04-12-2008, Saat: 04:13 PM
HER YENİ başlangıç beni müthiş heyecanlandırır. Bu bazen elime aldığım yeni bir kitabın ilk sayfası olur. Bazen de bir ağacın dallarındaki tomurcukların uyanışı. Bazen bir bebeğin ilk adımlarını atışını seyretmek de olabilir.
Eğer şuurunuz açık ve duygularınız uyanık ise, hemen söyleyeyim hayatta karşılaşacağınız sürprizler hiç de az değildirler. O gün ne yapacağınız ne yakalayacağınız, biraz da sizin duruş ve bakışınıza bağlıdır.
Tecrübeli bir balıkçının dediği gibi:
“Yakalayacağınız balığın cinsini belirleyen, elinizdeki yemin kalitesidir.”
Hayat tıpkı bir ayna gibidir. İçinizde ne taşıyorsanız, dışınızda onu buluyorsunuz. Yaşamak, hayatı başıboş bir şekilde tüketip bitirmek demek değildir. Yaşamak, o hayatın iman ile hakkını vermektir. Hayatın hayatı iman iledir, inanç iledir. Hayatın kemâli ise, her daim devam iledir. Yüce Yaratıcı ile bağını koparan bir hayat, zindandan farksızdır, karanlıktır. Sürekli nur, bitmeyen ışık Ondandır. Hayatın sahibindendir, onu yaratandan gelir.
Yoksa birçok insanın yaptığı gibi hayat, yaşamak zorunda kaldığı ve asla kıymetini bilemediği bir şey olup çıkar elimizden. Elbette hayatın gayesi bu değildir. Aksi halde hayat en büyük bir nimet iken, en büyük bir azap olur. Gençliğinde ya da hayatının bir döneminde böyle yaşayan, sonra da bu yanlışı fark edip hidayete eren ve dosdoğru bir hayata yönelen nice insanlar var.
HAYAT bir defadır ve ancak dosdoğru yaşamaya yetecek kadardır, çok kısadır. Hayatın kıymetini belirleyen hayatın kendisi değil, hayatı bize kim verdiyse o olabilir. Allah (c.c.) nasıl bir hayat yaşamamızı istiyorsa, biz ancak ona uygun yaşamakla bu hayatın kıymetini anlayabiliriz. İdeal ve gerçek hayat budur. Gerisi boştur.
Böyle bir gün, hayata yeniden doğduğumuz, merhaba dediğimiz o gündür. İşte böyle günlerden bir gün, baharla beraber ruhumun da uyandığı bir sabah, parkta bir bebeğin ilk adım atışlarını seyrettim. Genç bir baba, iki elinden tuttuğu yavrucuğunu yürütmeye çalışıyordu. Bebek çok heyecanlıydı. Adımlarını dizden kırıp atıyor, dilini ısırıyordu. Bir yandan da böcük böcük gözlerle bakınıp hedefine ilerliyordu. Parkın bir köşesinde durup, baba ile çocuğun macerasını ve birbirlerini kucaklayıp sarılışlarını seyrettim.
Çocuğun, babasının kucağına atıldığındaki sevincini bir görmeliydiniz. Benim bir kucağım, bir sığınağım var diyordu âdeta. Ne olduysa, birden o çocuk gibi ben de kendimi Rabbimin rahmet kucağına atmak istedim. İçimde bu arzuyu coşar buldum. Dilimde dua gibi bir söz peyda oldu:
“Ey Rabbim senden başka kimim var benim?
Rahmetinle sar, sarmala, tut kucakla beni
Rabbim, senden başka kimim var benim?”
O anda bu duanın bütün benliğime yayıldığını hissettim. Anladım ki, ben yalnız değilim. Dualarıma cevap veren bir Rabbim var. Ve O bana çok yakın. Ne kadar güçlü olduğumu, bana, en güçsüz olduğum bir anda hissettirdin Rabbim. Şükürler olsun, hamdüsenalar olsun. Rabbim, senden başka kimim var benim?..
HAYAT bazen çıkmazlara giriyor ve bir yerlerde düğümleniyor. Sonsuza yolcu olan bir ruhun arzularını, bu sonlu ve fani dünya karşılayamıyor. İnsana ne verirsiniz verin, o gözünü ötelere, cennete dikmiş. Burada yapılması gereken tek şey var. Geç kalmadan Ona yönelmek, Ondan istemek. Hem de çok istemek… Çekinmeden isteyin. İsteyin, isteten verecektir mutlaka. Allah (c.c.) vermek istemeseydi, size bu istemek duygusunu vermezdi. Çekinmeden isteyin. Ne olur istemeye devam edin.
Bunu yalvara yakara söylememin bir sebebi var. İzninizle onu da anlatayım. Allah ve Dua kitabımızı imzalarken, sohbet ettiğim, konuştuğum bir çok okuyucumuzun itirafları oldu. “Biz bu kitap sayesinde dua etmeyi öğrendik, duayı böyle bilmiyorduk…”
Âcizane bizim de kendilerine bazı tavsiyelerimiz oldu. Önce kendimize mahsus bir dille ve samimi bir kalple Rabbimizle, yaratıcımızla konuşmanın çarelerini bulmalı, yollarını araştırmalıyız. En küçük hacetimizi dahi Ondan istemekten çekinmemeliyiz. Bu çok güçlü bir iman ve inancın da gereğidir. Aslında dua bir ibadettir, ibadetlerin karşılığı ise ahirettedir. Kulun, derdini ihtiyacını Rabbine iletmesinin, açmasının bir aracıdır dua. Birbirimizle bu kadar konuştuğumuz halde, Rabbimizle hiç konuşmamak olacak şey mi? Ruh bu uzaklığa, Onun rahmetinden ayrı kalmaya ne kadar dayanabilir ki? Sığının Ona yönelin, kalbiniz huzur ve sükûn bulsun. Yaşadığınıza şükredin, hem de her nefes için.
HALİ vakti yerinde bir arkadaşımın hanımı, şu sıralar doğum öncesi bir rahatsızlığa yakalanmış. O kadar ki, nefes alamamış, hastane seferber olmuş hemen. Elden gelen ve yapılacak pek bir şey de olmayınca beklemişler, dua etmişler. Sonunda düzelmiş hastamız. Arkadaşımız eşine, “Bak” demiş, “bir tek nefes alıp vermenin ne kadar önemli olduğunu anlamız için Rabbimiz bize bunları yaşattı. Havadan, sudan yaşıyoruz diye belki de küçümsediğimiz bir nimetin kıymetini bize bildirdi” demiş.
Bir nefes almanın kıymetini, ne demek olduğunu onu kaybetmeden anlamıyoruz. Her şey zıttıyla bilinir: gece gündüzle, sıhhat hastalıkla, açlık toklukla. Zıtlar devreye girmeden eldeki nimetlerin kadri kıymeti maalesef bilinmiyor. Rabbim, kıymetini elindeyken bilenlerden eylesin.
Küçük bir çocuk ağlıyormuş, “Niye ağlıyorsun?” diye sormuş, yanına yaklaşan yaşlı bir bey. “Amca” demiş. “Bir liramı kaybettim.” Ağlama” demiş, yaşlı adam, tutmuş çocuğa bir lira vermiş. Çocuk bir lirayı almış ama, bu defa sesi daha fazla çıkmaya başlamış. Yaşlı adam, “Peki evlâdım şimdi niye ağlıyorsun?” diye sorunca, çocuk, “Amcacığım o bir lirayı kaybetmeseydim, şimdi iki liram olacaktı” demiş.
Biz de bazen o çocuktan farksız oluyoruz. Hayatı güzel yaşamaya başlayınca bu defa geçmiş günler için üzülüyoruz. Keşke o günleri de heba etmeseydik, adam gibi yaşasaydık, elimizde bir değil, iki güzel ömür olsaydı istiyoruz ama onu da tövbeyle değiştirmek mümkün. Tövbe eden bir insan Rabbinin af ümidini içinde daima taşımalı ve yaşamalı. Aksi halde şeytan “Nasıl olsa senin günahların affedilmemiştir” diyerek o insanı aldatıp, eski günahlarının batağına çekebilir. Rabbimiz hepimizi muhafaza eylesin.
Şu kıssadan hepimize bir hisse var sanırım.
Feridüddin Attar’ın ünü cihana yayılan eseri, Mantıkut-Tayr (Kuş Dili)nde, tekkeye gelen bir sarhoşun hikâyesi vardır. Sarhoş ağlayıp sızlayıp ortalığı karıştırmış, sonunda yığılıp kalmıştır yere. Tekkenin şeyhi yanına gelmiş ve “Neden ağlıyorsun? Elini bana ver, kalk!” demiştir ona. Sarhoşun cevabı müthiştir:
“Ey Şeyh! Allah sana yardım etsin; elden tutmak senin harcın değil! Sen başını alıp git! Baş aşağı yıkılmak benim payıma düştü! Eğer herkes düşkünlerin elini tutabilseydi, karınca yiğitlik meclisinin baş köşesine kurulurdu. El tutmak senin işin değil, yürü! Ben sayıya geleceklerden değilim, çekil! Ey kendisinden başka bir var olmayan, ey herkesin feryadına ancak kendisi yetişen, benim imdadıma sen yetiş! Düştüm, benim elimi sen tut!”
İNSAN, beynine hangi alanda zevk almayı öğretirse beyni de ona göre çalışıyormuş. İnsan beynine yüksek ideallerden zevk almayı öğretirse, aklına, iradesine ve duygularına hâkim olmayı biliyor. Rabbim senden başka kimim var benim? Hedefinden, idealinden, yolundan, izinden ayırma, saptırma beni.
Kim senden daha fazla verebilir; kim senden daha fazla sevebilir; kim senden daha fazla gözetebilir ki bizi? Kim, kim, kim ey Rabbim?
Kim senden başka çağırmadan gelebilir; kim senden başka istemeden verebilir; kim senden başka sesimizi duyabilir?.. Kim, kim, kim ey Rabbim?
Kim senden daha fazla bilebilir; kim senden daha fazla affedebilir; kim senden daha fazla kördüğüm olmuş şeyleri çözebilir; kim senden daha fazla bizi önemseyebilir ki?..
Rabbim, senden başka kimim var benim? Kimsem yok benim senden başka ey Rabbim!..
Alıntıdır (Selim Gündüzalp)
Eğer şuurunuz açık ve duygularınız uyanık ise, hemen söyleyeyim hayatta karşılaşacağınız sürprizler hiç de az değildirler. O gün ne yapacağınız ne yakalayacağınız, biraz da sizin duruş ve bakışınıza bağlıdır.
Tecrübeli bir balıkçının dediği gibi:
“Yakalayacağınız balığın cinsini belirleyen, elinizdeki yemin kalitesidir.”
Hayat tıpkı bir ayna gibidir. İçinizde ne taşıyorsanız, dışınızda onu buluyorsunuz. Yaşamak, hayatı başıboş bir şekilde tüketip bitirmek demek değildir. Yaşamak, o hayatın iman ile hakkını vermektir. Hayatın hayatı iman iledir, inanç iledir. Hayatın kemâli ise, her daim devam iledir. Yüce Yaratıcı ile bağını koparan bir hayat, zindandan farksızdır, karanlıktır. Sürekli nur, bitmeyen ışık Ondandır. Hayatın sahibindendir, onu yaratandan gelir.
Yoksa birçok insanın yaptığı gibi hayat, yaşamak zorunda kaldığı ve asla kıymetini bilemediği bir şey olup çıkar elimizden. Elbette hayatın gayesi bu değildir. Aksi halde hayat en büyük bir nimet iken, en büyük bir azap olur. Gençliğinde ya da hayatının bir döneminde böyle yaşayan, sonra da bu yanlışı fark edip hidayete eren ve dosdoğru bir hayata yönelen nice insanlar var.
HAYAT bir defadır ve ancak dosdoğru yaşamaya yetecek kadardır, çok kısadır. Hayatın kıymetini belirleyen hayatın kendisi değil, hayatı bize kim verdiyse o olabilir. Allah (c.c.) nasıl bir hayat yaşamamızı istiyorsa, biz ancak ona uygun yaşamakla bu hayatın kıymetini anlayabiliriz. İdeal ve gerçek hayat budur. Gerisi boştur.
Böyle bir gün, hayata yeniden doğduğumuz, merhaba dediğimiz o gündür. İşte böyle günlerden bir gün, baharla beraber ruhumun da uyandığı bir sabah, parkta bir bebeğin ilk adım atışlarını seyrettim. Genç bir baba, iki elinden tuttuğu yavrucuğunu yürütmeye çalışıyordu. Bebek çok heyecanlıydı. Adımlarını dizden kırıp atıyor, dilini ısırıyordu. Bir yandan da böcük böcük gözlerle bakınıp hedefine ilerliyordu. Parkın bir köşesinde durup, baba ile çocuğun macerasını ve birbirlerini kucaklayıp sarılışlarını seyrettim.
Çocuğun, babasının kucağına atıldığındaki sevincini bir görmeliydiniz. Benim bir kucağım, bir sığınağım var diyordu âdeta. Ne olduysa, birden o çocuk gibi ben de kendimi Rabbimin rahmet kucağına atmak istedim. İçimde bu arzuyu coşar buldum. Dilimde dua gibi bir söz peyda oldu:
“Ey Rabbim senden başka kimim var benim?
Rahmetinle sar, sarmala, tut kucakla beni
Rabbim, senden başka kimim var benim?”
O anda bu duanın bütün benliğime yayıldığını hissettim. Anladım ki, ben yalnız değilim. Dualarıma cevap veren bir Rabbim var. Ve O bana çok yakın. Ne kadar güçlü olduğumu, bana, en güçsüz olduğum bir anda hissettirdin Rabbim. Şükürler olsun, hamdüsenalar olsun. Rabbim, senden başka kimim var benim?..
HAYAT bazen çıkmazlara giriyor ve bir yerlerde düğümleniyor. Sonsuza yolcu olan bir ruhun arzularını, bu sonlu ve fani dünya karşılayamıyor. İnsana ne verirsiniz verin, o gözünü ötelere, cennete dikmiş. Burada yapılması gereken tek şey var. Geç kalmadan Ona yönelmek, Ondan istemek. Hem de çok istemek… Çekinmeden isteyin. İsteyin, isteten verecektir mutlaka. Allah (c.c.) vermek istemeseydi, size bu istemek duygusunu vermezdi. Çekinmeden isteyin. Ne olur istemeye devam edin.
Bunu yalvara yakara söylememin bir sebebi var. İzninizle onu da anlatayım. Allah ve Dua kitabımızı imzalarken, sohbet ettiğim, konuştuğum bir çok okuyucumuzun itirafları oldu. “Biz bu kitap sayesinde dua etmeyi öğrendik, duayı böyle bilmiyorduk…”
Âcizane bizim de kendilerine bazı tavsiyelerimiz oldu. Önce kendimize mahsus bir dille ve samimi bir kalple Rabbimizle, yaratıcımızla konuşmanın çarelerini bulmalı, yollarını araştırmalıyız. En küçük hacetimizi dahi Ondan istemekten çekinmemeliyiz. Bu çok güçlü bir iman ve inancın da gereğidir. Aslında dua bir ibadettir, ibadetlerin karşılığı ise ahirettedir. Kulun, derdini ihtiyacını Rabbine iletmesinin, açmasının bir aracıdır dua. Birbirimizle bu kadar konuştuğumuz halde, Rabbimizle hiç konuşmamak olacak şey mi? Ruh bu uzaklığa, Onun rahmetinden ayrı kalmaya ne kadar dayanabilir ki? Sığının Ona yönelin, kalbiniz huzur ve sükûn bulsun. Yaşadığınıza şükredin, hem de her nefes için.
HALİ vakti yerinde bir arkadaşımın hanımı, şu sıralar doğum öncesi bir rahatsızlığa yakalanmış. O kadar ki, nefes alamamış, hastane seferber olmuş hemen. Elden gelen ve yapılacak pek bir şey de olmayınca beklemişler, dua etmişler. Sonunda düzelmiş hastamız. Arkadaşımız eşine, “Bak” demiş, “bir tek nefes alıp vermenin ne kadar önemli olduğunu anlamız için Rabbimiz bize bunları yaşattı. Havadan, sudan yaşıyoruz diye belki de küçümsediğimiz bir nimetin kıymetini bize bildirdi” demiş.
Bir nefes almanın kıymetini, ne demek olduğunu onu kaybetmeden anlamıyoruz. Her şey zıttıyla bilinir: gece gündüzle, sıhhat hastalıkla, açlık toklukla. Zıtlar devreye girmeden eldeki nimetlerin kadri kıymeti maalesef bilinmiyor. Rabbim, kıymetini elindeyken bilenlerden eylesin.
Küçük bir çocuk ağlıyormuş, “Niye ağlıyorsun?” diye sormuş, yanına yaklaşan yaşlı bir bey. “Amca” demiş. “Bir liramı kaybettim.” Ağlama” demiş, yaşlı adam, tutmuş çocuğa bir lira vermiş. Çocuk bir lirayı almış ama, bu defa sesi daha fazla çıkmaya başlamış. Yaşlı adam, “Peki evlâdım şimdi niye ağlıyorsun?” diye sorunca, çocuk, “Amcacığım o bir lirayı kaybetmeseydim, şimdi iki liram olacaktı” demiş.
Biz de bazen o çocuktan farksız oluyoruz. Hayatı güzel yaşamaya başlayınca bu defa geçmiş günler için üzülüyoruz. Keşke o günleri de heba etmeseydik, adam gibi yaşasaydık, elimizde bir değil, iki güzel ömür olsaydı istiyoruz ama onu da tövbeyle değiştirmek mümkün. Tövbe eden bir insan Rabbinin af ümidini içinde daima taşımalı ve yaşamalı. Aksi halde şeytan “Nasıl olsa senin günahların affedilmemiştir” diyerek o insanı aldatıp, eski günahlarının batağına çekebilir. Rabbimiz hepimizi muhafaza eylesin.
Şu kıssadan hepimize bir hisse var sanırım.
Feridüddin Attar’ın ünü cihana yayılan eseri, Mantıkut-Tayr (Kuş Dili)nde, tekkeye gelen bir sarhoşun hikâyesi vardır. Sarhoş ağlayıp sızlayıp ortalığı karıştırmış, sonunda yığılıp kalmıştır yere. Tekkenin şeyhi yanına gelmiş ve “Neden ağlıyorsun? Elini bana ver, kalk!” demiştir ona. Sarhoşun cevabı müthiştir:
“Ey Şeyh! Allah sana yardım etsin; elden tutmak senin harcın değil! Sen başını alıp git! Baş aşağı yıkılmak benim payıma düştü! Eğer herkes düşkünlerin elini tutabilseydi, karınca yiğitlik meclisinin baş köşesine kurulurdu. El tutmak senin işin değil, yürü! Ben sayıya geleceklerden değilim, çekil! Ey kendisinden başka bir var olmayan, ey herkesin feryadına ancak kendisi yetişen, benim imdadıma sen yetiş! Düştüm, benim elimi sen tut!”
İNSAN, beynine hangi alanda zevk almayı öğretirse beyni de ona göre çalışıyormuş. İnsan beynine yüksek ideallerden zevk almayı öğretirse, aklına, iradesine ve duygularına hâkim olmayı biliyor. Rabbim senden başka kimim var benim? Hedefinden, idealinden, yolundan, izinden ayırma, saptırma beni.
Kim senden daha fazla verebilir; kim senden daha fazla sevebilir; kim senden daha fazla gözetebilir ki bizi? Kim, kim, kim ey Rabbim?
Kim senden başka çağırmadan gelebilir; kim senden başka istemeden verebilir; kim senden başka sesimizi duyabilir?.. Kim, kim, kim ey Rabbim?
Kim senden daha fazla bilebilir; kim senden daha fazla affedebilir; kim senden daha fazla kördüğüm olmuş şeyleri çözebilir; kim senden daha fazla bizi önemseyebilir ki?..
Rabbim, senden başka kimim var benim? Kimsem yok benim senden başka ey Rabbim!..
Alıntıdır (Selim Gündüzalp)