06-04-2008, Saat: 10:54 AM
O bildiğiniz amigolardan değildi, hatta ona amigo bile denemez. O tribün korkulukları üzerinde sırtı seyirciye dönük olarak durur, taraftarı coşturmak için hiçbir şey yapmazdı. Yalnız [b]takım[/b] atağa kalktı mı, tıpkı yan hakem gibi o da atağa katılırdı, ama ofsayta düşmeden.
Karıncaezmez yalnız coşkulu anlarında değil, en kötü günlerinde bile renk aşkından vazgeçmedi. İki çocuklu evliliği nihayete ererken mahkemeye yine tepeden tırnağa sarı-kırmızıya bulanmış halde gelmiş, hâkimin müsterih bir karar almasına kolaylık göstermişti. (Yakasında hemen adliyenin bahçesinden kopardığı defne yaprakları.)
Galatasaray tarihinin Metin Oktay gibi sembol figürlerinden Karıncaezmez Şevki, 1940-70 yılları arasında Türkiye'nin en tanınan simalarından biriydi. Tepeden tırnağa sarı-kırmızı ilginç kıyafetleri, sarı-kırmızı [b]otomobili[/b] ve kendine özgü tavırlarıyla çok dikkat çekerdi.
1919 doğumlu Karıncaezmez'in gerçek adı Şevki Güney'di. Ona Karıncaezmez namını, devrin İstanbul emniyet amiri, sonradan içişleri bakanlığı da yapan Orhan Eyüboğlu vermişti. Çünkü Şevki aslen şofördü ve sürücülük hayatı boyunca bir tek kaza bile yapmamıştı. Yıllar boyu "İstanbul'un en kibar şoförü" seçilmesi boşuna değildi.
En büyük özelliği, 40 yıl boyunca hep çiçekle dolaşmasıydı. Ord. Prof. Şükrü Baban gibi, sosyete gazetecisi Ümit Deniz gibi o da piyasaya çiçeksiz çıkmazdı. Ceketinin mendil cebine yerleştirdiği su dolu küçük bir şişe içinde daima taze, kokulu çiçekler olurdu. Karısından boşanırken de yakasında çiçek vardı, stepneyi değiştirirken de. Dolmuş esnafı olmadan önce 15 yıl İETT'de direksiyon sallamıştı. Otobüsün [b]şoför[/b] mahallini çiçek bahçesine çevirdiği için ve yakasından eksik etmediği çiçekler yüzünden bir gün işinden oldu. "Amirin" biri takmış, "mesai sırasında çiçek takmayacaksın" diye! Kılık-kıyafet nizamnamesine uygun değilmiş. Hiç çiçeksiz Karıncaezmez olur mu! (1)
Onu bu tarihten itibaren Taksim-Dolapdere, Taksim-Karaköy hattında, 1948 model bir Opel kaptı-kaçtıyla görmeye başladı İstanbullu'lar. Yalnız maç günleri güzergâh değiştirir, stadyuma ücretsiz taraftar taşırdı. Arabasının jantlarından biri sarı, biri kırmızı; çamurluklar, dikiz aynaları, far karpuzları, ön-arka kaput ve dört kapı keza sarı-kırmızıydı. Dolmuşun içi de bir âlemdi; gazetelerin ve dergilerin spor sayfalarından kesilmiş; Metin Oktay'ın bir volesi; Turgay'ın bir plonjonu; Candemir'le Büyük Ahmet'in (Berman) rakibe çift ayak dalışı; Mustafa, Talat, Turan çamurdan adam gibi soyunma odasına yürürken; Suat'ın bir çalımı; Yılmaz'ın kramptan kıvranışı; Ayhan, Ergün, Uğur eşofmanlı düz koşuda; Kadri, Coşkun, İsfendiyar tüm futbolcular ve bazı ünlü artist kartpostalları: Nana, Zennube, Mine Soley, v.s. Bütün bunlar sizinle birlikte [b]seyahat[/b] ederdi.
O bildiğiniz amigolardan değildi, hatta ona amigo bile denemez. O tribün korkulukları üzerinde sırtı seyirciye dönük olarak durur, taraftarı coşturmak için hiçbir şey yapmazdı. Yalnız takım atağa kalktı mı, tıpkı yan hakem gibi o da atağa katılırdı, ama ofsayta düşmeden. İETT'deki işini kaybetmesi, onu çok zor bir hayatın beklediğine dair ilk sinyaldi. Çünkü sonrasında ihanetler, vefasızlıklar ve kabalıklar peş peşe gelmeye başladı. Önce eşi Bedia Hanım kızı Sıdıka ile oğlu Nuri'yi de yanına katıp evi terk etti. Hâkim, karşısında tepeden tırnağa sarı-kırmızı donanmış, "garip" bir adam görünce, davacıyı huzur içinde boşadı.
Artık Şevki hem işsiz hem de eşsizdi. Bu dönemde sarı-kırmızılı camia da onu bağrına basmadı. Galatasaray'ın ligdeki durumu pek parlak değildi. 3-2 yenildikleri bir Fenerbahçe maçında "uğursuz geliyor" diye onu tribün korkuluklarından aşağı attılar. Sağ kolu kırıldı. O sezon Karıncaezmez'i uğursuz diye stadyuma hiç sokmadılar. O da bunun üzerine her maç, stadyumun içini gören yamaçta (şimdiki kaçak gökdelenin yerinde), 45'er dakikadan iki devre, heykel gibi put kesilerek, kar, yağmur, çamur dinlemeden, sağ kolu havada futbolcuları selamladı. Bu mazoşizmi aynı zamanda onu stadyuma sokmayanları protesto etmek içindi.
Bu hoşgörüsüzlükle (2) kahroldu. Kolu aylarca alçıda gezdi. Araba kullanamıyordu. Ama asıl gücüne giden selam verememesiydi. Onun selamı, benzetmek gibi olmasın ama, biraz Nazi selamı gibiydi. Kimlere ve nelere selam vermezdi ki: Tabii tesadüfen de olsa yan yana gelmiş sarı-kırmızı "her şeye ve her nesneye", ayrıca "üniformalı" herkese, bütün meyhanelere, heykellere, anıt yapılara selam dururdu. Mesela Galatasaray Lisesi'nin tam karşısında kolunu kaldırıp caddenin orta yerinde bir selam durdu mu trafik kilitlenirdi. Arabaların Beyoğlu'nda çift yönlü gidip geldiği o yıllar, şoförler bu kavşakta Karıncaezmez'e rastladıklarında kızmazlar, bunu fırsat bilip, camlarını siler, lastiklerini kontrol eder, bir sigara yakıp, dat-dat diye korna çalarak ona tempo tutarlardı. Şevki selamı bazen yarım saate kadar uzatabiliyordu. Yani tatmin oluncaya, ikna buluncaya kadar. Bir başka örnek, Kapalıçarşı'dan ne zaman geçse, Şark Kıraathanesi'ne uğrar ve duvarlarını süsleyen tarihi malum portrelerden İran Şahı Pehlevi'nin babası Rıza Şah'ın resmi önünde, bir sandalye üstünde 20-25 dakika selam durmadan edemezdi.
Karıncaezmez'in kırık kolu bir türlü kaynamadı. Fenerli zorbalar nerede kıstırsalar dövüyorlar, sarı-kırmızı arabasını tahrip ediyorlardı. Kolu alçı içinde birkaç kere daha kırıldı, sonunda çürüdü, kangren oldu. Paşabahçe SSK Hastanesi'nde görevli Ergun Dizdaroğlu ile Ali Uras, onu kolunu keserek kurtardılar. Artık malum "selamını" veremeyecekti. Bu yüzden yaşama iyice küstü ve sessizce huzurdan çekildi.
Böylece yıllar geçti. Artık çok kimse onu öldü sanıyordu. Hatta öldüğüne dair gazetelerde haberler de çıkmıştı. Hiç aldırmadı. O bu sıralar sarı-kırmızı pijamalarıyla fakir hastane koridorlarında sürünüp duruyordu. Böbreklerinden, safra kesesinden ameliyatlar olmuştu. Sırım gibi adam giderek küçüldü, küçüldü, çöktü. Yetersiz beslenmeden aylarca hasta yattı. Ama kimseden yardım dilenmedi.
Metin Oktay'ın öldüğü gece TRT televizyonu "Taçsız Kral" diye bir film göstermişti. Bu film Metin Oktay'ın Ajda Pekkan, Gönül Yazar, Kadir Savun, Ayten Gökçer, Gündüz Kılıç ve Karıncaezmez ile çevirdiği ilk ve son filmiydi. O gece ekran karşısında Metin Oktay'la birlikte onu da "rahmetle" ananlar oldu. Halbuki Karıncaezmez ölmemişti. Merter'de kız kardeşi Nuriye Haskatar'ın himayesinde, iki odalı, 10 nüfuslu bir evde, artık hatırlanmaktan bile umudunu kesmiş vaziyette çile dolduruyordu. Bundan dokuz yıl önce 1991'de bir tesadüf eseri, "Milli Amigo Birol"un yardımıyla kendisini Merter Belediye Evleri, 800 Konutlar, B-16, Daire 5'te bulduğumda önce görüşmek istememişti. Çünkü "gazetecilere" de inanmıyordu. Güvenini kazanıncaya kadar ama yıldırmadan ısrarcı oldum, "Galatasaray camiasına istediğiniz mesajı gönderebilirsiniz" dedim. Ama hayır, o hiçbir şey istemiyordu. "İlle de bir iyilik yapmak istiyorsanız, sizden rica ediyorum bana Galatasaray'ın kalesini yıllarca bir panter gibi bekleyen, evladım kadar çok sevdiğim Turgay Şeren'i getirin" (3) dedi. Tek beklentisi buydu.
Bu haber 13 Ekim 1991 tarihli Nokta dergisinde yayınlanmıştı. Karıncaezmez'in ölmediğini, haliyle Galatasaray Kulüp Başkanı Alp Yalman'a da duyurmuştum. Hatta onunla bir buluşma için aracılık edebileceğimi de. Ancak Başkan, o günlerde 3-0 kazanılan Stahl (?) maçının ardından çok meşguldü, vakit ayıramadı. Yerine kulübün Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürü Erol Erkmen ilgilendi. Karıncaezmez'e bir forma, bir eşofman, bir çift tozluk hediye etti. Ayrıca bir de jübile yapabileceklerini söyledi. Bu Karıncaezmez'in de tek dileğiydi; bir jübile! Önemli bir maç öncesi, elinde sarı-kırmızı bayrağıyla santraya yürümek. Son bir kez renktaşlarına selam durmak!
Karıncaezmez'e fotoğraf çektirmek için Beyoğlu'na çıkıp kulübü ve Galatasaray Lisesi'ni ziyaret etmeyi teklif etmiştim. "Sürünerek bile olsa giderim" dedi. Kız kardeşinin yardımıyla kulübün hediyesi gıcır gıcır formayı giydi, sarı kırmızı kaşkolünü taktı, yola koyulduk. Arabamız Kabataş'tan Gümüşsuyu'na tırmanırken stadyumu gördü ve için için ağlamaya başladı. Tam 15 yıldır Taksim'e hiç çıkmamıştı. Mesela Tarlabaşı'nın yok edildiğini, Beyoğlu'nun araç trafiğine kapatıldığını, caddede tekrar tramvayın işlemeye başladığını ilk kez bizimle o gün gördü.
İlk durağımız Galatasaray Lisesi'ydi. Anıt kapının önünde saygı duruşundayken, çevresinde bir kalabalık oluşmuştu. Herkes "Bu Karıncaezmez mi" diye birbirine soruyordu. Aralarında "odur, değildir" diye iddiaya tutuşanlar bile oldu. Sonra Hasnun Galip Sokak'taki kulüp binasına gittik. Personelle hemen sarmaş dolaş oldu. Burada da selam durdu sonra, "yoruldum" dedi, evin yolunu tuttuk.
Bundan birkaç ay sonra Nokta'nın geleneksel "Doruktakiler"i seçilmiş, bunun için Cemal Reşit Rey Salonu'nda ödül töreni düzenlenmişti. Karıncaezmez'in bu şölene getirilmesi istendi. Çünkü "Doruktakiler"den biri de Galatasaray takımıydı. Ödülü kulüp başkanı Alp Yalman'a Karıncaezmez'in vermesi isteniyordu. Bunun için bir kez daha Merter'in yolunu tuttum. Törenin başlamasına bir saatten az bir zaman vardı. Karıncaezmez "Ben onun elini sıkmam" diye tutturdu. Bir "gelirim", bir "gelmem" diyordu. Kız kardeşinin, kocasının, çocuklarının da gelmesini şart koştu. Herkes giyindi kuşandı, ama o yine vazgeçti. Artık biz de pes etmiştik, vazgeçip dönmek üzereyken, –çünkü iki buçuk saattir yalvarıyorduk– kulağıma eğilip "Orda içki var mı" diye sordu. "Gani gani, hem de viski" cevabını alır almaz beş dakikada evden çıktık, 25 dakika sonra Karıncaezmez Cemal Reşit'in sahnesindeydi. Salon önce Cim Bom Cim Bom diye inledi, sonra tezahürat uzun bir alkışa döndü. Dakikalarca alkış topladıktan sonra koca salonu bir jestle susturdu ve o bu sessizlikte bin yıllık adam sesiyle şu şiirini okudu:
"Çiçek sever / Esans sürer / Karıncaezmez / Gönül kırmaz / Acele iş sevmez / 30 km.den fazla gitmez / Galatasaray'dan dönmez / Yakasında çiçek görmezse yaşayamaz / Şoför Şevki Güney."
Protokol koltuklarında kimler mi vardı; Nokta'nın yeni sahipleri Ahmet Özal, Bülent Şemiler, Engin Civan, Semra Özal, Zeynep Özal, Efe Özal, Sezen Aksu (ağlıyordu), Nükhet Duru, Müjde Ar, Bedri Baykam, programı sunansa Reha Muhtar.
Karıncaezmez Şevki
O bildiğiniz amigolardan değildi, hatta ona amigo bile denemez. O tribün korkulukları üzerinde sırtı seyirciye dönük olarak durur, taraftarı coşturmak için hiçbir şey yapmazdı. Yalnız takım atağa kalktı mı, tıpkı yan hakem gibi o da atağa katılırdı, ama ofsayta düşmeden.
Karıncaezmez yalnız coşkulu anlarında değil, en kötü günlerinde bile renk aşkından vazgeçmedi. İki çocuklu evliliği nihayete ererken mahkemeye yine tepeden tırnağa sarı-kırmızıya bulanmış halde gelmiş, hâkimin müsterih bir karar almasına kolaylık göstermişti. (Yakasında hemen adliyenin bahçesinden kopardığı defne yaprakları.)
NTVSPOR
Güncelleme: 18:15 TSİ 31 Ocak 2008 Perşembe
l Ümit BAYAZOÄžLU
Galatasaray tarihinin Metin Oktay gibi sembol figürlerinden Karıncaezmez Şevki, 1940-70 yılları arasında Türkiye'nin en tanınan simalarından biriydi. Tepeden tırnağa sarı-kırmızı ilginç kıyafetleri, sarı-kırmızı otomobili ve kendine özgü tavırlarıyla çok dikkat çekerdi.
1919 doğumlu Karıncaezmez'in gerçek adı Şevki Güney'di. Ona Karıncaezmez namını, devrin İstanbul emniyet amiri, sonradan içişleri bakanlığı da yapan Orhan Eyüboğlu vermişti. Çünkü Şevki aslen şofördü ve sürücülük hayatı boyunca bir tek kaza bile yapmamıştı. Yıllar boyu "İstanbul'un en kibar şoförü" seçilmesi boşuna değildi.
En büyük özelliği, 40 yıl boyunca hep çiçekle dolaşmasıydı. Ord. Prof. Şükrü Baban gibi, sosyete gazetecisi Ümit Deniz gibi o da piyasaya çiçeksiz çıkmazdı. Ceketinin mendil cebine yerleştirdiği su dolu küçük bir şişe içinde daima taze, kokulu çiçekler olurdu. Karısından boşanırken de yakasında çiçek vardı, stepneyi değiştirirken de. Dolmuş esnafı olmadan önce 15 yıl İETT'de direksiyon sallamıştı. Otobüsün şoför mahallini çiçek bahçesine çevirdiği için ve yakasından eksik etmediği çiçekler yüzünden bir gün işinden oldu. "Amirin" biri takmış, "mesai sırasında çiçek takmayacaksın" diye! Kılık-kıyafet nizamnamesine uygun değilmiş. Hiç çiçeksiz Karıncaezmez olur mu! (1)
Onu bu tarihten itibaren Taksim-Dolapdere, Taksim-Karaköy hattında, 1948 model bir Opel kaptı-kaçtıyla görmeye başladı İstanbullu'lar. Yalnız maç günleri güzergâh değiştirir, stadyuma ücretsiz taraftar taşırdı. Arabasının jantlarından biri sarı, biri kırmızı; çamurluklar, dikiz aynaları, far karpuzları, ön-arka kaput ve dört kapı keza sarı-kırmızıydı. Dolmuşun içi de bir âlemdi; gazetelerin ve dergilerin spor sayfalarından kesilmiş; Metin Oktay'ın bir volesi; Turgay'ın bir plonjonu; Candemir'le Büyük Ahmet'in (Berman) rakibe çift ayak dalışı; Mustafa, Talat, Turan çamurdan adam gibi soyunma odasına yürürken; Suat'ın bir çalımı; Yılmaz'ın kramptan kıvranışı; Ayhan, Ergün, Uğur eşofmanlı düz koşuda; Kadri, Coşkun, İsfendiyar tüm futbolcular ve bazı ünlü artist kartpostalları: Nana, Zennube, Mine Soley, v.s. Bütün bunlar sizinle birlikte seyahat ederdi.
O bildiğiniz amigolardan değildi, hatta ona amigo bile denemez. O tribün korkulukları üzerinde sırtı seyirciye dönük olarak durur, taraftarı coşturmak için hiçbir şey yapmazdı. Yalnız takım atağa kalktı mı, tıpkı yan hakem gibi o da atağa katılırdı, ama ofsayta düşmeden. İETT'deki işini kaybetmesi, onu çok zor bir hayatın beklediğine dair ilk sinyaldi. Çünkü sonrasında ihanetler, vefasızlıklar ve kabalıklar peş peşe gelmeye başladı. Önce eşi Bedia Hanım kızı Sıdıka ile oğlu Nuri'yi de yanına katıp evi terk etti. Hâkim, karşısında tepeden tırnağa sarı-kırmızı donanmış, "garip" bir adam görünce, davacıyı huzur içinde boşadı.
Artık Şevki hem işsiz hem de eşsizdi. Bu dönemde sarı-kırmızılı camia da onu bağrına basmadı. Galatasaray'ın ligdeki durumu pek parlak değildi. 3-2 yenildikleri bir Fenerbahçe maçında "uğursuz geliyor" diye onu tribün korkuluklarından aşağı attılar. Sağ kolu kırıldı. O sezon Karıncaezmez'i uğursuz diye stadyuma hiç sokmadılar. O da bunun üzerine her maç, stadyumun içini gören yamaçta (şimdiki kaçak gökdelenin yerinde), 45'er dakikadan iki devre, heykel gibi put kesilerek, kar, yağmur, çamur dinlemeden, sağ kolu havada futbolcuları selamladı. Bu mazoşizmi aynı zamanda onu stadyuma sokmayanları protesto etmek içindi.
Bu hoşgörüsüzlükle (2) kahroldu. Kolu aylarca alçıda gezdi. Araba kullanamıyordu. Ama asıl gücüne giden selam verememesiydi. Onun selamı, benzetmek gibi olmasın ama, biraz Nazi selamı gibiydi. Kimlere ve nelere selam vermezdi ki: Tabii tesadüfen de olsa yan yana gelmiş sarı-kırmızı "her şeye ve her nesneye", ayrıca "üniformalı" herkese, bütün meyhanelere, heykellere, anıt yapılara selam dururdu. Mesela Galatasaray Lisesi'nin tam karşısında kolunu kaldırıp caddenin orta yerinde bir selam durdu mu trafik kilitlenirdi. Arabaların Beyoğlu'nda çift yönlü gidip geldiği o yıllar, şoförler bu kavşakta Karıncaezmez'e rastladıklarında kızmazlar, bunu fırsat bilip, camlarını siler, lastiklerini kontrol eder, bir sigara yakıp, dat-dat diye korna çalarak ona tempo tutarlardı. Şevki selamı bazen yarım saate kadar uzatabiliyordu. Yani tatmin oluncaya, ikna buluncaya kadar. Bir başka örnek, Kapalıçarşı'dan ne zaman geçse, Şark Kıraathanesi'ne uğrar ve duvarlarını süsleyen tarihi malum portrelerden İran Şahı Pehlevi'nin babası Rıza Şah'ın resmi önünde, bir sandalye üstünde 20-25 dakika selam durmadan edemezdi.
Karıncaezmez'in kırık kolu bir türlü kaynamadı. Fenerli zorbalar nerede kıstırsalar dövüyorlar, sarı-kırmızı arabasını tahrip ediyorlardı. Kolu alçı içinde birkaç kere daha kırıldı, sonunda çürüdü, kangren oldu. Paşabahçe SSK Hastanesi'nde görevli Ergun Dizdaroğlu ile Ali Uras, onu kolunu keserek kurtardılar. Artık malum "selamını" veremeyecekti. Bu yüzden yaşama iyice küstü ve sessizce huzurdan çekildi.
Böylece yıllar geçti. Artık çok kimse onu öldü sanıyordu. Hatta öldüğüne dair gazetelerde haberler de çıkmıştı. Hiç aldırmadı. O bu sıralar sarı-kırmızı pijamalarıyla fakir hastane koridorlarında sürünüp duruyordu. Böbreklerinden, safra kesesinden ameliyatlar olmuştu. Sırım gibi adam giderek küçüldü, küçüldü, çöktü. Yetersiz beslenmeden aylarca hasta yattı. Ama kimseden yardım dilenmedi.
Metin Oktay'ın öldüğü gece TRT televizyonu "Taçsız Kral" diye bir film göstermişti. Bu film Metin Oktay'ın Ajda Pekkan, Gönül Yazar, Kadir Savun, Ayten Gökçer, Gündüz Kılıç ve Karıncaezmez ile çevirdiği ilk ve son filmiydi. O gece ekran karşısında Metin Oktay'la birlikte onu da "rahmetle" ananlar oldu. Halbuki Karıncaezmez ölmemişti. Merter'de kız kardeşi Nuriye Haskatar'ın himayesinde, iki odalı, 10 nüfuslu bir evde, artık hatırlanmaktan bile umudunu kesmiş vaziyette çile dolduruyordu. Bundan dokuz yıl önce 1991'de bir tesadüf eseri, "Milli Amigo Birol"un yardımıyla kendisini Merter Belediye Evleri, 800 Konutlar, B-16, Daire 5'te bulduğumda önce görüşmek istememişti. Çünkü "gazetecilere" de inanmıyordu. Güvenini kazanıncaya kadar ama yıldırmadan ısrarcı oldum, "Galatasaray camiasına istediğiniz mesajı gönderebilirsiniz" dedim. Ama hayır, o hiçbir şey istemiyordu. "İlle de bir iyilik yapmak istiyorsanız, sizden rica ediyorum bana Galatasaray'ın kalesini yıllarca bir panter gibi bekleyen, evladım kadar çok sevdiğim Turgay Şeren'i getirin" (3) dedi. Tek beklentisi buydu.
Bu haber 13 Ekim 1991 tarihli Nokta dergisinde yayınlanmıştı. Karıncaezmez'in ölmediğini, haliyle Galatasaray Kulüp Başkanı Alp Yalman'a da duyurmuştum. Hatta onunla bir buluşma için aracılık edebileceğimi de. Ancak Başkan, o günlerde 3-0 kazanılan Stahl (?) maçının ardından çok meşguldü, vakit ayıramadı. Yerine kulübün Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürü Erol Erkmen ilgilendi. Karıncaezmez'e bir forma, bir eşofman, bir çift tozluk hediye etti. Ayrıca bir de jübile yapabileceklerini söyledi. Bu Karıncaezmez'in de tek dileğiydi; bir jübile! Önemli bir maç öncesi, elinde sarı-kırmızı bayrağıyla santraya yürümek. Son bir kez renktaşlarına selam durmak!
Karıncaezmez'e fotoğraf çektirmek için Beyoğlu'na çıkıp kulübü ve Galatasaray Lisesi'ni ziyaret etmeyi teklif etmiştim. "Sürünerek bile olsa giderim" dedi. Kız kardeşinin yardımıyla kulübün hediyesi gıcır gıcır formayı giydi, sarı kırmızı kaşkolünü taktı, yola koyulduk. Arabamız Kabataş'tan Gümüşsuyu'na tırmanırken stadyumu gördü ve için için ağlamaya başladı. Tam 15 yıldır Taksim'e hiç çıkmamıştı. Mesela Tarlabaşı'nın yok edildiğini, Beyoğlu'nun araç trafiğine kapatıldığını, caddede tekrar tramvayın işlemeye başladığını ilk kez bizimle o gün gördü.
İlk durağımız Galatasaray Lisesi'ydi. Anıt kapının önünde saygı duruşundayken, çevresinde bir kalabalık oluşmuştu. Herkes "Bu Karıncaezmez mi" diye birbirine soruyordu. Aralarında "odur, değildir" diye iddiaya tutuşanlar bile oldu. Sonra Hasnun Galip Sokak'taki kulüp binasına gittik. Personelle hemen sarmaş dolaş oldu. Burada da selam durdu sonra, "yoruldum" dedi, evin yolunu tuttuk.
Bundan birkaç ay sonra Nokta'nın geleneksel "Doruktakiler"i seçilmiş, bunun için Cemal Reşit Rey Salonu'nda ödül töreni düzenlenmişti. Karıncaezmez'in bu şölene getirilmesi istendi. Çünkü "Doruktakiler"den biri de Galatasaray takımıydı. Ödülü kulüp başkanı Alp Yalman'a Karıncaezmez'in vermesi isteniyordu. Bunun için bir kez daha Merter'in yolunu tuttum. Törenin başlamasına bir saatten az bir zaman vardı. Karıncaezmez "Ben onun elini sıkmam" diye tutturdu. Bir "gelirim", bir "gelmem" diyordu. Kız kardeşinin, kocasının, çocuklarının da gelmesini şart koştu. Herkes giyindi kuşandı, ama o yine vazgeçti. Artık biz de pes etmiştik, vazgeçip dönmek üzereyken, –çünkü iki buçuk saattir yalvarıyorduk– kulağıma eğilip "Orda içki var mı" diye sordu. "Gani gani, hem de viski" cevabını alır almaz beş dakikada evden çıktık, 25 dakika sonra Karıncaezmez Cemal Reşit'in sahnesindeydi. Salon önce Cim Bom Cim Bom diye inledi, sonra tezahürat uzun bir alkışa döndü. Dakikalarca alkış topladıktan sonra koca salonu bir jestle susturdu ve o bu sessizlikte bin yıllık adam sesiyle şu şiirini okudu:
"Çiçek sever / Esans sürer / Karıncaezmez / Gönül kırmaz / Acele iş sevmez / 30 km.den fazla gitmez / Galatasaray'dan dönmez / Yakasında çiçek görmezse yaşayamaz / Şoför Şevki Güney."
Protokol koltuklarında kimler mi vardı; Nokta'nın yeni sahipleri Ahmet Özal, Bülent Şemiler, Engin Civan, Semra Özal, Zeynep Özal, Efe Özal, Sezen Aksu (ağlıyordu), Nükhet Duru, Müjde Ar, Bedri Baykam, programı sunansa Reha Muhtar.
Karıncaezmez'i o geceden sonra bir daha görmedim. Sonra birgün gazetelerden "gerçekten" öldüğünü öğrendim. Galatasaray'ın Mallorca'yı elediği maçtan bir gün önce, 23 Mart 2000 tarihinde, 81 yaşında hayata gözlerini yummuş, Turgay Şeren ve BJK amigosu Paşalı Birol'un da katıldığı bir törenle, Fatih Camii'nden kaldırılarak toprağa verilmiş. Bir gazete onun ardında şu başlığı atmıştı: "Son 90'ı göremedi." Görseydi iyi olurdu, ama hiçbir başarı onun gözünde 1968-69 sezonu kazanılan şampiyonluk kadar kıymetli olamazdı. Çünkü bu onun tribünlerde kutladığı son şampiyonluktu ve şampiyonun 10 numaralı santrforu Metin Oktay futbola o sezon gol kralı olarak veda etmişti.
Karıncaezmez'e şampiyon kadro dediniz mi bir çırpıda sıralardı; "Kalede Nihat, Ali, Ergün, Muzaffer, Talat, Turhan, Mehmet, Ayhan, Gökmen, Metin, Uğur." Galatasaray Kulübü Karıncaezmez'in cenaze masraflarını üstlenerek ona sahip çıkmış. Geçtiğimiz aylarda Florya tesislerine Metin Oktay'ın heykelini dikmişlerdi. Maziye sahip çıkan yönetim, Ali Sami Yen'nin yeniden düzenlenişi sırasında herhalde Karıncaezmez'in çoktan hak ettiği heykelini unutmaz.
Karıncaezmez'in Akbaba okuyucularına ithaf ettiği bir şiir:
Çarpar dağıtmaz
Acele iş istemez
Otuz kilometreden fazla gitmez
Esans sürmeden duramaz
Çiçek koklamadan yapamaz
Çarpar incitmez
Sarı-Kırmızı'yı görmeden yaşayamaz
Galatasaray yenilince göz yaşlarını tutamaz
Ölse Galatasaray'dan vazgeçmez
Tabutu, mezarı Sarı-Kırmızı olmazsa
Kabrinde rahat edemez
Allah'tan âşık olanları tebrik ederim!
Amiiin.
(1) Ali Uras ile Semih Haznedaroğlu'nun Galatasaray Kulübü başkanlığı için çekiştiği kongrede Karıncaezmez'i "renktaşları" bir güzel benzetmişti. Suçu; kongre sırasında kürsüye çıkıp, elinde bayrakla selam durmak.
(2) "Bir gün Yeşilköy'de bir köşkün bahçesinde sarılı kırmızılı bir Avrupa gülü gördüm. Rengi öyle çekiciydi ki, yanına yaklaştım kokladım. Kokusu da çok güzeldi. İşte o gün bende çiçek sevgisi, sarı-kırmızı sevgisi, güzel koku sevgisi başladı." Mithatpaşa (İnönü) Stadı'nın kapalı tribününün sol tarafında oturan Galatasaraylı seyircilerin maskotu, futbol meraklılarının çok iyi tanıdığı Karıncaezmez Şevki üç aşkını böyle anlattı. Şevki, Galatasaray tribününün en tipik seyircisidir. Öteki kulüp taraftarlarıyla da iyi geçinir. Hele bugünlerde Karagümrüklü Gardırop Fuat'la aralarından su sızmıyor. Geçen gün Gardırop'a sarı-kırmızı güllerden yapılmış bir buket hediye etmiş. Karıncaezmez çiçeksiz edemez. Dişinden tırnağından artırdığı üç-beş kuruşla bir taksi almış. Taksisini sarıya kırmızıya boyamış, çiçeklerle donatmış. Şimdi sarı gömlek, kırmızı ceket giyiyor. Bir ayağındaki çorap sarı öbüründeki kırmızı. Üzerinde, arabasında sarı-kırmızıdan gayri bir başka renk bulamazsınız. Arabasının içinde esansını da eksik etmez. Kimseyi incitmemeye çalışır. Bu yüzden adı Karıncaezmez'e çıkmıştır.
(3) Turgay Şeren, Nokta'da çıkan bu haberden sonra Karıncaezmez'i evinde ziyaret ederek yardımda bulunmuştu.
(Hayat Ocak 1950)
Karıncaezmez yalnız coşkulu anlarında değil, en kötü günlerinde bile renk aşkından vazgeçmedi. İki çocuklu evliliği nihayete ererken mahkemeye yine tepeden tırnağa sarı-kırmızıya bulanmış halde gelmiş, hâkimin müsterih bir karar almasına kolaylık göstermişti. (Yakasında hemen adliyenin bahçesinden kopardığı defne yaprakları.)
Galatasaray tarihinin Metin Oktay gibi sembol figürlerinden Karıncaezmez Şevki, 1940-70 yılları arasında Türkiye'nin en tanınan simalarından biriydi. Tepeden tırnağa sarı-kırmızı ilginç kıyafetleri, sarı-kırmızı [b]otomobili[/b] ve kendine özgü tavırlarıyla çok dikkat çekerdi.
1919 doğumlu Karıncaezmez'in gerçek adı Şevki Güney'di. Ona Karıncaezmez namını, devrin İstanbul emniyet amiri, sonradan içişleri bakanlığı da yapan Orhan Eyüboğlu vermişti. Çünkü Şevki aslen şofördü ve sürücülük hayatı boyunca bir tek kaza bile yapmamıştı. Yıllar boyu "İstanbul'un en kibar şoförü" seçilmesi boşuna değildi.
En büyük özelliği, 40 yıl boyunca hep çiçekle dolaşmasıydı. Ord. Prof. Şükrü Baban gibi, sosyete gazetecisi Ümit Deniz gibi o da piyasaya çiçeksiz çıkmazdı. Ceketinin mendil cebine yerleştirdiği su dolu küçük bir şişe içinde daima taze, kokulu çiçekler olurdu. Karısından boşanırken de yakasında çiçek vardı, stepneyi değiştirirken de. Dolmuş esnafı olmadan önce 15 yıl İETT'de direksiyon sallamıştı. Otobüsün [b]şoför[/b] mahallini çiçek bahçesine çevirdiği için ve yakasından eksik etmediği çiçekler yüzünden bir gün işinden oldu. "Amirin" biri takmış, "mesai sırasında çiçek takmayacaksın" diye! Kılık-kıyafet nizamnamesine uygun değilmiş. Hiç çiçeksiz Karıncaezmez olur mu! (1)
Onu bu tarihten itibaren Taksim-Dolapdere, Taksim-Karaköy hattında, 1948 model bir Opel kaptı-kaçtıyla görmeye başladı İstanbullu'lar. Yalnız maç günleri güzergâh değiştirir, stadyuma ücretsiz taraftar taşırdı. Arabasının jantlarından biri sarı, biri kırmızı; çamurluklar, dikiz aynaları, far karpuzları, ön-arka kaput ve dört kapı keza sarı-kırmızıydı. Dolmuşun içi de bir âlemdi; gazetelerin ve dergilerin spor sayfalarından kesilmiş; Metin Oktay'ın bir volesi; Turgay'ın bir plonjonu; Candemir'le Büyük Ahmet'in (Berman) rakibe çift ayak dalışı; Mustafa, Talat, Turan çamurdan adam gibi soyunma odasına yürürken; Suat'ın bir çalımı; Yılmaz'ın kramptan kıvranışı; Ayhan, Ergün, Uğur eşofmanlı düz koşuda; Kadri, Coşkun, İsfendiyar tüm futbolcular ve bazı ünlü artist kartpostalları: Nana, Zennube, Mine Soley, v.s. Bütün bunlar sizinle birlikte [b]seyahat[/b] ederdi.
O bildiğiniz amigolardan değildi, hatta ona amigo bile denemez. O tribün korkulukları üzerinde sırtı seyirciye dönük olarak durur, taraftarı coşturmak için hiçbir şey yapmazdı. Yalnız takım atağa kalktı mı, tıpkı yan hakem gibi o da atağa katılırdı, ama ofsayta düşmeden. İETT'deki işini kaybetmesi, onu çok zor bir hayatın beklediğine dair ilk sinyaldi. Çünkü sonrasında ihanetler, vefasızlıklar ve kabalıklar peş peşe gelmeye başladı. Önce eşi Bedia Hanım kızı Sıdıka ile oğlu Nuri'yi de yanına katıp evi terk etti. Hâkim, karşısında tepeden tırnağa sarı-kırmızı donanmış, "garip" bir adam görünce, davacıyı huzur içinde boşadı.
Artık Şevki hem işsiz hem de eşsizdi. Bu dönemde sarı-kırmızılı camia da onu bağrına basmadı. Galatasaray'ın ligdeki durumu pek parlak değildi. 3-2 yenildikleri bir Fenerbahçe maçında "uğursuz geliyor" diye onu tribün korkuluklarından aşağı attılar. Sağ kolu kırıldı. O sezon Karıncaezmez'i uğursuz diye stadyuma hiç sokmadılar. O da bunun üzerine her maç, stadyumun içini gören yamaçta (şimdiki kaçak gökdelenin yerinde), 45'er dakikadan iki devre, heykel gibi put kesilerek, kar, yağmur, çamur dinlemeden, sağ kolu havada futbolcuları selamladı. Bu mazoşizmi aynı zamanda onu stadyuma sokmayanları protesto etmek içindi.
Bu hoşgörüsüzlükle (2) kahroldu. Kolu aylarca alçıda gezdi. Araba kullanamıyordu. Ama asıl gücüne giden selam verememesiydi. Onun selamı, benzetmek gibi olmasın ama, biraz Nazi selamı gibiydi. Kimlere ve nelere selam vermezdi ki: Tabii tesadüfen de olsa yan yana gelmiş sarı-kırmızı "her şeye ve her nesneye", ayrıca "üniformalı" herkese, bütün meyhanelere, heykellere, anıt yapılara selam dururdu. Mesela Galatasaray Lisesi'nin tam karşısında kolunu kaldırıp caddenin orta yerinde bir selam durdu mu trafik kilitlenirdi. Arabaların Beyoğlu'nda çift yönlü gidip geldiği o yıllar, şoförler bu kavşakta Karıncaezmez'e rastladıklarında kızmazlar, bunu fırsat bilip, camlarını siler, lastiklerini kontrol eder, bir sigara yakıp, dat-dat diye korna çalarak ona tempo tutarlardı. Şevki selamı bazen yarım saate kadar uzatabiliyordu. Yani tatmin oluncaya, ikna buluncaya kadar. Bir başka örnek, Kapalıçarşı'dan ne zaman geçse, Şark Kıraathanesi'ne uğrar ve duvarlarını süsleyen tarihi malum portrelerden İran Şahı Pehlevi'nin babası Rıza Şah'ın resmi önünde, bir sandalye üstünde 20-25 dakika selam durmadan edemezdi.
Karıncaezmez'in kırık kolu bir türlü kaynamadı. Fenerli zorbalar nerede kıstırsalar dövüyorlar, sarı-kırmızı arabasını tahrip ediyorlardı. Kolu alçı içinde birkaç kere daha kırıldı, sonunda çürüdü, kangren oldu. Paşabahçe SSK Hastanesi'nde görevli Ergun Dizdaroğlu ile Ali Uras, onu kolunu keserek kurtardılar. Artık malum "selamını" veremeyecekti. Bu yüzden yaşama iyice küstü ve sessizce huzurdan çekildi.
Böylece yıllar geçti. Artık çok kimse onu öldü sanıyordu. Hatta öldüğüne dair gazetelerde haberler de çıkmıştı. Hiç aldırmadı. O bu sıralar sarı-kırmızı pijamalarıyla fakir hastane koridorlarında sürünüp duruyordu. Böbreklerinden, safra kesesinden ameliyatlar olmuştu. Sırım gibi adam giderek küçüldü, küçüldü, çöktü. Yetersiz beslenmeden aylarca hasta yattı. Ama kimseden yardım dilenmedi.
Metin Oktay'ın öldüğü gece TRT televizyonu "Taçsız Kral" diye bir film göstermişti. Bu film Metin Oktay'ın Ajda Pekkan, Gönül Yazar, Kadir Savun, Ayten Gökçer, Gündüz Kılıç ve Karıncaezmez ile çevirdiği ilk ve son filmiydi. O gece ekran karşısında Metin Oktay'la birlikte onu da "rahmetle" ananlar oldu. Halbuki Karıncaezmez ölmemişti. Merter'de kız kardeşi Nuriye Haskatar'ın himayesinde, iki odalı, 10 nüfuslu bir evde, artık hatırlanmaktan bile umudunu kesmiş vaziyette çile dolduruyordu. Bundan dokuz yıl önce 1991'de bir tesadüf eseri, "Milli Amigo Birol"un yardımıyla kendisini Merter Belediye Evleri, 800 Konutlar, B-16, Daire 5'te bulduğumda önce görüşmek istememişti. Çünkü "gazetecilere" de inanmıyordu. Güvenini kazanıncaya kadar ama yıldırmadan ısrarcı oldum, "Galatasaray camiasına istediğiniz mesajı gönderebilirsiniz" dedim. Ama hayır, o hiçbir şey istemiyordu. "İlle de bir iyilik yapmak istiyorsanız, sizden rica ediyorum bana Galatasaray'ın kalesini yıllarca bir panter gibi bekleyen, evladım kadar çok sevdiğim Turgay Şeren'i getirin" (3) dedi. Tek beklentisi buydu.
Bu haber 13 Ekim 1991 tarihli Nokta dergisinde yayınlanmıştı. Karıncaezmez'in ölmediğini, haliyle Galatasaray Kulüp Başkanı Alp Yalman'a da duyurmuştum. Hatta onunla bir buluşma için aracılık edebileceğimi de. Ancak Başkan, o günlerde 3-0 kazanılan Stahl (?) maçının ardından çok meşguldü, vakit ayıramadı. Yerine kulübün Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürü Erol Erkmen ilgilendi. Karıncaezmez'e bir forma, bir eşofman, bir çift tozluk hediye etti. Ayrıca bir de jübile yapabileceklerini söyledi. Bu Karıncaezmez'in de tek dileğiydi; bir jübile! Önemli bir maç öncesi, elinde sarı-kırmızı bayrağıyla santraya yürümek. Son bir kez renktaşlarına selam durmak!
Karıncaezmez'e fotoğraf çektirmek için Beyoğlu'na çıkıp kulübü ve Galatasaray Lisesi'ni ziyaret etmeyi teklif etmiştim. "Sürünerek bile olsa giderim" dedi. Kız kardeşinin yardımıyla kulübün hediyesi gıcır gıcır formayı giydi, sarı kırmızı kaşkolünü taktı, yola koyulduk. Arabamız Kabataş'tan Gümüşsuyu'na tırmanırken stadyumu gördü ve için için ağlamaya başladı. Tam 15 yıldır Taksim'e hiç çıkmamıştı. Mesela Tarlabaşı'nın yok edildiğini, Beyoğlu'nun araç trafiğine kapatıldığını, caddede tekrar tramvayın işlemeye başladığını ilk kez bizimle o gün gördü.
İlk durağımız Galatasaray Lisesi'ydi. Anıt kapının önünde saygı duruşundayken, çevresinde bir kalabalık oluşmuştu. Herkes "Bu Karıncaezmez mi" diye birbirine soruyordu. Aralarında "odur, değildir" diye iddiaya tutuşanlar bile oldu. Sonra Hasnun Galip Sokak'taki kulüp binasına gittik. Personelle hemen sarmaş dolaş oldu. Burada da selam durdu sonra, "yoruldum" dedi, evin yolunu tuttuk.
Bundan birkaç ay sonra Nokta'nın geleneksel "Doruktakiler"i seçilmiş, bunun için Cemal Reşit Rey Salonu'nda ödül töreni düzenlenmişti. Karıncaezmez'in bu şölene getirilmesi istendi. Çünkü "Doruktakiler"den biri de Galatasaray takımıydı. Ödülü kulüp başkanı Alp Yalman'a Karıncaezmez'in vermesi isteniyordu. Bunun için bir kez daha Merter'in yolunu tuttum. Törenin başlamasına bir saatten az bir zaman vardı. Karıncaezmez "Ben onun elini sıkmam" diye tutturdu. Bir "gelirim", bir "gelmem" diyordu. Kız kardeşinin, kocasının, çocuklarının da gelmesini şart koştu. Herkes giyindi kuşandı, ama o yine vazgeçti. Artık biz de pes etmiştik, vazgeçip dönmek üzereyken, –çünkü iki buçuk saattir yalvarıyorduk– kulağıma eğilip "Orda içki var mı" diye sordu. "Gani gani, hem de viski" cevabını alır almaz beş dakikada evden çıktık, 25 dakika sonra Karıncaezmez Cemal Reşit'in sahnesindeydi. Salon önce Cim Bom Cim Bom diye inledi, sonra tezahürat uzun bir alkışa döndü. Dakikalarca alkış topladıktan sonra koca salonu bir jestle susturdu ve o bu sessizlikte bin yıllık adam sesiyle şu şiirini okudu:
"Çiçek sever / Esans sürer / Karıncaezmez / Gönül kırmaz / Acele iş sevmez / 30 km.den fazla gitmez / Galatasaray'dan dönmez / Yakasında çiçek görmezse yaşayamaz / Şoför Şevki Güney."
Protokol koltuklarında kimler mi vardı; Nokta'nın yeni sahipleri Ahmet Özal, Bülent Şemiler, Engin Civan, Semra Özal, Zeynep Özal, Efe Özal, Sezen Aksu (ağlıyordu), Nükhet Duru, Müjde Ar, Bedri Baykam, programı sunansa Reha Muhtar.
Karıncaezmez Şevki
O bildiğiniz amigolardan değildi, hatta ona amigo bile denemez. O tribün korkulukları üzerinde sırtı seyirciye dönük olarak durur, taraftarı coşturmak için hiçbir şey yapmazdı. Yalnız takım atağa kalktı mı, tıpkı yan hakem gibi o da atağa katılırdı, ama ofsayta düşmeden.
Karıncaezmez yalnız coşkulu anlarında değil, en kötü günlerinde bile renk aşkından vazgeçmedi. İki çocuklu evliliği nihayete ererken mahkemeye yine tepeden tırnağa sarı-kırmızıya bulanmış halde gelmiş, hâkimin müsterih bir karar almasına kolaylık göstermişti. (Yakasında hemen adliyenin bahçesinden kopardığı defne yaprakları.)
NTVSPOR
Güncelleme: 18:15 TSİ 31 Ocak 2008 Perşembe
l Ümit BAYAZOÄžLU
Galatasaray tarihinin Metin Oktay gibi sembol figürlerinden Karıncaezmez Şevki, 1940-70 yılları arasında Türkiye'nin en tanınan simalarından biriydi. Tepeden tırnağa sarı-kırmızı ilginç kıyafetleri, sarı-kırmızı otomobili ve kendine özgü tavırlarıyla çok dikkat çekerdi.
1919 doğumlu Karıncaezmez'in gerçek adı Şevki Güney'di. Ona Karıncaezmez namını, devrin İstanbul emniyet amiri, sonradan içişleri bakanlığı da yapan Orhan Eyüboğlu vermişti. Çünkü Şevki aslen şofördü ve sürücülük hayatı boyunca bir tek kaza bile yapmamıştı. Yıllar boyu "İstanbul'un en kibar şoförü" seçilmesi boşuna değildi.
En büyük özelliği, 40 yıl boyunca hep çiçekle dolaşmasıydı. Ord. Prof. Şükrü Baban gibi, sosyete gazetecisi Ümit Deniz gibi o da piyasaya çiçeksiz çıkmazdı. Ceketinin mendil cebine yerleştirdiği su dolu küçük bir şişe içinde daima taze, kokulu çiçekler olurdu. Karısından boşanırken de yakasında çiçek vardı, stepneyi değiştirirken de. Dolmuş esnafı olmadan önce 15 yıl İETT'de direksiyon sallamıştı. Otobüsün şoför mahallini çiçek bahçesine çevirdiği için ve yakasından eksik etmediği çiçekler yüzünden bir gün işinden oldu. "Amirin" biri takmış, "mesai sırasında çiçek takmayacaksın" diye! Kılık-kıyafet nizamnamesine uygun değilmiş. Hiç çiçeksiz Karıncaezmez olur mu! (1)
Onu bu tarihten itibaren Taksim-Dolapdere, Taksim-Karaköy hattında, 1948 model bir Opel kaptı-kaçtıyla görmeye başladı İstanbullu'lar. Yalnız maç günleri güzergâh değiştirir, stadyuma ücretsiz taraftar taşırdı. Arabasının jantlarından biri sarı, biri kırmızı; çamurluklar, dikiz aynaları, far karpuzları, ön-arka kaput ve dört kapı keza sarı-kırmızıydı. Dolmuşun içi de bir âlemdi; gazetelerin ve dergilerin spor sayfalarından kesilmiş; Metin Oktay'ın bir volesi; Turgay'ın bir plonjonu; Candemir'le Büyük Ahmet'in (Berman) rakibe çift ayak dalışı; Mustafa, Talat, Turan çamurdan adam gibi soyunma odasına yürürken; Suat'ın bir çalımı; Yılmaz'ın kramptan kıvranışı; Ayhan, Ergün, Uğur eşofmanlı düz koşuda; Kadri, Coşkun, İsfendiyar tüm futbolcular ve bazı ünlü artist kartpostalları: Nana, Zennube, Mine Soley, v.s. Bütün bunlar sizinle birlikte seyahat ederdi.
O bildiğiniz amigolardan değildi, hatta ona amigo bile denemez. O tribün korkulukları üzerinde sırtı seyirciye dönük olarak durur, taraftarı coşturmak için hiçbir şey yapmazdı. Yalnız takım atağa kalktı mı, tıpkı yan hakem gibi o da atağa katılırdı, ama ofsayta düşmeden. İETT'deki işini kaybetmesi, onu çok zor bir hayatın beklediğine dair ilk sinyaldi. Çünkü sonrasında ihanetler, vefasızlıklar ve kabalıklar peş peşe gelmeye başladı. Önce eşi Bedia Hanım kızı Sıdıka ile oğlu Nuri'yi de yanına katıp evi terk etti. Hâkim, karşısında tepeden tırnağa sarı-kırmızı donanmış, "garip" bir adam görünce, davacıyı huzur içinde boşadı.
Artık Şevki hem işsiz hem de eşsizdi. Bu dönemde sarı-kırmızılı camia da onu bağrına basmadı. Galatasaray'ın ligdeki durumu pek parlak değildi. 3-2 yenildikleri bir Fenerbahçe maçında "uğursuz geliyor" diye onu tribün korkuluklarından aşağı attılar. Sağ kolu kırıldı. O sezon Karıncaezmez'i uğursuz diye stadyuma hiç sokmadılar. O da bunun üzerine her maç, stadyumun içini gören yamaçta (şimdiki kaçak gökdelenin yerinde), 45'er dakikadan iki devre, heykel gibi put kesilerek, kar, yağmur, çamur dinlemeden, sağ kolu havada futbolcuları selamladı. Bu mazoşizmi aynı zamanda onu stadyuma sokmayanları protesto etmek içindi.
Bu hoşgörüsüzlükle (2) kahroldu. Kolu aylarca alçıda gezdi. Araba kullanamıyordu. Ama asıl gücüne giden selam verememesiydi. Onun selamı, benzetmek gibi olmasın ama, biraz Nazi selamı gibiydi. Kimlere ve nelere selam vermezdi ki: Tabii tesadüfen de olsa yan yana gelmiş sarı-kırmızı "her şeye ve her nesneye", ayrıca "üniformalı" herkese, bütün meyhanelere, heykellere, anıt yapılara selam dururdu. Mesela Galatasaray Lisesi'nin tam karşısında kolunu kaldırıp caddenin orta yerinde bir selam durdu mu trafik kilitlenirdi. Arabaların Beyoğlu'nda çift yönlü gidip geldiği o yıllar, şoförler bu kavşakta Karıncaezmez'e rastladıklarında kızmazlar, bunu fırsat bilip, camlarını siler, lastiklerini kontrol eder, bir sigara yakıp, dat-dat diye korna çalarak ona tempo tutarlardı. Şevki selamı bazen yarım saate kadar uzatabiliyordu. Yani tatmin oluncaya, ikna buluncaya kadar. Bir başka örnek, Kapalıçarşı'dan ne zaman geçse, Şark Kıraathanesi'ne uğrar ve duvarlarını süsleyen tarihi malum portrelerden İran Şahı Pehlevi'nin babası Rıza Şah'ın resmi önünde, bir sandalye üstünde 20-25 dakika selam durmadan edemezdi.
Karıncaezmez'in kırık kolu bir türlü kaynamadı. Fenerli zorbalar nerede kıstırsalar dövüyorlar, sarı-kırmızı arabasını tahrip ediyorlardı. Kolu alçı içinde birkaç kere daha kırıldı, sonunda çürüdü, kangren oldu. Paşabahçe SSK Hastanesi'nde görevli Ergun Dizdaroğlu ile Ali Uras, onu kolunu keserek kurtardılar. Artık malum "selamını" veremeyecekti. Bu yüzden yaşama iyice küstü ve sessizce huzurdan çekildi.
Böylece yıllar geçti. Artık çok kimse onu öldü sanıyordu. Hatta öldüğüne dair gazetelerde haberler de çıkmıştı. Hiç aldırmadı. O bu sıralar sarı-kırmızı pijamalarıyla fakir hastane koridorlarında sürünüp duruyordu. Böbreklerinden, safra kesesinden ameliyatlar olmuştu. Sırım gibi adam giderek küçüldü, küçüldü, çöktü. Yetersiz beslenmeden aylarca hasta yattı. Ama kimseden yardım dilenmedi.
Metin Oktay'ın öldüğü gece TRT televizyonu "Taçsız Kral" diye bir film göstermişti. Bu film Metin Oktay'ın Ajda Pekkan, Gönül Yazar, Kadir Savun, Ayten Gökçer, Gündüz Kılıç ve Karıncaezmez ile çevirdiği ilk ve son filmiydi. O gece ekran karşısında Metin Oktay'la birlikte onu da "rahmetle" ananlar oldu. Halbuki Karıncaezmez ölmemişti. Merter'de kız kardeşi Nuriye Haskatar'ın himayesinde, iki odalı, 10 nüfuslu bir evde, artık hatırlanmaktan bile umudunu kesmiş vaziyette çile dolduruyordu. Bundan dokuz yıl önce 1991'de bir tesadüf eseri, "Milli Amigo Birol"un yardımıyla kendisini Merter Belediye Evleri, 800 Konutlar, B-16, Daire 5'te bulduğumda önce görüşmek istememişti. Çünkü "gazetecilere" de inanmıyordu. Güvenini kazanıncaya kadar ama yıldırmadan ısrarcı oldum, "Galatasaray camiasına istediğiniz mesajı gönderebilirsiniz" dedim. Ama hayır, o hiçbir şey istemiyordu. "İlle de bir iyilik yapmak istiyorsanız, sizden rica ediyorum bana Galatasaray'ın kalesini yıllarca bir panter gibi bekleyen, evladım kadar çok sevdiğim Turgay Şeren'i getirin" (3) dedi. Tek beklentisi buydu.
Bu haber 13 Ekim 1991 tarihli Nokta dergisinde yayınlanmıştı. Karıncaezmez'in ölmediğini, haliyle Galatasaray Kulüp Başkanı Alp Yalman'a da duyurmuştum. Hatta onunla bir buluşma için aracılık edebileceğimi de. Ancak Başkan, o günlerde 3-0 kazanılan Stahl (?) maçının ardından çok meşguldü, vakit ayıramadı. Yerine kulübün Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürü Erol Erkmen ilgilendi. Karıncaezmez'e bir forma, bir eşofman, bir çift tozluk hediye etti. Ayrıca bir de jübile yapabileceklerini söyledi. Bu Karıncaezmez'in de tek dileğiydi; bir jübile! Önemli bir maç öncesi, elinde sarı-kırmızı bayrağıyla santraya yürümek. Son bir kez renktaşlarına selam durmak!
Karıncaezmez'e fotoğraf çektirmek için Beyoğlu'na çıkıp kulübü ve Galatasaray Lisesi'ni ziyaret etmeyi teklif etmiştim. "Sürünerek bile olsa giderim" dedi. Kız kardeşinin yardımıyla kulübün hediyesi gıcır gıcır formayı giydi, sarı kırmızı kaşkolünü taktı, yola koyulduk. Arabamız Kabataş'tan Gümüşsuyu'na tırmanırken stadyumu gördü ve için için ağlamaya başladı. Tam 15 yıldır Taksim'e hiç çıkmamıştı. Mesela Tarlabaşı'nın yok edildiğini, Beyoğlu'nun araç trafiğine kapatıldığını, caddede tekrar tramvayın işlemeye başladığını ilk kez bizimle o gün gördü.
İlk durağımız Galatasaray Lisesi'ydi. Anıt kapının önünde saygı duruşundayken, çevresinde bir kalabalık oluşmuştu. Herkes "Bu Karıncaezmez mi" diye birbirine soruyordu. Aralarında "odur, değildir" diye iddiaya tutuşanlar bile oldu. Sonra Hasnun Galip Sokak'taki kulüp binasına gittik. Personelle hemen sarmaş dolaş oldu. Burada da selam durdu sonra, "yoruldum" dedi, evin yolunu tuttuk.
Bundan birkaç ay sonra Nokta'nın geleneksel "Doruktakiler"i seçilmiş, bunun için Cemal Reşit Rey Salonu'nda ödül töreni düzenlenmişti. Karıncaezmez'in bu şölene getirilmesi istendi. Çünkü "Doruktakiler"den biri de Galatasaray takımıydı. Ödülü kulüp başkanı Alp Yalman'a Karıncaezmez'in vermesi isteniyordu. Bunun için bir kez daha Merter'in yolunu tuttum. Törenin başlamasına bir saatten az bir zaman vardı. Karıncaezmez "Ben onun elini sıkmam" diye tutturdu. Bir "gelirim", bir "gelmem" diyordu. Kız kardeşinin, kocasının, çocuklarının da gelmesini şart koştu. Herkes giyindi kuşandı, ama o yine vazgeçti. Artık biz de pes etmiştik, vazgeçip dönmek üzereyken, –çünkü iki buçuk saattir yalvarıyorduk– kulağıma eğilip "Orda içki var mı" diye sordu. "Gani gani, hem de viski" cevabını alır almaz beş dakikada evden çıktık, 25 dakika sonra Karıncaezmez Cemal Reşit'in sahnesindeydi. Salon önce Cim Bom Cim Bom diye inledi, sonra tezahürat uzun bir alkışa döndü. Dakikalarca alkış topladıktan sonra koca salonu bir jestle susturdu ve o bu sessizlikte bin yıllık adam sesiyle şu şiirini okudu:
"Çiçek sever / Esans sürer / Karıncaezmez / Gönül kırmaz / Acele iş sevmez / 30 km.den fazla gitmez / Galatasaray'dan dönmez / Yakasında çiçek görmezse yaşayamaz / Şoför Şevki Güney."
Protokol koltuklarında kimler mi vardı; Nokta'nın yeni sahipleri Ahmet Özal, Bülent Şemiler, Engin Civan, Semra Özal, Zeynep Özal, Efe Özal, Sezen Aksu (ağlıyordu), Nükhet Duru, Müjde Ar, Bedri Baykam, programı sunansa Reha Muhtar.
Karıncaezmez'i o geceden sonra bir daha görmedim. Sonra birgün gazetelerden "gerçekten" öldüğünü öğrendim. Galatasaray'ın Mallorca'yı elediği maçtan bir gün önce, 23 Mart 2000 tarihinde, 81 yaşında hayata gözlerini yummuş, Turgay Şeren ve BJK amigosu Paşalı Birol'un da katıldığı bir törenle, Fatih Camii'nden kaldırılarak toprağa verilmiş. Bir gazete onun ardında şu başlığı atmıştı: "Son 90'ı göremedi." Görseydi iyi olurdu, ama hiçbir başarı onun gözünde 1968-69 sezonu kazanılan şampiyonluk kadar kıymetli olamazdı. Çünkü bu onun tribünlerde kutladığı son şampiyonluktu ve şampiyonun 10 numaralı santrforu Metin Oktay futbola o sezon gol kralı olarak veda etmişti.
Karıncaezmez'e şampiyon kadro dediniz mi bir çırpıda sıralardı; "Kalede Nihat, Ali, Ergün, Muzaffer, Talat, Turhan, Mehmet, Ayhan, Gökmen, Metin, Uğur." Galatasaray Kulübü Karıncaezmez'in cenaze masraflarını üstlenerek ona sahip çıkmış. Geçtiğimiz aylarda Florya tesislerine Metin Oktay'ın heykelini dikmişlerdi. Maziye sahip çıkan yönetim, Ali Sami Yen'nin yeniden düzenlenişi sırasında herhalde Karıncaezmez'in çoktan hak ettiği heykelini unutmaz.
Karıncaezmez'in Akbaba okuyucularına ithaf ettiği bir şiir:
Çarpar dağıtmaz
Acele iş istemez
Otuz kilometreden fazla gitmez
Esans sürmeden duramaz
Çiçek koklamadan yapamaz
Çarpar incitmez
Sarı-Kırmızı'yı görmeden yaşayamaz
Galatasaray yenilince göz yaşlarını tutamaz
Ölse Galatasaray'dan vazgeçmez
Tabutu, mezarı Sarı-Kırmızı olmazsa
Kabrinde rahat edemez
Allah'tan âşık olanları tebrik ederim!
Amiiin.
(1) Ali Uras ile Semih Haznedaroğlu'nun Galatasaray Kulübü başkanlığı için çekiştiği kongrede Karıncaezmez'i "renktaşları" bir güzel benzetmişti. Suçu; kongre sırasında kürsüye çıkıp, elinde bayrakla selam durmak.
(2) "Bir gün Yeşilköy'de bir köşkün bahçesinde sarılı kırmızılı bir Avrupa gülü gördüm. Rengi öyle çekiciydi ki, yanına yaklaştım kokladım. Kokusu da çok güzeldi. İşte o gün bende çiçek sevgisi, sarı-kırmızı sevgisi, güzel koku sevgisi başladı." Mithatpaşa (İnönü) Stadı'nın kapalı tribününün sol tarafında oturan Galatasaraylı seyircilerin maskotu, futbol meraklılarının çok iyi tanıdığı Karıncaezmez Şevki üç aşkını böyle anlattı. Şevki, Galatasaray tribününün en tipik seyircisidir. Öteki kulüp taraftarlarıyla da iyi geçinir. Hele bugünlerde Karagümrüklü Gardırop Fuat'la aralarından su sızmıyor. Geçen gün Gardırop'a sarı-kırmızı güllerden yapılmış bir buket hediye etmiş. Karıncaezmez çiçeksiz edemez. Dişinden tırnağından artırdığı üç-beş kuruşla bir taksi almış. Taksisini sarıya kırmızıya boyamış, çiçeklerle donatmış. Şimdi sarı gömlek, kırmızı ceket giyiyor. Bir ayağındaki çorap sarı öbüründeki kırmızı. Üzerinde, arabasında sarı-kırmızıdan gayri bir başka renk bulamazsınız. Arabasının içinde esansını da eksik etmez. Kimseyi incitmemeye çalışır. Bu yüzden adı Karıncaezmez'e çıkmıştır.
(3) Turgay Şeren, Nokta'da çıkan bu haberden sonra Karıncaezmez'i evinde ziyaret ederek yardımda bulunmuştu.
(Hayat Ocak 1950)