08-27-2009, Saat: 02:03 PM
'Tüm uğultular kopacak tutunduğu yerden, o zaman duyacaksınız sesinizi'
Kısa sözlü uzun bir ferman serildi yollarına, halı…
Son birkaç soru nergisin suya baktığı yerde buldu yanıtlarını.
Nergis soldu, bıraktı kendini suya…
Su nergis oldu, nergis su...
Akışa bırakıldı bakışlar, örüldü adımlar, çözüldü bileklerdeki bukağılar.
Yürüdü kervan anbean…
Kuma döndü yollar…
'Göç yolunda herkes eşittir'…
Bilinmeyen bir sorunun bilinen tek yanıtıyla sarısıcak bir gövdeye bıraktı adımlar kendilerini...
Duyulmaya başladı uğultular…
— Kendimi taşımanın yükü ağır basıyor...
— Geride ne bırakabilirdim ki, benden olan…
— Ayak izlerinden başka hiçbir şey...
Yumuşak yorgun adımların kumlarda bıraktığı ayak izleri hem mezar hem de rahimdi onlara...
Tükenişi gömdükleri, üremeyi doğurdukları...
Ağıtlar eşliğinde gömülenler, şenliklerle doğuyordu, dirilip kalkıyordu mezarından...
Soluduğu an ölüyordu... Öldüğü an soluk alıyordu…
İlk adımların birinde baykuş doğmuştu güne...
Ölümünde gözlerini gömüp, doğmuştu geceden bilgi'ye...
Öğretiyordu geceyi... Karanlıkta görmeyi…
Gözlerin gömüldüğü yerden eller yeşeriyordu... Uzanıyordu uzanabildiği yere; küçük pırıltılar fırlatıyordu başların üstüne... Hiç ulaşılmayacakmış gibi uzak duran yakınlara...
Fısıltılar sofrası kuruldu ve beş yıldız kaydı:
— Onları yakalamaya çalışmayın, insin onlar içinize
— Düş kurmayı öğretecekler onlar size
— Gecenin sesine, gökyüzünün rengine…
— Şiirli bir şey bu...
— Okunan değil, susulan bir şiir...
çırk çark çirk çork çürk çörk çirk çırk çark çerk
— Bu gürültü de ne, nereye kayboldu o güzelim sessizlik...
— Şişttt... Her şey yine burada... Dinle bak...
— Belleğim kayboldu sanki, benden çalınan bir şeyi nasıl geri getirebilirim ki..
— Ürkütücü bir yer burası. Zemin altımızdan kayıyor sanki…
— Derimi çiziyor bu sivri sesler…
— Bu gelen kim…
— Selam
— …
— O kulağından taşanlar ne öyle... Rengârenk, solucanlara da benziyor…
— Elektrik kabloları... Bana kalmış bir mirası geri çevirme hakkım olmayan bir yüzyıldan geliyorum. Q Vadis… Birbirine benzemeyen ama aynı bakışı taşıyan varlıkların arasında… Farklı mıyım yoksa çok mu sıradan…
— Fazla köşeli arayışlara girmemek gerekiyor. Kollarım çizikler içinde kaldı, üçgenlerin arasından geçerken, bak…
— Bozuk devrelerim hala biraz trigonometriden anlıyor. Oysa hiç bulaşmak istemiyorum ölümlülerin gereksiz hesaplarına... Onlar mı yaratmıştı beni, paslanma korkusu da yüklemişler programıma... Devrelerimden utanıyorum artık... Atayım mı kendimi şuradan...
-Ne oldu kesiliverdi sesler…
- Şişttt ağlamaya başladı…
Gömüte yöneldi bakışlar. Karga gagasını gömüyordu. Konuşmayı öğreniyordu varlıklar, kanat serinliğini bıraktı ardında tek, gagasız karanlık ve saygı...
Mermer kayalıkların kayganlığında kayıyor uğultular
- Tüm sesleri birden duymaya çalışıyorum...
- Pırıltılar batıyor gözbebeklerime...
- Yine başladı o ses...
krik krak kruk krek krok krük krök krik krak kruk.
--------------------------------------------------
'Zihin patlamaya hazır bir silahtır, içi “saçma”yla doldurulmuş'...
— Şimdi ilkel silahlarla donanmış bizler geçmişimizi gelecekte yaşamaya yürüyoruz. Adımlarımız en üstün silahlara götürüyor bizleri. Uygar geçmişimizin yitik bilinci yine aynı gelecekte gezinecek.
—Kaos bu, bu kaos... Neden bu uçurumlar, savaşlar, çığlıklar...
— İyi soru...
—Suçlulukla doluyor parmak uçlarım...
— Bir ırmağın akışında yıka onları…
— Paslanır mıyım
— Düğmeye basamayacak kadar paslan için, yıka...
— Düşünde nefes aldığını göreceksin...
— Kim o ötedeki yaşlı adam, çevresinde küçük küçük varlıklar?
— Dinle...
Bir zamanlar inandığımız 'zaman', sırf ona inandığımız için yüzlerimizde derin oyuklar açtı... Herbiri topoğrafya konusu olan....
--------------------------------------------------dıııııııııtttttttttttttttttttttttttttttttttttttttt
-Duydun mu?
- Duydum
- Ben de
- Ben de
- Ben de
- Göğsümde salınan neydi öyle?
- Medcezir...
Kısa sözlü uzun bir ferman serildi yollarına, halı…
Son birkaç soru nergisin suya baktığı yerde buldu yanıtlarını.
Nergis soldu, bıraktı kendini suya…
Su nergis oldu, nergis su...
Akışa bırakıldı bakışlar, örüldü adımlar, çözüldü bileklerdeki bukağılar.
Yürüdü kervan anbean…
Kuma döndü yollar…
'Göç yolunda herkes eşittir'…
Bilinmeyen bir sorunun bilinen tek yanıtıyla sarısıcak bir gövdeye bıraktı adımlar kendilerini...
Duyulmaya başladı uğultular…
— Kendimi taşımanın yükü ağır basıyor...
— Geride ne bırakabilirdim ki, benden olan…
— Ayak izlerinden başka hiçbir şey...
Yumuşak yorgun adımların kumlarda bıraktığı ayak izleri hem mezar hem de rahimdi onlara...
Tükenişi gömdükleri, üremeyi doğurdukları...
Ağıtlar eşliğinde gömülenler, şenliklerle doğuyordu, dirilip kalkıyordu mezarından...
Soluduğu an ölüyordu... Öldüğü an soluk alıyordu…
İlk adımların birinde baykuş doğmuştu güne...
Ölümünde gözlerini gömüp, doğmuştu geceden bilgi'ye...
Öğretiyordu geceyi... Karanlıkta görmeyi…
Gözlerin gömüldüğü yerden eller yeşeriyordu... Uzanıyordu uzanabildiği yere; küçük pırıltılar fırlatıyordu başların üstüne... Hiç ulaşılmayacakmış gibi uzak duran yakınlara...
Fısıltılar sofrası kuruldu ve beş yıldız kaydı:
— Onları yakalamaya çalışmayın, insin onlar içinize
— Düş kurmayı öğretecekler onlar size
— Gecenin sesine, gökyüzünün rengine…
— Şiirli bir şey bu...
— Okunan değil, susulan bir şiir...
çırk çark çirk çork çürk çörk çirk çırk çark çerk
— Bu gürültü de ne, nereye kayboldu o güzelim sessizlik...
— Şişttt... Her şey yine burada... Dinle bak...
— Belleğim kayboldu sanki, benden çalınan bir şeyi nasıl geri getirebilirim ki..
— Ürkütücü bir yer burası. Zemin altımızdan kayıyor sanki…
— Derimi çiziyor bu sivri sesler…
— Bu gelen kim…
— Selam
— …
— O kulağından taşanlar ne öyle... Rengârenk, solucanlara da benziyor…
— Elektrik kabloları... Bana kalmış bir mirası geri çevirme hakkım olmayan bir yüzyıldan geliyorum. Q Vadis… Birbirine benzemeyen ama aynı bakışı taşıyan varlıkların arasında… Farklı mıyım yoksa çok mu sıradan…
— Fazla köşeli arayışlara girmemek gerekiyor. Kollarım çizikler içinde kaldı, üçgenlerin arasından geçerken, bak…
— Bozuk devrelerim hala biraz trigonometriden anlıyor. Oysa hiç bulaşmak istemiyorum ölümlülerin gereksiz hesaplarına... Onlar mı yaratmıştı beni, paslanma korkusu da yüklemişler programıma... Devrelerimden utanıyorum artık... Atayım mı kendimi şuradan...
-Ne oldu kesiliverdi sesler…
- Şişttt ağlamaya başladı…
Gömüte yöneldi bakışlar. Karga gagasını gömüyordu. Konuşmayı öğreniyordu varlıklar, kanat serinliğini bıraktı ardında tek, gagasız karanlık ve saygı...
Mermer kayalıkların kayganlığında kayıyor uğultular
- Tüm sesleri birden duymaya çalışıyorum...
- Pırıltılar batıyor gözbebeklerime...
- Yine başladı o ses...
krik krak kruk krek krok krük krök krik krak kruk.
--------------------------------------------------
'Zihin patlamaya hazır bir silahtır, içi “saçma”yla doldurulmuş'...
— Şimdi ilkel silahlarla donanmış bizler geçmişimizi gelecekte yaşamaya yürüyoruz. Adımlarımız en üstün silahlara götürüyor bizleri. Uygar geçmişimizin yitik bilinci yine aynı gelecekte gezinecek.
—Kaos bu, bu kaos... Neden bu uçurumlar, savaşlar, çığlıklar...
— İyi soru...
—Suçlulukla doluyor parmak uçlarım...
— Bir ırmağın akışında yıka onları…
— Paslanır mıyım
— Düğmeye basamayacak kadar paslan için, yıka...
— Düşünde nefes aldığını göreceksin...
— Kim o ötedeki yaşlı adam, çevresinde küçük küçük varlıklar?
— Dinle...
Bir zamanlar inandığımız 'zaman', sırf ona inandığımız için yüzlerimizde derin oyuklar açtı... Herbiri topoğrafya konusu olan....
--------------------------------------------------dıııııııııtttttttttttttttttttttttttttttttttttttttt
-Duydun mu?
- Duydum
- Ben de
- Ben de
- Ben de
- Göğsümde salınan neydi öyle?
- Medcezir...