01-24-2010, Saat: 12:09 AM
Techno Müzik
70'ler boyunca gittikçe bir çılgınlık haline gelen Disco 80'lerin başında kendini tüketti. Basın Disco'nun öldüğünü ilan etti ve bir “Disco Sucks” kampanyası başlattı. İnsanlar tuhaf bir şekilde Chicago’da Komishi parkında biraraya gelip eski Disco plaklarını yaktılar. Oysa Disco ölmemiş, çıkış noktası olan underground'a dönmüştü. Disco’nun ardından dans müziği New York’ta ve Chicago’da farklı yönlerde ilerledi. Bu dönemde Paradise Garage'ın efsanevi Dj'i Larry Levan, Funk, Soul, Disco ve biraz da New Wave etkileri taşıyan bir müzik çalıyordu. Yoğun ve güçlü baslar, Gospel etkisi taşıyan duygusal vokallerden oluşan bu müzik Garage sound'unun ilk örneğiydi. New York’ta gelişen Garage, Disco'nun devamıydi diyebiliriz. Chicago’da ise vokal yerine daha elektronik seslerin yeraldığı House ortaya çıktı. Chicago sound’una Deep House da deniyordu. Disco'dan House'a geçiş oldukça yumuşak ve belirsiz oldu. 1987 Disco, Garage ve House'un ayni anda hatta birarada varoldugu bir yildi. Larry Levan gibi Dj'ler, Chicago, New York ve Detroit'ten gelen son house prodüksiyonlarini setlerine katiyorlardi. New York'taki Sound Factory Bar gibi mekanlarda Disco ve House birarada çaliniyordu.
HI-NRG ve arayışlar
Disco ile House arasindaki geçiş döneminde Hi-NRG adi verilen bir müzik türü ortaya çikti. Adindan da anlaşilabilecegi gibi oldukça hizli bir dans müzik olan Hi-NRG'de arada yumuşama, durulma bölümleri yoktu. Hi-NRG tam da Disco'nun underground'a çekildigi bir dönemde ortaya çikti. Gloria Gaynor'in 'Never Can Say Goodbye'i Hi-NRG etkisi taşiyan ilk parçaydi. Hi-NRG büyük ölçüde Cerrone ve Giorgio Moroder'in Euro-Disco sound'unun etkilerini taşiyordu. Kisa süre sonra son derece hizli, duygusalliktan uzak, monoton ve yogun erotik göndermeleri olan bu müzik kulüplerde çalinmaya başladi. Hi-NRG prodüktörleri hem high-tech, ve bir o kadar da ilkel bir sound'un peşindeydiler. Basit melodik yapilar hem insanlarin hoşuna gidiyor hem de kulüpteki herkesin bir bütün haline gelmesini kolaylaştiriyordu. 80'lerin ortasinda House'un güçlenmesiyle Hi-NRG kulüplerden çekildi fakat 80'lerin pop müzigi üzerindeki etkisi bir süre daha devam etti.
Disco'nun olanaklari tükenmiş, prodüktörler ise kendilerini Hi-NRG'nin monotonluguna kaptirmişken, Chicago ve New York'taki Dj'ler teknolojiyle duygusalligin biraraya geldigi, aşagi yukari 120 bpm civarinda bir müzik arayişi içindeydiler. Bu arayişlar basit bas melodileri ve “four to the floor” ritmi üzerine Chicago'da teknik oyunlardan, New York'ta ise gospel ve soul etkisindeki vokallerden oluşan iki farkli yönde ilerledi. New York’ta Disco’nun çıkışında önemli rol oynayan Paradise Garage gibi , Chicago’daki Warehouse da House müziğin doğduğu yer oldu.
Warehouse ve Frankie Knuckles
House'un ortaya çıkışındaki önemli isimlerden biri olan Frankie Knuckles, Larry Levan gibi, liste başı parçalar çalmak yerine underground alanlarda dolanan bir Dj'di. 1977'de Chicago'daki Warehouse'un açılış gecesine davet edilmişti. Sonraları House müzik adını bu kulüpten aldı. Knuckles bundan sonra birkaç kez daha Warehouse'ta çaldı. Warehouse'taki dinleyici kitlesi Knuckles'ın çok hoşuna gitmişti. Chicago'dakiler New York'a göre daha hızlı ve sert bir sounddan hoşlanıyorlardı. Özellikle Warehouse'ta Avrupa kökenli avant-guarde çalışmalara yoğun bir ilgi vardı.Chicago gençliği Kraftwerk'i Barry White'a tercih ediyordu.
Funk, Avrupa dans müziği ve teknoloji faktörü House'un temelini oluşturdu. Bu dönemde çalınan parçalara "şarkı" yerine "track" demeye başladı. Bu terim şarkının tekbaşına varlığının yanısıra, Dj setinin bir parçası, bir birimi olduğunu da ifade ediyordu.
Disco ve Hip-hop gibi House da önce bir Dj tarzı olarak ortaya çıktı, daha sonra bu tarzda müziklerin plağa basılmasıyla bir müzik türü haline geldi. House’un ortaya çıkışıyla bilinen sounduna ulaşması da on yıllık bir süreci kapsıyor. O dönemde basılan plaklardan hangisinin ilk House plağı olduğu konusu oldukça tartışmalı. Fakat birçok kaynağa göre Jesse Saunders’ın Mitchball’dan çıkan “Fantasy” ve “I Like To Do It In Fast Cars” ı ilk House parçaları sayılıyor. Şimdi kulağa oldukça eski gelen bu parçalar minimal ritm yapısı ve synthesizer cızırtılarıyla 15 yıl önce insanlar için son derece yeni ve inanılmazdı. Dinleyenler önce neye uğradığını şaşırıyor, bir süre sonra da dansetmeye başlıyorlardı.
The Music Box
Bu dönemde Chicago’da “The Music Box” adlı kulüp açıldı. Aynı zamanda Frankie Knuckles da Warehouse’ta çalmayı bıraktı. Knuckles’ın sound’u House’un temellerini ortaya atmasına rağmen hala Disco etkileri taşıyordu. The Music Box’un en önemli Dj’i olan Ron Hardy ise House olayının patlamasına sebep olan ortamı hazırladı. Hardy’nin soundu güçlü ve cesurdu. Alışılmadık ritm yapıları kullanıyordu. Chicago’da yetişen ikinci jenerasyon Dj’ler müzikal gelişimlerinin önemli bir kismini The Music Box’ta yaşadilar. Cesur bir sound’un kendine yer edindiği The Music Box oldukça underground bir mekandı. Kış ortasında bile tıkabasa dolu ve deli gibi sıcak olan mekanda insanlar tişörtlerini çıkarmış, terden sırılsıklam bir şekilde dolaşıyorlardı.
Dj. Farley ve “Hot Mix 5” adlı Dj kollektivitesi (Mickey Oliver, Ralphie Rosario, Mario Diaz, Julian Perez, Steve Hurley) WBMX gibi radyolarda House müziğin partilere gitmeyen insanlar tarafından da duyulmasını sağladılar. Larry Heard ve Robert Owens “Fingers Inc.”yi kurdular. Adonis, Mr. Lee, K. Alexi, Marshall Jefferson gibi prodüktörler durmaksızın parça üretiyorlardı. Lil Louis kendi partilerini düzenliyor, bu partilerde çalıyordu. Fingers Inc. Ve Steve Hurley gibi müzisyenler House konusunda araştırmalar, deneyler yapıyor, yeni sesler arıyorlardı. Biraz da diğer Dj’lerin hiçbirinde olmayan şeyler çalabilmek amaciyla yaptiklari prodüksiyonlar tutulmaya başlayinca Dj International Records’ı kurdular. Dj International ve Larry Sherman’ın kurduğu Trax Records dönemin en önemli iki plak şirketi oldu. Bu dönemde prodüktörler ve plak şirketleri arasında sürekli “Sen benden çaldın, o benim parçamı sample etmiş..” gibi tartışmalar ve suçlamalar sürüp gidiyordu.
1987’lerde David Morales, Todd Terry gibi isimler duyulmaya başlandi. New York’ta kapanmış olan Paradise Garage’ın yerini Blaze aldı. Frankie Knuckles “Let The Music Use You” adlı vokal House parçasını yayınladı. Bu plak bir sene sonra İngiltere’de patlak verecek olan Summer of Love’ın vazgeçilmezleri arasında yeralacaktı. 87’de House artık New York ve Chicago’nun sınırlarını aşmış, Avrupa’ya ve dünyaya yayılmaya başlamıştı. Bu yaygınlaşma sürecinde popülaritesi artarken House müzik Pop’laşmaya, Pop müzik House’laşmaya başladi. Underground’dan popülere olan kaçınılmaz evrim gerçekleşirken Detroit’teyse içten içi birşeyler kayniyor Juan Atkins, Derrick May, Kevin Saunderson gibi isimler Techno’nun temellerini atıyorlardı. Aynı dönemde Chicago’da Dj Pierre, Roland 303 adlı bir bas makinasının içinden Acid House denen şeyi çıkardı. Acid House ve Summer of love’la İngiltere, Punk’tan bu yana en büyük gençlik olayını yaşayacak ve rave kavram ortaya çıkacaktı.
Chicago'daki Warehouse, Powerplant, The Music Box gibi mekanlarda New York'taki Paradise Garage'ın House versiyonu yaşanıyordu. Djler 10 saat süren setler çalıyor, insanlar güneş doğarken sürünerek evlerine dönüyorlardı. Sosyal baskılardan uzak bir ortamda kendini müziğin hükümdarlığına bırakmak dönemin ve House'un temel duygusu haline geldi. House denen şey aynı zamanda dış etkilerden uzak, sıcak ve güvenli bir ev gibiydi. Warehouse'ta gecenin "peak" noktasında Frankie Knuckles kulüpteki bütün ışıklar kapatıp kulağı sağır edecek kadar yüksek bir volümde, son hızla giden bir tren sesi çalıyordu. Pencereleri de siyaha boyalı olan Warehouse'ta tamamen karanlığa gömülen insanlar çeşitli uyarıcı ve uyuşturucuların ve son derece tuhaf bir tren gürültüsünün etkisiyle çığlık çığlığa bağırıyorlardı. House takipçileri bir süre sonra oldukça bilinçi dinleyiciler haline geldiler. Dj kötü bir mix yaptığı zaman bağırıp dakikasında rezil ediyorlardı, çünkü dinleyicilerin neredeyse yarısı bu işlerin nasıl yapıldığını zaten biliyordu.
The feeling
Disco son derece neşeli ve eğlenceli bir dans müziğiydi. Disco’dan türeyen House’ta ise herşeye ragmen melankolik bir hava vardi. Endüstriyel ve elektronik seslerin hüznü işin içine girdiginden House hem eglenceli ve hareketli, bir yaniyla da hüzünlü ve duygusal bir müzik oldu. Garage vokallerindeki gospel etkisi de sadece müzikal degildi, Hristiyan gelenegine ait bazi kavramlar bu müzikte yeni anlamlar kazandilar. House sevgi dolu ve dogru bir dünyada yaşama istegini dile getiriyordu. Fakat bu istek bir amaci, inanci, ütopyalari yansitmiyordu. House’un eğlenceli yanı bu isteği, hüzünlü yanı ise dünyanın içinde bulunduğu durumun bilincinde olma konumunu yansıtıyordu. Onların dünyayı değiştirmek gibi bir amacı yoktu. Birşeylerin, hatta birçok şeyin yanlış olduğunu biliyorlar, bulundukları yerde yani “ev”de, beraber oldukları insanlarla güzel bir anı paylaşıyor, güzel bir anı uzatıyorlardı. Farkındalığın verdiği hüzün ve aynı zamanda içindebulunduğu anı en yoğun ve güzel şekliyle yaşamak bir jenerasyonun temel duygusu oldu. Sürekli bir yabancılaşma duygusu artık, gülümseyerek danseden bir kalabalığın içinde paylaşılıyordu..
House
Acid House, Summer of love, Rave
Chicago’dan Londra’ya
70’ler ve 80’lerde Amerika’da ortaya çıkan Disco, Hi-NRG ve House gibi akımlar Avrupa’da küçük çapta da olsa karşiligini bulmuştu. Club kültürünün Amerika’dan sonra en çok kabul gördüğü İngiltere’de 80’ler boyunca, M/A/R/R/S, Cold Cut, Bomb The Bass, S-Xpress gibi elektronik dans müziği yapan gruplar ortaya çıktı. Fakat bu alanda Avrupa’da kitlesel olarak geniş ilgi gören ilk akim Acid House oldu. Bu yillarda Avrupa gençligi Ibiza’yı keşfetti. İngiltere’de de İbiza atmosferini yakalamak için birtakım partiler düzenlenmeye başladı. Londra’da Heaven, Shoom, ve Project Club gibi kulüpler açıldı. Shoom’da Dj Danny Rampling, Heaven’da Paul Oakenfold gibi isimler Chicago House, Acid House, Indie ve Hip-hop karışımı bir müzik çalıyorlardı. Bu dönemde kulüplere gidilirken İbiza’da geçen yaz tatillerini anımsatan yazlık giysiler, özellikle de beyaz tişörtler giyiliyor, fosforlu, parlak renklerle gerçek üstü bir ortam yaratılıyordu. Kısa süre içinde Acid House Londra gece hayatının önemli bir parçası haline geldi.
303 State
Chicago House’un bir alt türü olarak ortaya çıkan Acid House varlığını Roland TBR-303 adlı bas makinasına borçluydu. Roland bu aleti TR-606 davul makinasına tamalayıcı bir unsur olarak 1981’de piyasaya sürdü. Tek oktavlık klavyesi ve altı ayar düğmesi olan 303’ün satışları öyle kötüydü ki iki sene sonra piyasadan kaldırıldı. TR-909’un ortaya çıkışıyla eski davul makinaları da tarihe karıştı. Fakat Chicago’daki House müzisyenleri 80’lerin ortasında 303’ü tekrar keşfettiler ve üretimi durdurulup bir kenara atilan bu küçük kutudan Acid House denen müzigi çikardilar.
Dj Pierre ve arkadaşi Spanky kendilerine bir 303 aldiklarinda aleti kullanim kilavuzunda yazildigi gibi, bas melodileri yazmak için kullanmayi amaçliyorlardi. Fakat aletin üstündeki ayarlar ve rezonans filtreleriyle sesleri tamamen degiştirebildiklerini farkettiler ve sesler üzerinde oynamaya, olanaklarin sinirlarini zorlamaya başladilar. Acid soundu 303’ün içinde zaten vardı diyen Pierre ve Spanky yaptıkları kayıtları The Music Box adlı kulübün ünlü Dj’i Ron Hardy’ye verdiler. Benzeri kayıtlar korsan kasetlerle yayıldı ve insanlar müzik dükkanlarına gidip bu tuhaf müziği aramaya başladılar. Acid House’a adını veren Pierre, bu adı seçerken ps.kadelik özelliklerinden dolayı Acid Rock’tan etkilendiklerini ve de LSD’yle ilgisi olmadığını, kendisinin de hiç uyuşturucu kullanmadığını söylüyordu.
Aynı dönemde Phuture, ardından da Slazy D, Adonis, BamBam gibi Dj’ler de 303’ü kullanmaya başladilar. Iki sene sonra Acid House’u keşfeden Avrupa’lı müzisyenler 303’ü değil de bir sonraki modeli olan 909’u tercih ettiler. Fakat şimdi bile birçok müzisyen bir klas.k olan 303’ün yerini hiçbir aletin tutamayacağını söylüyor. Kimilerine göre tekerlek gibi, asla eskimeyecek ve değişmeyecek bir icat olan 303’le elde edilen seslerin ve uyarıcılarla beraber yaratabileceği etkilerin sınırı yoktu. Bir süre sonra bu sesler partileri ve kulüpleri sardı. Güneş gözlüklü, beyaz tişörtlü gençler kulüpleri doldurdu. Şık ve abartılı kıyafetlerle kulübe gitme dönemi kapandı. Rahat dansedilebilen yazlık kıyafetler ve spor ayakkabılar tercih edilmeye başladı. Önceleri underground hippie’lerin kullandığı sarı “smiley” sembolü bu yıllarda tekrar keşfedildi ve Acid House kültürünün simgesi oldu. Smiley güneş, eğlence ve mutluluğun sembolüydü. Bir yıl içinde Smiley Londra sınırlarını aştı ve Avrupa’yı sardı. Avrupa ilk kez dans üzerine kurulu bir altkültür hareketine sahne oluyordu.
Acid House
Acid House’un çıkışının ardından 1988 yılında İngiltere’de ikinci Summer of Love yaşandi. Ilk Summer of Love 1967 yilinda San Fransisco’da Hippie hareketiyle yaşanmişti. 68 kuşaginin çocuklari 88 yilinda Hippie ruhunu farkli bir şekilde canlandirdilar. Büyük depolarda illegal partiler düzenleniyordu. Olasi polis baskinlarinda müzik sistemini kaçirabilmek için kapida büyük bir kamyon hazirda tutuluyordu. Parti haberleri elden dagitilan flyer’lar ve zincirleme telefonlarla duyuruluyordu. Ardarda partilerin yapıldığı bu dönemde işin içinde olan insanlar zaten iletişim ağının bir parçası oluyor, bir sonraki olayın nerede gerçekleşeceğini biliyorlardı. Ruhsatsız içki satışı ve uyuşturucu kullanımı yüzünden sık sık polis baskınları yapılıyordu. İnsanlar sırtlarında hoparlörlerle polisten kaçıyor, bazen parti bir gece içinde yedi kez yer değiştiriyordu. Baskın korkusu, olmayan ışık ve havalandırma sistemleri, kendi içeceklerini partiye taşımak gibi sıkıntıların yaşandığı bu dönemde insanlar hiçbirşeyi yeterince beğenmeyip, herşeyden şikayet etmeye henüz başlamışlardı. İyi müzikler ve birarada olmak o zamanlar mutlu olmak için yeterliydi. En zor şartlar altında, Clubbing denen olayın en saf hali yaşanıyordu.
Acid House Punk’tan bu yana Avrupa’da yaşanan en büyük gençlik hareketiydi. Öfkeli ve sert Punk akiminin ardindan barişçil, eglence ve dans üzerine kurulu bir hareket gençleri biraraya getirdi. Belirgin bir politik tavri olmayan, hatta politikayi reddeden Acid House etrafinda hedonistik bir kültür oluştu. Bu apolitik tavir da farkli bir duruşun ve tepkinin ifadesiydi. 80’lerin gençliği belirsiz ütopyalar peşinde koşmak yerine yaşadıkları an içinde mutlu olmayı tercih ediyordu. Summer of Love’la beraber hayat, Ecstacy destekli, bitmek bilmeyen bir partiye dönüştü. Mutluluk şimdi, bir çati altinda gülümseyerek danseden, terden sirilsiklam ve yariçiplak yüzlerce gençten biri olmakti.
Rave
Rave sözcügü dans müzigiyle ilgili anlamıni Jamaika’da “raving”adı verilen danslı eğlencelerden alıyordu. Raver sözüğü İngiltere’de ise Rap ve House müzik dinleyip underground partilere giden siyahlar için kullanılıyordu. 1988 yılında Manchester’da güçlü bir clubbing ortam oluşmaya başlamışti. Bu dönemde Manchester’daki kulüplerde gitar melodilerine dayalı İngiliz müzikleri ve house birarada çalınıyordu. Hacienda gibi kulüplerde farklı kaynaklardan gelen müzisyenler biraraya geliyorlar, gitar müziğini yeni dans beat’leriyle birleştiriyorlardi. Primal Scream, Happy Mondays, Stone Roses, The Farm gibi gruplar, Andy Weatherall ve Paul Oakenfold gibi Dj’lerle çalışıyorlardı. Manchester’da çıkan bu akıma “Rave”, yaşanan müzik devrimine de “Rave-O-lution” dendi.
Rave partilerin ilk örneklerinde önce Dj’ler çalıyor, ardından gruplar sahne alıyordu. Normalde konserlerde en fazla ayağıyla tempo tutup şöyle bir başını sallayan insanlar bu grupları partide dinlediğinde deliler gibi dansediyordu. Gitgide silinmekte olan müzik grubu kavramı Rave’lerle tekrar canlandı. Pop müzikle dans müziğinin biraraya gelişi, Dj’lere remix yapmak açısından büyük bir özgürlük sağladı. Andy Weatherall, Paul Oakenfold, Terry Farley gibi Dj’ler Rave sound’unun oluşmasinda belirleyici oldular. Alman Rave ortamlarindaysa Dj Hell, Dj Olaf, Dj Woody, Sven Vath, Westbam gibi isimler duyulmaya başladi. Bu dönemde Dj’ler de statü kazandı ve diğer müzisyenlerle aynı seviyede görülmeye başladı.
Can you feel it?
Rave sadece müzik ve uyuşturucudan ibaret bir şey değildi. Temelini birçok kültürde farklı şekillerde yeralan müzikle transa geçme geleneğinden alan Rave, yeni çağın paganları için; kendi ahlak ve değer yargıları, alışkanlıkları, ritüelleri olan bir yaşam biçimi, adeta bir din oldu. Öyküler anlatan sözlü şarkı geleneğinin aksine rave kişiye öyküleri yaşatıyor, deneyimin anlatısına değil, kendisine dayanıyordu. Rave kültürü gerçekler yerine duygular, anlam yerine tutkular üzerine kurulu bir olguydu.
Acid House’la başlayan dans ve müzik hareketiyle yeni bir eglence ve mutluluk anlayişi oluştu ve Rave kavram ortaya çikti. 1992 yilinda New York’taki Nasa adlı kulübün flyer’ında Rave şöyle açıklanmıyordu; “Kendisi ve çevresiyle tam bir uyum içinde olmanın, gülümseyen insanlar arasında dansederken huzurlu ve güvende hissetmenin, Dj’in bir hamlesiyle zihninin derin ve karanlık mağaralarına uzanıp, oradan da ruhsal ütopyaların en yüksek zirvelerine yolculuk etmenin zevkini tatmamış insanlara Rave’in ne olduğunu anlatmaya çalışmayın..” Uyuşturucu, işik, müzik ve toplulugun enerjisiyle anlamıni bulan “Can You feel it?” sözcükleri, egonun kırılarak danseden bir bütünün içine dağıldığı, bireysel varoluşun sürekli olarak bin parçaya bölünüp tekrar biraraya geldiği anı müjdeliyordu. Rave’lerle beraber kız ya da erkek tavlamak için gece dışarı çıkma anlayışı yerini topluluğa ait olma ve paylaşıma dayalı sosyal bir olguya bıraktı; Peace, Love, Unity...
Orada olmak
90’lara doğru sönen Acid House yerini Hardcore’a bıraktı. Rave’lerde ağırlıklı olarak Hardcore, Techno, Trance, Gabber gibi müzikler çalınmaya başladı. İngiltere ve Almanya’da ortaya çıkan Rave kültürü Amerika’ya taşinmaya başladi. Dj Frankie Bones’un Brooklyn’de gerçekleştirdigi Stormrave partileri Amerika’daki ilk rave örnekleriydi. Sven Vaeth, Doc Martin, Keoki, Josh Wink gibi Dj’lerin ünü bu partilerle yayıldı. Amerikan Rave ort.... gitgide güçlenirken Avrupa’da ravelerin piyasa değeri farkedildi ve yüksek fiyatlarla dev organizasyonlar yapılmaya başladı. Sponsorlar, reklamlar, milonlarca dolar; çeşitli birey, kurum ve kuruluşların maddi çıkarları işin içine girdi. Rave’in temelini oluşturan “PLUR” (peace-love-unity-respect) gibi kavramlar ticari partilerle anlamını yitirdi. Bu gibi organizasyonlarda Rave pahalı bir hobiye, parlak bir podyuma dönüştü. Rave’lerde giyilen bol pantolonlar, bebek elbileseleri, aksesuarlar gündelik hayata girdi. Eski günler kulaktan kulağa yayılan bir yaratılış efsanesi oldu. Ne olursa olsun Rave, Hakim Bey’in deyişiyle bir TAZ (Temporary Autonomous Zone) yani “geçici bağımsız alan”dı. Zamandan zaman çalmak, kendinden kendini çalmak, yanındakilerle paylaşmak, müziğin içine girmek, kendi içinden çıkmaktı.
Rave orada olmaktı..
[SIZE=5]Techno müzik
90’ların sonlarına doğru Acid House’un büyük Britanya’yı kasıp kavurmasının ardından, geniş dinleyici kitlesi daha sert ve kural tanımaz temalar istemiştir. Bu ortam zaten patlamak için fırsat kollayan Techno için bulunmaz bir fırsat olmuştur. Acid House’a göre daha hızlı bpm’lere (beats per minute à dakikadaki vuruş sayısı) ve daha agresif bir yapıya sahip olan Techno, arayışta olan kitleye gereğinden çok daha güzel (doyurucu) bir şekilde cevap vermiştir. Günümüzde eğilimi yakalamış olan Techno, en hızlı gelişen modern müzik türlerinin başında yerini almıştır. Sven Vath, Eat Static, Derrick May, Juan Atkins, Kenny Larkin ve daha sayılmayan birçok isim, bu tarzı günümüzde başarı ile temsil etmektedir.
Detroit Techno
Yıllar önce Derrick May, Juan Atkins ve Kenny Larkin’in ortaya çıkardığı; Techno’nun temel kolu olarak da değerlendirilen Detroit, genelde 4/4’lük vuruş+ritimleri enstürmanlara tercih eden bir dal olarak bilinir.
Intelligent Techno
Sıra dışı ve bir o kadar da agresif motifler içeren bu dal, mükemmel uyumsallık ve de dahiyane yaklaşımlarıyla diğer birçok daldan sıyrılır.
Rave/Old Skool
Tüm Techno formlarının birleşimi olarak görülen Rave/Old Skool; Drum’n Bass, Trance gibi birçok tarzın kökeninde ve gelişiminde pay sahibi olmuştur. Bol içki ve druglı underground partilerin vazgeçilmez müziği olan Rave/Old Skool’un track’leri diğer tarzların track’lerine kıyasla daha uzun sürer. Solid 4/4’lük vuruşlar, sert elektronik motifler ve etkileyici baslardan oluşan Rave/Old Skool’u başlı başına bir tarz (genre) olarak görmek yanlış olmaz.
[/SIZE]
Tarihi
HI-NRG ve arayışlar
Disco ile House arasindaki geçiş döneminde Hi-NRG adi verilen bir müzik türü ortaya çikti. Adindan da anlaşilabilecegi gibi oldukça hizli bir dans müzik olan Hi-NRG'de arada yumuşama, durulma bölümleri yoktu. Hi-NRG tam da Disco'nun underground'a çekildigi bir dönemde ortaya çikti. Gloria Gaynor'in 'Never Can Say Goodbye'i Hi-NRG etkisi taşiyan ilk parçaydi. Hi-NRG büyük ölçüde Cerrone ve Giorgio Moroder'in Euro-Disco sound'unun etkilerini taşiyordu. Kisa süre sonra son derece hizli, duygusalliktan uzak, monoton ve yogun erotik göndermeleri olan bu müzik kulüplerde çalinmaya başladi. Hi-NRG prodüktörleri hem high-tech, ve bir o kadar da ilkel bir sound'un peşindeydiler. Basit melodik yapilar hem insanlarin hoşuna gidiyor hem de kulüpteki herkesin bir bütün haline gelmesini kolaylaştiriyordu. 80'lerin ortasinda House'un güçlenmesiyle Hi-NRG kulüplerden çekildi fakat 80'lerin pop müzigi üzerindeki etkisi bir süre daha devam etti.
Disco'nun olanaklari tükenmiş, prodüktörler ise kendilerini Hi-NRG'nin monotonluguna kaptirmişken, Chicago ve New York'taki Dj'ler teknolojiyle duygusalligin biraraya geldigi, aşagi yukari 120 bpm civarinda bir müzik arayişi içindeydiler. Bu arayişlar basit bas melodileri ve “four to the floor” ritmi üzerine Chicago'da teknik oyunlardan, New York'ta ise gospel ve soul etkisindeki vokallerden oluşan iki farkli yönde ilerledi. New York’ta Disco’nun çıkışında önemli rol oynayan Paradise Garage gibi , Chicago’daki Warehouse da House müziğin doğduğu yer oldu.
Warehouse ve Frankie Knuckles
House'un ortaya çıkışındaki önemli isimlerden biri olan Frankie Knuckles, Larry Levan gibi, liste başı parçalar çalmak yerine underground alanlarda dolanan bir Dj'di. 1977'de Chicago'daki Warehouse'un açılış gecesine davet edilmişti. Sonraları House müzik adını bu kulüpten aldı. Knuckles bundan sonra birkaç kez daha Warehouse'ta çaldı. Warehouse'taki dinleyici kitlesi Knuckles'ın çok hoşuna gitmişti. Chicago'dakiler New York'a göre daha hızlı ve sert bir sounddan hoşlanıyorlardı. Özellikle Warehouse'ta Avrupa kökenli avant-guarde çalışmalara yoğun bir ilgi vardı.Chicago gençliği Kraftwerk'i Barry White'a tercih ediyordu.
Funk, Avrupa dans müziği ve teknoloji faktörü House'un temelini oluşturdu. Bu dönemde çalınan parçalara "şarkı" yerine "track" demeye başladı. Bu terim şarkının tekbaşına varlığının yanısıra, Dj setinin bir parçası, bir birimi olduğunu da ifade ediyordu.
Disco ve Hip-hop gibi House da önce bir Dj tarzı olarak ortaya çıktı, daha sonra bu tarzda müziklerin plağa basılmasıyla bir müzik türü haline geldi. House’un ortaya çıkışıyla bilinen sounduna ulaşması da on yıllık bir süreci kapsıyor. O dönemde basılan plaklardan hangisinin ilk House plağı olduğu konusu oldukça tartışmalı. Fakat birçok kaynağa göre Jesse Saunders’ın Mitchball’dan çıkan “Fantasy” ve “I Like To Do It In Fast Cars” ı ilk House parçaları sayılıyor. Şimdi kulağa oldukça eski gelen bu parçalar minimal ritm yapısı ve synthesizer cızırtılarıyla 15 yıl önce insanlar için son derece yeni ve inanılmazdı. Dinleyenler önce neye uğradığını şaşırıyor, bir süre sonra da dansetmeye başlıyorlardı.
The Music Box
Bu dönemde Chicago’da “The Music Box” adlı kulüp açıldı. Aynı zamanda Frankie Knuckles da Warehouse’ta çalmayı bıraktı. Knuckles’ın sound’u House’un temellerini ortaya atmasına rağmen hala Disco etkileri taşıyordu. The Music Box’un en önemli Dj’i olan Ron Hardy ise House olayının patlamasına sebep olan ortamı hazırladı. Hardy’nin soundu güçlü ve cesurdu. Alışılmadık ritm yapıları kullanıyordu. Chicago’da yetişen ikinci jenerasyon Dj’ler müzikal gelişimlerinin önemli bir kismini The Music Box’ta yaşadilar. Cesur bir sound’un kendine yer edindiği The Music Box oldukça underground bir mekandı. Kış ortasında bile tıkabasa dolu ve deli gibi sıcak olan mekanda insanlar tişörtlerini çıkarmış, terden sırılsıklam bir şekilde dolaşıyorlardı.
Dj. Farley ve “Hot Mix 5” adlı Dj kollektivitesi (Mickey Oliver, Ralphie Rosario, Mario Diaz, Julian Perez, Steve Hurley) WBMX gibi radyolarda House müziğin partilere gitmeyen insanlar tarafından da duyulmasını sağladılar. Larry Heard ve Robert Owens “Fingers Inc.”yi kurdular. Adonis, Mr. Lee, K. Alexi, Marshall Jefferson gibi prodüktörler durmaksızın parça üretiyorlardı. Lil Louis kendi partilerini düzenliyor, bu partilerde çalıyordu. Fingers Inc. Ve Steve Hurley gibi müzisyenler House konusunda araştırmalar, deneyler yapıyor, yeni sesler arıyorlardı. Biraz da diğer Dj’lerin hiçbirinde olmayan şeyler çalabilmek amaciyla yaptiklari prodüksiyonlar tutulmaya başlayinca Dj International Records’ı kurdular. Dj International ve Larry Sherman’ın kurduğu Trax Records dönemin en önemli iki plak şirketi oldu. Bu dönemde prodüktörler ve plak şirketleri arasında sürekli “Sen benden çaldın, o benim parçamı sample etmiş..” gibi tartışmalar ve suçlamalar sürüp gidiyordu.
1987’lerde David Morales, Todd Terry gibi isimler duyulmaya başlandi. New York’ta kapanmış olan Paradise Garage’ın yerini Blaze aldı. Frankie Knuckles “Let The Music Use You” adlı vokal House parçasını yayınladı. Bu plak bir sene sonra İngiltere’de patlak verecek olan Summer of Love’ın vazgeçilmezleri arasında yeralacaktı. 87’de House artık New York ve Chicago’nun sınırlarını aşmış, Avrupa’ya ve dünyaya yayılmaya başlamıştı. Bu yaygınlaşma sürecinde popülaritesi artarken House müzik Pop’laşmaya, Pop müzik House’laşmaya başladi. Underground’dan popülere olan kaçınılmaz evrim gerçekleşirken Detroit’teyse içten içi birşeyler kayniyor Juan Atkins, Derrick May, Kevin Saunderson gibi isimler Techno’nun temellerini atıyorlardı. Aynı dönemde Chicago’da Dj Pierre, Roland 303 adlı bir bas makinasının içinden Acid House denen şeyi çıkardı. Acid House ve Summer of love’la İngiltere, Punk’tan bu yana en büyük gençlik olayını yaşayacak ve rave kavram ortaya çıkacaktı.
Chicago'daki Warehouse, Powerplant, The Music Box gibi mekanlarda New York'taki Paradise Garage'ın House versiyonu yaşanıyordu. Djler 10 saat süren setler çalıyor, insanlar güneş doğarken sürünerek evlerine dönüyorlardı. Sosyal baskılardan uzak bir ortamda kendini müziğin hükümdarlığına bırakmak dönemin ve House'un temel duygusu haline geldi. House denen şey aynı zamanda dış etkilerden uzak, sıcak ve güvenli bir ev gibiydi. Warehouse'ta gecenin "peak" noktasında Frankie Knuckles kulüpteki bütün ışıklar kapatıp kulağı sağır edecek kadar yüksek bir volümde, son hızla giden bir tren sesi çalıyordu. Pencereleri de siyaha boyalı olan Warehouse'ta tamamen karanlığa gömülen insanlar çeşitli uyarıcı ve uyuşturucuların ve son derece tuhaf bir tren gürültüsünün etkisiyle çığlık çığlığa bağırıyorlardı. House takipçileri bir süre sonra oldukça bilinçi dinleyiciler haline geldiler. Dj kötü bir mix yaptığı zaman bağırıp dakikasında rezil ediyorlardı, çünkü dinleyicilerin neredeyse yarısı bu işlerin nasıl yapıldığını zaten biliyordu.
The feeling
Disco son derece neşeli ve eğlenceli bir dans müziğiydi. Disco’dan türeyen House’ta ise herşeye ragmen melankolik bir hava vardi. Endüstriyel ve elektronik seslerin hüznü işin içine girdiginden House hem eglenceli ve hareketli, bir yaniyla da hüzünlü ve duygusal bir müzik oldu. Garage vokallerindeki gospel etkisi de sadece müzikal degildi, Hristiyan gelenegine ait bazi kavramlar bu müzikte yeni anlamlar kazandilar. House sevgi dolu ve dogru bir dünyada yaşama istegini dile getiriyordu. Fakat bu istek bir amaci, inanci, ütopyalari yansitmiyordu. House’un eğlenceli yanı bu isteği, hüzünlü yanı ise dünyanın içinde bulunduğu durumun bilincinde olma konumunu yansıtıyordu. Onların dünyayı değiştirmek gibi bir amacı yoktu. Birşeylerin, hatta birçok şeyin yanlış olduğunu biliyorlar, bulundukları yerde yani “ev”de, beraber oldukları insanlarla güzel bir anı paylaşıyor, güzel bir anı uzatıyorlardı. Farkındalığın verdiği hüzün ve aynı zamanda içindebulunduğu anı en yoğun ve güzel şekliyle yaşamak bir jenerasyonun temel duygusu oldu. Sürekli bir yabancılaşma duygusu artık, gülümseyerek danseden bir kalabalığın içinde paylaşılıyordu..
House
Acid House, Summer of love, Rave
Chicago’dan Londra’ya
70’ler ve 80’lerde Amerika’da ortaya çıkan Disco, Hi-NRG ve House gibi akımlar Avrupa’da küçük çapta da olsa karşiligini bulmuştu. Club kültürünün Amerika’dan sonra en çok kabul gördüğü İngiltere’de 80’ler boyunca, M/A/R/R/S, Cold Cut, Bomb The Bass, S-Xpress gibi elektronik dans müziği yapan gruplar ortaya çıktı. Fakat bu alanda Avrupa’da kitlesel olarak geniş ilgi gören ilk akim Acid House oldu. Bu yillarda Avrupa gençligi Ibiza’yı keşfetti. İngiltere’de de İbiza atmosferini yakalamak için birtakım partiler düzenlenmeye başladı. Londra’da Heaven, Shoom, ve Project Club gibi kulüpler açıldı. Shoom’da Dj Danny Rampling, Heaven’da Paul Oakenfold gibi isimler Chicago House, Acid House, Indie ve Hip-hop karışımı bir müzik çalıyorlardı. Bu dönemde kulüplere gidilirken İbiza’da geçen yaz tatillerini anımsatan yazlık giysiler, özellikle de beyaz tişörtler giyiliyor, fosforlu, parlak renklerle gerçek üstü bir ortam yaratılıyordu. Kısa süre içinde Acid House Londra gece hayatının önemli bir parçası haline geldi.
303 State
Chicago House’un bir alt türü olarak ortaya çıkan Acid House varlığını Roland TBR-303 adlı bas makinasına borçluydu. Roland bu aleti TR-606 davul makinasına tamalayıcı bir unsur olarak 1981’de piyasaya sürdü. Tek oktavlık klavyesi ve altı ayar düğmesi olan 303’ün satışları öyle kötüydü ki iki sene sonra piyasadan kaldırıldı. TR-909’un ortaya çıkışıyla eski davul makinaları da tarihe karıştı. Fakat Chicago’daki House müzisyenleri 80’lerin ortasında 303’ü tekrar keşfettiler ve üretimi durdurulup bir kenara atilan bu küçük kutudan Acid House denen müzigi çikardilar.
Dj Pierre ve arkadaşi Spanky kendilerine bir 303 aldiklarinda aleti kullanim kilavuzunda yazildigi gibi, bas melodileri yazmak için kullanmayi amaçliyorlardi. Fakat aletin üstündeki ayarlar ve rezonans filtreleriyle sesleri tamamen degiştirebildiklerini farkettiler ve sesler üzerinde oynamaya, olanaklarin sinirlarini zorlamaya başladilar. Acid soundu 303’ün içinde zaten vardı diyen Pierre ve Spanky yaptıkları kayıtları The Music Box adlı kulübün ünlü Dj’i Ron Hardy’ye verdiler. Benzeri kayıtlar korsan kasetlerle yayıldı ve insanlar müzik dükkanlarına gidip bu tuhaf müziği aramaya başladılar. Acid House’a adını veren Pierre, bu adı seçerken ps.kadelik özelliklerinden dolayı Acid Rock’tan etkilendiklerini ve de LSD’yle ilgisi olmadığını, kendisinin de hiç uyuşturucu kullanmadığını söylüyordu.
Aynı dönemde Phuture, ardından da Slazy D, Adonis, BamBam gibi Dj’ler de 303’ü kullanmaya başladilar. Iki sene sonra Acid House’u keşfeden Avrupa’lı müzisyenler 303’ü değil de bir sonraki modeli olan 909’u tercih ettiler. Fakat şimdi bile birçok müzisyen bir klas.k olan 303’ün yerini hiçbir aletin tutamayacağını söylüyor. Kimilerine göre tekerlek gibi, asla eskimeyecek ve değişmeyecek bir icat olan 303’le elde edilen seslerin ve uyarıcılarla beraber yaratabileceği etkilerin sınırı yoktu. Bir süre sonra bu sesler partileri ve kulüpleri sardı. Güneş gözlüklü, beyaz tişörtlü gençler kulüpleri doldurdu. Şık ve abartılı kıyafetlerle kulübe gitme dönemi kapandı. Rahat dansedilebilen yazlık kıyafetler ve spor ayakkabılar tercih edilmeye başladı. Önceleri underground hippie’lerin kullandığı sarı “smiley” sembolü bu yıllarda tekrar keşfedildi ve Acid House kültürünün simgesi oldu. Smiley güneş, eğlence ve mutluluğun sembolüydü. Bir yıl içinde Smiley Londra sınırlarını aştı ve Avrupa’yı sardı. Avrupa ilk kez dans üzerine kurulu bir altkültür hareketine sahne oluyordu.
Acid House
Acid House’un çıkışının ardından 1988 yılında İngiltere’de ikinci Summer of Love yaşandi. Ilk Summer of Love 1967 yilinda San Fransisco’da Hippie hareketiyle yaşanmişti. 68 kuşaginin çocuklari 88 yilinda Hippie ruhunu farkli bir şekilde canlandirdilar. Büyük depolarda illegal partiler düzenleniyordu. Olasi polis baskinlarinda müzik sistemini kaçirabilmek için kapida büyük bir kamyon hazirda tutuluyordu. Parti haberleri elden dagitilan flyer’lar ve zincirleme telefonlarla duyuruluyordu. Ardarda partilerin yapıldığı bu dönemde işin içinde olan insanlar zaten iletişim ağının bir parçası oluyor, bir sonraki olayın nerede gerçekleşeceğini biliyorlardı. Ruhsatsız içki satışı ve uyuşturucu kullanımı yüzünden sık sık polis baskınları yapılıyordu. İnsanlar sırtlarında hoparlörlerle polisten kaçıyor, bazen parti bir gece içinde yedi kez yer değiştiriyordu. Baskın korkusu, olmayan ışık ve havalandırma sistemleri, kendi içeceklerini partiye taşımak gibi sıkıntıların yaşandığı bu dönemde insanlar hiçbirşeyi yeterince beğenmeyip, herşeyden şikayet etmeye henüz başlamışlardı. İyi müzikler ve birarada olmak o zamanlar mutlu olmak için yeterliydi. En zor şartlar altında, Clubbing denen olayın en saf hali yaşanıyordu.
Acid House Punk’tan bu yana Avrupa’da yaşanan en büyük gençlik hareketiydi. Öfkeli ve sert Punk akiminin ardindan barişçil, eglence ve dans üzerine kurulu bir hareket gençleri biraraya getirdi. Belirgin bir politik tavri olmayan, hatta politikayi reddeden Acid House etrafinda hedonistik bir kültür oluştu. Bu apolitik tavir da farkli bir duruşun ve tepkinin ifadesiydi. 80’lerin gençliği belirsiz ütopyalar peşinde koşmak yerine yaşadıkları an içinde mutlu olmayı tercih ediyordu. Summer of Love’la beraber hayat, Ecstacy destekli, bitmek bilmeyen bir partiye dönüştü. Mutluluk şimdi, bir çati altinda gülümseyerek danseden, terden sirilsiklam ve yariçiplak yüzlerce gençten biri olmakti.
Rave
Rave sözcügü dans müzigiyle ilgili anlamıni Jamaika’da “raving”adı verilen danslı eğlencelerden alıyordu. Raver sözüğü İngiltere’de ise Rap ve House müzik dinleyip underground partilere giden siyahlar için kullanılıyordu. 1988 yılında Manchester’da güçlü bir clubbing ortam oluşmaya başlamışti. Bu dönemde Manchester’daki kulüplerde gitar melodilerine dayalı İngiliz müzikleri ve house birarada çalınıyordu. Hacienda gibi kulüplerde farklı kaynaklardan gelen müzisyenler biraraya geliyorlar, gitar müziğini yeni dans beat’leriyle birleştiriyorlardi. Primal Scream, Happy Mondays, Stone Roses, The Farm gibi gruplar, Andy Weatherall ve Paul Oakenfold gibi Dj’lerle çalışıyorlardı. Manchester’da çıkan bu akıma “Rave”, yaşanan müzik devrimine de “Rave-O-lution” dendi.
Rave partilerin ilk örneklerinde önce Dj’ler çalıyor, ardından gruplar sahne alıyordu. Normalde konserlerde en fazla ayağıyla tempo tutup şöyle bir başını sallayan insanlar bu grupları partide dinlediğinde deliler gibi dansediyordu. Gitgide silinmekte olan müzik grubu kavramı Rave’lerle tekrar canlandı. Pop müzikle dans müziğinin biraraya gelişi, Dj’lere remix yapmak açısından büyük bir özgürlük sağladı. Andy Weatherall, Paul Oakenfold, Terry Farley gibi Dj’ler Rave sound’unun oluşmasinda belirleyici oldular. Alman Rave ortamlarindaysa Dj Hell, Dj Olaf, Dj Woody, Sven Vath, Westbam gibi isimler duyulmaya başladi. Bu dönemde Dj’ler de statü kazandı ve diğer müzisyenlerle aynı seviyede görülmeye başladı.
Can you feel it?
Rave sadece müzik ve uyuşturucudan ibaret bir şey değildi. Temelini birçok kültürde farklı şekillerde yeralan müzikle transa geçme geleneğinden alan Rave, yeni çağın paganları için; kendi ahlak ve değer yargıları, alışkanlıkları, ritüelleri olan bir yaşam biçimi, adeta bir din oldu. Öyküler anlatan sözlü şarkı geleneğinin aksine rave kişiye öyküleri yaşatıyor, deneyimin anlatısına değil, kendisine dayanıyordu. Rave kültürü gerçekler yerine duygular, anlam yerine tutkular üzerine kurulu bir olguydu.
Acid House’la başlayan dans ve müzik hareketiyle yeni bir eglence ve mutluluk anlayişi oluştu ve Rave kavram ortaya çikti. 1992 yilinda New York’taki Nasa adlı kulübün flyer’ında Rave şöyle açıklanmıyordu; “Kendisi ve çevresiyle tam bir uyum içinde olmanın, gülümseyen insanlar arasında dansederken huzurlu ve güvende hissetmenin, Dj’in bir hamlesiyle zihninin derin ve karanlık mağaralarına uzanıp, oradan da ruhsal ütopyaların en yüksek zirvelerine yolculuk etmenin zevkini tatmamış insanlara Rave’in ne olduğunu anlatmaya çalışmayın..” Uyuşturucu, işik, müzik ve toplulugun enerjisiyle anlamıni bulan “Can You feel it?” sözcükleri, egonun kırılarak danseden bir bütünün içine dağıldığı, bireysel varoluşun sürekli olarak bin parçaya bölünüp tekrar biraraya geldiği anı müjdeliyordu. Rave’lerle beraber kız ya da erkek tavlamak için gece dışarı çıkma anlayışı yerini topluluğa ait olma ve paylaşıma dayalı sosyal bir olguya bıraktı; Peace, Love, Unity...
Orada olmak
90’lara doğru sönen Acid House yerini Hardcore’a bıraktı. Rave’lerde ağırlıklı olarak Hardcore, Techno, Trance, Gabber gibi müzikler çalınmaya başladı. İngiltere ve Almanya’da ortaya çıkan Rave kültürü Amerika’ya taşinmaya başladi. Dj Frankie Bones’un Brooklyn’de gerçekleştirdigi Stormrave partileri Amerika’daki ilk rave örnekleriydi. Sven Vaeth, Doc Martin, Keoki, Josh Wink gibi Dj’lerin ünü bu partilerle yayıldı. Amerikan Rave ort.... gitgide güçlenirken Avrupa’da ravelerin piyasa değeri farkedildi ve yüksek fiyatlarla dev organizasyonlar yapılmaya başladı. Sponsorlar, reklamlar, milonlarca dolar; çeşitli birey, kurum ve kuruluşların maddi çıkarları işin içine girdi. Rave’in temelini oluşturan “PLUR” (peace-love-unity-respect) gibi kavramlar ticari partilerle anlamını yitirdi. Bu gibi organizasyonlarda Rave pahalı bir hobiye, parlak bir podyuma dönüştü. Rave’lerde giyilen bol pantolonlar, bebek elbileseleri, aksesuarlar gündelik hayata girdi. Eski günler kulaktan kulağa yayılan bir yaratılış efsanesi oldu. Ne olursa olsun Rave, Hakim Bey’in deyişiyle bir TAZ (Temporary Autonomous Zone) yani “geçici bağımsız alan”dı. Zamandan zaman çalmak, kendinden kendini çalmak, yanındakilerle paylaşmak, müziğin içine girmek, kendi içinden çıkmaktı.
Rave orada olmaktı..
[SIZE=5]Techno müzik
90’ların sonlarına doğru Acid House’un büyük Britanya’yı kasıp kavurmasının ardından, geniş dinleyici kitlesi daha sert ve kural tanımaz temalar istemiştir. Bu ortam zaten patlamak için fırsat kollayan Techno için bulunmaz bir fırsat olmuştur. Acid House’a göre daha hızlı bpm’lere (beats per minute à dakikadaki vuruş sayısı) ve daha agresif bir yapıya sahip olan Techno, arayışta olan kitleye gereğinden çok daha güzel (doyurucu) bir şekilde cevap vermiştir. Günümüzde eğilimi yakalamış olan Techno, en hızlı gelişen modern müzik türlerinin başında yerini almıştır. Sven Vath, Eat Static, Derrick May, Juan Atkins, Kenny Larkin ve daha sayılmayan birçok isim, bu tarzı günümüzde başarı ile temsil etmektedir.
Detroit Techno
Yıllar önce Derrick May, Juan Atkins ve Kenny Larkin’in ortaya çıkardığı; Techno’nun temel kolu olarak da değerlendirilen Detroit, genelde 4/4’lük vuruş+ritimleri enstürmanlara tercih eden bir dal olarak bilinir.
Intelligent Techno
Sıra dışı ve bir o kadar da agresif motifler içeren bu dal, mükemmel uyumsallık ve de dahiyane yaklaşımlarıyla diğer birçok daldan sıyrılır.
Rave/Old Skool
Tüm Techno formlarının birleşimi olarak görülen Rave/Old Skool; Drum’n Bass, Trance gibi birçok tarzın kökeninde ve gelişiminde pay sahibi olmuştur. Bol içki ve druglı underground partilerin vazgeçilmez müziği olan Rave/Old Skool’un track’leri diğer tarzların track’lerine kıyasla daha uzun sürer. Solid 4/4’lük vuruşlar, sert elektronik motifler ve etkileyici baslardan oluşan Rave/Old Skool’u başlı başına bir tarz (genre) olarak görmek yanlış olmaz.
[/SIZE]