırlatmana sebep olan belki de benim..? İşte bu yüzden YOKLUÄžUMLA İYİ GEÇİNMEYE BAK!.. Çünkü vicdanın seni asla rahat bırakmayacak.