04-09-2009, Saat: 08:27 PM
Sevdayı yanına alıp gidişinin üzerine kaç gün doğmuştu? Ve kaç güneş benim içime bir umut doğurmuş ve onu kaç ay vurmuştu? Hatırlamıyorum…
Elimde yalnız yokluğun var şimdi. Hiçbir güneş seni bana getirmedi. Hiçbir şehirde yüzünün kalabalığını görmedim. Hiçbir yalnızlık bu kadar tek bırakmadı beni. Ve hiçbir kahrediş hiçbir lanet unutturamadı seni…
Hangi din hangi bilge hangi öğreti yasak etmişti aşkı? Ve sevdayı dil dağının uçurumundan aşağı salıvermek niye bu kadar zordu? Sevda mıydı zor olan yoksa biz mi sevdayı zor kılmıştık? Günahı kim yakıştırmış sevdaya?
Kim mahpus etmiş kelimelerimizi kalbimize ve kim kolay olanı çekip gitmeyi öğretmiş ki bize?
Alı pulu bol sırmalı bir yazmayı yüzüne perde etmiş kırmızı mintanını üzerine namus giyinmiş köy çarıklı eli kınalı beli kudretten kemerli dağ kokulu bir gelindi sevda. Kimler onu ayağa düşürmüştü? Ve kaç sevda kendisini yarine götürecek atın üzerine terkedilmiş unutulup gitmişti?
Sen sevdamın yüreğime değmiş yanısın. Yenilenişim yağmurda yürüyüşüm geceleyişim sabahlayışım haykırışım susuşum hayata karşı duruşumsun. Ve giderken sen bir elimi yüzünde bir elimi yüreğimde unutuşumsun…
Gece zifirini kuşanırken üzerine yüreğime akıttığı karada sana hep beyaz bir köşe buldum. Gücüm yok artık. Ya gel aydınlat yüreğimi kendine yasak ettiğin sevdanla ya da bil ki; artık sonsuza kadar karanlığa mahkumum.
Bilmem kaç gece hayalimde yüzüne söylediğim ve belki bir gün deyip beklediğim dönüş gününde sırasını şaşırmamak için hafızama zincirlediğim sözcüklerim yok artık. Hatırlamıyorum…
Gidişin beni devirmişti şimdi dönmeyişinle ayakta duruyorum…
Artık giden hiç kimsenin geriye dönmediğine inanıyorum. Her sevdanın günah her gidenin suçlu her geride kalanın dimdik ayakta olduğunu varsayıyorum. Kendimi kandırıyorum…
Senin dönmeyişlere mazeret yorgun gidişlerin vardı.
Yorgundun
Gitmiştin
Dönmedin…
ÖZLEDİM…
Elimde yalnız yokluğun var şimdi. Hiçbir güneş seni bana getirmedi. Hiçbir şehirde yüzünün kalabalığını görmedim. Hiçbir yalnızlık bu kadar tek bırakmadı beni. Ve hiçbir kahrediş hiçbir lanet unutturamadı seni…
Hangi din hangi bilge hangi öğreti yasak etmişti aşkı? Ve sevdayı dil dağının uçurumundan aşağı salıvermek niye bu kadar zordu? Sevda mıydı zor olan yoksa biz mi sevdayı zor kılmıştık? Günahı kim yakıştırmış sevdaya?
Kim mahpus etmiş kelimelerimizi kalbimize ve kim kolay olanı çekip gitmeyi öğretmiş ki bize?
Alı pulu bol sırmalı bir yazmayı yüzüne perde etmiş kırmızı mintanını üzerine namus giyinmiş köy çarıklı eli kınalı beli kudretten kemerli dağ kokulu bir gelindi sevda. Kimler onu ayağa düşürmüştü? Ve kaç sevda kendisini yarine götürecek atın üzerine terkedilmiş unutulup gitmişti?
Sen sevdamın yüreğime değmiş yanısın. Yenilenişim yağmurda yürüyüşüm geceleyişim sabahlayışım haykırışım susuşum hayata karşı duruşumsun. Ve giderken sen bir elimi yüzünde bir elimi yüreğimde unutuşumsun…
Gece zifirini kuşanırken üzerine yüreğime akıttığı karada sana hep beyaz bir köşe buldum. Gücüm yok artık. Ya gel aydınlat yüreğimi kendine yasak ettiğin sevdanla ya da bil ki; artık sonsuza kadar karanlığa mahkumum.
Bilmem kaç gece hayalimde yüzüne söylediğim ve belki bir gün deyip beklediğim dönüş gününde sırasını şaşırmamak için hafızama zincirlediğim sözcüklerim yok artık. Hatırlamıyorum…
Gidişin beni devirmişti şimdi dönmeyişinle ayakta duruyorum…
Artık giden hiç kimsenin geriye dönmediğine inanıyorum. Her sevdanın günah her gidenin suçlu her geride kalanın dimdik ayakta olduğunu varsayıyorum. Kendimi kandırıyorum…
Senin dönmeyişlere mazeret yorgun gidişlerin vardı.
Yorgundun
Gitmiştin
Dönmedin…
ÖZLEDİM…