09-09-2008, Saat: 06:21 AM
Gözyaşlarım beni dinlemiyor, yüzüm gözümde dağılır benim ağlayınca.
Hiç umurumda değil, bu gün yorgun düşene dek ağlayacağım...
Çok nadir ağlarım ben aslında. Gözyaşlarım hep utanç vermiştir bana, oysa ne kadar insan olmanın ispatıdır onlar bilirim.
Bilirimde yine de onları hapsederim, tutarım gücümün yettiğince.
Bu gün gücüm tükendi, ne titreyen ellerimi durdurabiliyorum yeterince, ne de gözyaşlarıma sözüm geçiyor hükmümce.
Artık hürriyetlerini ilan etmenin sevincini onlar yaşıyor, bedenim den ayrılıp özgürlüklerini kutluyorlar sanki.
Bu bir kurtuluş onlar için, sanki yıllardır müebbet hapistiler de, af geldi. Ne zindanlar zincir tutuyor artık, ne demir parmaklıklar engel olabiliyor.
Yok, yok yok. Gücüm yetmiyor... Tutmak ne mümkün gitmeyi kafasına koyanı.
Ne mümkün bilet parası peşin ödenen tek yönlü gidişlere engel olmak... Mümkün değil...
Geç önüne, halı ser ayaklarının altına giden gözyaşında olsa, seni tanımaz artık.
Bıraktım, vazgeçtim... En ince teline vurdum sazın ve gidenin arkasından sadece baktım...
Sesim çıkmıyor artık, çıkamıyor... Kendi sesimi duyamıyorum...
Geride kalan kim? Ben değil miyim? Seslenmek istiyorum, giden duymuyor, neden feryadım yalnızlıklarda yine?
Sanki
Sanki ses geçirmez duvarların kalınlığını daha da kalınlaştırmış ustalar, bir sıra daha mı ördüler ben görmeden.
Niye fark etmedim zamanın nerde olduğunu? Şimdi gelecekte miyim geçmişte miyim ben, niye? Nerdeyim?
Her yer karanlık. Sislerin dans edişinden anlıyorum. Şimdi yine kayboluşların zamanındayım. Çok geçmez üstünden birazdan mor kırmızı, al karalar içinde gönlüm de ağlar. Duyarım yalnızlığın sesini, içindeki matemini kutlarım. Sessiz şarkılar, sessiz sazların eşliğinde kendi etrafımda, dönerim benliğimin raks eden rakkaselerinin sarhoşluğunda. Ağlarım gece boyunca...
Şimdi herkes rahat gittiği yerde uzanır boylu boyunca.
Kimsenin kimseye karıştığı yok artık, huzuru bulanda geri gelmez. Kalan zaten yapacak bir şeyi kalmadı, beklemez gideni...
Susar, susturur, konuşturmaz geceleri.
Ne sabah kalmıştır artık geride, ne akşamüstü. Grup rengi dedikleri kızıllıklarda oyalar geleceğini...
Şimdi susma zamanı...
Şimdi zamanı iteleme zamanı değil.
Ne kadar saat varsa dursun. Takvim yapraklarının kalan sayfaları okunmaz olsun. Yıkılsın ne varsa, görmez gözüm artık, perdeler örttüm en karasından gönlüme ışık sızmaz yüreğime...
Dinlenme vakti, yoruldum ağlamaktan. Şimdi nadasa bıraktım beynimi yüreğimi ve bedenimde bana ait kalan çizgileri.
Hesabını veremem, geçmişimin verdiği zulümleri, hesap sorar neden diye yüreğim. Verilecek cevabım ne ola ki, kaldı mı lügatim da söylenecek tek kelime? Kalmadı. Tükendi...
Susmak en iyi çözüm. Şimdi, matemim var, mazeretin en büyüğü...
Çekilip bir kenara sessizliğin sessizliğini dinliyorum.
Zararı yok aksın gözyaşım, kutlasın kurtuluşunu yelken açsın ufuklara, terk etsin oda gitsin düşlerinin ardına takılsın...
Ben artık nadasa bıraktım gönlümü... Dinlenmelerde yüreğim.
Şimdi iki ağaç altında papatyaların süslediği bir hamakta hak ettiği sefalarda...
Bense yüreğime hizmetkârlığın telaşındayım artık...
Sırayla yapılan bir ödev gibi...
Nadasa bıraktım gönlümü, yüreğimi... Bir çınar altında...
Huzuru yakalamalardayım şimdi,
Dinliyorum sessizliği, duyduğum tek şey var artık saat ayarında...
Yüreğimin nefes sesi, sessizliğin en derininden gelen, kendi sesinin nağmelerinde güzel düşler görüyor, uyuyor...
Dinleniyor...
" yüreğini gümüş tepside sunsan da, çare değildir gidişlere, terkedilişlere "...çare, susmaktır... Çare, sevmektir kendi yüreğini; çare, kendi yüreğinden özür dilemektir...