03-27-2010, Saat: 12:07 AM
En büyük hüsran terk edilmek değil, aldatılmak değil, özlemek hiç değil; en büyük hüsran, giderek büyüyen boşlukmuş… En büyük kayboluş sevip, sevip sonunda kimi sevdiğini anlayamamakmış… Değer verip hak etmediğini kavramakmış…
Gönlümdeki çocuk sustu ve ben kapana kısıldım, çaresizim. Azgın nehirken duruldum. Pozitif limanlardan negatif limanlara demir attım. Çocuk yüreğimle adam boyu sevdalar yasarken adam oluverdim ama çocukça sevdalar besleyemez oldum. Her dibe vuruşun ardından yaşadığım başarıları unuttum daha da batmaktayım. Gözlerim, Günyüzü görmemişçesine kan çanağı gibi, kan kusmaktayım, olmadık yerlerde oluyor, olmam gereken hiç bir yerde değilim artık. Bir kayıp zaman yaşamaktayım yok yok kaybolan benim, yalnızlık adına ne kadar çan varsa, vuslatında benim için çalmaktalar artık. Yabancılaşıyorum bu yitik kentte, bir yanık kozayım gün be gün dirilip ölüyorum, şizofren dünyamda seninle yaşamaktayım.
Günün ilk ışıkları, senin tenin gibi yatağıma düşüyor aralıklı perdeden ve ben titriyorum, hâlbuki ne çok severdik bu ışıkları, yeni bir gün, yeni bir umut demekti bizim için, sevdamızı umutlarla nakış gibi dokumuştuk hayallerimize. Sabahlar da hüzünlü artık benim gibi, belik, belik saçlarını boynuna dolayıp dalmayınca hayallere…
İçimizde hep başka biri var başka dünyalar umutlar ve aşklar, gece ve gündüz gibi, bir elmanın diğer yarısı misali, eksik kaldım şimdi sen gidince. Gülüşün umut, bakışın mutluluktu, gittin ya güzde ardına bakmayan leylek misali. Oysaki nehirler kurmuştuk bitiminde okyanuslar, inciler çıkartır, ağlayan çocuğun gamzesi olurduk saf ve duru, kayboldun ya gülüşler hep sahte. Uzaktasın yıldızların da ötesinde yüreğimi söktün giderken görüyor musun halimi Güleycan .
Hayâsız gecelerde içtiğim şarabıma ekmek, ayaz vurmuş yüreğime liman, sonbaharımda esen tatlı meltemimdin yüzüme tebessümler estirirdin. Bir can olmaktı seninle gayem, duyun ey dağlar sahipsiz, evsiz insanlar duyun, sevmenin bedeli şizofren olmakmış.
Sen şimdi yalnız bırakılmışlığıma yan o yalnızlık ki seni bitiren, sana beslediğim sevdamı kullan kullanabilirsen, o sevda ki, gölgen dahi olmayacak, çırpınan yüreğimin son darbesinden kaçmak adına kaç kez yüz değiştireceksin ama unutamazsın ki yüzünü yüzün ki yüreğimin düşmanı…
Evet, geriye dönüp bakmayacağım masum değilim artık, ruhunun o karanlık bahçesinde esir bıraktığın, sensiz soluk almayan küçük çocuk kovulmuştu artık cennetinden sahte olan cennetin, yüreğim bir yağmur misali artık incecik ve ahmakıslatan yağmur gibi
Tıpkı sana olan ahmakça sevgim gibi, içimi önce ısıtıp sonra beni yalnızlığın ve sahipsizliğin soğuk sularına bırakılacakmışım, İstanbul’un sensizlikten sanki yıkılacakmış hissine kapılmak gibi ahmakça, bu duygulardan arındım dirildim.
Oysa sen benim meleğimdin. Hayatın tüm pisliklerinden arındığına inandığım, sana kıyamayacağım dünya meleğimdin, sen benim yeryüzü tanrımdın, tanrılar sorgulanamazdı bende seni sorgulamadan sevdim, sense bana hayattan daha da kötü davrandın…
Bak dünya yıkılmadı arındım duruldum ve kinim kınına sokulmuş hançer misali olması gereken yerde şimdi, her şey bitti, ardında cansız benliklerime kılıf olan bedenim toparlandı, atlattım şizofrenliğimi, beni girdaplarınla sürükleyen ve söz geçiremediğim yüreğimle beraber, hayatımın hiç değilse bundan sonraki kısmını kendim çizebiliyorum artık.
En büyük hüsran terk edilmek değil, aldatılmak değil, özlemek hiç değil; en büyük hüsran, giderek büyüyen boşlukmuş… En büyük kayboluş sevip sevip sonunda kimi sevdiğini anlayamamakmış… Değer verip hak etmediğini kavramakmış.
Öylesine kırılmış ve öylesine yanlış ezberlemiştim ki dünyayı, durmadan kendimi sana adıyordum… Ben nasıl boşluklara düştüysem, seninde öyle boşluklara düşmeni istiyorum…
Rüyalarımın gül kokusu değilsin artık… Sen benim mazide kalan aşkımsın… Bense senin sızlayan vicdanın olacağım…
IDRIS KENC
Gönlümdeki çocuk sustu ve ben kapana kısıldım, çaresizim. Azgın nehirken duruldum. Pozitif limanlardan negatif limanlara demir attım. Çocuk yüreğimle adam boyu sevdalar yasarken adam oluverdim ama çocukça sevdalar besleyemez oldum. Her dibe vuruşun ardından yaşadığım başarıları unuttum daha da batmaktayım. Gözlerim, Günyüzü görmemişçesine kan çanağı gibi, kan kusmaktayım, olmadık yerlerde oluyor, olmam gereken hiç bir yerde değilim artık. Bir kayıp zaman yaşamaktayım yok yok kaybolan benim, yalnızlık adına ne kadar çan varsa, vuslatında benim için çalmaktalar artık. Yabancılaşıyorum bu yitik kentte, bir yanık kozayım gün be gün dirilip ölüyorum, şizofren dünyamda seninle yaşamaktayım.
Günün ilk ışıkları, senin tenin gibi yatağıma düşüyor aralıklı perdeden ve ben titriyorum, hâlbuki ne çok severdik bu ışıkları, yeni bir gün, yeni bir umut demekti bizim için, sevdamızı umutlarla nakış gibi dokumuştuk hayallerimize. Sabahlar da hüzünlü artık benim gibi, belik, belik saçlarını boynuna dolayıp dalmayınca hayallere…
İçimizde hep başka biri var başka dünyalar umutlar ve aşklar, gece ve gündüz gibi, bir elmanın diğer yarısı misali, eksik kaldım şimdi sen gidince. Gülüşün umut, bakışın mutluluktu, gittin ya güzde ardına bakmayan leylek misali. Oysaki nehirler kurmuştuk bitiminde okyanuslar, inciler çıkartır, ağlayan çocuğun gamzesi olurduk saf ve duru, kayboldun ya gülüşler hep sahte. Uzaktasın yıldızların da ötesinde yüreğimi söktün giderken görüyor musun halimi Güleycan .
Hayâsız gecelerde içtiğim şarabıma ekmek, ayaz vurmuş yüreğime liman, sonbaharımda esen tatlı meltemimdin yüzüme tebessümler estirirdin. Bir can olmaktı seninle gayem, duyun ey dağlar sahipsiz, evsiz insanlar duyun, sevmenin bedeli şizofren olmakmış.
Sen şimdi yalnız bırakılmışlığıma yan o yalnızlık ki seni bitiren, sana beslediğim sevdamı kullan kullanabilirsen, o sevda ki, gölgen dahi olmayacak, çırpınan yüreğimin son darbesinden kaçmak adına kaç kez yüz değiştireceksin ama unutamazsın ki yüzünü yüzün ki yüreğimin düşmanı…
Evet, geriye dönüp bakmayacağım masum değilim artık, ruhunun o karanlık bahçesinde esir bıraktığın, sensiz soluk almayan küçük çocuk kovulmuştu artık cennetinden sahte olan cennetin, yüreğim bir yağmur misali artık incecik ve ahmakıslatan yağmur gibi
Tıpkı sana olan ahmakça sevgim gibi, içimi önce ısıtıp sonra beni yalnızlığın ve sahipsizliğin soğuk sularına bırakılacakmışım, İstanbul’un sensizlikten sanki yıkılacakmış hissine kapılmak gibi ahmakça, bu duygulardan arındım dirildim.
Oysa sen benim meleğimdin. Hayatın tüm pisliklerinden arındığına inandığım, sana kıyamayacağım dünya meleğimdin, sen benim yeryüzü tanrımdın, tanrılar sorgulanamazdı bende seni sorgulamadan sevdim, sense bana hayattan daha da kötü davrandın…
Bak dünya yıkılmadı arındım duruldum ve kinim kınına sokulmuş hançer misali olması gereken yerde şimdi, her şey bitti, ardında cansız benliklerime kılıf olan bedenim toparlandı, atlattım şizofrenliğimi, beni girdaplarınla sürükleyen ve söz geçiremediğim yüreğimle beraber, hayatımın hiç değilse bundan sonraki kısmını kendim çizebiliyorum artık.
En büyük hüsran terk edilmek değil, aldatılmak değil, özlemek hiç değil; en büyük hüsran, giderek büyüyen boşlukmuş… En büyük kayboluş sevip sevip sonunda kimi sevdiğini anlayamamakmış… Değer verip hak etmediğini kavramakmış.
Öylesine kırılmış ve öylesine yanlış ezberlemiştim ki dünyayı, durmadan kendimi sana adıyordum… Ben nasıl boşluklara düştüysem, seninde öyle boşluklara düşmeni istiyorum…
Rüyalarımın gül kokusu değilsin artık… Sen benim mazide kalan aşkımsın… Bense senin sızlayan vicdanın olacağım…
IDRIS KENC