03-11-2008, Saat: 11:12 PM
İçimden bir ses fısıldıyor usulca,uzaklardan bir kız konuşuyor içime...içim cız ediyor.kız susmuş yüreği kim bilir neler söylüyor?gözyaşlarını içinde tutuyor,acıtarak kalbini.acıları çok mu sıcak?kapanması çok zaman alacak kadar derin mi ki yarası?kabuk bağlayamadan daha,kim kanatıyor yaralarını?
umutlarını, düşlerini nerede biriktiriyor ki bu karmaşanın içinde? yerini merak ettiğim; hayallerini, mutluluğunu nerede saklıyor? gizlediği yeri bulsam... "bulsan da kilidi açamazsın!" diye bağırıyor içimden gelen bir his.
kurumuş çiçekler geliyor aklıma... kokusu tükenmiş, toprağa ziyan çiçekler. "acıların bu çiçekler küçük kız çocuğu... sulamaya çalışma artık,at onları!" diyorum;ama kendime bile yabancı geliyor sesim. bu kadar kolay mı sanki!?
atılamayan,yürek yükü acılarına üzülüyorum tatlı kız. gözyaşlarını dindireceğin zamanı sessizce bekleyişin zoruma gidiyor!
kalbimde sana ayırdığım o güzel yerde oturmuşum,senin için bir şey yapamayışıma üzülüyorum... gürültülü kahkahalarla gülmeni, hayatı içinden geldiği gibi yaşayabilmeni diliyorum... gözyaşlarını güldürdüğün gün, gözlerindeki pırıltıyı görmek... dünyalara bedel bir sevinçle yanında olmak istiyorum...
Bir gün, eşi benzeri olmayan bir mutlulukla ve kucak dolusu umut, yürek dolusu huzurla çalmak istiyorum kapını...
Kapıyı açar mısın?
Üşüyordum, kimselerin benden haberi yokken, o lacivert gökyüzünün altında üşüyeceğimi biliyordum... geceydi, ben üşürken etrafta tek tük insanlar ışıklar görüyorum.
İnsan bazen sıradan olmayan bir düşte görür kendini, eskimiş koltukların üzerinde bağıra bağıra şarkı söyler... Ürpertici bir sessizlik vardır odada, kimse neyi hissettiğini, kimse nasıl bir başkasına dönüştüğünü anlayamaz, geçmişini ve geleceğini okuyan cadılar etrafındadır, şarkı söylerken uzun koridorlardan geçtiğini sanırsın. bilmediğin bir yüz, daha önce duymadığın bir ses durdurur şarkını;
“ gel. “
parmaklarının arasında bitmeye hazır bir sigara vardır ama külünü dökemezsin. korkup saklamaya çalışırsın, sanki başından dumanlar çıkmaktadır. eskiden kalma, hep yeni gibi görünen, hep bir fırtınanın ardından gelip yine o fırtınayla giden yağmuru istersin o an...
Yağmur...
Martıların çığlıklarından çok önceleri varır kulağına. sanki bir duvarın önünde küçük bir kilitle mücadele ediyorsun, zayıflarsın, acı çekersin, anımsamaya korktuğun boşlukların iç bulantısında yabancısı olmadığın suçluluğun kokusunu duyarsın. yoksun bedeninde, sanki başka bir sende başka bir ölümün yavaşça çözüldüğünü görürsün. gri suların yitme noktasına kadar beklersin güneşi, gelmez, korkarsın, yine o korku. acıkırsın, yüreğinde iç içe sınırsız acıyla acıkırsın. senden ayrı bir oluşumdur bu. haksız yere içindeki sayısız mezara bakıp hala damarlarında kazısı bitmeyen ölü kentleri düşünürsün. odanda, artık kokusuz polenler uçuyordur. cadılar, havada göz yaşlarına ait utançlar okur. duyduğun ürkütücü sessizlik, bir dalın rüzgarla sevişmesidir. bir cinayete karışmış suçluymuş gibi kaçarken, aynı odada aynı eşyalarla gömülürsün...
oysa sadece üşürsün. yukarıya doğru dokunamadığın, hep aşağıya çekildiğin garip bir ürperti...
Bir gün, eşi benzeri olmayan bir mutlulukla ve kucak dolusu umut, yürek dolusu huzurla çalmak istiyorum kapını...
Kapıyı açar mısın?
umutlarını, düşlerini nerede biriktiriyor ki bu karmaşanın içinde? yerini merak ettiğim; hayallerini, mutluluğunu nerede saklıyor? gizlediği yeri bulsam... "bulsan da kilidi açamazsın!" diye bağırıyor içimden gelen bir his.
kurumuş çiçekler geliyor aklıma... kokusu tükenmiş, toprağa ziyan çiçekler. "acıların bu çiçekler küçük kız çocuğu... sulamaya çalışma artık,at onları!" diyorum;ama kendime bile yabancı geliyor sesim. bu kadar kolay mı sanki!?
atılamayan,yürek yükü acılarına üzülüyorum tatlı kız. gözyaşlarını dindireceğin zamanı sessizce bekleyişin zoruma gidiyor!
kalbimde sana ayırdığım o güzel yerde oturmuşum,senin için bir şey yapamayışıma üzülüyorum... gürültülü kahkahalarla gülmeni, hayatı içinden geldiği gibi yaşayabilmeni diliyorum... gözyaşlarını güldürdüğün gün, gözlerindeki pırıltıyı görmek... dünyalara bedel bir sevinçle yanında olmak istiyorum...
Bir gün, eşi benzeri olmayan bir mutlulukla ve kucak dolusu umut, yürek dolusu huzurla çalmak istiyorum kapını...
Kapıyı açar mısın?
Üşüyordum, kimselerin benden haberi yokken, o lacivert gökyüzünün altında üşüyeceğimi biliyordum... geceydi, ben üşürken etrafta tek tük insanlar ışıklar görüyorum.
İnsan bazen sıradan olmayan bir düşte görür kendini, eskimiş koltukların üzerinde bağıra bağıra şarkı söyler... Ürpertici bir sessizlik vardır odada, kimse neyi hissettiğini, kimse nasıl bir başkasına dönüştüğünü anlayamaz, geçmişini ve geleceğini okuyan cadılar etrafındadır, şarkı söylerken uzun koridorlardan geçtiğini sanırsın. bilmediğin bir yüz, daha önce duymadığın bir ses durdurur şarkını;
“ gel. “
parmaklarının arasında bitmeye hazır bir sigara vardır ama külünü dökemezsin. korkup saklamaya çalışırsın, sanki başından dumanlar çıkmaktadır. eskiden kalma, hep yeni gibi görünen, hep bir fırtınanın ardından gelip yine o fırtınayla giden yağmuru istersin o an...
Yağmur...
Martıların çığlıklarından çok önceleri varır kulağına. sanki bir duvarın önünde küçük bir kilitle mücadele ediyorsun, zayıflarsın, acı çekersin, anımsamaya korktuğun boşlukların iç bulantısında yabancısı olmadığın suçluluğun kokusunu duyarsın. yoksun bedeninde, sanki başka bir sende başka bir ölümün yavaşça çözüldüğünü görürsün. gri suların yitme noktasına kadar beklersin güneşi, gelmez, korkarsın, yine o korku. acıkırsın, yüreğinde iç içe sınırsız acıyla acıkırsın. senden ayrı bir oluşumdur bu. haksız yere içindeki sayısız mezara bakıp hala damarlarında kazısı bitmeyen ölü kentleri düşünürsün. odanda, artık kokusuz polenler uçuyordur. cadılar, havada göz yaşlarına ait utançlar okur. duyduğun ürkütücü sessizlik, bir dalın rüzgarla sevişmesidir. bir cinayete karışmış suçluymuş gibi kaçarken, aynı odada aynı eşyalarla gömülürsün...
oysa sadece üşürsün. yukarıya doğru dokunamadığın, hep aşağıya çekildiğin garip bir ürperti...
Bir gün, eşi benzeri olmayan bir mutlulukla ve kucak dolusu umut, yürek dolusu huzurla çalmak istiyorum kapını...
Kapıyı açar mısın?