:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Sonu Olmayan Yalnızlıkla...
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Yaşadığım hayata dipnotlar düşüyorum.
Yalnızlıklar hangi bakışın ardından süzülüp gider?
Bir kırık aynaya düştü hayalim şimdi…
Kapatıyorum kirpiklerimi, sonu gelmez bir yoldayım. Bilenmez bu kaçıncı bahar, vurulur bir martı çocukluğumun çıplak terk edilmiş yalnızlığı gibi…
Gecenin öte yüzünde kalıyor çocukluğum….
Sessizlik, kentin gürültüsü iliklerime kadar işlemiş…
Sokaklarda diz boyu iğrençlik, bataklıklarnan dolu bir sessizlik büyüyor, her yerde haykıran bir sessizlik.. Yürüdüğüm bütün sokaklar hep çıkmaz yerlere götürüyor beni…Her şey homurdanıyor. İtiyor büyüyor, çöküyor, değişiyor. Yasa adını verdiğimiz gizemli itkilere, güçlere uygun, kaos hakkında hiçbir şey bilmiyoruz . Sessizlik…
Bunu sadece ölüler biliyor…Düzensizlikteki düzeni, yasasızlıktaki yasayı, karanlıktaki ışığı o kadar keşfedebiliyoruz.
İyi ölüler adsız mezarlarda huzur bulamazlarmış…
Dönüştüğüm bu büyük boşluk ne olacak.
Ölmek…
Büyüleyici bir düşünce olan bedeni terk etmek için ölmüş olarak yaşamayı sürdürmek istemiyorum. Engeller gizli tehlikeler aranan bir yalnızlık ve tanımlanamaz bir güzellikle dolu hafif adımlarla sisli geçitlerden geçerek yürüdüğümü hissediyorum. Ama hep o bilinmedik yerde duruyorum…
Korkuyorum…
Yıllar ne tez geçiyor
Bir gün kış, bir gün ilk bahar, insan hiçbir şeyi tanıyamaz oluyor….
Kent dediğin biraz İstanbul gibi olmalı.
Her an ayrı bir kavgaya hazır olmalısın, diğer yandan da boş vermişliğe...
Aslında tüm çirkinliğine karşı bu kenti terk edemeyenler gibi...
Bu kent biraz sokak çocukları gibi...
Umarsız ve masum.
Biraz kirli, eli sürekli tetikte dolaşanlar gibi...
Bazen ergenlik çağındaki sivilceli kız gibi...
Bu kent ya bir çocuk gibi ya da bir kadın ama asla erkek değil...
Açık pencereden içeriye süzülen rüzgarda savrulan beyaz tüller gibiyim.
Her geçen an, her savruluş biraz daha kirletiyor.
Üstelik yaşam erinci vermesi gereken güneşte inadına yıpratıyor yakıyor beni.
Her şey bir cephedeki düşmanlar gibi.
Onlar güneş, rüzgar, toz; onlar açık pencereden içeri süzülen yağmur damlaları...
Ben savaşta yenik düşen tutsak, güneşte eriyen kardan adam, oltanın ucuna takılan talihsiz balık, gökyüzünde, boşluğun tam ortasında paraşütü açılmayan havacı...
Ve mutluluk, umut, yaşam erinci taşıyan gemi korsanlarla çevrili.
Ve mutluluk, umut, yaşam erinci taşıyan uçağın hala kara kutusu bulunamadı.
Ve treni raydan çıktı.
Karada, havada, denizde ne güneş dost, ne rüzgar ne de yağmur...
Bu yaşamda kül olmamak varmış...
Ve kardan adam ve balık...
Odamın penceresinden, tıpkı bir kadının balığa açılan sevgilisini beklemesi gibi bekliyorum...
Bahar yaprakları rüzgarla salınarak ilk yaza merhaba diyor.
Yüreğim güz yapraklarıyla salınarak yere düşecekleri anın düş kırıklığını yaşıyor.
Düzensizliğindeki düzene aşık olduğum bu kentin sokakları hüzün kokuyor.
Hava soğuk, yüreğimi üşütüyor...
Ne yeni doğacak olan gün umurumda, ne vaat ettikleri...
Artık ne sevinçlerin ne hayallerin bir önemi var.
Zaten onları gerçekleştirebilecek ne gücüm ne zamanım …
Bahar dallarının, sokaktaki hareketli yaşamın, kıyıya yanaşmakta olan geminin, şarkı mırıldanır gibi çiseleyen yağmurun, benimle hiçbir bağı yok...
Hatta yaşamın bile...