11-12-2008, Saat: 08:53 PM
Son günlerin en çok okunan, kitap listelerinin başında yer alan DA VİNCİ ŞİFRESİ adlı eser düşündürücü olduğu kadar da büyüleyici. Tarih meraklılarının çok ilgisini çekecek bu kitabı Astroset ekibimiz, sizler için okudu ve EZOTERİZM sayfamızda paylaşmak istedi. Dan Brown’un her sayfası soluk kesici; okuru alıp, bambaşka bir dünyaya götürüyor. “Harward Üniversitesi simge bilim profesörü Robert Langdon, Paris’te iş gezisindeyken bir gece yarısı, Louvre’un yaşlı müdürünün müzede ölü bulunduğu haberini alır. Langdon ve müze müdürünün torunu Fransız kriptoloji uzmanı Sophie Neveu cesedin yanına ulaştıklarında, müdürün ölmeden önce bazı sembolik şifrelerle onlara bir mesaj aktarmak istediklerini anlarlar. Söz konusu sembollerin ne anlama geldiğini araştırırken, tarihin derinliklerinde gömülü kalmış bir esrar perdesinin aralandığını ve ipuçlarının onları Da Vinci’nin tablosuna götürdüğünü keşfedip şaşkına dönerler. Büyük usta sırrını herkesin görebileceği bir yere, ünlü bir eserinin içine gizlemiştir. Mona Lisa.
Olaylar giderek daha esrarengiz bir hale gelir. Ve aydınlatmaya çalıştıkları bir sırrın, yüzyıllardır tarihin diğer gizli sırları gibi özenle saklandığını anlarlar. Artık amaçları, bu uğurda yaşamını yitiren Louvre Müzesi müdürünün, bu son dileğini gerçekleştirmek ve kapalı kapıları biraz olsun aralamak olacaktır ama onların da yaşamı tehlikededir. İki araştırmacının, her şeyi göze alarak tarihin saklı sayfalarını aralamak için gösterdikleri bu heyecan verici serüven, her sayfada başka bir şekil alacak ve okuyucuyu da gizemli bir öykünün içine çekecektir.”
Sembol dilin kullanarak bir dantel gibi çok ince bir zeka ile kurgulanmış bu eser bizi pagan inancına götürüyor. Kelimenin kökleri Latince deki paganus kelimesine kadar gider ve taşrada oturanlar anlamına gelir. “Paganlar” taşra bölgelerindeki doğaya tapınan, inançlarına sadık kalan, diğer dini öğretilerle ilgilenmeyen ve inançları da pek doğru dürüst anlaşılmayan kimselerdi.
Beş köşeli yıldız bu inancın temel sembolü. Ve doğaya tapınmakla ilgili, İsa öncesinde gelen bir sembol. Eski çağ insanları, yaşadıkları dünyayı iki yarı halinde düşünürdü, erkek ve dişi. Tanrılarla tanrıçalar bir güç dengesi kurarlardı. Yin ile Yang. Erkek ile dişi dengelendiğinde dünyaya ahenk gelirdi. Dengesizlik olduğunda kaos yaşanırdı.
Bu inançta, beş köşeli yıldız, bütün varlıklardaki dişiyi temsil ediyor. İlahiyat tarihçilerinin ‘kutsal dişi’ ya da ‘ilahi tanrıça’ dedikleri bu kavram,tarih içinde pek çok öğretide kendine değişik isimler bulmuş.
Eski dinler doğanın ilahi düzenine dayanıyor. Tanrıça Venüs ile Venüs gezegeni de bu inançta birleşiyor. Tanrıça gece gökyüzünde yer sahibiydi ve pek çok isimle anılırdı. Venüs, Doğu Yıldızı, Ishtar, Astarte. İki resim Astarte Hepsi de doğa ve Dünya ana ile bağları olan güçlü dişi kavramlardı.
Beş köşeli yıldızın, grafiksel köken açısından Venüs gezegeni ile bağlantısı var. Romanın kahramanı Langdon genç bir astronomi öğrencisiyken, Venüs gezegeninin her dört yılda bir ekliptik semada beş köşeli mükemmel bir yıldız çizdiğini öğrendiğinde çok şaşırır.Ve bu bilginin eski uygarlıklar tarafından bilindiğini araştırmayla anlayınca, bu bilgilere nasıl ulaştıkları konusundaki şaşkınlığı daha da artar.
Eski uygarlıklar bu ilginç fenomeni fark ettiklerinde öylesine büyülenirler ki, Venüs ile onun beş köşeli yıldızı mükemmellik, güzellik ve aşkın sembolü haline gelir. Langdon, Venüs’le ilgili açıklamalarına şöyle devam ediyor:
“Eski Yunan’da, Venüs’ün büyüsüne övgü olsun diye, onun dört yıllık devrini Olimpiyat Oyunları’nı düzenlerken kullanmışlardı. Pek az insan, dört yılda bir yapılan modern Olimpiyat Oyunları’nın hala Venüs’ün devrelerini takip ettiğinin farkındadır. Bundan daha da az insan, beş köşeli yıldızın Olimpiyat amblemi olmak üzereyken son anda değiştirildiğini bilir, oyunların çok kapsamlı ruhunu ve ahengini daha iyi yansıtması amacıyla beş köşeli yıldız, iç içe geçen beş halkayla değiştirilmiştir.
Romanın ele aldığı en ilginç sembollerden biri de Sangreal-Kutsal Kase sembolü. Kutsal Kase, Son Akşam Yemeği’nde İsa”nın içmek için kullandığı ve Arimatea’lı Yusuf’un çarmıha gerilen İsa’nın kanını doldurduğu kadeh olarak geçer. Kutsal Kase, İsa’nın kadehi olarak kabul ediliyor.
Ama tarihte Sangreal Belgeleri adıyla anılan belgeler de inanışa göre Kutsal Kase ile birlikte gömülü. Belgelerin bin yıllardır Tapınak Şövalyeleri adı verilen gizli bir örgüt tarafından korunduğuna inanılıyor. Belgelerin Tapınak Şövalyeleri’ne bunca güç vermesinin nedeni, sayfalarda Kase’nin gerçek tabiatının açıklanması.
Tapınak Şövalyeleri’ne göre Kutsal Kase bir kase değil. Kase efsanesinin yani ayinde kullanılan kadehin dahice düşünülmüş bir alegori olduğunu iddia ediyorlar. Kase efsanesindeki ayinde kullanılan kadeh, başka bir şeyin, çok daha güçlü bir şeyin mecazi hali. Kutsal Kase insanlık tarihinde en çok aranan hazine olmuş. Kase efsanelere, savaşlara ve bitmek tükenmek bilmeyen sorulara neden oldu. Dikenli Taç, Çarmıhta kullanılan Gerçek Haç, Titulus hepsi bin yıllarca arandı ama tarih boyunca aralarında en özeli Kutsal Kase olmuş.
Prieure de Sion tarikatında (Tapınak Şövalyelerinin diğer adı) gül sembolü kase için kullanılmış bir sembol. Gülü Kase sembolü olarak kullanmalarının nedeni ise gizlilik. En eski gül türlerinden biri olan rosa rugosanın, aynı Venüs yıldızı gibi beş yaprağa ve beşgen bir simetriye sahip olması güle, kadınlıkla güçlü ikonografik bağlar sağlıyordu. Bununla birlikte gülün ‘doğru Yön’ ve yol bulmak kavramlarıyla çok yakın bağları vardı. Pusula gülü, aynı Gül Çizgisi gibi, seferilere haritalardaki boylamlara bakarak yön bulmakta yardımcı oluyordu. Bu yüzden dişi kadeh ve gizli gerçeğe götüren yıldız anlamındaki gül, pek çok açıdan gizlilik, kadınlık ve yön tayini olarak Kase’yi tanımlayan bir sembol olarak kabul edilmişti.
Kase aslında eski bir kadınlık sembolüdür. Kutsal Kase dişiyi ve elbette şimdi tamamen yok edilmiş olan tanrıçayı temsil eder. Kadının gücü ve onun hayat verebilme yetisi bir zamanlar kutsaldı ama erkek egemen bir toplumda tehdit oluşturuyordu. Bu yüzden kutsal dişi şeytanlaştırıldı ve ona günahkar dendi. Havva’nın elmayı yiyerek insan ırkını çöküşe uğrattığı ‘ilk günah’ kavramı alegorik bir anlatımdı. Bir zamanlar hayat veren kutsal kadın artık düşman olmuştu.
Kase kayıp tanrıçanın sembolüdür. Kayıp Kase’yi arayan şövalye efsaneleri, aslında kayıp kutsal dişinin arandığını anlatan yasak hikayelerdi. ‘Kadehi aradığını’ iddia eden şövalyeler, kadınlara boyun eğdiren, tanrıçaları dışlayan, inanmayanları yakan ve paganların kutsal dişiye saygı göstermesini yasaklayanlardan korunmak için şifreli bir biçimde konuşuyorlardı. Onlara göre taşıdığı sır öyle güçlü ki, açıklandığında pek çok şeyi temelinden sarsabilir.
Leonardo da Vinci de, kardeşliğin Büyük Üstat’ı olarak 1510 ve 1619 yılları arasında bu mezhebe başkanlık etmiş. Yaşayan üyelerin kimliklerinin son derece gizli tutulduğu kardeşliğin simgesi ise P.S ve fleur-de-lis.
Kitabın kendi satırları arasından hazırladığımız bu yazı hepimize L.Da Vinci’nin bir misyonu ve vizyonu olduğunu göstermesi bakımından önemli. Ana Tanrıça kültleri, Yin-Yang öğretisi ve Kutsal Kase sembolü daha iyi araştırıldığında Görünenin Ardındaki Görünmeyen‘e ihtiyacımız kadar yaklaşmış olabiliriz. Kova çağının yeniliğe açık insanlığına yakışır daha pek çok bilgi ve belge konuşulur hale gelecek gibi gözüküyor. Bu çağ güçlü bir yaşam görüşü gerektiriyor. Mitler, efsaneler, alegorik anlatımlar yerine sade, açık ve aslında basit ama bir o kadar da güçlü gerçekler açıklanmayı bekler gibi…
Örneğin Yin ve Yang’ın özünde de güçlü bir yaşam görüşü var. Yin ve Yang arasındaki denge, batıda anlaşıldığı biçimde sürekli huzur ve denge değildir. Eski bilgeliklerdeki denge anlayışını yeniden gözden geçirmemizde büyük yarar var. Bu denge, çelişki ve gerilimle, farklılık ve çeşitlilikle yani zıt kutuplarla baş edilmeyi ve bundan uyum yaratılması gerektiğini anlatıyor.
Yani Zıtların Birliği. En zor ama kurulduğunda asla sarsılmayacak ve onu yaşayan kişiyi de sarsılmaz yapacak bir denge. Güçleri yok sayan, ‘hiç anlaşmazlık olmasaydı, yaşam ne güzel olurdu’ tarzındaki saf ve çocuksu bir görüş değil. Tam tersine, çelişkilerle baş etme ve farklılıkları dengeleme anlayışı. Bin yıllar içinde ademoğlu güçlendi artık bin yıllardır sembollerle örülmüş gerçekleri yaşabilecek güç ve kapasitede. Biraz silkinmesi ve uykudan uyanması yeterli.
Günlük yaşamda, pek çoğumuz çatışmalarla uyum içinde yaşamak zorundayız. İkilem üstüne kurulu bir dünyada yetiştirildiğimiz için şiddet, kızgınlık ve saldırganlık olmadığında barış, huzur, mutluluk olduğunu düşünürüz. Buna rağmen içimizdeki huzur ve mutluluğun birkaç saniyede uçup gittiğini de sık sık şahit olur, bir türlü işin içinden çıkamayız.
Yaşam Mücadelesi
Yaşam sürekli bir mücadeledir. Kavramamız gereken ise, hiç hoşlanmadıklarımız da dahil olmak üzere çevremizdeki bütün varlıklar içindeki yerimizin kendine özgü bir yapısı olduğu ve bu çelişkileri çözerek geliştiğimizdir. Kendi içimizde, kendimize uzak gördüğümüz diğerlerine ait özellikleri de taşıdığımızı ve içimizdeki yin-yang dengesinin böyle kurulduğunu fark edebilirsek önce kendimizle uyumlu olabiliriz ki diğerleri ve çevre ile uyum sağlayalım. Dünyanın geleceği; eril ve dişilin ortak değerlerini özümseyebilecek değişmiş, farklılaşmış kadınlara ve erkeklere aittir. Feminizm tüm zararlarına ve aşırılıklarına rağmen kadını, aşağı bir statünün dar çerçevesinden çıkarmaya uğraştı. Şimdi ataerkil düzenin kullandığı kalıplardan, rekabetten, kendini beğenmişlikten ve her ne pahasına olursa olsun üstünlük elde etme düşüncesinden kurtulup, kaçma sırası erkeğe geldi. Yeni insan eril ve dişin uyumlu bütünlüğünü kendinde toplamış insandır.
Olaylar giderek daha esrarengiz bir hale gelir. Ve aydınlatmaya çalıştıkları bir sırrın, yüzyıllardır tarihin diğer gizli sırları gibi özenle saklandığını anlarlar. Artık amaçları, bu uğurda yaşamını yitiren Louvre Müzesi müdürünün, bu son dileğini gerçekleştirmek ve kapalı kapıları biraz olsun aralamak olacaktır ama onların da yaşamı tehlikededir. İki araştırmacının, her şeyi göze alarak tarihin saklı sayfalarını aralamak için gösterdikleri bu heyecan verici serüven, her sayfada başka bir şekil alacak ve okuyucuyu da gizemli bir öykünün içine çekecektir.”
Sembol dilin kullanarak bir dantel gibi çok ince bir zeka ile kurgulanmış bu eser bizi pagan inancına götürüyor. Kelimenin kökleri Latince deki paganus kelimesine kadar gider ve taşrada oturanlar anlamına gelir. “Paganlar” taşra bölgelerindeki doğaya tapınan, inançlarına sadık kalan, diğer dini öğretilerle ilgilenmeyen ve inançları da pek doğru dürüst anlaşılmayan kimselerdi.
Beş köşeli yıldız bu inancın temel sembolü. Ve doğaya tapınmakla ilgili, İsa öncesinde gelen bir sembol. Eski çağ insanları, yaşadıkları dünyayı iki yarı halinde düşünürdü, erkek ve dişi. Tanrılarla tanrıçalar bir güç dengesi kurarlardı. Yin ile Yang. Erkek ile dişi dengelendiğinde dünyaya ahenk gelirdi. Dengesizlik olduğunda kaos yaşanırdı.
Bu inançta, beş köşeli yıldız, bütün varlıklardaki dişiyi temsil ediyor. İlahiyat tarihçilerinin ‘kutsal dişi’ ya da ‘ilahi tanrıça’ dedikleri bu kavram,tarih içinde pek çok öğretide kendine değişik isimler bulmuş.
Eski dinler doğanın ilahi düzenine dayanıyor. Tanrıça Venüs ile Venüs gezegeni de bu inançta birleşiyor. Tanrıça gece gökyüzünde yer sahibiydi ve pek çok isimle anılırdı. Venüs, Doğu Yıldızı, Ishtar, Astarte. İki resim Astarte Hepsi de doğa ve Dünya ana ile bağları olan güçlü dişi kavramlardı.
Beş köşeli yıldızın, grafiksel köken açısından Venüs gezegeni ile bağlantısı var. Romanın kahramanı Langdon genç bir astronomi öğrencisiyken, Venüs gezegeninin her dört yılda bir ekliptik semada beş köşeli mükemmel bir yıldız çizdiğini öğrendiğinde çok şaşırır.Ve bu bilginin eski uygarlıklar tarafından bilindiğini araştırmayla anlayınca, bu bilgilere nasıl ulaştıkları konusundaki şaşkınlığı daha da artar.
Eski uygarlıklar bu ilginç fenomeni fark ettiklerinde öylesine büyülenirler ki, Venüs ile onun beş köşeli yıldızı mükemmellik, güzellik ve aşkın sembolü haline gelir. Langdon, Venüs’le ilgili açıklamalarına şöyle devam ediyor:
“Eski Yunan’da, Venüs’ün büyüsüne övgü olsun diye, onun dört yıllık devrini Olimpiyat Oyunları’nı düzenlerken kullanmışlardı. Pek az insan, dört yılda bir yapılan modern Olimpiyat Oyunları’nın hala Venüs’ün devrelerini takip ettiğinin farkındadır. Bundan daha da az insan, beş köşeli yıldızın Olimpiyat amblemi olmak üzereyken son anda değiştirildiğini bilir, oyunların çok kapsamlı ruhunu ve ahengini daha iyi yansıtması amacıyla beş köşeli yıldız, iç içe geçen beş halkayla değiştirilmiştir.
Romanın ele aldığı en ilginç sembollerden biri de Sangreal-Kutsal Kase sembolü. Kutsal Kase, Son Akşam Yemeği’nde İsa”nın içmek için kullandığı ve Arimatea’lı Yusuf’un çarmıha gerilen İsa’nın kanını doldurduğu kadeh olarak geçer. Kutsal Kase, İsa’nın kadehi olarak kabul ediliyor.
Ama tarihte Sangreal Belgeleri adıyla anılan belgeler de inanışa göre Kutsal Kase ile birlikte gömülü. Belgelerin bin yıllardır Tapınak Şövalyeleri adı verilen gizli bir örgüt tarafından korunduğuna inanılıyor. Belgelerin Tapınak Şövalyeleri’ne bunca güç vermesinin nedeni, sayfalarda Kase’nin gerçek tabiatının açıklanması.
Tapınak Şövalyeleri’ne göre Kutsal Kase bir kase değil. Kase efsanesinin yani ayinde kullanılan kadehin dahice düşünülmüş bir alegori olduğunu iddia ediyorlar. Kase efsanesindeki ayinde kullanılan kadeh, başka bir şeyin, çok daha güçlü bir şeyin mecazi hali. Kutsal Kase insanlık tarihinde en çok aranan hazine olmuş. Kase efsanelere, savaşlara ve bitmek tükenmek bilmeyen sorulara neden oldu. Dikenli Taç, Çarmıhta kullanılan Gerçek Haç, Titulus hepsi bin yıllarca arandı ama tarih boyunca aralarında en özeli Kutsal Kase olmuş.
Prieure de Sion tarikatında (Tapınak Şövalyelerinin diğer adı) gül sembolü kase için kullanılmış bir sembol. Gülü Kase sembolü olarak kullanmalarının nedeni ise gizlilik. En eski gül türlerinden biri olan rosa rugosanın, aynı Venüs yıldızı gibi beş yaprağa ve beşgen bir simetriye sahip olması güle, kadınlıkla güçlü ikonografik bağlar sağlıyordu. Bununla birlikte gülün ‘doğru Yön’ ve yol bulmak kavramlarıyla çok yakın bağları vardı. Pusula gülü, aynı Gül Çizgisi gibi, seferilere haritalardaki boylamlara bakarak yön bulmakta yardımcı oluyordu. Bu yüzden dişi kadeh ve gizli gerçeğe götüren yıldız anlamındaki gül, pek çok açıdan gizlilik, kadınlık ve yön tayini olarak Kase’yi tanımlayan bir sembol olarak kabul edilmişti.
Kase aslında eski bir kadınlık sembolüdür. Kutsal Kase dişiyi ve elbette şimdi tamamen yok edilmiş olan tanrıçayı temsil eder. Kadının gücü ve onun hayat verebilme yetisi bir zamanlar kutsaldı ama erkek egemen bir toplumda tehdit oluşturuyordu. Bu yüzden kutsal dişi şeytanlaştırıldı ve ona günahkar dendi. Havva’nın elmayı yiyerek insan ırkını çöküşe uğrattığı ‘ilk günah’ kavramı alegorik bir anlatımdı. Bir zamanlar hayat veren kutsal kadın artık düşman olmuştu.
Kase kayıp tanrıçanın sembolüdür. Kayıp Kase’yi arayan şövalye efsaneleri, aslında kayıp kutsal dişinin arandığını anlatan yasak hikayelerdi. ‘Kadehi aradığını’ iddia eden şövalyeler, kadınlara boyun eğdiren, tanrıçaları dışlayan, inanmayanları yakan ve paganların kutsal dişiye saygı göstermesini yasaklayanlardan korunmak için şifreli bir biçimde konuşuyorlardı. Onlara göre taşıdığı sır öyle güçlü ki, açıklandığında pek çok şeyi temelinden sarsabilir.
Leonardo da Vinci de, kardeşliğin Büyük Üstat’ı olarak 1510 ve 1619 yılları arasında bu mezhebe başkanlık etmiş. Yaşayan üyelerin kimliklerinin son derece gizli tutulduğu kardeşliğin simgesi ise P.S ve fleur-de-lis.
Kitabın kendi satırları arasından hazırladığımız bu yazı hepimize L.Da Vinci’nin bir misyonu ve vizyonu olduğunu göstermesi bakımından önemli. Ana Tanrıça kültleri, Yin-Yang öğretisi ve Kutsal Kase sembolü daha iyi araştırıldığında Görünenin Ardındaki Görünmeyen‘e ihtiyacımız kadar yaklaşmış olabiliriz. Kova çağının yeniliğe açık insanlığına yakışır daha pek çok bilgi ve belge konuşulur hale gelecek gibi gözüküyor. Bu çağ güçlü bir yaşam görüşü gerektiriyor. Mitler, efsaneler, alegorik anlatımlar yerine sade, açık ve aslında basit ama bir o kadar da güçlü gerçekler açıklanmayı bekler gibi…
Örneğin Yin ve Yang’ın özünde de güçlü bir yaşam görüşü var. Yin ve Yang arasındaki denge, batıda anlaşıldığı biçimde sürekli huzur ve denge değildir. Eski bilgeliklerdeki denge anlayışını yeniden gözden geçirmemizde büyük yarar var. Bu denge, çelişki ve gerilimle, farklılık ve çeşitlilikle yani zıt kutuplarla baş edilmeyi ve bundan uyum yaratılması gerektiğini anlatıyor.
Yani Zıtların Birliği. En zor ama kurulduğunda asla sarsılmayacak ve onu yaşayan kişiyi de sarsılmaz yapacak bir denge. Güçleri yok sayan, ‘hiç anlaşmazlık olmasaydı, yaşam ne güzel olurdu’ tarzındaki saf ve çocuksu bir görüş değil. Tam tersine, çelişkilerle baş etme ve farklılıkları dengeleme anlayışı. Bin yıllar içinde ademoğlu güçlendi artık bin yıllardır sembollerle örülmüş gerçekleri yaşabilecek güç ve kapasitede. Biraz silkinmesi ve uykudan uyanması yeterli.
Günlük yaşamda, pek çoğumuz çatışmalarla uyum içinde yaşamak zorundayız. İkilem üstüne kurulu bir dünyada yetiştirildiğimiz için şiddet, kızgınlık ve saldırganlık olmadığında barış, huzur, mutluluk olduğunu düşünürüz. Buna rağmen içimizdeki huzur ve mutluluğun birkaç saniyede uçup gittiğini de sık sık şahit olur, bir türlü işin içinden çıkamayız.
Yaşam Mücadelesi
Yaşam sürekli bir mücadeledir. Kavramamız gereken ise, hiç hoşlanmadıklarımız da dahil olmak üzere çevremizdeki bütün varlıklar içindeki yerimizin kendine özgü bir yapısı olduğu ve bu çelişkileri çözerek geliştiğimizdir. Kendi içimizde, kendimize uzak gördüğümüz diğerlerine ait özellikleri de taşıdığımızı ve içimizdeki yin-yang dengesinin böyle kurulduğunu fark edebilirsek önce kendimizle uyumlu olabiliriz ki diğerleri ve çevre ile uyum sağlayalım. Dünyanın geleceği; eril ve dişilin ortak değerlerini özümseyebilecek değişmiş, farklılaşmış kadınlara ve erkeklere aittir. Feminizm tüm zararlarına ve aşırılıklarına rağmen kadını, aşağı bir statünün dar çerçevesinden çıkarmaya uğraştı. Şimdi ataerkil düzenin kullandığı kalıplardan, rekabetten, kendini beğenmişlikten ve her ne pahasına olursa olsun üstünlük elde etme düşüncesinden kurtulup, kaçma sırası erkeğe geldi. Yeni insan eril ve dişin uyumlu bütünlüğünü kendinde toplamış insandır.