:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Bir Emodan Sevgilerle :) NEDEN BEN TANRIM :D
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Bir Emodan Sevgilerle Smile NEDEN BEN TANRIM Big Grin NEDEN BEN TANRIM

Emre kalktı. Yeni bir güne başladığını farkedince kaderine küfretti. Neden gece uyurken ölüp bu dünyadan göçmemişti sanki?..

Karnı açtı, mutfağa gitti. Buzdolabını açınca hayal kırıklığına uğradı. Yiyecek pek bir şey yoktu. Biraz daha kırıldı hayata. Afrika'daki açlığı da düşündü. Artık Tanrı'dan biraz daha nefret ediyordu.
emre1.jpg

Saate baktı: 10:30. "Vay be, dedi, demek 12 saat kaldı..."


Evet, inanılmazdı ama My Chemical Romance (benim kimyasal romansım) konserine sadece 12 saat kalmıştı. "Zaten şimdi 1 saat ağlarım 11 saat kalır" diye düşündü ve gözünden yaşlar sicim gibi akmaya başladı. Bir yandan da ne kadar talihsiz olduğunu düşünüyordu; ağladıkça makyajı aktığı için çok üzülüyordu, daha çok ağlıyordu... Dünyanın bütün yükünü omuzlarında hissetti. Tabii bu arada makyajı daha da aktı. Sürekli başını yana doğru eğmek zorunda kalmasın diye yamuk enstale ettirdiği özel aynasında makyajını düzeltti. Yarım saat kadar da dudaklarını büke büke poz çalıştı. Birkaç tanesi hoşuna gitti, resmini çekip facebook'a koydu. Bunca derdin tasanın arasında facebook'a hep zaman vardı.


Tam o sırada odasının kapısı büyük bir gürültüyle açıldı, sanki yerinden çıkıp karşı duvara yapışmıştı. Ama Emre şaşırmadı; Yılmaz'ın tarzına alışmıştı. Biraz komünist, ama daha çok anarşist olan Yılmaz sistemden ve kurallardan nefret ederdi. Bu protest kişiliği her hareketine yansımıştı, kapıları daima tekmeleyerek açardı. Emre bazen çivisi çıkmış bu dünyada üzülecek bu kadar şey varken onun neden siyasetle uğraştığını anlamakta güçlük çekiyordu; bu kanser olan birisinin nezle olduğu için üzülmesi gibiydi ona göre. Ama ne kadar uğraştıysa da Yılmaz'ı emo yapamamıştı.
sisepuede-salute002.png
Yılmaz'ı tepeden tırnağa süzdü; boynunda bir poşu, beyaz tişörtü ve havaya kaldırdığı sol yumruğuyla odasında Colossus gibi dikiliyordu. Sırtındaki kocaman V dövmesi tişörtün altında gizliydi ama kendini hissettiriyordu. Kırmızı bandanası ve sigarası da cebindeydi. Ayakkabıları Adidas'tı ama olurdu o kadar. "Haydi yoldaş, dedi, gitmiyor muyuz?" Emre Yılmaz'a günler önce verdiği sözü hatırladı... O an aklından geçen cümlelere engel olamadı:
"Neden ben Tanrım.."

* * *

Yılmaz'a söz verdiği gibi Beşiktaş Mini Minik Takımı'nın antrenmanına gittiler. Yılmaz dünyadaki en büyük beşiktaşlı olmaya and içmişti. BJK'nın bütün branşlarının tüm maçlarını ve antrenmanlarını seyrediyordu. Bir miting, protesto veya gösteri ile çakışma olduğu zaman da gidemediği BJK etkinliklerine özel ekibini yolluyor, kameraya kaydettiriyordu. Daha sonra bu kayıtları evde bir ayin havasında izliyordu. İşte Emre de bu özel kayıt ekibine katılacaktı. Aslında tabii ki istemiyordu; neticede futbol neydi ki... İnsanların bir top filelerle kucaklaştığında neden bu kadar sevindiğini anlayamıyordu. Zaten kendisi sevinmek değil, sürekli ağlamak istiyordu. Tabii Yılmaz'ın balyoz gibi sol yumruğunu düşününce bütün bu olumsuz düşüncelerden sıyrılmış ve arkadaşının teklifini kabul etmek zorunda kalmıştı. Bugün ilk işi olduğu için Yılmaz antrenman sahasının yerini göstermek amacıyla kendisiyle beraber gelmişti. Emre'yle biraz takılıp tam bir gövde gösterisi havasında geçecek olan "METROYA HAYIR!!" eylemine katılmaya gidecekti. Emre, Yılmaz'la neden arkadaş olduğunu böylece hatırladı. Çocuk gerçekten her şeye karşıydı...
Emre kendini Mini Minik takımın antrenman maçına kaptırmıştı. Beşiktaş'ın dünyaca ünlü futbolcular yetiştiren altyapısının kalitesini takdir etmişti; antrenman maçı bile nefesleri kesiyordu. Ancak küçük bir kızın attığı golün ofsayt gerekçesiyle iptal edilmesi Emre'yi çok üzdü. Hakemi anlayamıyordu. Zaten tribünlerin tepkisi de büyük oldu.
littlehooli.jpg
Yine de arkasında bunca emeğin olduğu bir çalışmayı iptal ettiğine göre çok acımasız bir insan olmalıydı bu hakem. Dünyayı daha kötü bir yer yapanlar da onun gibi insanlar değil miydi zaten?

Yine dertlerini içine attı ve kaydı bitirdi. Şimdi Yılmaz'a katılabilirdi. Metroyu protesto etmek istemiyordu. Metro umurunda mıydı sanki... Zaten onun gibi bir hayat yorgunundan hala bir şeylere karşı çıkması beklenemezdi; gücü daha altı yaşında tükenmişti. Onun tek istediği konsere yalnız gitmemekti; Yılmaz, Emre'ye, protestoya katıldığı takdirde onunla MCR konserine geleceğine dair söz vermişti. Bu kadar kederin üstüne bir de akşam konserde yalnızlığı kaldıramayacağından gösteri alanına doğru yollandı.

Ortalık ana-baba günüydü. Emre kalabalığa yaklaşınca Yılmaz'ın en önde bir ABD bayrağını yakmakla meşgul olduğunu gördü. Bu metro işinde ABD'nin parmağı olduğundan emindi. Washington'da bir yerlerden düğmeye basıldığı için İstanbul'a metro yapıldığını adı gibi biliyordu. O sırada göstericileri dağıtmak için polisler geldi. Tecrübeli Yılmaz olacakları önceden sezdi ve ustalıkla kalabalığın arasından sıyrılarak Emre'nin yanına geldi. Bozuntuya vermemek, karizmayı dağıtmamak için Emre'ye "Hadi, dedi, konsere gitmiyor muyuz?" Emre'nin yüreği kuş gibi çarpmaya başladı, yıllardır çektiği acıların tek tesellisi olan bu büyük fenomenle arasında sadece 1-2 saat kalmıştı. Yılmaz'ın bu denli istekli olması Emre'yi de şaşırtmıştı; şüphesiz zavallı gencin Yılmaz'ın sinsi planlarından haberi yoktu.


Yılmaz Amerikalı bir grup için Türk gençliğinin kendini parçalamasını anlamıyordu ve sistem tarafından beyni yıkanmış bu genç dimağları kurtarmaya kararlıydı. Eyleminin Emre'yi ne kadar üzeceğini biliyordu; ama yapacak bir şey yoktu. Kuruçeşme'ye yaklaştıkça birbirlerine sarılıp ağlayan, yanaklarından süzülen yaşlara rağmen birbirini teselli etmeye çalışan insanların sayısı artıyordu.
_42915543_tearspa300300.jpg
Konser alanında tam bir ağıt havası hakimdi: binlerce insan hep bir ağızdan ağlıyordu... Yılmaz bir an "acaba bu insanları daha fazla üzmesem mi?" diye düşündü. Ama sonra nasıl olsa konser bitti diye ağlayacaklardı; o yüzden Yılmaz caymadı.


Emre gözünü sahneden ayırmıyordu. MCR'yi anons etmek ve ondan önce de özel bir konuşma yapmak için sahneye çıkan adamı hemen tanıdı: bu Ali Bulaç'tı. Onun da bir emo olduğunu anladı; aslında Metallica konserine gidenlere akıl sınırlarını aşan argümanlarla sataştığında bundan şüphelenmesi gerekirdi. Neyse, demek ki metalcilere düşmanlığı emoluk müessesesinden kaynaklanıyordu; ne de olsa metalcilerle emolar arasındaki rekabet görmezden gelinemezdi. Ali de ne yaptıysa emo camiası için yapmıştı. Bu adamdan pek hazetmese de camiası bir kişi daha kazandığı için mutluydu.


Kalabalık adeta büyülenmişti, kimse nefis şeyler anlatan Ali Bulaç'tan gözünü ayırmıyordu. Bu yüzden Yılmaz'ın kablolar bölümüne süzülmesi kolay oldu. Oradaki görevlinin kafasına yumruğuyla soğan kırarcasına vurdu; dava uğruna bir kaç can yanabilirdi. Hemen üzerinde "MCR KONSER YAYINI" yazan kabloyu çıkarıp discman'ine taktı. Discman'ine de "Best of Bağlama Vol.1" adlı cd'yi yerleştirdi. Artık tek yapması gereken doğru zamanda play'e basmaktı...

Ali Bulaç özel konuşmasının sonuna gelmişti. "Abi adamlar iyi çalıyo ya.... Karşınızda My Chemical Romance!" diyerek sahneden indi ve kalabalıktan çılgınca bir alkış koptu. Tek bir spot sahneyi aydınlattığında sadece tek bir adam vardı. Önce seyirciler bunu MCR'nin çok özel bir şovu zannetti. Ancak Emre o colosussal vücudu derhal tanıdı : Yılmaz, üstü çıplak şekilde sahneye çıkmış, seyirciye arkasını dönmüş ve Kezman'ın gol sevinçlerinde yaptığına benzer bir hareketle V dövmesini gösteriyordu. Seyirciler daha ne olduğunu anlayamadan Best of Bağlama vol 1'in açılış şarkısı çalmaya başladı.batman+kezman.jpg

Yılmaz şovunu yapıyordu. Konseri engellemiş, anarşi mesajını bu sümsük beyinlilere vermışti. Ancak vadesi kısa oldu. Korumalar derhal olaya müdahale etti ve Yılmaz'ı sahneden yaka paça indirdiler. Yılmaz sürüklenerek götürülürken son bir kez "METROYA HAYIR!" dedi ama muhtemelen kimse duymadı.


Bu ufak aksiliğe rağmen MCR sahneye çıkınca seyirciler sevindi. Ancak anarşist Yılmaz her şeyi planlamıştı anlaşılan... Sahne arkasına sızdığında MCR'nin bütün gitarlarını kırıp yerine saz koymuş, klavyeyi tekmeyle duvara yapıştırıp kanunla ikame etmişti. MCR, hayranlarını daha fazla üzmemek için konsere bu şekilde çıkmaya razı olduysa da seyircinin çok üzüldüğünü tahmin etmek güç değildi. Zaten Emre, Tanrı'nın insanları daha çok üzebilmek için onları önce azıcık heveslendirdiğini çok ama çok iyi biliyordu...
gway+copy.jpg

MCR "show must go on" deyip bozuntuya vermemeye çalıştı. Sazları gitarmışçasına çalmayı denediler, ama üç beş şarkıdan sonra Gerard Way kendini tutamayıp başlarına gelen aksiliği seyirciye şikayet etti. MCR elinden geleni yaptıysa da, konser Emre'nin beklediği gibi olmamıştı... Zaten konser bittiğinde neredeyse bütün izleyiciler yere çökmüş, üstlerini başlarını parçalayarak ağlamışlardı. Yılmaz kazanmıştı...



Emre "I'm not okay" şarkısını mırıldanarak evine döndü.
Aylardır beklediği konser rezil olmuştu.
+Sonsuza dek+ ağlayacaktı.