02-27-2009, Saat: 01:05 PM
Yine bitip tükenme var yüreğimde… Yine aramak, soluk bir yüzle ararken kaybolmak var garip dehlizlerde. Kimi zaman bir kuşun kanat çırpması gibi heyecanlı ve kararlı, kimi zaman bir kaplumbağa gibi tamahkâr, kimi zaman yorgun bir ihtiyar, kimi zaman korkak bir çocuk ile yol alıyorum. Kendimi uzaklarda bırakarak.
Yaşamak bu ise ben yaşamıyorum. Ölüm bu ise ölü bile değilim. Ne oralı ne buralı, iki arada bir derede kalan zavallı bir ölümlü ölümsüzüm.
Gideceğim yere adım atamayan betonlara batmış ayaklarımı kurtarmaya çalışmayarak, sert bir fırtınayı bekleyerek duruyorum. Dev gövdeli ulu ağaçları kökünden söküp alan bir fırtına ancak beni çakılı olduğum yerden çıkarıp savurabilir.
Savrulan ne saçlarım olur ne de ruhum. Savrulan özlemlerim, keyfim ve mutluluğum olur. Bu kısa anlık anlarda, var olduğumu düşleyebildiğim, nefes alabildiğim, onun dışında boş bir rüzgârdır içime çektiğim.
Her sabah yatağımdan kalkarken ne için kalktığımı düşünürken kocaman bir boşluk gözümün ve günümün önünde dans ederken öylesine dik dik bakarım o boşluğa. Hiç gözlerimi kaçırmadan bakarım anlamaya çalışarak.
Göz pınarlarımda biriken, dışarı çıkmak için bahane gözleyen yaşlarımı orada sımsıkı tutarken ağlamak için bile düzgün bir bahane bulamayışıma içerlerim de akıtamam yaşlarımı.
Yüreğimin hızlı hızlı öfkeden çarpmasına yüz vermezken, öfkeme öfkelenirken, neye öfkelendiğimi bilmezken söküp atmak isterim yüreğimi de yapamam; ellerimi kana bulayamam.
Soracağım onca soruyu beynimde karmakarışık bir şekilde sıralarken, biriken bu soru işaretlerinden tiksinirken, neden hala sorularım var diye hayıflanıp kime soracağımı bile bilemezken, neye yarar onca sorular diye düşünürken uyur giderim uyanıklığımın içinde.
Ağlayamazken, sarılamazken, tutunamazken, göremezken, sevemezken, bilemezken, düşünemezken, haykıramazken, bilip de söyleyemezken, isteyemezken, isteklerim bile yok olurken öylesine duruyorum işte…
A.Rahim SaydaM
Yaşamak bu ise ben yaşamıyorum. Ölüm bu ise ölü bile değilim. Ne oralı ne buralı, iki arada bir derede kalan zavallı bir ölümlü ölümsüzüm.
Gideceğim yere adım atamayan betonlara batmış ayaklarımı kurtarmaya çalışmayarak, sert bir fırtınayı bekleyerek duruyorum. Dev gövdeli ulu ağaçları kökünden söküp alan bir fırtına ancak beni çakılı olduğum yerden çıkarıp savurabilir.
Savrulan ne saçlarım olur ne de ruhum. Savrulan özlemlerim, keyfim ve mutluluğum olur. Bu kısa anlık anlarda, var olduğumu düşleyebildiğim, nefes alabildiğim, onun dışında boş bir rüzgârdır içime çektiğim.
Her sabah yatağımdan kalkarken ne için kalktığımı düşünürken kocaman bir boşluk gözümün ve günümün önünde dans ederken öylesine dik dik bakarım o boşluğa. Hiç gözlerimi kaçırmadan bakarım anlamaya çalışarak.
Göz pınarlarımda biriken, dışarı çıkmak için bahane gözleyen yaşlarımı orada sımsıkı tutarken ağlamak için bile düzgün bir bahane bulamayışıma içerlerim de akıtamam yaşlarımı.
Yüreğimin hızlı hızlı öfkeden çarpmasına yüz vermezken, öfkeme öfkelenirken, neye öfkelendiğimi bilmezken söküp atmak isterim yüreğimi de yapamam; ellerimi kana bulayamam.
Soracağım onca soruyu beynimde karmakarışık bir şekilde sıralarken, biriken bu soru işaretlerinden tiksinirken, neden hala sorularım var diye hayıflanıp kime soracağımı bile bilemezken, neye yarar onca sorular diye düşünürken uyur giderim uyanıklığımın içinde.
Ağlayamazken, sarılamazken, tutunamazken, göremezken, sevemezken, bilemezken, düşünemezken, haykıramazken, bilip de söyleyemezken, isteyemezken, isteklerim bile yok olurken öylesine duruyorum işte…
A.Rahim SaydaM