03-14-2008, Saat: 07:46 PM
Kalp hastasını iyileştiren bir aşk, insanı kalp hastası eden aşklar ve günün anlam ve önemine dair bir şiir
Yıllar öncesinin bir gazete haberiydi... Sene 1998... Hiçbir zaman aşık olmamakla övünen Trevor Panther isimli 47 yaşındaki bir İngiliz bar fedaisi, günlerini Harley Davidson motorunun üzerinde geçirirken bir gün 16 yaşındaki sara Young ile tanışır. Bu tanışma onun hayatının dönüm noktası olur ve evlenmeye karar verirler. Ancak kader oyunun oynar ve Trevor bir kalp krizi geçirir. Doktorlar aort damarı çatlayan Trevor için oldukça ümitsiz konuşurlar. Hatta ömrü için zaman da biçerler: bir geceyi çıkaramaz! Gözü yaşlı Sara, her şeye rağmen düğün hazırlıklarını tamamlar ve hastaneden aldığı özel izinle aynı gün “ölüm döşeğindeki” Trevor’la evlenir. Herkes Sara’ya deli gözüyle bakar ama aşk bir kez daha gücünü gösterir ve Trevor yavaş yavaş iyileşmeye başlar. Sara’ya sırılsıklam aşık olan Trevor: “O’nun aşkıyla yaşıyorum. Daha da yaşayacağım!” der.
2005 yılında aşk, bu kez karşımıza Türkiye’de çıkıyor. Yine bir gazete haberi... Kastamonu’lu Abdullah Çorbacı, 1955 yılında İstanbul’a gider ve orada Fatma Toprak’la tanışır. Birbirlerine görür görmez aşık olurlar. Evlenmeye karar verirler. Ancak Fatma Hanım, Abdullah Bey’den tam 13 yaş büyüktü ve yeni boşanmıştı. Henüz 21 yaşında olan Abdullah Bey’in ailesi bu izdivaca kesinlikle karşı çıkar. Fatma Toprak, bu engele fazla karşı koyamadı ve sevdiği adamın başkasıyla evlenmesi için kenara çekildi. Hatta ona düğün yapması için para bile gönderdi. Abdullah Bey ailesinin zoruyla evlenmiş ancak Fatma Hanım’ı hiç unutamamıştı. Her gece gizlice onun resimlerine bakıyor ve gönlünü avutuyordu. Aradan yıllar geçti. Emekli olup sevdiği adamın köyüne yerleşen Fatma Hanım, aldığı ikramiyeyle Abdullah Bey’in bir traktör almasını bile sağlamıştı. Derken bir gün Abdullah Bey’in eşi vefat etti. Artık kavuşmaları için hiçbir engel kalmamıştı. Ve 71 yaşındaki Abdullah Bey ile 84 yaşındaki Fatma Hanım 2005 yılının yaz aylarında evleniverdiler!
Düşündürücü... Gerçekten de oldukça düşündürücü... Günümüzde sanallaşan hatta bir efsane olarak adlandırılan aşk birden iki gazete haberiyle karşımıza çıkıyor işte böyle. Oysa biz neler düşünmüştük değil mi şimdiye değin? Aslında aşk da yoklar, o eskidendi mirim’ler, aşk mı, o da ne ki’ler?.. Yaşadıklarımız değil bir hastayı iyileştirmek şöyle dursun bazen bir iyiyi hasta edecek kadar üzücü olabiliyordu. Biz aşkı sadece filmlerde var sanıyorduk. Ve ümidimiz iyiden iyiye azalmıştı. Bravo Sara ve Trevor’a, bravo Fatma Hanım ve Abdullah Bey’e! Bize aşkın var olduğunu, hem de her şeye karşın var olduğunu kanıtladılar... Ne mutlu onlara! Ne mutlu bize!
Yitirdiğimiz değerler ne kadar çokmuş diye düşünüyor insan böyle durumlarda. Ne kadar katılaşmışız. Bazen, olur a, yanlışlıkla güneş açtığında, biraz erimeye başlayınca buzlarımız, ta dipte, aysbergin görünmeyen yüzünü fark ediyor ve ne kadar donduğumuzu anlıyoruz. Yaşam tuhaf bir şekilde yanımızdan güle oynaya geçiyor. Biz sessiz ve sakin ama buz gibi soğuk sularda küçük buz adacıkları gibi yavaş yavaş hareket ediyoruz. İnanın, nerede, nasıl ve kim olursak olalım, yazık ediyoruz... Güvenmediğimiz için yazık ediyoruz... Güvenemediğimiz için yazık ediyoruz... Güvenenlerin güvenlerini yıktığımız için yazık ediyoruz... Sevemediğimiz için yazık ediyoruz... Sevenlere izin vermediğimiz için yazık ediyoruz... En çok da içimizde olanca gücüyle bağırıp duran ve hiç susmayan çocuğa yazık ediyoruz... Kısacası... Kendimize yazık ediyoruz! Üstelik yalnızca ve yalnızca kendi eksenimiz etrafında dönüp duruyor, yalnız kendi acılarımızla acılanıyoruz... Yaşama yazık ediyoruz!
ANGİNA PEKTORİS
Yarısı burdaysa kalbimin
yarısı Çin’dedir, doktor.
Sarınehre doğru akan
ordunun içindedir.
Sonra her şafak vakti, doktor,
her şafak vakti kalbim
Yunanistan’da kurşuna diziliyor.
Sonra, bizim burda mahkumlar uykuya varıp
revirden el ayak çekilince
kalbim Çamlıca’da harap bir konaktadır
her gece doktor.
Sonra, şu on yıldan bu yana
benim, fakir milletime ikram edebildiğim
bir tek elmam var elimde, doktor,
bir kırmızı elma:
kalbim...
Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis,
İşte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden
bende bu angina pektoris...
Bakıyorum geceye demirden
Ve iman tahtamın üstündeki baskıya rağmen
Kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor...
NAZIM HİKMET- 1948
DİP NOT: Kör olan aşk değildir, o, gerekli olanı görür
Yıllar öncesinin bir gazete haberiydi... Sene 1998... Hiçbir zaman aşık olmamakla övünen Trevor Panther isimli 47 yaşındaki bir İngiliz bar fedaisi, günlerini Harley Davidson motorunun üzerinde geçirirken bir gün 16 yaşındaki sara Young ile tanışır. Bu tanışma onun hayatının dönüm noktası olur ve evlenmeye karar verirler. Ancak kader oyunun oynar ve Trevor bir kalp krizi geçirir. Doktorlar aort damarı çatlayan Trevor için oldukça ümitsiz konuşurlar. Hatta ömrü için zaman da biçerler: bir geceyi çıkaramaz! Gözü yaşlı Sara, her şeye rağmen düğün hazırlıklarını tamamlar ve hastaneden aldığı özel izinle aynı gün “ölüm döşeğindeki” Trevor’la evlenir. Herkes Sara’ya deli gözüyle bakar ama aşk bir kez daha gücünü gösterir ve Trevor yavaş yavaş iyileşmeye başlar. Sara’ya sırılsıklam aşık olan Trevor: “O’nun aşkıyla yaşıyorum. Daha da yaşayacağım!” der.
2005 yılında aşk, bu kez karşımıza Türkiye’de çıkıyor. Yine bir gazete haberi... Kastamonu’lu Abdullah Çorbacı, 1955 yılında İstanbul’a gider ve orada Fatma Toprak’la tanışır. Birbirlerine görür görmez aşık olurlar. Evlenmeye karar verirler. Ancak Fatma Hanım, Abdullah Bey’den tam 13 yaş büyüktü ve yeni boşanmıştı. Henüz 21 yaşında olan Abdullah Bey’in ailesi bu izdivaca kesinlikle karşı çıkar. Fatma Toprak, bu engele fazla karşı koyamadı ve sevdiği adamın başkasıyla evlenmesi için kenara çekildi. Hatta ona düğün yapması için para bile gönderdi. Abdullah Bey ailesinin zoruyla evlenmiş ancak Fatma Hanım’ı hiç unutamamıştı. Her gece gizlice onun resimlerine bakıyor ve gönlünü avutuyordu. Aradan yıllar geçti. Emekli olup sevdiği adamın köyüne yerleşen Fatma Hanım, aldığı ikramiyeyle Abdullah Bey’in bir traktör almasını bile sağlamıştı. Derken bir gün Abdullah Bey’in eşi vefat etti. Artık kavuşmaları için hiçbir engel kalmamıştı. Ve 71 yaşındaki Abdullah Bey ile 84 yaşındaki Fatma Hanım 2005 yılının yaz aylarında evleniverdiler!
Düşündürücü... Gerçekten de oldukça düşündürücü... Günümüzde sanallaşan hatta bir efsane olarak adlandırılan aşk birden iki gazete haberiyle karşımıza çıkıyor işte böyle. Oysa biz neler düşünmüştük değil mi şimdiye değin? Aslında aşk da yoklar, o eskidendi mirim’ler, aşk mı, o da ne ki’ler?.. Yaşadıklarımız değil bir hastayı iyileştirmek şöyle dursun bazen bir iyiyi hasta edecek kadar üzücü olabiliyordu. Biz aşkı sadece filmlerde var sanıyorduk. Ve ümidimiz iyiden iyiye azalmıştı. Bravo Sara ve Trevor’a, bravo Fatma Hanım ve Abdullah Bey’e! Bize aşkın var olduğunu, hem de her şeye karşın var olduğunu kanıtladılar... Ne mutlu onlara! Ne mutlu bize!
Yitirdiğimiz değerler ne kadar çokmuş diye düşünüyor insan böyle durumlarda. Ne kadar katılaşmışız. Bazen, olur a, yanlışlıkla güneş açtığında, biraz erimeye başlayınca buzlarımız, ta dipte, aysbergin görünmeyen yüzünü fark ediyor ve ne kadar donduğumuzu anlıyoruz. Yaşam tuhaf bir şekilde yanımızdan güle oynaya geçiyor. Biz sessiz ve sakin ama buz gibi soğuk sularda küçük buz adacıkları gibi yavaş yavaş hareket ediyoruz. İnanın, nerede, nasıl ve kim olursak olalım, yazık ediyoruz... Güvenmediğimiz için yazık ediyoruz... Güvenemediğimiz için yazık ediyoruz... Güvenenlerin güvenlerini yıktığımız için yazık ediyoruz... Sevemediğimiz için yazık ediyoruz... Sevenlere izin vermediğimiz için yazık ediyoruz... En çok da içimizde olanca gücüyle bağırıp duran ve hiç susmayan çocuğa yazık ediyoruz... Kısacası... Kendimize yazık ediyoruz! Üstelik yalnızca ve yalnızca kendi eksenimiz etrafında dönüp duruyor, yalnız kendi acılarımızla acılanıyoruz... Yaşama yazık ediyoruz!
ANGİNA PEKTORİS
Yarısı burdaysa kalbimin
yarısı Çin’dedir, doktor.
Sarınehre doğru akan
ordunun içindedir.
Sonra her şafak vakti, doktor,
her şafak vakti kalbim
Yunanistan’da kurşuna diziliyor.
Sonra, bizim burda mahkumlar uykuya varıp
revirden el ayak çekilince
kalbim Çamlıca’da harap bir konaktadır
her gece doktor.
Sonra, şu on yıldan bu yana
benim, fakir milletime ikram edebildiğim
bir tek elmam var elimde, doktor,
bir kırmızı elma:
kalbim...
Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis,
İşte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden
bende bu angina pektoris...
Bakıyorum geceye demirden
Ve iman tahtamın üstündeki baskıya rağmen
Kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor...
NAZIM HİKMET- 1948
DİP NOT: Kör olan aşk değildir, o, gerekli olanı görür