:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Karl Marks ve Marksizm
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Zenginlik bir kutupta birikirken,yoksulluk,kölelik,cahillik,yabancılaşma ve manevi yozlaşmada öteki kutupta yani kendi ürününü sermaye biçiminde üreten sınıfın bulunduğu tarafta birikir.

K. Marks


[SIZE=5]Marksizm[/SIZE]


[SIZE=5]marks.jpg[/SIZE]

[SIZE=3]Marksizm, Marks'ın görüş ve öğretilerinin sistemidir. Marks, insanlığın en ileri üç ülkesince temsil edilen, 19. Yüzyılın üç temel ideolojik akımını sürdüren ve tamamlayan bir deha idi: klâsik Alman felsefesi, klâsik İngiliz ekonomi politiği ve genel olarak Fransız devrimci öğretileriyle birleşmiş olan Fransız sosyalizmi. [/SIZE]
[SIZE=3]Hak, adalet, özgürlük ve benzeri kavramlar, yani her toplumda bulunan fikirler dizisi, o toplumun ulaştığı ekonomik gelişimin belirli aşamasına uygun düşer. Öyleyse, toplumsal ve politik devrimi oluşturan şey nedir? Acaba yalnızca insanların düşüncelerindeki bir değişmeden mi ibarettir? Hayır,çünkü bu fikirler, her şeyden önce ekonomideki değişikliğe ,yani üretim ve değişim biçimindeki değişikliğe. bağlıdırlar.İnsan doğaya egemen olma yolunda ilerler; malların üretimi ve değişimi için yeni ve daha iyi yöntemler bulunur, ya da icat edilir. Bu değişmelerin temelden ve geniş çapta olduğu zamanlar, toplumsal çatışmalar doğar. Eski üretim biçimi ile birlikte gelişen ilişkiler kemikleşmiştir. Eski topluca yaşama biçimi, yasada, politikada, dinde ve eğitimde sabitleşrniştir.İktidarı elinde bulunduran sınıf, iktidarını korumak ister ve yeni üretim biçimi ile uyum halindeki sınıfla çatışır.Bunun sonucu devrimdir.Tarihe bu şekilde yaklaşım, marksistlere göre, başka türlü kavranılamaz olan bir dünyayı anlamayı olanaklı kılar.Tarihsel olaylara, insanların hayatlarını kazanma biçimlerinden doğan sınıf ilişkileri açısından bakmakla, kavranamaz şeyler, ilk kez kavranır hale gelmiştir.


Marks'ın Hayatı:
Karl Marx (1818-1883), 1840’larin devrimci kusagindandir. Berlin Üniversitesi’nde felsefe okudugu yillarda dönemin ögrenci hareketinde egemen olan Hegelci tarih felsefesini benimsedi (1836). Hegel (ölm. 1831), ayni üniversitede felsefe professörüydü.
Yani Marks ve Engels baslangiçta bir Hegelci idiler. Onlarin Hegelcilikten sosyalizme geçisi bir süreci aldi: Hegelcilik-Genç Hegelcilik (Bruno Bauer’cilik ve L. Feuerbach’çilik)-Sosyalizm.
Hegelciler, 1836’da biri sag, digeri sol iki kanada bölündüler. Bölünmenin ekseninde dine ve mesruiyetini dinden alan monarsiye karsi tavir sorunu vardi.
Marx, basini Bruno Bauer’in çektigi sol kanada (Genç Hegelciler) taraf oldu. O’nun ilk politik faaliyeti ateizme ve cumhuriyetçilige egilim gösteren bu hareketle birlikte baslar.
Engels (1820-1895) de ayni hareketle iliskiliydi.
1840’larin basinda Genç Hegelcilerin en önde gelen teorisyeni Hegel’in idealizmini, dini ve mutlakiyeti elestiren ve hümanizmi savunan Ludwig Feuerbach’ti. Felsefe ögrenimini tamamlayan ve kendisini felsefe tarihini arastirmaya veren K. Marx da bu siralarda Feuerbach’la birlikteydi (1842). Feuerbach’in materyalizmini Hegel’in diyalektigi ile birlestirmeyi deniyordu.
1842’de Genç Hegelciler, Alman burjuvazisinin monarsi karsiti anayasaci (liberal) kanadiyla birlikte Köln’de Ren Gazetesi’ni çikardilar. Bu gazeteye katkida bulunanlardan biri de Karl Marx’ti. Çok geçmeden onu gazetenin editörü olarak görüyoruz. Çesitli konularda basmakaleler yazan Marx, bu dönemde Hegel felsefesinin güncel olaylari açiklamakta ise yaramadigini fark eder.
Ren Gazetesi’nde yazan ve yazilari en çok yanki uyandiranlardan biri de Fransa’daki sosyalist ve komünist fikirleri Almanya’ya tanitmaya çalisan ve bir süre sonra ‘Alman Sosyalizmi’ (‘Hakiki Sosyalizm’Wink adi verilen hareketi kuracak olan Moses Hess’ti. Engels’i komünizme kazanan oydu.
Marx ve Engels, Fransa’daki sosyalist ve komünist fikirlerle ilk kez ‘Komünist Rabbi’ diye adlandirilan M. Hess araciligiyla ve bu dönemde tanistilar (1842). Hess, Almanya’da Genç Hegelcilik’ten kopup komünizmi benimseyen ilk kisiydi. Hegel felsefesini ve Feuerbach’in hümanizmini o tarihte bir Fransiz kavrami olan ‘sinif mücadelesi’ fikriyle birlestirmeyi deniyordu.
1843’te Ren Gazetesi yasaklandi.
Bu tarihten sonra Genç Hegelciler’in yollari ayrildi. Bruno Bauer ve arkadaslari radikal teorik tutumlarina ragmen politik faaliyetten uzak durdular. Moses Hess, K. Marx, F. Engels ve Arnold Ruge ise, “elestiri silahini silahlarin elestirisine dönüstürme”nin, baska deyisle teorik müdahaleden (elestiriden) pratik faaliyete geçmenin yollarini arastirdilar.
Fransa’ya yerlesen Marx, bu yillarda Fransiz siyaset teorisini (Fransiz sosyalizmini) ve burjuva toplumunu tahlil eden Ingiliz iktisatçilarini inceledi (1843-45). Marx’in kapitalist toplumun karsitliklarinin çözüm yolu olarak sinif mücadelesi fikrine ve komünizme egilim göstermesi bu döneme rastlar. Moses Hess ve A. Ruge ile birlikte Paris’te ‘Fransiz-Alman Yilliklari’ adli bir dergi çikartir (1844). Ilk kez bu dergidedir ki, proletaryadan sözeder ve proletarya ayaklanmasi için çagrida bulunur. Ama bu dergi bir süre sonra Ruge ve Marx arasindaki anlasmazliklar nedeniyle yayinina son verir.
1845’ten itibaren Marx ve Engels, Hegelci tarih felsefesinden kopmaya basladilar. Bu kopusun ilk isareti 1845’te ortaklasa kaleme aldiklari “Kutsal Aile: Bruno Bauer ve Hempalarina karsi” baslikli eserleridir. Marx ve Engels’in ilk ortak eserleri olan bu kitap Genç Hegelci Bruna Bauer ve arkadaslarina karsi kaleme alinmis bir polemikti.
Fransa (Paris)’dan kovulan Marx, çalismalarina Brüksel’de devam etti. Brüksel yillari (1845-47), ilk kez 1842’de Köln’deki Ren Gazetesi’nde karsilasmis olan Marx’la Engels arasinda yasam boyu sürecek bir isbirligini baslatti. Bu tarihten sonra ikisi birlikte yogun bir ortak çalismaya girdiler. Ekonomi-politik konusunda daha fazla arastirma yapmak üzere birlikte Ingiltere’ye seyahat ettiler.
Ayni yil Marx, “Feuerbach Üzerine Tezler”i yazdi (1845). Elestiriden pratik faaliyete geçmenin önemine isaret eden bu tezlerin Onbirincisi ünlüdür:
“Fiozoflar dünyayi yalnizca çesitli biçimlerde yorumlamakla yetindiler. Oysa sorun onu degistirmektir”.
(Bk. Theses On Feuerbach, ‘Marx-Engels’ adli kitap içinde, Progress Publishers, Moscow, 1978, s: 98).
Tarihsel materyalizmin temel tezleri ilk kez Genç Hegelci akimin bir elestirisi olan Alman Ideolojisi’nde ortaya kondular (1845-46).
Marx’la Engels’in ortak yapitlarindan biri olan bu eser uzun zaman yayinlanmadan kaldi. Fakat bu kitaptaki temel fikirlerin tümünü birkaç yil sonra kaleme alinan Komünizmin Ikeleri ve Komünist Manifesto’da program formu içinde bulmak mümkün.
Alman Ideolojisi, Marx’la Engels’in teorik görüslerinin evriminde bir dönüm noktasidir. Onlarin bu tarihten sonraki tüm çalismalarini ilk kez bu kitapta ortaya konan tarih felsefesi yönlendirdi. Bu nedenledir ki, Marx’in bu tarihten önceki yapitlari ‘Genç Marx’in eserleri olarak tanimlanir ve sonraki ürünlerinden hakli olarak ayirt edilirler. Bu tarih anlayisini Manifesto’da modern tarihin bir taslagini yapmakta ve Yeni Ren Gazetesi’nde de güncel olaylari yorumlamakta kullandilar.
Alman Ideolojisi’nde Marx ve Engels, “cennetten yeryüzüne dogru” yürüdügünü söyledikleri Alman felsefesinin tam tersine kendi tarih anlayislarinin “yeryüzünden cennete dogru” ilerledigine isaret ederler.
Bu kitap Genç Hegelci felsefeden, Bauer ve Feuerbach’in komünizmi hümanizmle özdeslestiren anlayislarindan radikal bir teorik kopusu temsil ediyordu. Marx’la Engels kendi komünizm anlayislarini bu kitapta tarif ettiler. Dünya/Avrupa devrimi fikri de ilk kez Alman Ideolojisi’nde ifade edildi.(bk. a.g.e, The German Ideology, s: 45).
1847’de Felsefenin Sefaleti yayinlandi. Bu eseriyle ilgili olarak Marx, “Bizim görüs tarzimizin kilit noktalari polemik tarzinda da olsa ilk defa bilimsel sekilde 1847’de yayinlanan ve Proudhon’u hedef alan Felsefenin Sefaleti adli yapitimda sunuldu” demektedir. Aslinda bu görüsler ilk kez Alman Ideolojisi’nde ifade edilmislerdir. Ama o kitap uzun süre yayinlanmadigi içindir ki Felsefenin Sefaletini referans gösterirler.
Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm adli kitabinda bir felsefe olarak Marksizm’in Hegel okulundan çiktigini söyler. Engels’e göre tarih anlayisi idealist olsa da Hegel tarihi metafiziklikten kurtarip diyalektiklestirmistir.
Karl Marx, insan toplumunun bu gelişme yasalarını bulmuştur. Onun, insanlığa yaptığı büyük katkı budur.Her uygarlıkta ekonomi, politika, yasalar, din, eğitim birbirine bağlıdır; herbiri ötekine dayanır ve oluş nedeni ötekilerine bağlıdır. Bütün bu güçler içinde ekonomi en önemlisidir, temel etmendir. Yapının temel direği, üreticiler olarak insanlar arasında varolan ilişkidir. İnsanların yaşama biçimini,geçimlerini sağlama biçimleri, belirli bir toplumda, belirli bir anda hüküm süren üretim biçimi, belirler.İnsanın düşünce biçimini, yaşama biçimi belirler. Marx’ın sözleriyle: "Maddî yaşamdaki üretim biçimi, yaşamın toplumsal, siyasal ve düşünsel sürecinin genel niteliğine egemendir.İnsanların varlıklarını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilinçlerini, toplumsal varlıkları belirler."


Marks'tan ;
* Ücret; belirli bir emek-zamanı karşılığında ya da belirli bir işin yapılması karşılığında kapitalist tarafından ödenen ücrettir.
* Ücret işçinin kendi ürettiği metada sahip olduğu pay değildir.
* Onun için ( işçi için )çalışmak, yaşamın bir parçası değil, yaşamının feda edilmesidir.
* Kendisi için ürettiği şey ücrettir ve ipek,altın, saray,onun gözünde belirli bir meta miktar geçim aracına, belki de pamuklu bir fanilaya, bir miktar bakır paraya ve bodrum katına indirger.
* Bir başkasını ezen ulus özgür olamaz.
* Onun için ( işçi için ) yaşam bu işin bittiği yerde, masada, kahvede, yatakta başlar.
* Eğer ipek böceği varlığını tırtıl olarak sürdürmek için koza örseydi tam bir ücretli işçi olurdu.
* İşçi, şu yada bu işverene değil, kapitalist sınıfa aittir ve dahası kendisini satmak, yani bu burjuva sınıf içinde bir alıcı bulmak ona düşer.
* Saygıdeğer kapitalistler hiçbir zaman sömürülecek taze et ve kan sıkıntısı duymayacaklar ve ölüleri kendi ölülerini gömmeye terk edecekler.
* Ücreti en suçlanabilecek yönünden ele alalım, şöyle ki; benim etkinliğim bir meta haline geliyor ve ben baştan aşağı satılık bir şey oluyorum.
* İşçi sınıfı ya devrimcidir yada hiçtir.
* Zenginlik bir kutupta birikirken, yoksulluk, kölelik, cahillik, yabancılaşma ve manevi yozlaşmada öteki kutupta yani kendi ürününü sermaye biçiminde üreten sınıfın bulunduğu tarafta birikir.

[/SIZE]
Diyalektik

Diyalektik, sözcük olarak eski Yunan filozoflarina aittir. Gerçegi elestirel bir arastirma ve tartisma yoluyla bulmak anlamina gelir. “Eski Yunan filozoflarinin hepsi (basta Heraklitos ve Aristoteles) dogal diyalektikçiler olarak dogmuslardi” diyen Engels, örnek olarak Heraklitos’un su sözlerini aktarir: “Hersey vardir ve yoktur, çünkü hersey akicidir, durmadan degismektedir, durmadan var ve yok olmaktadir”.
Diyalektigin kurallari birlik, karsitlik ve degisim olarak ifade edilebilir. Engels, ’yasa’ dedigi bu kurallari Doganin Diyalektigi adli eserinde karsitlarin birligi ve mücadelesi, inkarin inkari yasasi ve nicelikten nitelige (ve de niteikten nicelige) dönüsüm olarak ifade etmektedir.
Bu kurallar/yasalar maddi (dis) dünyada ve düsünce dünyasinda gelisme ve degisme süreçlerinin nasil isledigini, hareketin nasil yeraldigini anlamak için önemlidirler. Hareketin/isleyisin genel prensipleridir bunlar. Diyalektik, “hareketin (doga, toplum ve tarihteki evrimin/gelismenin) genel yasalarinin/kurallarinin bilimi/bilgisi” olarak tarif edilir. Süreçlerin isleyisine iliskin bu kurallari kavramak, bu süreçlerin gerçege en yakin bir tasarimi için zorunludur.
Halkin Dostlari Kimlerdir ve Sosyal-Demokratlara Karsi Nasil savasirlar? (1894) adli eserinde Lenin, diyalektigi “Toplumu yasayan bir organizma olarak gören bir sosyoloji metodu” olarak tarif eder.
Metafizik ve diyalektik, iki ayri düsünme, fikir yürütme ve analiz biçimidirler. Metafizik, herseyi duragan düsünür, hareketi göremez. Seylerin durgun halini veri alir. Onlar arasindaki baglantilari unutur. Bu düsünüs biçimine göre, bir sey ya var ya da yoktur, bir sey ayni zamanda hem kendisi hem baskasi olamaz. Engels’in Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm’de ‘düsünmenin en yüksek biçimi’ olarak tanmladigi diyalektige göre ise, mutlak gerçek yoktur. Hersey bir süreçtir, hareket eder, degisir ve iliskilidir. Doga, toplum, tarih, nesneler ve fikirler sürekli gelisen ve degisen birer süreçtirler, metafizik olarak degil diyalektik olarak islerler. Degismez ve ölümsüz sanilan herseyin (din, ideoloji, aile, pazar, mülkiyet, vd.) bir tarihi vardir. Bu düsünce tarzina göre, doga ve toplum iç çeliskileri bulunan tek bir bütündür, çeliskili bir bütündür. Gelisimin motoru ve hareketin/degisimin nedeni iç karsitliklardir. Her toplum kendi içinde çatismalara yolaçan, kendisinden çikma kuvvetlere sahiptir ve bu çeliskiler ancak yeni bir toplumun kurulmasiyla çözülürler.
Gelisme (hareket, evrim) kavrami, hiç kesinti tanimayan sürekli ve dogrusal bir büyüme ve ilerleme olarak degil, en azindan belirli alanlarda duraklama ve gerilemeler de içeren bir hareket olarak anlasilmali. Dogma, gelisme, büyüme, degisme, çürüme, ölme, düsünme vs. birer hareket biçimidirler. Hem dogadaki hem de toplumdaki hareket belirli kurallara/yasalara uyar. Tarihin temel ilkesi harekettir ve bu tarihsel hareketin/gelismenin dogrultusu da bir genel hareket yasasi içerir.
"Diyalektik felsefede, hiç bir şey, kesin, mutlak ve kutsal değildir. Diyalektik felsefe, her şeydeki ve her şeyin içindeki geçici niteliği açıklar; kesintisiz varoluş ve yokoluş süreci ve daha aşağıdan daha yukarıya doğru sonsuz akış süreci dışında hiç bir şey onun karşısında duramaz.
Ve diyalektik felsefenin kendisi de düşünen beyindeki bu sürecin salt yansımasından başka bir şey değildir."
Böylece, Marks'a göre, diyalektik, "dış dünya için olduğu kadar insan düşüncesi için de hareketin genel yasalarının ... bilimi"dir.
Materyalist Tarih Kavramı

Engels, Marx’in iki büyük bulus yaptigina isaret ediyor ve bunlari ‘insan tarihinin gelisme yasasi’ ve ‘Burjuva toplumunun özel isleyis yasasi’ olarak tanimliyordu
‘Bilimsel sosyalizm’ bu iki temel tez üzerinde kurulmustu
Marx, Ekonomi Politigin Elestirisine Katki (1859) adli eserinin önsözünde kendi materyalist tarih anlayisini söyle izah eder:
Insan kendi geçim araçlarinin sosyal bir üreticisidir. Toplumsal üretim, belirli sosyal iliskiler (üretim iliskileri, hukuki deyisle mülkiyet iliskileri) içerir. Üretim amaciyla insanlarin içine girdikleri bu sosyal iliskiler, üretici güçlerin belli bir gelisme derecesine tekabül eder ve toplumun ekonomik yapisini olusturur. Toplumun siniflara bölündügü yerde, her sinifin üretim sürecinde isgal ettigi yeri üretim araçlari karsisindaki konumu belirler. Sosyal iliskiler üretimin maddi araçlarinin toplum üyeleri arasindaki dagilimi/paylasimi ile iliskilidir. Yani toplumun ekonomik yapisi üretimin belirli bir sosyal düzenlenisidir.
Politik, hukuki ve fikirsel üstyapi bu ekonomik temel üstünde sekillenir ve genelde mevcut ekonomik yapiyi yansitirlar.
Yani insanlarin varligini belirleyen sey bilinçleri degil, tam tersine onlarin bilincini belirleyen toplumsal varliklaridir, maddi yasamin üretim tarzidir.
Bu nedenle bu fikir ve kurumlari mevcut biçimleri ve sürekli degisimleri içinde anlamak için kisi onlari doguran ekonomik yapiyi incelemek zorundadir ki, ekonomi-politigin görevi de bu olmalidir.
Bu açiklama bizi derhal toplumun içinde bulunan ve sosyal degisimin sebebi olan karsitliga getirir: Üretim amaciyla içine girilen ve üretim güçlerinin belli bir gelismesine denk düsen sosyal iliskiler, topluma üretici güçleri tam kapasite kullanmak ve onlari arttirmak imkani verir. Fakat tam da bu üretici güç artisidir ki, bu üretici güçleri onlarin yaratigi olan sosyal iliskilerle (mülkiyet/üretim iliskileriyle) uzlasmazlik ve çatisma içine sokar ve sosyal iliski elverissiz hale gelir, yani toplumun üretme ve yeniden üretme kapasitesinin tam kullanimina yardimci olacagi yerde engel olmaya baslar. Er ya da geç insan gelisen üretici güçlerin önünü açmak için bu sosyal iliskiyi degistirir ve bagli olarak politik, hukuki fikir ve kurumlar da degisir. Böylece sosyal degisim bir an gelir ki ilerleyen evrimi tamamlamak için bir politik devrim gerektirir. Mevcut politik üstyapi bu devrimle tasfiye edilir, yerine yeni ekonomik düzene daha uygun bir üstyapi konulur bu
Bu tarih anlayisini kapitalizme tatbik eden Marks, kapitalizmde degisimin itici gücünün (harekete/degisime neden olan çatisma) sistemin kendi içindeki bir karsitlik olduguna isaret etti: Üretimin sürekli artan sosyal karekteriyle üretim araçlarinin bireysel mülkiyeti arasindaki karsitlik. Marx’a göre ekonomi-politigin görevi de degisime neden olan bu itici gücü kesf etmekti. Bu karsitlik kendisini iki modern sinifin (kapitalistler ve isçiler/sermaye ve emek) varligi ve çatismasinda gösteriyor. Marx’in esas ilgilendigi de zaten bu sinif çatismasinin aldigi biçimler, özelliklle de bu biçimlerin en önemlisi olan politik mücadeledir. Bu temel karsitligi nasil yansitiyor diye, bunu göstermek için, ekonomik yapiyi incelemistir. Marx’in bu önsözde ortaya koydugu analiz metodu bilinmeden Kapital’deki analizi izlemek çok zor olur (Bk. Eric Roll, A History Of Economic Thought, 1953).
Komünist Manifesto ve bir kapitalizm elestirisi olan Kapital de dahil, Marx ve Engels’in hemen tüm eserleri birer polemiktirler. Yazdiklari kitaplarin sadece basliklarina bir gözatmak bunu görmek için yeterli. Kendi sosyalizm anlayislarini dahi ‘Elestirel Sosyalizm’ olarak adlandiriyorlardi. ‘Bilimsel sosyalizm’ kavrami da en azindan baslangiçta bir tavir alisi, yani ütopyaci sosyalizme karsitligi (ütopyaci olmayan anlaminda) ifade ediyordu. Bu nedenle Marksizmi anlamak için onun polemik yürüttügü teorileri de tanimak gerek. Çünkü Marksizm, birçok baska yazarin da isaret ettigi gibi, kendi kimligini kendi zamaninin öteki teorileriyle (idealizm, ütopik sosyalizm ve komünizm vd.) polemik içinde koydu, polemikçi ve elestirel bir gelenek olarak dogdu.
Marx ve Engels, kendi tarih anlayislarini da genellikle polemik tarzinda açikladilar. Bu nedenle de muhataplari degistikçe vurgulari degisti. Bu durum onlarin tarih anlayisinin tek yönlülgüne, ideolojik, siyasal vd. etkenlerin tarihsel gelisme üzerindeki rollerini küçümsediklerine, iktisadi kosullarin tarihteki rolünü abarttiklarina, bu kosullar ile insan eylemi arasinda kutsal kitaplardaki Tanri-Insan iliskisine benzer bir iliski kurduklarina (Marksizm’de dindeki tanrinin yerini iktisadi kosullarin aldigini söyleyenler yok degil) yorumlandi. Marx ve Engels’in bazi yazilari tek basina ele alinirsa kolaylikla böyle bir izlenim edinilebilir.
Bu tür elestiriler ve yorumlarla ilgili olarak ‘bunun kabahati bende ve Marx’tadir’ diyen Engels, iktisadi etkenin tarihteki rolünü küçümseyen o günkü muhataplariyla polemiklerde kendisi ve Marx’in dikkatleri zorunlu olarak özellikle iktisadi etkene çekerek, ideolojik, siyasi, hukuksal vd. etkenlerin rolünü yeterince vurgulamaya firsat bulamadiklarini ve bu durumun Paul Barth ve benzeri gibi kimselere kendi anlayislarini yanlis tanitma ve çarpitma firsati verdigini yazmaktadir.
Tarihsel gelisme çesitli faktörlerin çatismasi ve karsilikli etkisi içinde cereyan eder. Tek belirleyici iktisadi etken degildir. Din, felsefe, ideoloji, hukuk, anayasa, devlet, siyaset vd. gibi iktisadi gelismeye dayanan faktörlerin hepsi de iktisadi temeli ve birbirlerini etkiler, tarihin seyri üzerinde etkide bulunur, bazen biçimini belirler de. Ama bu faktörler içinde son kertede (en sonunda) kararlastirici olan iktisadi kosullardir. Her zaman karsilikli bir etki vardir, ama iktisadi zorunluluk temeli üzerinde cereyan eder bu
Marx ve Engels’in iktisadi kosullar/iliskiler (maddi/nesnel kosullar) kavramini toplumun üretici güçlerini, üretim ve degisim biçimini, ayni zamanda iktisadi bir güç olduguna isaret ettikleri dogayi, bu iktisadi iliskilerin üzerinde gelistikleri cografi alani ve toplumu kusatan dis çevreyi kapsayacak sekilde genis anlamda kullandiklarini da akilda tutmaliyiz.
Tarihi tek bir nedenle açiklayan teoriler elbette var. Ama Marksizm, tarihi tek bir nedenle degil, bizce bir grup nedenle açiklamakta ve bunlardan sinif mücadelesini iktisadi kosullarin koydugu limitlere bagimliligi unutulmamak kosuluyla eksene oturtmaktadir. Tarihin sinif mücadeleleri tarihi oldugunu söylemenin, ‘Devrimler tarihin lokomotifleridir’ (Marx, FSS) demenin anlami budur bizce.
Tarihin maddeci anlayisina göre tarihin dogrultusu bilinçli bir insa isi degildir. Tarih, önceden saptanmis bilinçli bir seyir izlemez. Tarihsel olaylar dindeki tanri benzeri herhangi bir süper iradeye bagimli olarak veya herhangi bir plana uygun olarak gelismezler.
Insan kaderinin tayin edicisi, insanin kendisidir, onun kendi öz-eylemidir. (Iktisadi kuvvetleri ve sosyal gelismeyi insan iradesinden ayri/bagimsiz gibi düsünemeyiz). Insanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar. Ama, birincisi, bunu ‘kollektif bir irade’ olarak degil, (karsit siniflara ve çikarlara bölündükleri için), çabalari birbirini engelleyen ‘farkli iradeler’ olarak yaparlar. Farkli iradelerin çatismasi ve karsilikli etkileri ortaya bir bileske sonuç çikartir ki, bu sonuç çatisan taraflardan hiçbirinin önceden tasarladigiyla örtüsmez. Ikincisi, tarihlerini yapan insanlarin kendileridir, ama bunu kendi seçtikleri kosullarda degil, geçmisten kalan verili nesnel kosullar içinde yaparlar ki, bu maddi/iktisadi kosullar onlarin istek ve iradelerine belirli limitler koyar. Böylece olaylari ve sonuçlarini sekillendiren esas etken ‘son tahlilde’ insan iradesi degil, çatisan taraflarin hepsinin uymak zorunda kaldiklari ‘gerçek kosullar’ ya da iktisadi zorunluluklardir.
Artı-Değer Teorisi

Ücretli isçi kendi emegi ile ürettigi tüm degeri alamaz. Bu degerin bir kismina kapitalist tarafindan elkonur. Bu elkoymanin (sömürünün) nasil gerçeklestigini ilk açiklayan Marx oldu.
Engels, Marx’in ‘arti-deger’ adini verdigi kapitalist sömürünün nasil gerçeklestigini On Marx’s Capital adli kitabinda bir örnek etrafinda daha anlasilir bir dille söyle izah eder:
Bir isçinin bir günlük geçimi için gerekli olan ürünlerin alti saatlik bir çalismayla üretildigini düsünelim. Yani bu ürünlerin içerdigi emegin alti saatlik bir emek miktarini temsil ettigini kabul edelim. Bu durumda isgücünün bir günlük degeri kendisini alti saatlik çalisma gerektiren para miktari biçiminde açiga vuracaktir. Kapitalistin isçiye onun isgücünün tam degerini (para tutarini) ödedigini varsayalim. Eger isçi bu kapitalist için günde alti saat çalisirsa kapitalistin ona ödedigi ücretin karsiligini tamamen geri vermis olacaktir. Yani alti saatlik emege karsilik alti saatlik çalisma. Bu taktirde kapitaliste hiç bir sey kalmazdi, yani sömürü olmazdi, gerçeklesmezdi.
Ama gerçek yasamda tanik olunan durum bu degildir.
Fiiliyatta görülen sudur:
Kapitalist isçinin isgücünü alti saat için degil, bütün bir gün için satin aldigini düsünür (isgücü denen bu özel meta öyle birseydir ki, bütün bir gün kullanilabilir, böylece kendi degerinin iki misli deger yaratabilir). Isçiyi alti saat yerine kosullara göre sekiz, on, oniki veya ondört saat, hatta daha fazla çalistirir. Ama ona sadece alti saatlk çalismasinin karsiligini öder. Böylece isçinin alti saatin üstündeki çalismasinin (7., 8. ve daha sonraki saatlerdeki) karsiligi ödenmemis olur.
Karsiligi ödenmeyen bu çalismanin (yani sömürünün) ürünü kapitalistin cebine girer.
Marx, kapitalistin elkoydugu bu emek miktarinin degerine “arti-deger“ demektedir (Bk. Engels, Karl Marx baslikli makale, SY, c-3, s. 104-105).
Böylece isçi hem kapitalistin kendisine ödedigi isgücü degerini yeniden üretir, hem de kapitalistin kendisine malettigi bir arti (“arti-deger“Wink üretir.
Kapitalist arti-degerle ilgilenir. Isgücünün degeri ile onun ürettigi deger miktar olarak farklidir. Kapitalist parasini isgücü denen metaya yatirirken kafasinda bu deger farki vardir. Yani isgücünün deger kaynagi oldugunun farkindadir. Her isçi kendisine ödenen ücretin karsiligi olan bir gerekli-emek (gerekli emek zamani) ve çalisma zamaninin geri kalaninda (arti-emek zamani) da kapitalist için bir arti-emek olmak üzere iki yönlü bir emek harcamaktadir. Arti-emek zamani hiç bir zaman sifir olamaz. Çünkü o zaman kapitalist hiçbir sey kazanamayacagi için isgücü istihdam etmezdi. Fizik nedenlerle isgünü süresi hiç bir zaman 24 saat olamaz. Isgünü süresinin tarihi bu süre üzerinde isçi sinifi ile kapitalist sinif arasindaki mücadelenin tarihidir (Bk. Engels, On Marx’s Capital).
Arti-deger, ilkin birey olarak kapitalistin eline geçerse de, daha sonra belirli iktisadi yasalar geregince bütün kapitalist sinif tarafindan bölüsülür. Arti-degerin sanayici kapitaliste kalan kismi onun karini olusturur, geri kalan kismi ise faiz ve rant biçimi altinda kapitalist sinifin diger kesimlerine gider. Kisacasi kapitalist birikimin, yani sermaye birikiminin (karin, faizin ve toprak rantinin) baslica kaynagi, asalak siniflarin biriktirdigi ve tükettigi tüm servetlerin kaynagi iste bu art-degerdir (Engels, Karl Marx, SY, cilt 3).
Marx’in “Arti-deger teorisi“ olarak bilinen görüsü budur.
Marx, arti-deger teorisiyle, Engels’in dedigi gibi burjuva toplumun yüzündeki maskeyi indirmis, burjuvazinin hak, hukuk, adalet, esitlik, dürüstlük gibi beyanlarinin ikiyüzlülügünü açiga çikarmistir.
İşçi Mücadelesi ve Sınıf Bilinci

Toplumu proletarya ve burjuvazi olarak iki temel sinifa/kampa bölen sanayi devrimi bu iki sinif arasindaki savasimi da giderek öne çikardi.
Bu konuda Fransa örnegini esas alan Marks, Komünist Manifesto’da isçi hareketinin tarihini iki ayri dönem halinde ele alir. Buna göre Isçi sinifinin burjuvaziye karsi mücadelesi Mutlak Monarsi kosullari altinda daha dogar dogmaz basliyor. Bu asamada tanik olunan tek tek isçilerin tek tek kapitalistlere karsi mücadelesidir. Bir zaman sonra bu mücadele tek tek fabrika ya da sektörlerin yürüttügü bir mücadele haline gelir. Bu evrede isçiler burjuva üretim ve mülkiyet kosullarina degil, üretim araçlarina saldirirlar. Fabrikalar yikilir, makineler kirilir, ithal mallari imha edilir vd. Isçiler bu evrede henüz ülke sathinda çok daginiktirlar. Kendi aralarindaki rekabet yüzünden bölünmüs gelisigizel bir yigin, bir kalabaliktirlar. Henüz kendi esas düsmanlari sanayi burjuvazisiyle degil, esas olarak mutlak monarsiyle, yani sanayici-olmayan burjuvazi ve toprak sahipleriyle karsikarsiyadirlar. Isçi dayanismasi çok seyrek görülür. Baska deyisle gerçekte henüz bir sinif degiller. Aralarinda bir dayanisma bilinci yoktur.
Baslangiç asamasinda isçi mücadelesi iste böyle bir görünüm sergiler.
Isçi mücadelesinin ikinci asamasi sanayi burjuvazisinin iktidari dönemine rastlar. Gelismekte olan sanayi ara tabakalari eritir. Isçiler sayica büyür, yogunlasir ve güçlenirler. Giderek bu güçü hissederler. Ücretler esitlendigi ölçüde isçiler arasindaki farkli yasam standarti ve farkli çikarlar giderek silinir. Teknolojik gelisme ve bunalimlar onlarin geçimini daha zor ve güvensiz kilar.
Iste bu kosullar altindadir ki birinci evreyi karakterize eden tek tek isçilerin veya fabrika ya da iskollarinin tek tek burjuvalarla çatismalari giderek iki sinif arasindaki çatisma niteligini kazanir. Isçiler ücretlerini arttirmak için birlesirler, sendikalar kurarlar.
Isçilerin sendikalar kurdugu bu asamayi Marks burjuvazinin komünler kurdugu asamaya benzetir. Zaman zaman isçi mücadelesi ayaklanmalara dönüsür. Bu süreçte isçiler arasinda birlik ve dayanisma fikri, bunun gerekli oldugu bilinci olusur. Ulasim ve haberlesme olanaklari gelistikçe ayri ayri yerlerdeki isçilerin iliskiye girmeleri kolaylasir. Yöresel isçi mücadeleleri ulus veya ülke ölçeginde iki sinif arasindaki mücadele seklinde merkezilesir. Baska deyisle sinifa karsi sinif savasimina dönüsür, yani siyasallasir. Sermaye sinifi ile sürmekte olan çatisma ve bu süreçte isçiler arasinda gelisip pekisen iç dayanisma sinif bilinci dogurur.
K. Manifesto, “her sinif savasimi siyasal bir savasimdir“ der.
Isçilerin bir sinif olarak ve bunun sonucu bir siyasal parti olarak bu örgütlenmeleri kendi aralarindaki rekabet nedeniyle bazen bozulursa da, bilahare yeniden dogar.
Marks, bu tasvirini kisaca söyle toparlamaktadir:
Proletarya burjuvaziye karsi mücadelesinde önce kendisini bir sinif olarak örgütler. Ardindan bir devrim yoluyla egemen sinif konumuna yükselerek kendisini bir devlet olarak örgütler. Sonra da bu devlet gücünü kullanarak zor yoluyla eski üretim kosullarini ve beraberinde bir sinif olarak bizzat kendisi ve kendisinin egemenlik kosullari da dahil tüm siniflari ve sinif karsitliklarini ortadan kaldirir.
Marx’in anlatimina göre isçiler sinif savasimi süreci içinde bilinçleniyorlar: Bu çatisma içinde güçlerini farkediyor, kendi çikarlarinin ortakligi ve güçlerini birlestirme bilinci ediniyorlar.
Komünist Manifesto, isçi sinifinin siyasallasmasi konusunda üç bilinçlendirici faktöre dikkat çeker: Isçi sinifini siyasete ilk çeken, ona ilk siyasal egitim ögelerini (siyasal bilinç ögelerini) veren, bizzat burjuvazidir. Çünkü baslangiçta aristokrasi, sonra sanayici-olmayan burjuvazi ve daima yabanci ülkelerin burjuvazisi ile mücadelelerde isilerin destegine ihtiyaç duydugundan onu siyasetin içine çekmek zorunda kalmaktadir. Sanayinin gelismesiyle toplumun her kesiminden isçi sinifinin saflarina katilmalar olur ki, bunlar da ona “yeni aydinlanma ögeleri“ getirirler. Nihayet savasimin karar aninda eski toplum bölünmekte, basta burjuva aydinlari olmak üzere burjuvazinin küçük bir kesimi burjuvaziden kopup proletaryadan yana geçmekte, böylece bu kesim de isçi sinifina “yeni aydinlanma ve ilerleme ögeleri“ getirmektedir.
Manifesto’nun yukaridaki tasvirine Engels’in asagidaki sözleri daha bir açiklik getirir:
Siyasal özgürlügün olmadigi mutlak monarsiler (krallik rejimleri) altinda siyasal bilinçlenme isçiler için zordur. Böyle kosullar altinda maddi durumlari ve egitimleri nedeniyle siyasal bilgilenme olanagi burjuva sinifin (sanayici ve tüccarlarin) tekelindedir. Mutlakiyet kosullari altinda sadece burjuvazi az çok bagimsiz bir siyasal görüs ve az çok bagimsiz bir siyasal hareket gelistirebilir. Bu kosullarda siyasal muhalefeti gelistiren ilk sinif zaten burjuvazi olmaktadir.
1840‘larin Almanya ve Avusturya örneklerinden hareketle Engels sunlari ekler:
Ilkin burjuvazinin hosnutsuzluk ve muhalefeti basladi. Ardindan soylulugun bir bölümü ona katildi. Daha sonra asagi siniflar da burjuvazinin bir anayasa, basin özgürlügü ve meclis, yani parlamenter bir yönetim seklindeki reform taleplerini desteklediler. Bu talepler illegal yazin yoluyla yayilirak bir kamuoyu olustu.
Iste somut örneklerde siyasal bilgilenme böyle baslayip gelismistir.
Bu siralarda isçiler henüz sinif halinde davranmiyordu. Kendi özel sinif çikarlari için harekete geçemiyordu. Bu nedenle sonunda bütün siniflarin muhalefeti burjuvazinin önderligi altinda birlesik bir harekete dönüserek burjuvaziyi devletin egemen sinifi yapti (Bk. Almanya’da Devrim ve Karsidevrim, 1851-52).
Siyasal bilinçlenme konusunda Manifesto’da ve Engels’te söylenenler Lenin’in isçi sinifina siyasal bilincin disardan tasinmasi gerektigi seklindeki görüsü üzerinde sürmekte olan tartismalar bakimindan dikkate deger argümanlardir. Isçi mücadelesinin tasvir edildigi yerde gördük kü, Marx’a göre sinif bilinci, sinif mücadelesi içinde dogmakta, bu süreçte (burjuvazi ile çatisma süreci) isçiler kendi konumlari, çikarlari hakkinda bir bilinç edinip dayanismaya girmekte ve örgütlenmektedirler. Ama bir tür bilincin, sendikal bilinç misali kendiliginden degil, ama bu alanin disindan edinilebilecegi de yeterince açik gibidir. Isçi hareketine sosyalist bir amaç (bilimsel arastirmalarin ürünü olarak aydin çevrelerde dogan) kendiliginden isçi hareketi disindan tasinmistir.
Lenin, “sinif bilinci“ derken isçi sinifinin en ileri unsurlarinin/tabakasinin bilincine bakiyor, onu veri aliyor. “Sinif mücadelesi“ (bütün sinifin mücadelesi) kavrami içinse, bunun politik bir mücadele oldugunu ve isçi sinifi bagimsiz bir parti olarak ortaya çikmadikça (sayica daima küçük olan ileri isçi tabakasi kendisini parti olarak örgütlemedikçe) isçilerin mücadelesinin bir “sinif mücadelesi“ haline gelemeyecegine isaret ediyor. Kisacasi ona göre sinif mücadelesi bir partinin mücadelesidir. Isçilerin mücadelesi tüm ülkede bu sinifin öncüleri (öncü isçiler tabakasi) tek bir sinif olduklarinin bilincine vardiklari, kapitalist sinifa ve hükümetlerine karsi ortak, birlesik bir mücadeleye girdikleri ölçüde sinif mücadelesine dönüsür ki, bu da Lenin’e göre bir parti olmaksizin olmayacak seydir. Isçi sinifinin nihai amacinin siyasal iktidari ele geçirmek ve komünist bir toplum insa etmek olduguna isaret eden Lenin, isçilerin sinif mücadelesini geri kalan tüm siniflarin mücadelesinden ayirt eden seyin (ayirici karekterinin) bu nihai amaç oldugunu vurguluyor. Kapitalizmin isleyis yasalarindan biri olan küçük üretimi yikip büyük ölçekli üretimi kurma egiliminin sosyalist bir toplum kurmayi imkanli, hatta zorunlu kilan nesnel kosullari yarattigini, bunun açik ve kesin biçimde ilk kez Marksizm tarafindan açiklandigini söyleyen Lenin, böylece Marksizmin sosyalizmi bir ütopyadan bir bilime dönüstürdügünü, isçi sinifinin kurtulusunun kendi eseri olacagini ortaya koydugunu belirtiyor.
PAYLAŞMIN İÇİN TEŞEKURLER
Oldu simdide ateistlerin hayatini yayinlayip ornek alalim Smile
Okumadim ilgimi cekmedi yinede saol bize kendi Atalarimiz yeter Wink