02-20-2010, Saat: 09:45 PM
Türkiye’de aşk yasak mıdır, yasaklı mıdır?’ Bir Batılı çıksa bu soruyu sorsa bizlere, ne cevap verirdiniz? Hani yabancı bir gazeteci gelse, bir gün de siyaset sormasa, ekonomi sormasa, hatta her zamanki gibi Türkiye-AB meselelerini sormasa, onun yerine şu basit ve temel soruyu sorsa: Sizin memleketinizde aşka nasıl bakar toplum?
Âşık olan insanlara nasıl yaklaşır toplumun geri kalanı? Sahi Türkiye’de aşk tutuklu mudur? İfade özgürlüğünü bir kenara bırakalım şimdilik, acaba âşık olma özgürlüğünden söz edilebilir mi Türkiye’de? Bu soruları sorsa bir yabancı gazeteci, ne cevap verirdiniz ona?
Elbette… Aşka önem veren, saygı duyan bir kültür bizimkisi. Bizim memleketimizde asırların ürünü nice aşk şarkısı, aşk türküsü, aşk hikayesi vardır. Bunları anlatırız çocuklarımıza. Televizyon dizilerine baksanız, onlarca dizi var ortalıkta, hepsinin de konusu aşk. Toplumun geri kalanı bu dizileri izler, dizilerdeki âşıklar için dua eder. Sonra mesela nice tepenin, yerin adı Âşıklar Tepesi, Âşıklar Adası, Âşıklar Sokağı’dır. Biz âşıklar kavuşup evlenince kutlarız, seviniriz. Öylesine pozitif bakarız bu meseleye. Hatta bizdeki tasavvuf geleneğinde “âşık” denir, hakikati arayana. Ve “maşuk”tur peşinden gittiğimiz, öylesine kıymetlidir aşk bizim kültürümüzde.
Batılı gazeteci bizi uzun uzun dinlese. Dese ki “İnanıyorum söylediklerinize, inanıyorum aşka önem verdiğinize. Yalnız anlayamadığım bir husus var. Ne kadar çok kan dökülüyor memleketinizde, ne kadar çok kişinin ocağı sönüyor sırf âşık oldular diye. Yani bakıyorum, suçları ne bu insanların? Suçları âşık olmak. Neden toplum cezalandırıyor âşık olan çiftleri? Ben işte bunu anlayamıyorum”. Böyle dese o yabancı gazeteci ne cevap verirdiniz?
Gazetelerde boy boy haberler. Âşık olduğu adama kaçan kızını vuran öfkeli, baskıcı babalar, “artık sana âşık değilim” dediği için karısını öldüren kocalar, eski karısının bir başkasına âşık olmasını hazmedemeyen eski kocalar, çocuklarına hayatı zindan eden analar babalar… Her tarafta bir şiddet ve tahammülsüzlük. Nedir bizleri bu kadar baskıcı ve katı kılan? Nedir, eskiden olduğu gibi âşık olan insanların önünde saygıyla eğilmemize mani olan?
Bir zamanlar bu memleket en güzel aşk hikayelerini, destanlarını, şarkılarını üretecek kadar severdi aşkı. Benim kuşağım ve bizden önceki kuşaklar; Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin hikayeleri dinleye dinleye büyüdük. O kadar sevdik ki bu hikayeleri toplumca, çocuklarımıza bu isimleri verdik. Bu aşk hikayeleri yüzünden nicelerimizin ismi Şirin ya da Leyla veya Aslı bu memlekette. Benim ismimin Elif olmasının sebebi Karacaoğlan’a ve Karacaoğlan’ın Elif’e aşkına ilgisidir annemin. Bir zamanlar bu memleket böylesine severdi aşk hikayelerini.
Biz eskiden korur kollardık âşıkları. Biz eskiden saygı duyardık aşka, yardım ederdik âşıklara. Neden değiştik? Tahammülsüzleştik? “Bir canı incittiysen bu kıldığın namaz değil” diyen tasavvuf kültürünün çıktığı topraklar değil mi burası? Nasıl olur da bir canı, canları bu kadar kolay inciten insanlara dönüşüverdik? Aslolan insandır. Aslolan aşktır. Ve aşk; kutsanacak, kutlanacak, korunacak, kollanacak kadar kıymetlidir
Âşık olan insanlara nasıl yaklaşır toplumun geri kalanı? Sahi Türkiye’de aşk tutuklu mudur? İfade özgürlüğünü bir kenara bırakalım şimdilik, acaba âşık olma özgürlüğünden söz edilebilir mi Türkiye’de? Bu soruları sorsa bir yabancı gazeteci, ne cevap verirdiniz ona?
Elbette… Aşka önem veren, saygı duyan bir kültür bizimkisi. Bizim memleketimizde asırların ürünü nice aşk şarkısı, aşk türküsü, aşk hikayesi vardır. Bunları anlatırız çocuklarımıza. Televizyon dizilerine baksanız, onlarca dizi var ortalıkta, hepsinin de konusu aşk. Toplumun geri kalanı bu dizileri izler, dizilerdeki âşıklar için dua eder. Sonra mesela nice tepenin, yerin adı Âşıklar Tepesi, Âşıklar Adası, Âşıklar Sokağı’dır. Biz âşıklar kavuşup evlenince kutlarız, seviniriz. Öylesine pozitif bakarız bu meseleye. Hatta bizdeki tasavvuf geleneğinde “âşık” denir, hakikati arayana. Ve “maşuk”tur peşinden gittiğimiz, öylesine kıymetlidir aşk bizim kültürümüzde.
Batılı gazeteci bizi uzun uzun dinlese. Dese ki “İnanıyorum söylediklerinize, inanıyorum aşka önem verdiğinize. Yalnız anlayamadığım bir husus var. Ne kadar çok kan dökülüyor memleketinizde, ne kadar çok kişinin ocağı sönüyor sırf âşık oldular diye. Yani bakıyorum, suçları ne bu insanların? Suçları âşık olmak. Neden toplum cezalandırıyor âşık olan çiftleri? Ben işte bunu anlayamıyorum”. Böyle dese o yabancı gazeteci ne cevap verirdiniz?
Gazetelerde boy boy haberler. Âşık olduğu adama kaçan kızını vuran öfkeli, baskıcı babalar, “artık sana âşık değilim” dediği için karısını öldüren kocalar, eski karısının bir başkasına âşık olmasını hazmedemeyen eski kocalar, çocuklarına hayatı zindan eden analar babalar… Her tarafta bir şiddet ve tahammülsüzlük. Nedir bizleri bu kadar baskıcı ve katı kılan? Nedir, eskiden olduğu gibi âşık olan insanların önünde saygıyla eğilmemize mani olan?
Bir zamanlar bu memleket en güzel aşk hikayelerini, destanlarını, şarkılarını üretecek kadar severdi aşkı. Benim kuşağım ve bizden önceki kuşaklar; Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin hikayeleri dinleye dinleye büyüdük. O kadar sevdik ki bu hikayeleri toplumca, çocuklarımıza bu isimleri verdik. Bu aşk hikayeleri yüzünden nicelerimizin ismi Şirin ya da Leyla veya Aslı bu memlekette. Benim ismimin Elif olmasının sebebi Karacaoğlan’a ve Karacaoğlan’ın Elif’e aşkına ilgisidir annemin. Bir zamanlar bu memleket böylesine severdi aşk hikayelerini.
Biz eskiden korur kollardık âşıkları. Biz eskiden saygı duyardık aşka, yardım ederdik âşıklara. Neden değiştik? Tahammülsüzleştik? “Bir canı incittiysen bu kıldığın namaz değil” diyen tasavvuf kültürünün çıktığı topraklar değil mi burası? Nasıl olur da bir canı, canları bu kadar kolay inciten insanlara dönüşüverdik? Aslolan insandır. Aslolan aşktır. Ve aşk; kutsanacak, kutlanacak, korunacak, kollanacak kadar kıymetlidir