05-19-2008, Saat: 10:13 PM
Sahildeyim, bilirsin her zamanki yerimde. Sen varsın güneşin denize vuran şavkında. Güneşin şavkında sen varsın. Senin gözlerin var, hani o sürekli yaşlı gözlerin, hani mutluluğa hasret gözlerin. Her yakamozda işte diyorum işte, bir sevda daha bitti. Sevdalar oysa bu kadar çabuk bitmez biliyordum, Kerem ile Aslı aşkı hala anlatılmaz mı? Yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum. Gerçi öyle sevda hala yaşanıyor mu oda bir muamma tabiki.
Bir martı denize durmaksızın dalıp çıkıyor öteler de. Ağzında benim gibi sevdalıların yürekleri var. “Her yakamoz bir ayrılığın gözyaşıdır” derdi nenem. Belki de doğru derdi. Ama nenem ne kadar sevmişti dedemi bilmem. Kar tutmuş yolların açılmasıymış meğer dedeme kavuşabilmek. Meğer dedeme hasret yaşarmış nenem. İşte aynı hasrete denkti sana olan sevdam. Benim sana hasretliğimide yollar zorlaştırıyordu. Ha birde senin korkuların. O ucuzsuz bucaksız, sonu gelmez korkuların. Belki sende haklıydın. Sütten ağzın yanmıştı bir kere. Üfleyerek yemeliydin yoğurdu. Anlardım, anlıyordum. Ama her giden gemiden mendil sallanmıyorki artık. Her gemi sevda taşımıyorki. Her parmak birbirine benzemiyorki. Her toprakta gül bitmezki.
Martılara bakarken öyle dalgın, bir ara bende martı olsam diye düşündüm kendimce. Bir martı olsam… Belki de uzaklara giderdim, sana gelirdim mesela. Dağları, yollardı aşardım bir çırpıda. Sonra gözlerimden akan birkaç damla yaş ulaştı yanağıma. O ne ağlıyordum. Silmek istedim ama çok geçti artık. Birkaç martı ve deniz görmüştü bir kere beni. Ayın şavkına vuran gözlerin görmüştü. Biraz utangaç, biraz sinirli sigara aradım ceplerimde ama yoktu. Aynı senin gibi. Her ihtiyacım olduğunda olmadığın kadar yoktun. Aklıma geldi sonra son sigaramı denizi taşlarken içtiğim. Seni düşündüm sonra. Ben seni hiç bitirmemiştim ki, hiç yok olmamıştın ki. Ama belkide ben çok yok olmuştum senin hayatından, ama sen beni hiç unutmamıştın değil mi.
İçimin yıpranmaları ve o yıpranmaların gel-git lerinde bu birikmiş yıpranmalardan arınarak, gözlerimdeki buğuyla senin ülkende, senin denizlerinde ve el değmemiş karalarında olmak istiyorum. Kağıttan gemiler gibi yapıp yapıp sulara saldığım şiirlerim, hiç bir zaman özlediğim yere varmayan gemilerim, fırtınalara, dalgalara yenik düşen umutlarımın öyküsüdür sana anlatacağım….
Anladım ki hayat üç boyutlu bir yanılgıymış meğer. Bazen de kağıttan gemilerin deniziymiş. Karadenizdi belkide kağıt gemilerin barınağı. Yokluğunu, hasretliğimi yüklediğim kağıt gemilerimdi. En çok ellerin, onlardan daha çok istediğim gözlerinin harmanında güneş dönüyor başımın üzerinde. Yüzümün terleri, yüreğimin ferleri ile sana yürüyorum. En çok arzuladığım sesi (ni) duymayı, sevmelere doyamayacağım bedenini ve çözmeye çalıştığımız kimliğimizin gravürlerinde, direniyoruz birbirimize.
Sevmenin her devirde farklı oynandığı bir yaşam sahnesinde bütün ayrılıklar da birbirinin benzeri değil midir ki zaten? Coşkularımız anlık, sevinçlerimiz sahte, sevdalarımız mağrurdur değil midir biraz. Yüreğimizin kırlarında büyüyen kelebekler var oldukça ve bizler o kelebekleri özgürlüğe ulaştırdıkça, aşk üç boyutlu bir film gibi asla sonlanmayacaktır. Belki de sonlanacaktır, belki de son yazmıştır da biz görmemişizdir. Ne zaman söndü lambalar, kim söndürdü bilinmez … Yakın Ulan lambalarını artık aşkın………..
Bu bir hikayedir kimselere anlatamadığım. Kağıttan gemiler gibi sulara saldığım şiirlerim, hiçbir zaman özlediğim yere varmayan gemilerim, fırtınalara, dalgalara yenik düşen umutlarımın öyküsüdür yani. Sevmenin her devirde farklı oynandığı bir yaşam sahnesinde bütün ayrılıklar da birbirinin benzeriymiş meğer. Coşkularımız anlık, sevinçlerimiz sahte, sevdalarımız mağrurmuş biraz. Sevdalar unutulan bir efsaneye döner bir zaman sonra.
Geçmişin raflarında tozlanan med- cezir’lerden bir öpüş dilenir. Tel tel olan yüreğimiz,
bahçelerimizde çürüyen güllerimiz, yüzümüzdeki kırışıklıklarımız, aynalara dargınlığımız,
gidince geriye dönmeyen günlerimiz akıtır göz yaşlarımızı. Her geçen gün içimizden kayıp giden sevda yıldızını tutarız sımsıkı nasırlı ellerimizle ve artık ağlamamayı da öğreniriz. Öğrenmişizdir de zaten…
Anlayacağın, Hüzündür koluna girdiğimiz. Kol kola gezdiğimiz Kimi zoraki bir gülüş, kimi ağlayarak bir ömür sürüştür künyemize kazınan. Yüreğimizdeki sevgi, bedenimizdeki ateş ve ruhumuzdaki kaçışla aşk’ı kovalarız. Sıcacık bir merhaba umarız hayattan. Gelirse biliriz başımızın üstünde yeri var olduğunu. Günaydınlardan gülüş umar, gecenin siyah kelepçeleriyle korkulara dolanırız. Korkarız senin anlayacağın. Aydınlıklardan kaçar karanlıklarda ömür tüketiriz. Tükeniriz azar azar. Masalımsı bir sevda bu, size anlattığım. Ne garip, ne tuhaf bir sevda. Uzaklıkları yakın eden bir sevda bu, zamanı durduran bir sevda diyordun. Masal bitti işte. Masalcı baba masal anlatmayı bitirdi. Zaten tuhaf olan sevdalar kurumuş topraklara benzer ve yağmura hasret yaşar yıllarca. Sevda saati durdu artık.Yelkovan akrebini özler oldu be mübarek.
Eskiden arada bir de olsa görüşürlerdi. Ama şimdi yelkovan bir ötelerde, akrep başka bir ötelerde. Sevda masalı bitti işte. Sevin işte, gül şimdi ağlanacak halimize. Neylersin, her defasında beyaz kağıtların yüzü beyaz cümlelerle, beyaz tonlarla, beyaz aşklarla dolmuyor, arada bir karalanıyorlar işte. Bir karalanıyor ki sil silebilirsen…
Olsun be, ne yapayım kadermiş derim bende, çekerim kaderimi. Ama birileri var yalan söyleyen, belki de kaderdir benimle oynayan kim bilir. Belki de martılardı yalan söyleyen, belki dalgalar kumlarla birlikte benim sevdamdan da bir şeyler götürüyordu. Çok kere söylemişti içimdeki çocuk ama inanmamıştım. Belki tek yalancı sen değildin. Belki de hayat yalan söyledi bana. Belki kaderimdir yanlış yazılan kimbilir. Dedim ya her defasında beyaz kağıtların yüzü beyaz cümlelerle, beyaz aşklarla dolmuyor. Karalanıyor da çoğu zaman, hem de ne karalanıyor…
Belkide bırakıp gitmeliydik bu sevdayı, zararın neresinden dönersek kar deyip de öylece akıntıya bırakmalıydık kendimizi. Onca tutunacak dal bulmuşken tutunmalıydık birine. Sırf kadere gıcıklık olsun diye ağlamamalıydık gülünecek halimize. Belkide ağlamalıydık. Belki, belki de uzaklaşmalıydık bu kıyıdan, içimizdeki yangılardan, aşktan belkide. Ama ben bu kıyıları çok sevdim biliyor musun.
Ben seninle deniz kabuğu toplayamamayı sevdim. Sol yanında uyanamamayı, başımı göğsüne koyup ağlayamamayı belkide. Ama hep sevdim işte. Yalansız ve riyasız sevdim. Biliyordum sende severdin beni. Sende seviyorsun beni. Bu yanılgılar deryasında, heyecan ve telaşların oynandığı sahnede, anılar, anılardaki çocukluğumuz, kollarına tutunup hayata yürüdüğümüz değerler bırakınca ellerimizi üzülürüz. Yasak bahçelere girer, yasaklı elmaları yemek isteriz. Artık gecelere mahkum kalmak istemiyorum ben.
Çöz artık düğmelerini yüreğinin görünsün sevdam…..
Dünyadaki her şey sevmek içindir. Sevgiyi tüketmeyelim dostlar….
Dost kalın ve hep böyle kalın………..
Bir martı denize durmaksızın dalıp çıkıyor öteler de. Ağzında benim gibi sevdalıların yürekleri var. “Her yakamoz bir ayrılığın gözyaşıdır” derdi nenem. Belki de doğru derdi. Ama nenem ne kadar sevmişti dedemi bilmem. Kar tutmuş yolların açılmasıymış meğer dedeme kavuşabilmek. Meğer dedeme hasret yaşarmış nenem. İşte aynı hasrete denkti sana olan sevdam. Benim sana hasretliğimide yollar zorlaştırıyordu. Ha birde senin korkuların. O ucuzsuz bucaksız, sonu gelmez korkuların. Belki sende haklıydın. Sütten ağzın yanmıştı bir kere. Üfleyerek yemeliydin yoğurdu. Anlardım, anlıyordum. Ama her giden gemiden mendil sallanmıyorki artık. Her gemi sevda taşımıyorki. Her parmak birbirine benzemiyorki. Her toprakta gül bitmezki.
Martılara bakarken öyle dalgın, bir ara bende martı olsam diye düşündüm kendimce. Bir martı olsam… Belki de uzaklara giderdim, sana gelirdim mesela. Dağları, yollardı aşardım bir çırpıda. Sonra gözlerimden akan birkaç damla yaş ulaştı yanağıma. O ne ağlıyordum. Silmek istedim ama çok geçti artık. Birkaç martı ve deniz görmüştü bir kere beni. Ayın şavkına vuran gözlerin görmüştü. Biraz utangaç, biraz sinirli sigara aradım ceplerimde ama yoktu. Aynı senin gibi. Her ihtiyacım olduğunda olmadığın kadar yoktun. Aklıma geldi sonra son sigaramı denizi taşlarken içtiğim. Seni düşündüm sonra. Ben seni hiç bitirmemiştim ki, hiç yok olmamıştın ki. Ama belkide ben çok yok olmuştum senin hayatından, ama sen beni hiç unutmamıştın değil mi.
İçimin yıpranmaları ve o yıpranmaların gel-git lerinde bu birikmiş yıpranmalardan arınarak, gözlerimdeki buğuyla senin ülkende, senin denizlerinde ve el değmemiş karalarında olmak istiyorum. Kağıttan gemiler gibi yapıp yapıp sulara saldığım şiirlerim, hiç bir zaman özlediğim yere varmayan gemilerim, fırtınalara, dalgalara yenik düşen umutlarımın öyküsüdür sana anlatacağım….
oRdAyım hAla
“Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hala
Dursam ölürüm, paramparça olur dünya
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen, yada sen söyle…
Dursam ölürüm, paramparça olur dünya
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen, yada sen söyle…
Batık bir gemiydim, orda seni bekliyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar koparken
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hala
Dursam ölürüm, paramparça olur dünya…
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar koparken
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hala
Dursam ölürüm, paramparça olur dünya…
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi, göz kapaklarımın içindesin
Bir aşk borana tutuluyor bir daha, ilk dönemeçte
Kum taneleri var ya onların birindesin…
Yumuyorum gözlerimi, göz kapaklarımın içindesin
Bir aşk borana tutuluyor bir daha, ilk dönemeçte
Kum taneleri var ya onların birindesin…
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hala
Dursam ölürüm, paramparça olur dünya
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Cennet diyelim istersen, yada sen söyle…”
Dursam ölürüm, paramparça olur dünya
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Cennet diyelim istersen, yada sen söyle…”
Anladım ki hayat üç boyutlu bir yanılgıymış meğer. Bazen de kağıttan gemilerin deniziymiş. Karadenizdi belkide kağıt gemilerin barınağı. Yokluğunu, hasretliğimi yüklediğim kağıt gemilerimdi. En çok ellerin, onlardan daha çok istediğim gözlerinin harmanında güneş dönüyor başımın üzerinde. Yüzümün terleri, yüreğimin ferleri ile sana yürüyorum. En çok arzuladığım sesi (ni) duymayı, sevmelere doyamayacağım bedenini ve çözmeye çalıştığımız kimliğimizin gravürlerinde, direniyoruz birbirimize.
Sevmenin her devirde farklı oynandığı bir yaşam sahnesinde bütün ayrılıklar da birbirinin benzeri değil midir ki zaten? Coşkularımız anlık, sevinçlerimiz sahte, sevdalarımız mağrurdur değil midir biraz. Yüreğimizin kırlarında büyüyen kelebekler var oldukça ve bizler o kelebekleri özgürlüğe ulaştırdıkça, aşk üç boyutlu bir film gibi asla sonlanmayacaktır. Belki de sonlanacaktır, belki de son yazmıştır da biz görmemişizdir. Ne zaman söndü lambalar, kim söndürdü bilinmez … Yakın Ulan lambalarını artık aşkın………..
Bu bir hikayedir kimselere anlatamadığım. Kağıttan gemiler gibi sulara saldığım şiirlerim, hiçbir zaman özlediğim yere varmayan gemilerim, fırtınalara, dalgalara yenik düşen umutlarımın öyküsüdür yani. Sevmenin her devirde farklı oynandığı bir yaşam sahnesinde bütün ayrılıklar da birbirinin benzeriymiş meğer. Coşkularımız anlık, sevinçlerimiz sahte, sevdalarımız mağrurmuş biraz. Sevdalar unutulan bir efsaneye döner bir zaman sonra.
Geçmişin raflarında tozlanan med- cezir’lerden bir öpüş dilenir. Tel tel olan yüreğimiz,
bahçelerimizde çürüyen güllerimiz, yüzümüzdeki kırışıklıklarımız, aynalara dargınlığımız,
gidince geriye dönmeyen günlerimiz akıtır göz yaşlarımızı. Her geçen gün içimizden kayıp giden sevda yıldızını tutarız sımsıkı nasırlı ellerimizle ve artık ağlamamayı da öğreniriz. Öğrenmişizdir de zaten…
Anlayacağın, Hüzündür koluna girdiğimiz. Kol kola gezdiğimiz Kimi zoraki bir gülüş, kimi ağlayarak bir ömür sürüştür künyemize kazınan. Yüreğimizdeki sevgi, bedenimizdeki ateş ve ruhumuzdaki kaçışla aşk’ı kovalarız. Sıcacık bir merhaba umarız hayattan. Gelirse biliriz başımızın üstünde yeri var olduğunu. Günaydınlardan gülüş umar, gecenin siyah kelepçeleriyle korkulara dolanırız. Korkarız senin anlayacağın. Aydınlıklardan kaçar karanlıklarda ömür tüketiriz. Tükeniriz azar azar. Masalımsı bir sevda bu, size anlattığım. Ne garip, ne tuhaf bir sevda. Uzaklıkları yakın eden bir sevda bu, zamanı durduran bir sevda diyordun. Masal bitti işte. Masalcı baba masal anlatmayı bitirdi. Zaten tuhaf olan sevdalar kurumuş topraklara benzer ve yağmura hasret yaşar yıllarca. Sevda saati durdu artık.Yelkovan akrebini özler oldu be mübarek.
Eskiden arada bir de olsa görüşürlerdi. Ama şimdi yelkovan bir ötelerde, akrep başka bir ötelerde. Sevda masalı bitti işte. Sevin işte, gül şimdi ağlanacak halimize. Neylersin, her defasında beyaz kağıtların yüzü beyaz cümlelerle, beyaz tonlarla, beyaz aşklarla dolmuyor, arada bir karalanıyorlar işte. Bir karalanıyor ki sil silebilirsen…
Olsun be, ne yapayım kadermiş derim bende, çekerim kaderimi. Ama birileri var yalan söyleyen, belki de kaderdir benimle oynayan kim bilir. Belki de martılardı yalan söyleyen, belki dalgalar kumlarla birlikte benim sevdamdan da bir şeyler götürüyordu. Çok kere söylemişti içimdeki çocuk ama inanmamıştım. Belki tek yalancı sen değildin. Belki de hayat yalan söyledi bana. Belki kaderimdir yanlış yazılan kimbilir. Dedim ya her defasında beyaz kağıtların yüzü beyaz cümlelerle, beyaz aşklarla dolmuyor. Karalanıyor da çoğu zaman, hem de ne karalanıyor…
“Bir şarkı olmalı seni anlatan,
Yüreğin olmalı yüreğimde bulduğum...
Ne çok denedim seni bulmayı,
Ne çok aradım seni bir bilsen... “
Yüreğin olmalı yüreğimde bulduğum...
Ne çok denedim seni bulmayı,
Ne çok aradım seni bir bilsen... “
Belkide bırakıp gitmeliydik bu sevdayı, zararın neresinden dönersek kar deyip de öylece akıntıya bırakmalıydık kendimizi. Onca tutunacak dal bulmuşken tutunmalıydık birine. Sırf kadere gıcıklık olsun diye ağlamamalıydık gülünecek halimize. Belkide ağlamalıydık. Belki, belki de uzaklaşmalıydık bu kıyıdan, içimizdeki yangılardan, aşktan belkide. Ama ben bu kıyıları çok sevdim biliyor musun.
Ben seninle deniz kabuğu toplayamamayı sevdim. Sol yanında uyanamamayı, başımı göğsüne koyup ağlayamamayı belkide. Ama hep sevdim işte. Yalansız ve riyasız sevdim. Biliyordum sende severdin beni. Sende seviyorsun beni. Bu yanılgılar deryasında, heyecan ve telaşların oynandığı sahnede, anılar, anılardaki çocukluğumuz, kollarına tutunup hayata yürüdüğümüz değerler bırakınca ellerimizi üzülürüz. Yasak bahçelere girer, yasaklı elmaları yemek isteriz. Artık gecelere mahkum kalmak istemiyorum ben.
“Bakma öyle sustuğuma
Susmalar sığınak yerim
Terkedilmiş bir bahçedeyim
Hüzün kokar çiçeklerim
Sende bahçemdesin uyuyorsun
Ve sende ben gibi
Hüzün kokuyorsun.
Ve sende ben gibi
Yaşamaktan korkuyorsun…”
Susmalar sığınak yerim
Terkedilmiş bir bahçedeyim
Hüzün kokar çiçeklerim
Sende bahçemdesin uyuyorsun
Ve sende ben gibi
Hüzün kokuyorsun.
Ve sende ben gibi
Yaşamaktan korkuyorsun…”
Çöz artık düğmelerini yüreğinin görünsün sevdam…..
Dünyadaki her şey sevmek içindir. Sevgiyi tüketmeyelim dostlar….
Dost kalın ve hep böyle kalın………..