07-06-2009, Saat: 02:28 AM
Türk edebiyatı, 18. yüzyılda da gelişimini sürdürmüş, gerek nazım gerekse düz yazıda büyük sanatçılar yetiştirmiştir. Ancak, bu yüzyılın edebi gelişmelerine asıl damgasını vuran, “mahallileşme cereyanı” denilen yerlileşme olayıdır. Önceki yüzyıllarda güçsüz şairlerin çabalarında kendini gösteren Türkçeye dönüş istekleri, bu dönemde güçlü şairlerin katılmasıyla bir Yerlileşme Akımı’na dönüşebilmiştir. Lâle Devri (1718-1730)’nin zevk ve eğlence dünyasından edebiyata yansıyan yaşantılar da bu gelişmeyi hızlandırmıştır. Böylece bir yandan Âşık edebiyatı, öte yandan İstanbul ağzı ve halk zevki, Divan edebiyatımız üzerinde etkili olmuş, ona daha ulusal bir çehre kazandırmıştır. Divan edebiyatımız, bu dönemde iki büyük şair yetiştirmiştir. Bunlardan Nedim (öl. 1730) Yerlileşme akımının en önemli temsilcisi olmuştur. Kendine özgü bir söyleyiş tarzı yaratan Şeyh Gâlip ( öl. 1799) ise “Sebk-i Hindî” tarzının bu dönemdeki en önemli temsilcisi olmuştur. Koca Ragıp Paşa (öl. 1765), Nahifî (öl.1778), Fıtnat Hanım (öl.1780), Sümbülzâde Vehbî (öl. 1809) ve Enderunlu Fâzıl (öl. 1810) da bu yüzyılın önemli şairlerindendir.
Nesirde ise tarih türünde Raşit, Çelebizade Âsım, Silahdar Mehmet Ağa; tezkirecilikte ise Safai, Salim Efendi ve İsmail Beliğ Efendi sayılabilir. Sefaretname türünde ise Yirmisekiz Mehmet Çelebi (öl. 1724)’in Fransa Sefâretnâmesi önemlidir.
Halk edebiyatına gelince; dinî-tasavvufî konuları işleyen şairlerin başında Pendnâme yazarı Diyarbakırlı Ahmet Mürşidî ile Marifetnâme şairi Erzurumlu İbrahim Hakkı adları anılabilir. Aşık tarzında ise Âşık Ravzî, Âşık Mustafa, Âşık Kâmil, Âşık Nuri sayılabilir.
Bu yüzyılın genel özelliklerine gelince:
a) 18. yy Türk edebiyatında Yerlileşme akımı belirleyici olmuştur. Divan edebiyatının temsilcileri, Âşık edebi-yatından ve halk zevkinden etkilenmiştir. Halk edebiyatı deyim ve söyleyişleri şiire girmiş, şiir dili kısmen sadeleşmiştir.
b) Özellikle Lâle Devri’nde sosyal yaşayış edebiyata yansımıştır.
c) Sefâretnâmeler, düzyazı edebiyatımıza yeni bir çeşni getirmiştir.
d) Âşık edebiyatının gelişmesi, önceki yüzyıldaki kadar parlak olmamıştır.
e) Edebiyatımız, Batı edebiyatından etkilenmeye başlamıştır.
MAHALLİLEŞME (YERLİLEŞME)
Yerlileşme eğilimini ise biçim ve öz açısından iki ayrı düzeyde ele almak gerekmektedir. Biçimde yerlilik, dilde, söyleyişte yabancı sözcüklerden kaçınmak, Türkçeye yönelmek olarak özetlenebilir. Türki-i Basit (basit Türkçe) adı verilen bu akımın temsilcileri XVI. Yüzyıl ozanlarından Tatavlalı Mahremi ile Edirneli Nazmi’dir. Nazmi’nin basit Türkçe şiirleri 45000 beyti aşan divanına serpiştirilmiştir. Ancak konular divan şiirinin konularıdır, ölçü olarak da aruz kullanılmıştır. Türkçeye yöneliş Nazmi’yi halk şiirlerinde çokça görülen cinas örneklerine itmekle kalmamış, benzetmelerde yaşadığı çevreden, yaşamdan yararlanmasına da yol açmıştır. Yabancı sözcükler kullanmadan salt Türkçe şiirler yazılabileceğini de kanıtlamayı amaçlayan bu eğilim yaygınlık kazanamamıştır.
XVIII. yüzyılın sonlarında Nedim ile belirginlik kazanan yerlileşme eğilimi ise öze ilişkindir. Nedim’in divan şiirine yenilik getirdiğini söyleyenler, kalıpları kırdığını, bilinen manzumlarla yetinmediğini, yaşamı yansıttığını, yalın, akıcı bir söyleyişi olduğunu; şiirlerinde neşe ve alayın, ten zevkinin dile getirildiğini söylerler. Ama ondan önceki divan şiirine bakıldığında, bu sayılanların hiç de yeni olmadığı görülür. Dahası Nedim’deki neşeyi ve alaycılığı Baki’de bile bulabiliriz. Hele Rumelili ozanlarda yerlilik, neredeyse genellenebilecek bir özelliktir. Kısacası Nedim’i gelenekten koparmak olası değildir. Ancak, yine de onda kendisinden önce gelenlerden, hatta çağdaşlarından ayrılan, realite ile hepsinden başka ve daha sıcak bir şekilde kaynaşmış bir tarafında bulunduğu görülür. Nedim’in şarkı biçimini yeniden canlandırması ve bu biçimin en güzel örneklerini vermesi yanında; yansıttığı dünya ne ölçüde gerçekse, gerçekliğe yaklaşırsa; duyguları ne ölçüde içten ve yürekten geliyorsa, dili de o ölçüde gerçeğe yaklaşır. İstanbul Türkçesinin en güzel örnekleri sayılabilecek dizeler yazmıştır.
Ama, Nedim’in açtığı bu çığır da yaygınlık kazanamaz. Çünkü geleneğin dışına çıkamamıştır. Lale döneminin ozanıdır ve dönemin Patrona Ayaklanmasıyla kapanması Onun da sonu olur.
NEDİM (1680-1730)
18.yüzyılın en önemli Divan şairidir. Doğma büyüme İstanbulludur ve İstanbul’u anlatan şiirlerinden dolayı İstanbul şairi diye anılır. Bu arada Lale Devri eğlencelerine de özel bir yer ayırır. Dini konulardan uzak durur. İstanbul Türkçesi ile yazdığı gazel, kaside ve şarkıları ile anılır. Şarkı nazım biçimini sevdirmiş, kaside türünde de yenilikler yapmıştır. Mesnevi yazmamıştır. Hece ölçüsüyle yazdığı bir türküsü vardır. Tek eseri divanıdır.
ŞEYH GÂLİP (1757-1799)
Divan Edebiyatı’nın son büyük şairidir. Tasavvufa gönül vermiş. Mevlevi şeyhi olmuştur. Şiir dilinde, eskileri taklit etmeyi hoş görmemiş kendine özgü bir üslup yaratmıştır. Bu üslup, İran’da gelişen “Sebk-i Hindi” akımının etkilerini taşır. 19. Yüzyılda sembolizm etkisindeki Tanzimat şairleri, bu yüzden Şeyh Galip’i beğenirler.
Şeyh Galip şiirlerinde halk söyleyişlerine, İstanbul ağzına yer verir. Hece vezni ile şiir denemeleri vardır. Bu özellik; onun da mahallileşme akımından yana olduğunu gösterir. Tasavvuf konu ve temalarının yanında dünyevi aşkı da işlemiştir.
Divanından başka en önemli eseri Hüsn ü Aşk adlı sembolik mesnevisidir. Hüsn ü Aşk, edebiyatımızın, Allah aşkını işleyen en güzel örneklerindendir.
Nesirde ise tarih türünde Raşit, Çelebizade Âsım, Silahdar Mehmet Ağa; tezkirecilikte ise Safai, Salim Efendi ve İsmail Beliğ Efendi sayılabilir. Sefaretname türünde ise Yirmisekiz Mehmet Çelebi (öl. 1724)’in Fransa Sefâretnâmesi önemlidir.
Halk edebiyatına gelince; dinî-tasavvufî konuları işleyen şairlerin başında Pendnâme yazarı Diyarbakırlı Ahmet Mürşidî ile Marifetnâme şairi Erzurumlu İbrahim Hakkı adları anılabilir. Aşık tarzında ise Âşık Ravzî, Âşık Mustafa, Âşık Kâmil, Âşık Nuri sayılabilir.
Bu yüzyılın genel özelliklerine gelince:
a) 18. yy Türk edebiyatında Yerlileşme akımı belirleyici olmuştur. Divan edebiyatının temsilcileri, Âşık edebi-yatından ve halk zevkinden etkilenmiştir. Halk edebiyatı deyim ve söyleyişleri şiire girmiş, şiir dili kısmen sadeleşmiştir.
b) Özellikle Lâle Devri’nde sosyal yaşayış edebiyata yansımıştır.
c) Sefâretnâmeler, düzyazı edebiyatımıza yeni bir çeşni getirmiştir.
d) Âşık edebiyatının gelişmesi, önceki yüzyıldaki kadar parlak olmamıştır.
e) Edebiyatımız, Batı edebiyatından etkilenmeye başlamıştır.
MAHALLİLEŞME (YERLİLEŞME)
Yerlileşme eğilimini ise biçim ve öz açısından iki ayrı düzeyde ele almak gerekmektedir. Biçimde yerlilik, dilde, söyleyişte yabancı sözcüklerden kaçınmak, Türkçeye yönelmek olarak özetlenebilir. Türki-i Basit (basit Türkçe) adı verilen bu akımın temsilcileri XVI. Yüzyıl ozanlarından Tatavlalı Mahremi ile Edirneli Nazmi’dir. Nazmi’nin basit Türkçe şiirleri 45000 beyti aşan divanına serpiştirilmiştir. Ancak konular divan şiirinin konularıdır, ölçü olarak da aruz kullanılmıştır. Türkçeye yöneliş Nazmi’yi halk şiirlerinde çokça görülen cinas örneklerine itmekle kalmamış, benzetmelerde yaşadığı çevreden, yaşamdan yararlanmasına da yol açmıştır. Yabancı sözcükler kullanmadan salt Türkçe şiirler yazılabileceğini de kanıtlamayı amaçlayan bu eğilim yaygınlık kazanamamıştır.
XVIII. yüzyılın sonlarında Nedim ile belirginlik kazanan yerlileşme eğilimi ise öze ilişkindir. Nedim’in divan şiirine yenilik getirdiğini söyleyenler, kalıpları kırdığını, bilinen manzumlarla yetinmediğini, yaşamı yansıttığını, yalın, akıcı bir söyleyişi olduğunu; şiirlerinde neşe ve alayın, ten zevkinin dile getirildiğini söylerler. Ama ondan önceki divan şiirine bakıldığında, bu sayılanların hiç de yeni olmadığı görülür. Dahası Nedim’deki neşeyi ve alaycılığı Baki’de bile bulabiliriz. Hele Rumelili ozanlarda yerlilik, neredeyse genellenebilecek bir özelliktir. Kısacası Nedim’i gelenekten koparmak olası değildir. Ancak, yine de onda kendisinden önce gelenlerden, hatta çağdaşlarından ayrılan, realite ile hepsinden başka ve daha sıcak bir şekilde kaynaşmış bir tarafında bulunduğu görülür. Nedim’in şarkı biçimini yeniden canlandırması ve bu biçimin en güzel örneklerini vermesi yanında; yansıttığı dünya ne ölçüde gerçekse, gerçekliğe yaklaşırsa; duyguları ne ölçüde içten ve yürekten geliyorsa, dili de o ölçüde gerçeğe yaklaşır. İstanbul Türkçesinin en güzel örnekleri sayılabilecek dizeler yazmıştır.
Ama, Nedim’in açtığı bu çığır da yaygınlık kazanamaz. Çünkü geleneğin dışına çıkamamıştır. Lale döneminin ozanıdır ve dönemin Patrona Ayaklanmasıyla kapanması Onun da sonu olur.
NEDİM (1680-1730)
18.yüzyılın en önemli Divan şairidir. Doğma büyüme İstanbulludur ve İstanbul’u anlatan şiirlerinden dolayı İstanbul şairi diye anılır. Bu arada Lale Devri eğlencelerine de özel bir yer ayırır. Dini konulardan uzak durur. İstanbul Türkçesi ile yazdığı gazel, kaside ve şarkıları ile anılır. Şarkı nazım biçimini sevdirmiş, kaside türünde de yenilikler yapmıştır. Mesnevi yazmamıştır. Hece ölçüsüyle yazdığı bir türküsü vardır. Tek eseri divanıdır.
ŞEYH GÂLİP (1757-1799)
Divan Edebiyatı’nın son büyük şairidir. Tasavvufa gönül vermiş. Mevlevi şeyhi olmuştur. Şiir dilinde, eskileri taklit etmeyi hoş görmemiş kendine özgü bir üslup yaratmıştır. Bu üslup, İran’da gelişen “Sebk-i Hindi” akımının etkilerini taşır. 19. Yüzyılda sembolizm etkisindeki Tanzimat şairleri, bu yüzden Şeyh Galip’i beğenirler.
Şeyh Galip şiirlerinde halk söyleyişlerine, İstanbul ağzına yer verir. Hece vezni ile şiir denemeleri vardır. Bu özellik; onun da mahallileşme akımından yana olduğunu gösterir. Tasavvuf konu ve temalarının yanında dünyevi aşkı da işlemiştir.
Divanından başka en önemli eseri Hüsn ü Aşk adlı sembolik mesnevisidir. Hüsn ü Aşk, edebiyatımızın, Allah aşkını işleyen en güzel örneklerindendir.