11-15-2009, Saat: 03:42 PM
Kim o, deme boşuna...
Benim, ben.
Öyle bir ben ki gelen kapına;
Baştan başa sen.
~ Özdemir Asaf
Bir son söz takılıp kaldı...
Anımsayamadığı bir son sözde...
Kulakları duydu ama beyni reddetti.
Kaydetmedi...
O andan beri, hiçbir şeyi kaydetmiyor ki zaten...
Yaşananlar iz bırakmadan yitip gidiyor...
Güncesi bile kendinin değil artık.
Birinci tekil şahısla başlayan tek cümlesi yok. Belleğinde zaman durdu. Hareket dondu. Işık söndü. Düşüncesinin oluşturduğu hayat, ikinci baskı, üçüncü baskı, dördüncü baskı... Hep tekrar... Hep onunla yaşadıkları.
Geçmişten nefes alıyor, geçmişe nefes veriyor. Başını omuzuna yaslayıp ağladığı o eylül akşamında sevdiğinin gözyaşlarını siliyor... Ona getirdiği ilk çiçekleri suluyor hâlâ... 20’li yaşlarının en çelebi sesinden şiirler dinliyor. Yolu ayrılık gecesine düştüğünde, yeldeğirmenleri deli divane; iki değirmen taşı arasında unufak...
Zamanın çoktan dibe çöktüğü kum saatinin ince belinden tek saniye bile süzülmüyor. Ne kendisi, ne bir başkası, o kum saatini ters çevirmiyor. Çünkü yeniden başlayacak bir hayatın korkağı o... Bir insan daha keşfedecek gücü aramıyor bile. Kanı, ondan kalan anılara bekçilik eden gibi dolanıyor damarlarında. Biri çıkar da gözünü hoş görünür, yüreğini titretir, içini ısıtır diye ödü kopuyor. Akrebini yürütecek, yelkovanını uçuracak ve zamanın hakimi olacak ikinci bir varlığa duvarlar örmüş. Yüreği, yasak bölge...
Sevdiğinin, çekmecesinde kalmış bir fotoğrafı var. Onun çektiği tek fotoğrafı... Neşeli bir gecede, bambaşka bir ülkede... Yırtıp atmış mıdır acaba? Kimbilir, denemiştir belki. Ama kıyamaz. Yalnızca o iki boyutlu görüntüde yaşadığını varsayıyor. Olur ya, çekmecesinden çıkarıp zaman zaman bakıyordur resmine... Yaşadığını hissedebilmek için onun gözlerinin tanıklığına muhtaç.
Bütün bencilliklerini uyutmuş, "sencil" yaşamış.
Diyelim ki, bir başarıyı imzalıyor. Alkışlanıyor, onurlanıyor. Sevincini, ona anlatacağı, onun tarafından kutlanacağı an’a saklamış. En büyük acılarında, sır, yaşları onun ellerine dökülsün diye kavrulmuş gözpınarları...
Ağlamak ve gülmek... O görüyorsa, o duyuyorsa ve o paylaşıyorsa anlamlı... Kendini, onunla seviyor. O seviyorsa seviyor. Hayatından, gecenin karanlığına gizlenen bir hırsız gibi tüm renkleri çalıp gittiğinden beri kendini reddedişi bu yüzden. Yüreği yanıyor, beyni yanıyor, ışık saçıyor etrafına... Pervaneler bile yapışıyor ışığına, ne çok pervane... Ateşi onları da yakacak diye korkuyor. Kendisinden ne beklediklerini hiç anlamıyor üstelik. O yok. Hangi kelimelerle anlatacak yokluğunu. Hatası en olmadık yerde. Bütün çiçeklerini, bütün fidanlarını onun bahçesine dikmiş. Kendine bile çok gördüklerini ona vermiş durmadan, durmadan. Güzellikleri onda yeşertip, onda seyretmeyi sevmiş. En yakınındaki, en dost bildiği, "tohum sende olduktan sonra daha ne bahçeler donatırsın" dedikçe içi sancıyor, kaçıyor. Dostluğa da kapatıyor kapısını; kilit vuruyor. Arkadaşından tek beklediği, bu geçmiş yolculuğuna yeni tanıklığıyla katılması.
"Bana bakarken gözbebeklerinde ışıklar yanardı, değil mi?'lerini, "beni seviyordu; kim ne derse desin beni seviyordu'larını onaylaması. Fizik, metafizik, tüm gerçekleri, açıklamaları, formülleri ezbere biliyor. Aşkı obsesyondan farksız; itirazı yok. Bir madde bağımlısı gibi onun gözlerini, ellerini, kokusunu, bakışını aramakla bir adım bile yol katedemeyeceğinin bilincinde... Olsun... Onu istiyor; sevdiğini... Ya da hiçbir şey...
Ya geri dönemeyecek olursa... Olmaz mı?
Ansızın kapısı çalınabilir hiç hesapta olmayan bir günde. Yüzünde utangaç, afacan, özürler yüklü bir gülümsemeyle karşısında bulabilir onu. Eskiden çok dinlediği o şarkıdaki gibi, "Selam, ben yine geldim; sensiz geçen zaman bana çok uzun geldi ve uzaklarda hep seni düşündüm" derse... Özlediğini söyleye... Hazırlıklı mı böyle bir dönüşe?.. Tükenişe, yokoluşa doğru çizdiği rotasını nasıl geriye çevirecek? Hepsi bir yana, geri gelene sunacak nesi var, anılarından başka?
Hayata çektiği set, yalnızca yarım kalmış bir aşkın tortusundan oluşmuyor. Biraz daha yürekli bakabilse, yeniden başlamayı engelleyen olduğu gibi son noktayı koyan da kendisi belki. Sonunda korktuğu aşkını yarıda kesmeyi yeğleyen de kendisi... Bu bahaneyle tüm saatleri durdurup zaman çemberinin dışına kaçan da... Bir ölümü bekler gibi koşuyor hayatta, yapabileceği ne varsa onun peşinde, tüketiyor kendini delicesine... Asla başka sevdalara izni yok belki de bittiğini sanıyor yüreğinin; ya da durmuş bir saat gibi o, kendini gösteriyor yalnızca...
Bu insana soracağınız bütün sorular cevapsız kalacak. Korkusu nerede başladı, neden başladı? Bu sonu nasıl hazırladı? Bilmiyor.
Saati hep aynı noktada çünkü sabaha karşı...
Bütün sabahlara ve hiçbir ihtimale karşı...
"Sencil" Yaşamanın "Bencil" Acısı!