:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Çayırda çimende bile kanserojen var. Peki nasıl korunacağız?
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Yazar Yıldız Bars
Perşembe, 24 Nisan 2008

Bu yazıyı okuduktan sonra neleri yanlış yaptığımı gördüm. Bilmeden henüz
karnımdayken bile (organik olsun hassasiyetinden uzak yediklerim, makyaj, cilt
temizleyiciler gibi sürdüklerim) Çınar’a nasıl zarar verdiğimi üzülerek
hatırladım. Azıcık koşsun oynasın bari diye götürdüğüm çayırda çimende bile
kanserojen maddeler olduğunu öğrendiğim, kullandığımız şampuandan, evi
temizlediğimiz ürünlere kadar nelerin yaşamımızdan çıkması gerektiğini
öğrendiğim bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Okuyunca, yaşamak yakın bir
gelecekte mucizeye dönüşecek sanırım, diye düşündüm. Şu koca ama mahvettiğimiz
dünyada yaşamının mucize olacağını düşünmek de bir anne olarak beni korkunç
yaralıyor.

İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Erkan Topuz’a ait
bu sözleri sizlerle paylaşıyorum. Biraz uzun ama bir solukta okunuyor inanın. Şu
yazıdan sonra hepimize kolay gelsin. Ne diyeyim?

“Her gün kanser ile ilgili yeni bir şey okuyoruz, yeni bir şey duyuyoruz. Bir
gazete domatesin bilmem ne kanserine iyi geldiğini yazıyor, bir başka gazete ise
fındığın bilmem ne kanserini tedavi edici özelliğinden bahsediyor. Kafamız
karışıyor, neye inanacağımızı şaşırıyoruz.

Sürekli ünlülerin, başarılı isimlerin kanser ile mücadelesini okuyor, onlar bile
bu kadar refaha, kontrole, dikkate rağmen yakalandıysa bizim hiç şansımız yok
diye dertleniyoruz. Etrafımızda sürekli birilerinin kansere yakalandığını
öğreniyor ve korkuyoruz!

Peki ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız? Nasıl korunmalıyız?

Türkiye’de kanserle mücadele denilince akla ilk gelen isimlerden İstanbul
Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Erkan Topuz’a sordum.
Anlattıkları, öğrettikleri nedeniyle kaç gündür kendime gelemedim. Ve inanın
onunla konuştuktan sonra herşeyi değilse de, hayatımdaki birçok şeyi değiştirdim!

Etrafımızda, yakın çevremizde, ünlüler arasında sürekli yeni birilerinin kanser
olduğu haberini alıyoruz. Hem de çok erken yaşlarda da kansere yakalanıldığını
görüyoruz artık. Bu artış devam edecek mi, nereye kadar edecek, kanser gerçekten
de o çok klişe deyimle çağın vebası mı olacak?

2020 yılında 20 milyon kişi kansere yakalanacak. Kardiyovasküler hastalıklardan
sonra kanser ikinci sıradaydı, ama önümüzdeki yıllarda kanser birinci sıraya
geçecek. Geçiyor! Belki üç beş sene sonra birinci sırada olacak.

Peki artış nedeni ne?

Kanserin artış sebeplerinin en önemlisi, çevre kirliliği, aldığımız gıdalar,
çevre kirliliği ile beraber ozon tabakasının delinmesi. Yalnız çevre kirliliği
dediğimiz zaman herşey giriyor içine… Kanser esasında anne karnında başlıyor.

Nasıl yani?

Hatta anne karnından da önce. Endüstri yakıtlarıyla ve alkol ile çalışan
fabrikalarda çalışan babaların spermlerinde bozukluk meydana geliyor. Ve onların
çocuklarında kanser riski 6 kat artmış oluyor. Çocuk anne karnına düştükten
sonra annenin kendisi sigara içmese bile çevreden aldığı duman bile, egzozdan
çıkan duman bile anne karnındaki bebeği etkiliyor. Yapılan çalışmalar göstermiş
ki doğmamış çocukların amniyo sıvısında, bebek anne karnında o sıvının içinde
yüzer ya, bol miktarda pestisit bulunmuş.

Pestisit ne demek?

Deterjan artıkları, fabrika artıkları, etrafa sıkılan böcek ilaçları artıkları,
inorganik gübreler, plastik artıkları, bunların hepsi pestisit. Yani insanlar
tarafından üretilmiş zehirlere pestisit deniliyor. Yani kanser yapan maddeler!

İşte bu pestisitler amniyo sıvısında bulunmuş ve dahası bu pestisitler çocuk
doğduktan sonra anne sütünde de bulunmuş. Normalde plasenta korur ama korumasına
rağmen plasenta üzerinde de aşağı yukarı 280 üzerinde toksik maddenin geçtiği
gözlenmiş anneden bebeğe.

Yeni doğan çocuğun kanında ise 230 tane endüstriyel kimyasal madde bulunmuş,
bunun da yüzde 80′i kanserojen çıkmış.

Anne sigara dumanından bile etkileniyor yani, bırak içmeyi! Hamileyken alkol
alması, inorganik beslenmesi, deterjanların toksitesi, mesela çamaşır
makinesinde kullandığı deterjanlar, bulaşık makinesinde kullandığı deterjanlar,
kullandığı plastik kaplar hep bebeği etkileyen faktörler.

Annelerin bir kere bile basit bir akciğer filmi çektirmesi çocuğun lösemi
riskini 2 katına çıkarıyor.

Anneler eğer 8 hafta boyunca çok sıkı bir şekilde organik beslenirlerse çocuğun
kanser olması konusunda bunun tamamen önleyici olduğu iddia ediliyor.

Hangi 8 hafta?

Hamilelikteki herhangi bir 8 hafta. Çocuk çünkü gelişmeye devam ediyor.

Şimdi bir de bu organik yiyecek modası çıktı. Neden organik yiyecekler?
Marketten aldığımızdan farkı ne organik yiyeceklerin?

Pikeatanol denilen kansere saldıran maddeler var organik yiyeceklerde. Organik
yiyecekler ilaçlanmadıkları için mantarlar ve bitki haşerelerine karşı kendileri
bir madde üretip öyle yenmeye çalışıyorlar. İşte bu maddeyi aldığımız zaman
vücudun kanserle savaşmasını sağlamış oluyoruz. Çok önemli! Ötekilerde zaten
böcek ilacı verdiğimiz için o mekanizma gelişmiyor. Zaten biz ona saldıran
mantarı ve diğer bitki haşerelerini öldürüyoruz. O yüzden de o savaş maddesi
olmuyor.

Peki çocuk doğduktan sonra onu kanserden korumak için nelere dikkat etmeli?

Çocuklarımız her an zehrin içinde yürüyorlar. Mesela o yeşil, yemyeşil
çayırlarda, imrenerek baktığımız çayırlarda, tabii olmayan bizim yetiştirdiğimiz
çayırlarda kimyasal ürünler vardır. Daha uzun süre yeşil kalsınlar ve içlerinde
ayrık otları olmasın diye. O yüzden o çayırlar da kanserojen. Çocuk orada
yuvarlanıyor, oynuyor, zıplıyor, eve geldiği zaman o kanserojen maddeleri de
beraber getiriyor. Bunlara da dikkat etmeli. Yani çayır bile kanserojen.

O yüzden eski adetleri destekliyoruz. Eve gelindiğinde dışarıda giyilen ayakkabı
mutlaka çıkarılmalı. Çünkü bu dışarıdan gelen kanserojen maddelerin bütün eve
dağılmasına neden oluyor. Zaten o maddeleri en çok tutan da halılar!

Peki çocukların beslenmesi?

Çocuk annenin aldığı gıdayı alır. Yani annenin çok akıllıca beslenmesi lazım.
Çocuklarımızı fast fooddan korumalıyız. Özellikle yoğurt kültürü vermeliyiz.
Gökkuşağının bütün renklerindeki yiyeceklerden faydalandırmalıyız çocukları.
Balık yemeliler, cıvasız balık ama. Fast food haftada üç kereden fazla
verildiğinde lenfoma, beyin tümörü 3 kat fazla oluyor. O yüzden tavsiyem haftada
bir, hatta 15 günde bir fast food yemesi çocukların. Kırmızı etten büyüme
çağında haftada iki kere yiyebilirler. Asıl balık yemeliler. Beyaz et terbiyesi
vermek lazım çocuklara.

Hormonlu gıdalardan uzak durmalı, aksi takdirde biliyorsunuz kızlar çok erken
adet görüyor, 8 - 9 yaşında adet gören kızlar var. Bu çok tehlikeli bir olay!
Meme kanserine yol açabilen bir olay! Erken adet görmek, geç menapoz kadınlar
için meme kanserinin en önemli nedenlerinden biri.

Bire beş yeşil yemek lazım, bol spor yaptırmak lazım çocuklarımıza. Çünkü
gelecek nesilde o kadar çok kanser olacak ki belki böylelikle riski biraz
azaltabiliriz. 20 sene sonra çok daha erken kanserlere rastlayacağız.

Epigonom denilen bir madde var vücutta. Bu madde kanser geldiği zaman gene
kapatma emri veriyor, gene ‘Korun’ diyor. Pestisitler anne babadaki epigenon
maddesini yok ediyor. Epigenon olmadığı için de çocuklar kansere çok açık oluyorlar.

Annelerin özellikle petrol ürünlerinden kaçması gerekiyor. Her şey petrol
ürününe giriyor, plastik, deterjan…O yüzden bazı ülkelerde petrole şeytanın
dışkısı derler.

Yani o kadar zararlı…Şeytanın dışkısı denecek kadar zararlı…

Bir de radyasyon var. Kullandığımız teknolojik ürünlerin hemen hepsinde hem
de…Ondan nasıl korunmalı?

Genellikle cep telefonları ile 30 saniyeden fazla konuşmayın diyoruz. En fazla
bir dakika. Ya da kulaklık takın. 10 sene sonra beyin tümörleri iki katına
çıkacak. Her ne kadar büyük telefon üreticileri tehlikeyi en aza indirdiklerini
söylüyorsa da araştırmalar telefonların büyük radyasyon yaydığını ve beyin
tümörlerinin iki katına çıkacağını gösteriyor. Televizyon en azından 5 metre ve
ya 7 metre mesafeden seyretmemiz gereikor. Baz istasyonlarından 1 kilometre
mesafede olmamız lazım.

Sadece insanlar mı etkileniyor bu radyasyondan, pestisitlerden? Tabii ki sadece
insanları değil diğer memelileri de etkiliyor. Beyaz balinaların nesli tükenmek
üzere, sebebi de dörtte birinin kolon kanserine yakalanmaları . Nedeni körfez
ağızlarındaki zehirli artıklardan etkilenmeleri. Örneğin Kaliforniya’ da deniz
aslanları iki sene önce ölü olarak sahile vurdular. Bunların yüzde 20 sinde
genital kanser bulundu. Washington’daki bir nehirdeki balıklarda 16 cins kanser
tespit edildi. Köpeklerde mesane kanseri son zamanlarda 6 kat arttı.

Yani durmadan dünyayı zehirliyoruz.

Ama kanser tedavisinde çok büyük ilerlemeler var, çok büyük paralar harcanıyor.
2025 yılında 300 milyar dolarlık kazanç sağlayacak ilaç firmaları. Bu kazancın
yüzde 10′unu yüzde 20’sini çevre sağlığına harcamış olsalar kansere yakalanma
oranı çok daha azalacak. Zaten 1990′a kadar hep kanseri yeneceğiz, ilaçları yok
edeceğiz diye uğraşıyorduk. Fakat yok etmek bir yana kanser geliyor çığ gibi.
Kansere tutulmak iş değil. En önemli laf şu ‘Bir korunma bin tedaviden evladır’.
Korunmak çok önemli. 1990′dan sonra korunmaya önem verme başladık. Kanserden
korunmak çok önemli. Kanser milyonlarca dolar da devlete ekonomik yük getiriyor,
hastaya yük getiriyor, aileye yük getiriyor.

Peki ne yapacağız. Büyükşehirlerde yaşıyoruz organik yiyecek bulma, egzozdan
kaçma, radyasyondan korunma gibi şanslarımız yok. Ne kadar korunabiliriz ki?

Bu kansere yol açan faktörleri devlet yavaş yavaş kaldıracak kanunlarla…

Devleti bekleyene kadar…Biz kişisel olarak ne yapabiliriz, madem bir korunma bin
tedaviden evla?

Balkonda kendine bir yer yapacak biberini yetiştireceksin, domatesini
yetiştireceksin. Kendine ufak bir tarım bahçesi yapacaksın, çok güvendiğin
tescilli olduğunu bildiğin organik gıdalardan yemeye çalışacaksın. Bol yeşil
tüketeceksin, bol meyve yiyeceksin. Hiç değilse haftada bir iki gün yeşil bir
yerde 5 - 6 saat yürüyeceksin. Kozmetiklerden kaçacaksın, bütün kullandığınız
kozmetik şampuanlar, saç boyaları, cilt kremleri kanserojendir. Özellikle cilt
kremlerine cildi gergin tutsun diye bakır konulur, o da kanserojendir ayrıca
kanserin damarlanmasını da artırır.

Evdeki çamaşır makinesinde doğal deterjan kullanacaksın, bulaşık makinesinde
bulaşığını yıkadıktan sonra muhakkak sirkeli veya limonlu suyla çalkalayıp öyle
sofraya koyacaksın.

Eve ayakkabı ile girmeyeceksin. Halıları çok kuvvetli süpürgelerle
temizleyeceksin. Evi devamlı havalandıracaksın. Evde plastik kap, aliminyum kap
kullanmayacaksın. Onun yerine porselen, çelik ya da cam kullanacaksın.

Genellikle zeytinyağı tüketeceksin. Zeytinyağı koruyucudur. Gökkuşağının tüm
renklerindeki meyve ve sebzelerden her gün ufak parçalarda olsa muhakkak
tüketeceksin. Yemeğe ete karşı bire oranında beş sebze atacaksın.

Temizlik yaparken fısfıslı ürünleri değil de kendin evde ürettiğin sirkeli
ürünleri tercih edeceksin. Gümüş parlatırken, ocak silerken filan… Oda spreyi
sıkınca odadan dışarı kaçacaksın. Koltuk altı spreyi kullanmayacaksın.
Zeytinyağlı sabunlar veya defne sabunu kullanacaksın. Kafanı ya o sabunlarla ya
da bebe şampuanıyla yıkayacaksın.

Çin mallarından kaçacaksın. Çin mallarında kanserojen madde, çok fazla!
Gıdalarında, bütün plastik maddelerinde, oyuncaklarında, hatta üzerimize
giydiğimiz ketenlerinde bile. Boyaları zehirli, kalitesiz ve kanserojen! O
yüzden isim değiştirdiler şimdi, made in PRC yazıyor üzerinde artık. Made in
China yazmıyor.

Sigara çok önemli, sigarada 4000′in üzerinde kanserojen madde var. Bir de
kanseri iyice artıran bazı maddeler de var. Amonyak gibi, siyanür gibi, arsenik
gibi örneğin…

Yani mücadeleni biraz da kendin yapacaksın. Devlet de kanunlarla kanserojen
maddelerin kullanımını kontrol altına almalı, ama sen de yapacaksın!”