05-04-2009, Saat: 11:42 PM

Sus pus olmuş


çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne
Dolmabahçe da çay tadında....
Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında

tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
Ben rehnedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama
yüreği takvim yokuşlarında...
Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı

sesinin sesimde yankılanmasının... sanki perdedekine
üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
içime... Yalan! Sen perdeye bakıyorsun

seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
seyrediyorum...
Kadın Beyoğlu'nun bir kış akşamında

üstündeki deri montun sahibine küs

muzdarip yürüyordu... Adam da... Yürümek hiçbir şeyi
çözmüyordu

yaralı bir öyküyü taşıyordu adam... Kadının yüzünde
bir hüzün... Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük...
Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti...
... Soğuğun ve karanlığın vehameti!
Hayatı



daraltılmış... İlk sahibinin o pantalonla yaşadığı şeyler

yani pantalonu pantalon yapan anılar

bereleri yüzünden yapılan yamalar

yazlar... Hepsi daraltılmış... Yaşananlara bir beden
büyük geliyor artık hayat!
Bir aşkı paylaşmak için çok geç

olmak içinse erken... Beni sevda yerimden vurdu yine
zaman...

Şimdi sana söylenecek tek cümle:
Bende sana yetecek kadar ben kalmadı...

Yılmaz Erdoğan