10-16-2009, Saat: 03:39 PM
“Ömrümün virgülü” dedin. Ben hep ters dönüp havada asılı kaldım ve ancak bir kesme işaretinden sonraki aitlik eki kadar yakın olabildim ömrünün kıyılarına.
Bir pencere önünde, buğular ardında rüzgarın ayak izleri ve yağmurun fısıltısı içimi parsellerken sana çıkan yolların ne kadarı bana kaldı?
Sende ne kadar çoğalabiliyorum içimdeki saldırmanın ucu façalarken ruhumu?
Hangi baba yiğitin narası bastırabilir taş duvarlardan sekip gönlüme saplanan çığlımı?
Bir adımım önde ve bir diğeri geride. Sana gelebilmem için hep ardımda bana ait bir adım bırakmak zorundayım. Altında soru işaretlerim ve merakım… Çimenlendirilmiş arpanın, bir imbikten geçip, dilinden içimin bardağına dökümü ve sayfalarda durduğu gibi durmayan kelimelerinle sarhoş oluşum; soru işaretlerimin ayılmasına sebep ve daha kimbilir bilmediğim ne çok şey var damıtıp da kendine sakladığın…
Hatırlamayışların kabullenmek istemeyişinden mi?
Vasi sesten, vasi sesi anlatan yabancı kelimeler asılıyor boynuma. Bana yabancı olan bir duygu mu hissettiğim bilmiyorum ama boğazımı düğümlemeye yetiyor. Koca bir ilmek; tökezlesem ölüme dokunacağım… Ben savaşırken sana çıkan yolların çağrılarıyla sen hangi zaferin sevincini yaşıyorsun benden kaç durak ötede kestiremiyorum.
Bir fırça darbesiyle silip atamıyorum ki içimdeki duyguların renk cümbüşünü… Sürrealist bir tablo çıkıyor ortaya ve Dali’nin beklemek anlayışına sığınıyorum.
Sığıntı kalıyorum akreple yelkovan arasında.
Belki gelirsin diye satır aralarını boş bırakıyorum.Hani benim sığınmayı en sevdiğim yer. Hatırlar da gelirsin belki.… Boş sayfalar hazırlıyorum seni anlatmak için. Kalemim tuzla buz olunca özlemden, hayallere sığınıyorum, geçen zamana, gelecek zamana…. Ama “an”a tutunamıyorum.....
Çünkü yoksun……
Kurup, senle paylaştığım her hayale serzeniş dedin önce , sabırsız bir ufaklık sanıp göğsüne bastın ama ben biliyorum ki hayallerin ne beklemekle ne de sabırla alakası yok. Hep o yüzden beklenmedik zamanlarda düşüverdim kırıkların diyarına. Bekleseydim eğer hayal olmaktan çıkıp hırslı bir ideale dönüşürdün içimde.
Ne mutlu bana ki hala hayalperest bi ufaklığı saklayabiliyorum gözlerinde aradığım bende.
Hala hayal kuruyorum. Boş sayfalar kucağımda, küçük çocukların yaptığı gibi takıp takıştırdım kelimeleri parmaklarıma, seni bekliyorum o masum heyecanımla. Beni kucaklayıp göğsüne basasın diye… Yanına yatırıp rüyana alasın, küçük dokunuşlarınla ninniler söyleyesin diye.
Ruhumu teslimiyet zamanı ruhuna, ben rüyalar diyarına gidiyorum küçüğünü uyutmaya geleceksin değil mi?
Bir pencere önünde, buğular ardında rüzgarın ayak izleri ve yağmurun fısıltısı içimi parsellerken sana çıkan yolların ne kadarı bana kaldı?
Sende ne kadar çoğalabiliyorum içimdeki saldırmanın ucu façalarken ruhumu?
Hangi baba yiğitin narası bastırabilir taş duvarlardan sekip gönlüme saplanan çığlımı?
Bir adımım önde ve bir diğeri geride. Sana gelebilmem için hep ardımda bana ait bir adım bırakmak zorundayım. Altında soru işaretlerim ve merakım… Çimenlendirilmiş arpanın, bir imbikten geçip, dilinden içimin bardağına dökümü ve sayfalarda durduğu gibi durmayan kelimelerinle sarhoş oluşum; soru işaretlerimin ayılmasına sebep ve daha kimbilir bilmediğim ne çok şey var damıtıp da kendine sakladığın…
Hatırlamayışların kabullenmek istemeyişinden mi?
Vasi sesten, vasi sesi anlatan yabancı kelimeler asılıyor boynuma. Bana yabancı olan bir duygu mu hissettiğim bilmiyorum ama boğazımı düğümlemeye yetiyor. Koca bir ilmek; tökezlesem ölüme dokunacağım… Ben savaşırken sana çıkan yolların çağrılarıyla sen hangi zaferin sevincini yaşıyorsun benden kaç durak ötede kestiremiyorum.
Bir fırça darbesiyle silip atamıyorum ki içimdeki duyguların renk cümbüşünü… Sürrealist bir tablo çıkıyor ortaya ve Dali’nin beklemek anlayışına sığınıyorum.
Sığıntı kalıyorum akreple yelkovan arasında.
Belki gelirsin diye satır aralarını boş bırakıyorum.Hani benim sığınmayı en sevdiğim yer. Hatırlar da gelirsin belki.… Boş sayfalar hazırlıyorum seni anlatmak için. Kalemim tuzla buz olunca özlemden, hayallere sığınıyorum, geçen zamana, gelecek zamana…. Ama “an”a tutunamıyorum.....
Çünkü yoksun……
Kurup, senle paylaştığım her hayale serzeniş dedin önce , sabırsız bir ufaklık sanıp göğsüne bastın ama ben biliyorum ki hayallerin ne beklemekle ne de sabırla alakası yok. Hep o yüzden beklenmedik zamanlarda düşüverdim kırıkların diyarına. Bekleseydim eğer hayal olmaktan çıkıp hırslı bir ideale dönüşürdün içimde.
Ne mutlu bana ki hala hayalperest bi ufaklığı saklayabiliyorum gözlerinde aradığım bende.
Hala hayal kuruyorum. Boş sayfalar kucağımda, küçük çocukların yaptığı gibi takıp takıştırdım kelimeleri parmaklarıma, seni bekliyorum o masum heyecanımla. Beni kucaklayıp göğsüne basasın diye… Yanına yatırıp rüyana alasın, küçük dokunuşlarınla ninniler söyleyesin diye.
Ruhumu teslimiyet zamanı ruhuna, ben rüyalar diyarına gidiyorum küçüğünü uyutmaya geleceksin değil mi?