09-22-2008, Saat: 12:23 PM
Çok uzaklardayım senden.
Bir mavinin ızdıraplarımı kaldırabileceğini
düşündüğüm bir şehirdeyim.
Oysa bir umuttu hep.
Oysa şehrin ilk simidini birlikte
yemek isteme heyecanımız ve ilk güneşin doğuşunu seyredeceğimiz hayali.
Çınarın altında şehrin en erken çayını içme
ve şehrin o muhteşem havasında caddelerini
adımlayacağımızın hayali.
İste Zühre bu da bir hayal. İşte kaldırımlarda ki
yorgun ayak izlerim.
Hepsi hayal.
Bazen Akif soruyor da yalan diyorum.
İçime kılıçlar kadar keskin bir yara bırakıyor sana yalan demek.
Seni hayal etmenin fedakarlığına bile katlanamıyorum artık.
Sana ilk isyanım şuursuzca.
İlk isyan.
İlk kez kırılganım
ve ilk kez inadım.
Sorgulanmadan kabul edilen çağrışımlarının inadı.
Çökmüş,yıpranmış, terk edilmiş bir şehir.
Ben artık yokum.
Bir elmayı ikiye böldüğüm
ve kandillerine ışıksız iz bıraktığım.
Yoksun.
Merhametin bir ayağı aşınmış köprüler üstünden hüznümle ırmağın mikrakına
tutunur ve bir ayağı çığır açar merhamete hüsran ile.
Kaçıncı merhametsizliğin bilmem ki.
İşte yoksun.
Bazen varolduğunu düşünerek hissiyatına sığınıyorum
ve bazen
yokluğuna bir zelzele telaşesi ile sarılıyorum.
Seninle ilgili o an kalbimin
kaldırabileceği ne varsa serpiliyor önüme.
Bir an karanlıklar aşıyorsun ve kapkaranlık,
zifiri karanlıklarda zemherileşen soğuk bir yüzle karşılaşıyorsun bir anda.
Artık öyle yalansın ki, bitiyorsun.
Bir yıldız sağanağı ve bir yanım veda.
Bir ateşin içinden gülümseyebiliyorum sana.
Çünkü
sende öğrendiğim aşk bende bir sadakat.
Tanıdığım bir şey bu.
Bulutlar ulvi bir el tarafından ağlayabiliyorsa beni de ağlat demeliyim.
Her an birden bire bir sadakat ile gelecekmişsin gibi.
Yüzümde ki hazana bak.
Sonbaharın son gününde doğmuşum gibi.
Neden yoksun?
Neden parmaklarınla kavisler çizmiyorsun artık?
Saçların nerede?
Bilmiyor musun artık bütün eşyalar benimle alay eder oldu.
Bütün sevdiklerimi başucumda
görme isteğim bile suç.
Yoksun ve perdeleri siyaha soyunan bir gün ile
karşılıyorum yok oluşunu.
Şehrin ilk simidini ben yedim.
Bütün karlar suskunluğumun ve sensizliğimin üzerine beyaz yalnızlıklar
örtüyor.
İlk çayını ben içtim bu şehrin.
Sen yoksun...
Yitik bir şehrin korkularını emziren bütün gecelerini buğulu bir camdan seyrediyorum.
Sonun nerede olduğunu bilmeden ve zahir bir hayata feryatlar bırakarak
aşikar cümlelerle sinsi ızdırapların ardına adını kazıyorum.
Bu yüzden anımsadığım zühre ve bu yüzden adına zahir cümleler bırakmam.
Bir adın kaldı dayanabildiğim
hüzünlerden.
Kimi zaman "gidenler unutmaz geride kalanları"beni avutan.
Kimi zaman "evet son kez git ve bir daha dönme"kalbimi yıkan.
Dokunduğun yürek aynı.
Mağrur bakışlarınla izliyorsun bu şehri.
Yüreğinde yas diye tasvir ettiğin
ayrılıkların bir gün nefesini senden alacağını hiç düşünmedin.
Adımlarını ne de çabuk sıklaştırdın gitmek için
ve neden acele ettin
haykırışlarını çığlıklarına adamak için.
Gözlerim kan dolu izliyorum seni.
Bir yerlerde hala varsın biliyorum...
Sen yoksan bu şehri ,ölümler kuşatır
ve bazen bekleyenler değişir adını haykırmak için.
Sonra adın mor mürekkeplerle kazınır vaktin
darağacına.
Ama her şeyden önce yalnızızdır bilirsin.
Gitsen de
yalnızız ve kalsan da yalnızız.
Bu şehir özlediğim bir çift göz için ayakta sanki.
Sanki
müptelası olduğum puslu bir gökyüzünde melek saçların.
Sanki bir uçurum düşüyor
avuçlarımdan. Kaç bahar oldu söyler misin?
Bir sığınma duygusu ile sana
topladığım güller gideli kaç bahar oldu?
"Ebediyen ölmeyecek
ruhumun bir şehri var sende."