04-27-2010, Saat: 08:44 AM
Faizin haram oluşu niçindir?
FAİZİN İSLÂMÃŽ AÇIDAN yasak olduğunu bilmeyenimiz yoktur. İlahî bir emir olarak faizin yasak oluşunun sebebi açıktır: “Allah yasakladığı için.” Tıpkı oruç tutmak veya zekat vermenin farz oluşu gibi bunun da sebebi “emr-i ilahî”dir. Ubudiyetlerimizin yegâne gerekçesi budur. Bununla beraber o emri takip eden birtakım maslahatlar da vardır. Bu oldukça normaldir. Çünkü o Emri Veren herşeyin “fıtrî” halini ve neyin nasıl olması gerektiğini çok iyi bilen Biridir.
Meselâ Allah emrettiği için tuttuğumuz oruç ve verdiğimiz zekatın ferdî ve toplumsal birçok maslahatları netice verdiklerini de biliriz. Ama hiçbir zaman orucu perhiz yapmak için tutmaz; zekatı da toplumsal gelir dağılımını dengelemek için vermeyiz. Nitekim vergisini bir vatandaşlık borcu olarak veren biri zekat yükümlülüğünden kurtulmuş olmadığı gibi namazın bedensel faydalarını keşfedip aerobik hareketler yapan biri de namaz kılmış olmaz. Bu örneklerde olduğu gibi ubudiyetin hareket noktası “emir”den “maslahat”a kayarsa o zaman emri gördüğü halde maslahatı (pekâlâ) görememiş birinin ubudiyet gerekçeleri ortadan kalkmış olur.
Bununla birlikte ubudiyetini Allah’ın emri nedeniyle yapan biri için sözkonusu maslahatlar birer güven kaynağı olabilirler. Ve bu anlamda gerekli oldukları söylenebilir. Çünkü her bir emrin özel bir zorunluluk olmamakla beraber birtakım maslahatları ve hikmetleri vardır. O halde. Allah emrettiği için oruç tutarız. Orucun ise bazı faydaları vardır. Yine faiz Allah emrettiği için haramdır. Allah’ın bize emrettiği her emrin bir “ubudiyet terbiyesi” olduğunu düşünürsek uzunca da olsa şimdiye kadar ifade ettiğimiz kayıtlar altında sorumuza tekrar dönebiliriz: Faiz neden haramdır?
Cevabımız hazırdır: Allah yasakladığı için. Bu cevapla devam edersek faiz yasağına uymama durumunda ubudiyetimiz yara alacaktır. Yani ubudiyetimiz eksilecektir. Ubudiyet - Rububiyet bütünlüğünden biri eksildi mi diğeri artacaktır. Ubudiyetin terkettiği yerleri Rububiyet vehmi dolduracak; Rububiyet vehminin terkettiği yerleri ise ubudiyet bilinci dolduracaktır. Faiz almama-vermemenin bir ubudiyet tavrı olduğu açıktır. Aynı şekilde bu emre uymamanın da kendi içinde bir Rububiyet iddiası taşıdığı söylenebilir. Bunu “emrî” açıdan yani itaat-itaatsizlik bağlamında bu şekiyre anlayabiliriz. Bu yüzden “İslâmî” açıdan faiz haramdır. Ancak bu haramın arkaplânını gün ışığına çıkarma durumunda “İslâmî” açıdan olduğu kadar neden “İmanî” açıdan da yasak olduğunu görmemiz mümkündür. O halde bir süreç olarak faiz olayını yeniden hatırlayalım:
Özel veya tüzel birileri başka birilerine anapara olarak bir miktar para vermektedir. Lâkin bu masum bir borç verme olayı değildir. Parayı veren bir dizi “belirleme”de bulunmaktadır. Belli bir süre ve verilenin üstüne eklenecek yine belli bir miktar sözkonusudur. Parayı veren birşeyler “ister” ve istediği “olur”. Buna hiç şüphesi yoktur. Kısacası faizci kendinden oldukça “emin”dir. Öbür tarafta ise tarlasında buğday ekmiş biri ya da çarşıda satıcılık yapan biri kazancı konusunda herhangi bir belirlemede bulunmuş değildir. Ne kazanacağı süre ne de kazanacağı miktar bellidir. Bu yüzden sık sık dua eder. Siftah etti mi rızkı Verene şükreder. Hasılı rızkın gelişi ile Rızkı Gönderen bir çağrışım olarak sürekli hatırındadır. Sebepler dairesinde yapacağını yapar. Ancak bilir ki bu sebepler her zaman ürünün beklendiği gibi alınması veya malın umulduğu gibi satılması için yeterli değildir. Bu yüzden kendi çabasını rızk için gerekli olmasına karşın yeterli olmayan bir sebep olarak görür. Kendinden çok fazla “emin” değildir. Bu iki tablo arasında oldukça önemli bir fark vardır. İlkinde sebepler dairesi büyük ölçüde kuvvetlenip kalınlaşmaktadır. Biri -rızkını değil- gelirini belirlemiştir.(determinizm).
Faiz burada bu belirleyicilik imkânını sağlamakla faizi vereni ubudiyet ortamından uzaklaştırmaktadır. Zira esbap perdesi dehşetli bir şekilde kalınlaşmakta esbaba yaslananlar da istediklerini yapabiliyor olmanın sarhoşluğuyla bir rububiyet vehmine kapılmaktadır. Başka bir deyişle faiz insanı tesiri esbaba veren bir gaflet ortamına başarılı bir şekilde çekmektedir. Bu ise bir “titreşim hâli” olan ubudiyet tavrına kapalı bir hâldir. Korku ile ümit; hayat ile ölüm ve açlık ile tokluk ortasında bir yerde bulunan insanoğlu bunun farkına vardığı oranda mü’mindir. İşte faiz bu farkın farkına varılmasını önlemektedir. Ve galiba haram oluşunun da bir sırrı budur. İslamiyette faiz yasağının ayrı bir ehemmiyete haiz olduğu kuşkusuzdur. Konunun önemi Kur’an ve hadislerde şiddetle men edilen faizin (İslamî olmayan) günümüz ekonomisinde kilit kavramlardan biri olmasından ileri gelmektedir. O kadar ki çağdaş ekonominin faiz politika ve uygulamalarıyla akort edildiğini söylemek fazla bir abartı sayılmaz.
Günümüzde para ve sermaye piyasalarının ulaştığı muazzam boyutlar herkesin mal°mudur. Öte yandan sadece kendi sermaye olanaklarıyla yürüyen hatta yeni bir iş kurmak için münhasıran öz sermayesine güvenen şirket ve girişimci türüne rastlamak çok zordur. Çağdaş işletmecilik ve makro ekonomide hayatî bir role sahip olmasına karşılık dinimizde faizin kesinlikle haram addedildiği ve en sert müeyyidelere bağlandığı hususu bir vakıadır. Doğal olarak bu durum Türkiye ve dünyadaki tüm Müslümanları ikilem içerisinde bırakmakta ve onları finans kuruluşlarıyla adeta ortak bir yaşamın zorunlu olduğu modern iş ve toplum hayatında pasifliğe itmektedir. Bunun nedeni faiz mevzuunun İslamî literatür ve yayınlarda hak ettiği derecede yaygın ve kapsamlı olarak ele alınmaması ve yeterince aydınlatılmayan mütedeyyin insanların hata yapıp günah işlemek endişesiyle finans kurum ve ürünlerinden genellikle uzak durmayı tercih etmeleridir. Bu yazının amacı; türlü biçim ve isimler taşıyan faiz olayına karşı hassasiyet içerisinde olan halkımızın aydınlatılmasına mütevazi bir katkıda bulunmaktır.
FAİZİN İSLÂMÃŽ AÇIDAN yasak olduğunu bilmeyenimiz yoktur. İlahî bir emir olarak faizin yasak oluşunun sebebi açıktır: “Allah yasakladığı için.” Tıpkı oruç tutmak veya zekat vermenin farz oluşu gibi bunun da sebebi “emr-i ilahî”dir. Ubudiyetlerimizin yegâne gerekçesi budur. Bununla beraber o emri takip eden birtakım maslahatlar da vardır. Bu oldukça normaldir. Çünkü o Emri Veren herşeyin “fıtrî” halini ve neyin nasıl olması gerektiğini çok iyi bilen Biridir.
Meselâ Allah emrettiği için tuttuğumuz oruç ve verdiğimiz zekatın ferdî ve toplumsal birçok maslahatları netice verdiklerini de biliriz. Ama hiçbir zaman orucu perhiz yapmak için tutmaz; zekatı da toplumsal gelir dağılımını dengelemek için vermeyiz. Nitekim vergisini bir vatandaşlık borcu olarak veren biri zekat yükümlülüğünden kurtulmuş olmadığı gibi namazın bedensel faydalarını keşfedip aerobik hareketler yapan biri de namaz kılmış olmaz. Bu örneklerde olduğu gibi ubudiyetin hareket noktası “emir”den “maslahat”a kayarsa o zaman emri gördüğü halde maslahatı (pekâlâ) görememiş birinin ubudiyet gerekçeleri ortadan kalkmış olur.
Bununla birlikte ubudiyetini Allah’ın emri nedeniyle yapan biri için sözkonusu maslahatlar birer güven kaynağı olabilirler. Ve bu anlamda gerekli oldukları söylenebilir. Çünkü her bir emrin özel bir zorunluluk olmamakla beraber birtakım maslahatları ve hikmetleri vardır. O halde. Allah emrettiği için oruç tutarız. Orucun ise bazı faydaları vardır. Yine faiz Allah emrettiği için haramdır. Allah’ın bize emrettiği her emrin bir “ubudiyet terbiyesi” olduğunu düşünürsek uzunca da olsa şimdiye kadar ifade ettiğimiz kayıtlar altında sorumuza tekrar dönebiliriz: Faiz neden haramdır?
Cevabımız hazırdır: Allah yasakladığı için. Bu cevapla devam edersek faiz yasağına uymama durumunda ubudiyetimiz yara alacaktır. Yani ubudiyetimiz eksilecektir. Ubudiyet - Rububiyet bütünlüğünden biri eksildi mi diğeri artacaktır. Ubudiyetin terkettiği yerleri Rububiyet vehmi dolduracak; Rububiyet vehminin terkettiği yerleri ise ubudiyet bilinci dolduracaktır. Faiz almama-vermemenin bir ubudiyet tavrı olduğu açıktır. Aynı şekilde bu emre uymamanın da kendi içinde bir Rububiyet iddiası taşıdığı söylenebilir. Bunu “emrî” açıdan yani itaat-itaatsizlik bağlamında bu şekiyre anlayabiliriz. Bu yüzden “İslâmî” açıdan faiz haramdır. Ancak bu haramın arkaplânını gün ışığına çıkarma durumunda “İslâmî” açıdan olduğu kadar neden “İmanî” açıdan da yasak olduğunu görmemiz mümkündür. O halde bir süreç olarak faiz olayını yeniden hatırlayalım:
Özel veya tüzel birileri başka birilerine anapara olarak bir miktar para vermektedir. Lâkin bu masum bir borç verme olayı değildir. Parayı veren bir dizi “belirleme”de bulunmaktadır. Belli bir süre ve verilenin üstüne eklenecek yine belli bir miktar sözkonusudur. Parayı veren birşeyler “ister” ve istediği “olur”. Buna hiç şüphesi yoktur. Kısacası faizci kendinden oldukça “emin”dir. Öbür tarafta ise tarlasında buğday ekmiş biri ya da çarşıda satıcılık yapan biri kazancı konusunda herhangi bir belirlemede bulunmuş değildir. Ne kazanacağı süre ne de kazanacağı miktar bellidir. Bu yüzden sık sık dua eder. Siftah etti mi rızkı Verene şükreder. Hasılı rızkın gelişi ile Rızkı Gönderen bir çağrışım olarak sürekli hatırındadır. Sebepler dairesinde yapacağını yapar. Ancak bilir ki bu sebepler her zaman ürünün beklendiği gibi alınması veya malın umulduğu gibi satılması için yeterli değildir. Bu yüzden kendi çabasını rızk için gerekli olmasına karşın yeterli olmayan bir sebep olarak görür. Kendinden çok fazla “emin” değildir. Bu iki tablo arasında oldukça önemli bir fark vardır. İlkinde sebepler dairesi büyük ölçüde kuvvetlenip kalınlaşmaktadır. Biri -rızkını değil- gelirini belirlemiştir.(determinizm).
Faiz burada bu belirleyicilik imkânını sağlamakla faizi vereni ubudiyet ortamından uzaklaştırmaktadır. Zira esbap perdesi dehşetli bir şekilde kalınlaşmakta esbaba yaslananlar da istediklerini yapabiliyor olmanın sarhoşluğuyla bir rububiyet vehmine kapılmaktadır. Başka bir deyişle faiz insanı tesiri esbaba veren bir gaflet ortamına başarılı bir şekilde çekmektedir. Bu ise bir “titreşim hâli” olan ubudiyet tavrına kapalı bir hâldir. Korku ile ümit; hayat ile ölüm ve açlık ile tokluk ortasında bir yerde bulunan insanoğlu bunun farkına vardığı oranda mü’mindir. İşte faiz bu farkın farkına varılmasını önlemektedir. Ve galiba haram oluşunun da bir sırrı budur. İslamiyette faiz yasağının ayrı bir ehemmiyete haiz olduğu kuşkusuzdur. Konunun önemi Kur’an ve hadislerde şiddetle men edilen faizin (İslamî olmayan) günümüz ekonomisinde kilit kavramlardan biri olmasından ileri gelmektedir. O kadar ki çağdaş ekonominin faiz politika ve uygulamalarıyla akort edildiğini söylemek fazla bir abartı sayılmaz.
Günümüzde para ve sermaye piyasalarının ulaştığı muazzam boyutlar herkesin mal°mudur. Öte yandan sadece kendi sermaye olanaklarıyla yürüyen hatta yeni bir iş kurmak için münhasıran öz sermayesine güvenen şirket ve girişimci türüne rastlamak çok zordur. Çağdaş işletmecilik ve makro ekonomide hayatî bir role sahip olmasına karşılık dinimizde faizin kesinlikle haram addedildiği ve en sert müeyyidelere bağlandığı hususu bir vakıadır. Doğal olarak bu durum Türkiye ve dünyadaki tüm Müslümanları ikilem içerisinde bırakmakta ve onları finans kuruluşlarıyla adeta ortak bir yaşamın zorunlu olduğu modern iş ve toplum hayatında pasifliğe itmektedir. Bunun nedeni faiz mevzuunun İslamî literatür ve yayınlarda hak ettiği derecede yaygın ve kapsamlı olarak ele alınmaması ve yeterince aydınlatılmayan mütedeyyin insanların hata yapıp günah işlemek endişesiyle finans kurum ve ürünlerinden genellikle uzak durmayı tercih etmeleridir. Bu yazının amacı; türlü biçim ve isimler taşıyan faiz olayına karşı hassasiyet içerisinde olan halkımızın aydınlatılmasına mütevazi bir katkıda bulunmaktır.