02-15-2008, Saat: 11:49 PM
Ülkenin batısındaki küçük bir mahallenin
bir sokağının neredeyse tamamı ressamlardan
oluşmaktaydı. Bu mahallede, üç katlı bodur
bir tuğla yığınının tepesinde iki kız arkadaşın
stüdyoları bulunmaktaydı. Alt katlarında
ise yaşlı bir ressam otururdu.
Günlerden bir gün genç kızın arkadaşları
zatürreye yakalandı. Genç kız günden güne
eriyordu. Bir gün, arkadaşı resim yaparken
o da yatağında pencereden dışarı bakıyor ve
sayıyordu...
Geriye doğru sayıyordu;'Oniki' dedi, biraz
sonra da 'on bir'; arkasından 'on', sonra
'dokuz'; daha sonra, hemen birbiri ardına
'sekiz' ve 'yedi'. Arkadaşı merakla dışarı
baktı. Sayılacak ne vardı acaba?
Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu
ile altı yedi metre ötedeki tuğla evin
çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden
çürümüş, yaşlı mı yaşlı bir asma, tuğla duvarın
yarı boyuna kadar tırmanmıştı.
Dönüp arkadaşına 'Neyin var?' diye sordu.
Hasta kız fısıltı halinde 'altı' dedi.
'Artık hızla düşüyorlar. Üç gün önce nerdeyse
yüz tane vardı. Saymaktan başım ağrıyordu.
Ama şimdi kolaylaştı. İşte biri daha gitti.
Topu topu beş tane kaldı şimdi.'
'Beş tane ne?' diye sordu arkadaşı.
'Yapraklar, asmanın yaprakları. Sonuncusu da
düşünce, bende mutlaka gidecegim.
Hissediyorum bunu.'
Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi
için çorba götürdü. Fakat o; 'İşte bir tane daha
gidiyor. Hayır, çorba falan istemiyorum.
Bununla geriye dört tane kaldı. Hava kararmadan
sonuncusunun da düştüğünü görmek istiyorum.
Ondan sonra bende gideceğim.' diyerek cevap verdi.
Genç kız uykuya daldığında arkadaşı da alt
kattaki yaşlı ressama ziyarete gitti. Bu sırada
yaprak olayını da anlattı yaşlı ressama.
Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. Ertesi
sabah hasta kız hemen arkadaşına perdeyi
açmasını söyledi. Ama hayret! Hiç bitmeyecekmiş
gibi gelen upuzun gece boyunca aralıksız yağan
yağmur ve şiddetli esen rüzgardan sonra,
bir asma yaprağı hala yerinde duruyordu.
Sapına yakın tarafları hala koyu yeşil kalmakla
birlikte, testere ağzı gibi tırtıllı kenarlarına
ölümün ve çürümenin sarı rengi gelmiş olan yaprak,
yerden altı yedi metre yükseklikteki bir dala
yiğitçe asılmış duruyordu.
'Bu sonuncusu' dedi hasta kız. 'Geceleyin mutlaka
düşer diye düşünmüştüm. Rüzgarı duydum.
Bu gün düşecektir, o düştüğü an ben de öleceğim.'
Ağır ağır geçen gün sona erdiginde onlar,
alacakaranlıkta bile, asma yaprağının duvarın
önünde sapına tutunmakta oldugunu görebiliyordu.
Derken şiddetli yağmur tekrar başladı. Hava yeteri
kadar aydınlanır aydınlanmaz, genç kıza hemen
perdenin açılmasını istedi. Asma yaprağı hala
yerindeydi. Genç kız, yattığı yerden uzun uzun
yaprağı seyretti. Sonra arkadaşına seslendi;
'Münasebetsizlik ettim. Benim ne kötü bir insan
olduğumu göstermek istercesine, bir kuvvet o son
yaprağı orada tuttu.
Ölümü istemek günahtır. Şimdi bana biraz çorba
verebilirsin' dedi. Akşam üstü gelen doktor
ayrılırken; şimdi bir alt kattaki hastaya bakmam
gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım.
O da zatürree.
Yaşlı adam çok ağır bir durumda, kurtulma umudu
yok ama daha rahat eder diye bugün hastaneye
kaldırılıyor' dedi.
Ertesi gün doktor;'Tehlikeyi atlattınız, siz
kazandınız' dedi.
O gün ögleden sonra arkadaşı, iyice iyileşmiş olan
arkadaşına alt kattaki yaşlı adamı anlattı. Yaşlı adam
iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüş.
Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu, odasında
sancıdan kıvranırken bulmuş. Papuçları, elbisesi
baştan aşağı sırılsıklam, her yanı buz gibi bir
haldeymiş. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına
akıl sır erdirememişti kimse. Sonra, hala yanık
duran gemici feneri, yerinden sürüklene sürüklene
çıkarılmış bir portatif merdiven, bir de üstünde
birbirine karışmış sarı, yeşil boyalarla bir palet
ve saga sola saçılmış bir kaç fırça bulmuşlar.
O zaman o son yaprağın sırrı da çözüldü.
Rüzgar estiği zaman bile yerinden oynamayan yaprak,
yaşlı ressamın şahaseriydi. Yaşlı ressam, son
yaprağın düştüğü gece oraya bir yaprak resmi yapıp yapıştırmıştı...
[url="http://www.komikaze.net/yazilar.asp?gun=20080104#"]
[/url]