11-04-2008, Saat: 04:11 AM
[asLında konuyu nereye açıyım diye düşündüm fiLmLere mi yoksa buraya mı diye ama sonra buraya açtım ]
"Kemal" ve "Atatürk" onun sonradan edindiği isimler olduğu için "Mustafa"da, onun en yalın haline ulaşmaya çalışmışlar. Dündar, “Onu sadece annesinin çağırdığı isimle hatırlamak ve hatırlatmak istedik” diyor.
Bugün Can Dündar’ın resmi web sitesinde filmin fragmanı ilk kez yayınlandı.
Dündar, filmin açılış sahnesini Sarı Zeybek'in ünlü Dolmabahçe sahnelerinden birine atıfla başlatıyor.
“Eylül 1938, Atatürk’ün durumu ağır. Dolmabahçe Sarayı’ndaki odasında bilinci kapalı yatıyor. Bir ara kendine geldiğinde, yatağın karşısındaki duvarda asılı duran tabloya takılıyor gözü… “Dört mevsim” adlı bu tabloyu, doğup büyüdüğü Rumeli topraklarına benzetiyor. Baş ucundaki Afet İnan’a, “Oraya gidelim Afet” diyor… “Herşeyi bırakalım; şöyle basit bir ev, ocaklı bir oda çekip gidelim ormanlara… Hele ben bir iyi olayım da...”
Goran Bregovic'in akordiyonunun eşlik ettiği fragman gösteriyor ki: Devlet arşivlerinden, şirket arşivlerinden, özel arşivlerden en zengin malzemelerin toplandığı en özel görüntüler, en iyi fotoğraflar, ışık görmemiş belgeler, en özenli çekimler, sürpriz grafik animasyonlar, harika müzikler ile bezenmiş doksan dakikalık bu belgesel filmi izlediğimizde çok etkileneceğiz.
“Sürgünde bir yurt hayali…”
Hepimizin çocukluğundan beri dinleyegeldiği; erken yaşta babasını kaybetmiş, ilkokulu yarım bırakmak zorunda kalmış, annesi ve iki kız kardeşi ile evlerini terkeden, Selanik'te bir çiftlikte kahyalık yapan dayısının yanına sığınan, çiftlikteki görevi tarlaya dadanan kargaları kovalamak olan Mustafa’nın öyküsünü nihayet ekimde perdede gördüğümüzde hisleneceğiz...
Dündar filme dair: “Her projede yazar kahramanıyla biraz bütünleşir.
Konunuz Atatürk'se bundan kaçınmak hepten zorlaşır.
Benim için de böylesi uzun bir yolculuktu onun hayatını anlatma çabası…
Binlerce kitabın, anının, fotoğrafın, ayrıntının, iddianın içinden geçtim. Çok bilindiği varsayılan bir hayatı didik didik ettim.
Bilinmeyen pek çok kitabı, anıyı, fotoğrafı, ayrıntıyı, iddiayı fark ettim.
Herkesin bir Atatürk'ü vardı.
Ben, benimkini keşfettim.
Ve bu sabah, onu yeniden toprağa verdim” diyor…
(ç)aLıntıdır..
"Kemal" ve "Atatürk" onun sonradan edindiği isimler olduğu için "Mustafa"da, onun en yalın haline ulaşmaya çalışmışlar. Dündar, “Onu sadece annesinin çağırdığı isimle hatırlamak ve hatırlatmak istedik” diyor.
Bugün Can Dündar’ın resmi web sitesinde filmin fragmanı ilk kez yayınlandı.
Dündar, filmin açılış sahnesini Sarı Zeybek'in ünlü Dolmabahçe sahnelerinden birine atıfla başlatıyor.
“Eylül 1938, Atatürk’ün durumu ağır. Dolmabahçe Sarayı’ndaki odasında bilinci kapalı yatıyor. Bir ara kendine geldiğinde, yatağın karşısındaki duvarda asılı duran tabloya takılıyor gözü… “Dört mevsim” adlı bu tabloyu, doğup büyüdüğü Rumeli topraklarına benzetiyor. Baş ucundaki Afet İnan’a, “Oraya gidelim Afet” diyor… “Herşeyi bırakalım; şöyle basit bir ev, ocaklı bir oda çekip gidelim ormanlara… Hele ben bir iyi olayım da...”
Goran Bregovic'in akordiyonunun eşlik ettiği fragman gösteriyor ki: Devlet arşivlerinden, şirket arşivlerinden, özel arşivlerden en zengin malzemelerin toplandığı en özel görüntüler, en iyi fotoğraflar, ışık görmemiş belgeler, en özenli çekimler, sürpriz grafik animasyonlar, harika müzikler ile bezenmiş doksan dakikalık bu belgesel filmi izlediğimizde çok etkileneceğiz.
“Sürgünde bir yurt hayali…”
Hepimizin çocukluğundan beri dinleyegeldiği; erken yaşta babasını kaybetmiş, ilkokulu yarım bırakmak zorunda kalmış, annesi ve iki kız kardeşi ile evlerini terkeden, Selanik'te bir çiftlikte kahyalık yapan dayısının yanına sığınan, çiftlikteki görevi tarlaya dadanan kargaları kovalamak olan Mustafa’nın öyküsünü nihayet ekimde perdede gördüğümüzde hisleneceğiz...
Dündar filme dair: “Her projede yazar kahramanıyla biraz bütünleşir.
Konunuz Atatürk'se bundan kaçınmak hepten zorlaşır.
Benim için de böylesi uzun bir yolculuktu onun hayatını anlatma çabası…
Binlerce kitabın, anının, fotoğrafın, ayrıntının, iddianın içinden geçtim. Çok bilindiği varsayılan bir hayatı didik didik ettim.
Bilinmeyen pek çok kitabı, anıyı, fotoğrafı, ayrıntıyı, iddiayı fark ettim.
Herkesin bir Atatürk'ü vardı.
Ben, benimkini keşfettim.
Ve bu sabah, onu yeniden toprağa verdim” diyor…
(ç)aLıntıdır..