06-13-2008, Saat: 10:18 PM
Soğuktu… Çok soğuk,
Tıpkı! Aşkı yürekten yaşamayanlar gibi…
Tek kişilik şemsiyenin altında ıslanmak ne kadar da ağlamaktı! Anlıyorsun değil mi? Mutluluğuma dargındım… Mutsuzdum.
“ Sensiz hangi an beni mutlu edebilirdi ki…”
Omuz boşluğuma yaslanmıştın, nasıl da masumdun. Yağmur taneleri avuçlarımda dans ederken ve ben seni her şeyinle yüreğime sunmuşken; nasıl sensiz yaşadığımı düşünebilir(d)im. Bu yaşanmış aşklara saygısızlık olmaz mıydı?
( Biliyor musun? İçimdeki her yer seni seveceğimi biliyormuş… Ne tuhaf değil mi? Aslında anlamalıydım; bunca yıl kimseye söylemediğim “seviyorum” kelimesini, sana yürekten söylerken…
—yitip giden onca yaşam serüvenlerinde seni aramak; üstelikte aşk sanıp her defasında yanılmak! Ama o içten içe büyüyen sevgine de hayır diyememek varya, işte adın bu senin… Tarifin yüreğim de, yüreğim de ellerinde; sakın ellerini kimselere verme, olur mu?
“ Bil ki yılların vermiş olduğu bir aşk bu! İnan senden başkasına seni seviyorum hiç denilmedi… Çünkü hiç kimse yürekten böylesine sevilmedi! ”
Omuz boşluğuma yaslanmıştın, nasıl da teninde aşkı bulmuştum. Bin ömre bedeldi! Yoksa değil miydi? Ne fark ederdi ki daha kaç ömür böylesine bir sevdanın mutluluğuyla yıkanmayı bekleyecekti…
Bilirdim! Aşk, yüreğin doğumuydu; yürekse, sadece aşkla hayata meydan okurdu. Haksız mıyım? Saçlarını bile rüzgârdan kıskanırdım. Omzuna tel-tel döküldüğünde, savrulmasına nasıl izin verirdim. Söylesene ben sende aykırı duygu olmuşken, yüreğimde hangi avuntuyu saklayabilirdim… Sevgilim! Seni kendimden bile sakınırken, nasıl yabancı bakışlara boyun eğerdim. Sevmek! Sevdiğine saygı duyulmasını beklemek değil miydi? Uğruna hangi ölümün korkusu olmazdım… Biliyorsun; sadece seni sevdim çünkü yüreğimdeydin! Yüreğimdin.
Omuz boşluğuma yaslanmıştın, nasıl da güzeldin. Aşkı yüreğime bırakmıştın… Yoksa bu kadar yaşar mıydım?
Tıpkı! Aşkı yürekten yaşamayanlar gibi…
Tek kişilik şemsiyenin altında ıslanmak ne kadar da ağlamaktı! Anlıyorsun değil mi? Mutluluğuma dargındım… Mutsuzdum.
“ Sensiz hangi an beni mutlu edebilirdi ki…”
Omuz boşluğuma yaslanmıştın, nasıl da masumdun. Yağmur taneleri avuçlarımda dans ederken ve ben seni her şeyinle yüreğime sunmuşken; nasıl sensiz yaşadığımı düşünebilir(d)im. Bu yaşanmış aşklara saygısızlık olmaz mıydı?
( Biliyor musun? İçimdeki her yer seni seveceğimi biliyormuş… Ne tuhaf değil mi? Aslında anlamalıydım; bunca yıl kimseye söylemediğim “seviyorum” kelimesini, sana yürekten söylerken…
—yitip giden onca yaşam serüvenlerinde seni aramak; üstelikte aşk sanıp her defasında yanılmak! Ama o içten içe büyüyen sevgine de hayır diyememek varya, işte adın bu senin… Tarifin yüreğim de, yüreğim de ellerinde; sakın ellerini kimselere verme, olur mu?
“ Bil ki yılların vermiş olduğu bir aşk bu! İnan senden başkasına seni seviyorum hiç denilmedi… Çünkü hiç kimse yürekten böylesine sevilmedi! ”
Omuz boşluğuma yaslanmıştın, nasıl da teninde aşkı bulmuştum. Bin ömre bedeldi! Yoksa değil miydi? Ne fark ederdi ki daha kaç ömür böylesine bir sevdanın mutluluğuyla yıkanmayı bekleyecekti…
Bilirdim! Aşk, yüreğin doğumuydu; yürekse, sadece aşkla hayata meydan okurdu. Haksız mıyım? Saçlarını bile rüzgârdan kıskanırdım. Omzuna tel-tel döküldüğünde, savrulmasına nasıl izin verirdim. Söylesene ben sende aykırı duygu olmuşken, yüreğimde hangi avuntuyu saklayabilirdim… Sevgilim! Seni kendimden bile sakınırken, nasıl yabancı bakışlara boyun eğerdim. Sevmek! Sevdiğine saygı duyulmasını beklemek değil miydi? Uğruna hangi ölümün korkusu olmazdım… Biliyorsun; sadece seni sevdim çünkü yüreğimdeydin! Yüreğimdin.
Omuz boşluğuma yaslanmıştın, nasıl da güzeldin. Aşkı yüreğime bırakmıştın… Yoksa bu kadar yaşar mıydım?